Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin; “...Sa’d ibni Ebî Vakkâs Cennet’tedir...” buyurarak daha dünyâda iken Cennet’le müjdelediği on Sahâbîden biri, okçuların serdârı, İran’ı fetheden meşhûr kumandan. İsmi Sa’d, künyesi Ebû İshak’dır. Babasının adı Mâlik ve künyesi Ebû Vakkâs’dır. Babasının adı yerine künyesi kullanılmaktadır, ilk müslüman olanların yedincisidir. Hicretten 30 yıl önce Mekke’de doğdu. On yedi yaşında hazret-i Ebû Bekr vasıtasıyla müslüman oldu.
Nesebi baba ve anne tarafından Peygamber efendimizle birleşir. Babası Mâlik bin Üheyb bin Abdi Menaf bin Zühre bin Kilâb-i Kureyşî’dir. Annesi, Zühreoğullarından Hamne binti Ebî Süfyân’dır. Annesi, oğlunun müslüman olduğunu duyunca çok kızmış, onu İslâm dîninden döndürebilmek için çeşitli yollara baş vurmuştu. Oğlu Sa’d’in kendisine karşı saygısını ve bağlılığını bildiğinden, İslâm dîninden döndürebilmek için; “Allah’ın sana hısım ve akraba ile ilgilenmeyi, anne babaya dâima iyilik etmeyi emrettiğini söyleyen sen değil misin?” dediğinde, hazret-i Sa’d; “Evet” dedi. Bunun üzerine annesi asıl maksadını bildirmek için şöyle söyledi:
“Yâ Sa’d! Vallahi, sen Muhammed’in getirdiklerini inkâr etmedikçe, ben açlık ve susuzluktan helak oluncaya kadar ağzıma bir şey almayacağım. Sen de bu yüzden anne katili olarak insanlarca ayıplanacaksın.” O güne kadar annesinin her isteğine boyun eğmiş, bir dediğini iki etmemişti. Allahü teâlâ ve Resûlüne sallallahü aleyhi ve sellem bütün kalbi ile inanmış ve bağlanmış olduğundan îmân kuvveti üstün geldi; annesinin isteğini kabul etmedi. Annesinin yiyip içmediğini ve bunda inat ettiğini görünce; “Ey anne! Senin yüz canın olsa ve her birini İslâmiyet’i bırakmam için versen, ben yine dînimden vaz geçmem. Artık ister ye, ister yeme.” dedi. Annesi hazret-i Sa’d’ın dînine bağlılığını, îmânındaki sebatını görünce şaşırdı, çaresiz kaldı. Yemeye ve içmeye tekrar başladı.
Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri ile annesi arasında geçen bu hâdiseden sonra, Allahü teâlâ evlâdın anneye ve babaya hangi hâllerde tâbi olup hangi hâllerde olmayacağını bildiren Ankebût sûresi, sekizinci âyeti kerîmesini göndererek, meâlen; “Biz insana, ana ve babasına iyilikte bulunmasını tavsiye ettik. Eğer onlar, hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için uğraşırlarsa onlara (o şirkleri hususunda) itaat etme! Dönüşünüz ancak banadır. Binâenaleyh ne yapar idiyseniz (karşılığını) size haber vereceğim.” buyurdu.
İslâmiyet’in, ilk yıllarında müslümanlar müşriklerden çok eza ve cefâ görüyorlardı. Hazret-i Sa’d da çok eziyet çekmişti. Eshâb-ı kiram ibâdetlerini serbestçe yapamıyorlardı. Hazret-i Sa’d ilk müslüman olan Sahâbîlerden birkaçı ile beraber, Mekke’de Ebû Düb denilen bir vadide namaz kılmakta idiler. Müşriklerin ileri gelenlerinden Ebû Süfyân, bir kaç müşrikle beraber yanlarına gelerek onların namazlarıyla alay etmeye ve kötülemeye başladı. (Ebû Süfyân, o sırada henüz müslüman olmamıştı). Bunun üzerine birbirlerine girdiler. Hazret-i Sa’d, eline geçirdiği bir deve kemiğiyle onlardan birinin başını yardı. Bunu gören diğer müşrikler korkuya kapılıp kaçtılar. Böylece hazret-i Sa’d, Allah yolunda, ilk kâfir kanı döken sahâbî oldu.
Hazret-i Sa’d bütün gazalarda ve bir çok seriyyelerde bulundu. Savaşlarda çok kahramanlıklar gösterdi. Mekkeli müslümanların üç bayrağı bulunuyordu. Bunlardan biri kendisine verilmiş, müslümanların bayraktarlığını yapmıştır. Bedr harbinde, büyük kahramanlık göstermiş, düşman tarafında bulunan, müşriklerin en başta gelen kumandanı ve en azılı din düşmanı Sa’d bin el-As’ı öldürmüştür.
Uhud harbinde, müslümanların sıkışık durumlarında büyük bir metanetle Peygamber efendimizin yanından hiç ayrılmayıp, düşmana karşı savaşmıştır. Hazret-i Sa’d ok atmakta çok maharetliydi. Attığı her ok isabet ediyordu, islâmiyet’te, Allah yolunda ilk ok atan sahâbî olup, okçuların (kemankeşlerin) reisiydi. Uhud harbinde, 1000’den fazla ok attı. Peygamberimiz tarafından iltifat ve dualara mazhâr oldu. Peygamberimiz ok atarken ona; “At yâ Sa’d! Anam, babam sana feda olsun!” buyurmuş, her ok atışında; “İlahî bu senin okundur. Atışını doğrult.” “Allah’ım sana dua ettiğinde Sa’d’ın duasını kabul eyle.” diye dua etmiştir. Peygamber efendimizin hayâtında, “Anam, babam sana feda olsun.” diye sâdece hazret-i Sa’d için dua ettiğini, bunun dışında hiç bir kimseye böyle duada bulunmadığını hazret-i Ali bildirmiştir.
Hazret-i Aişe anlatır: Resûlullah efendimiz, gazvelerin birinde, geceleyin Medîne’ye dönüp geldiğinde; “Ne olurdu, sâlih bir kimse beni korumağı üzerine alsaydı!” buyurdu. Birden bir silâh şakırtısı duyduk. “Bu kimdir?” buyurdu. “Benim! Sa’d bin Ebî Vakkâs” dedi. Peygamberimiz; “Seni buraya hangi şey getirdi” yâni buraya niçin geldin? buyurdu. Hazret-i Sa’d; “İçimden bir ses, Resûlullah yalnızdır, korkarım ki, din düşmanları O’na sıkıntı ve eziyet verirler dedi. Korumağa ve hizmet etmeğe geldim” dedi. Bunun üzerine, Resûlullah ona dua etti ve uyudu.
Hazret-i Ebû Bekr, halîfe seçilince ilk bîât edenler arasında olmuştur. Hazret-i Ömer zamanında, Hevâzin bölgesine zekât toplamak için gönderilmişti. Bu sırada İran taraflarındaki hâdiseler büyüyünce, hem bunları önlemek, hem de düşmana ders vermek için bir ordu hazırlandı. Ordunun başına kimin geçirilmesi gerektiği hususunda fikir alış verişinde bulunuldu. Bâzıları bizzat kumandanlığa Halîfe hazret-i Ömer’in getirilmesini istiyorlardı. Bir kısmı da bunun, çeşitli sebeplerle uygun olmayacağını, başka birisinin kumandanlığa getirilmesini istiyordu. Bu sırada Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerinin Hevâzin’den mektubu geldi. Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın (radıyallahü anh) isimini duyan Eshâb-ı kiramın hepsi ittifakla hazret-i Ömer’e; “İşte aradığın kimseyi buldun” dediler. Bunun üzerine hazret-i Ömer, Sa’d bin Ebî Vakkâs’ı (radıyallahü anh) Medîne’ye çağırarak, İslâm ordularına başkumandan tâyin etti. Ona; “Ey Sa’d! Sana Resûlullah’ın dayısı ve eshâbı dediklerine bakıp da gururlanma. Allahü teâlâ kötülüğü ancak iyilik ile yok eder. Allah ile kul arasında, kulluktan başka bir bağ yoktur. Allahü teâlâ onların Rabbi, onlar da, O’nun kullarıdır. Fakat ölüm anındaki durumları ve bu son nefeste ettikleri son sözleri bakımından birbirlerinden üstün olurlar. Ancak kullukla Allah katında karşılık bulur, sevâb kazanırlar. Allah’ın Resûlü ne yaptıysa, sen de öyle yap ve sabrı elden bırakma” dedi. Hazret-i Ömer, bu şekilde nasîhat ettikten sonra, Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın (radıyallahü anh) emrine dört bin asker verdi. Hazret-i Sa’d, bu askerlerle Medine’den çıktı, İran topraklarında bulunan İslâm askerleri ile birleşerek, meşhûr Kadisiye meydan muharebesini kazandı (Bkz. Kadisiye zaferi).
Daha sonra hazret-i Ömer’in emriyle, Sâsânî Devleti’nin başşehri olan Kisrâ’nın bulunduğu Medâyin’e hareket edildi. İslâm askerinin Medâyin’e doğru yürüdüğünü duyan Yezd-i Cürd, korkudan şehri terketti. İslâm ordusu, Medâyin’e kolayca girdi. Sa’d bin Ebî Vakkâs bu fethi şu mektûbla Halîfe-i müslümîne bildirdi:
“Rahman ve Rahîrn olan Allahü teâlânın adıyla: Irak valisi Sa’d bin Ebî Vakkâs’dan, mü’minlerin emîri Ömer-ül-Fârûk’a:
Allah’ın selâmı üzerine olsun. Kendisinden başka hak mâbûd olmayan, eşi benzeri bulunmayan Allahü teâlâya hamd ve habîbi Muhammed aleyhisselâma salât ve selâm ederim. Allahü teâlâ, şeytana uyan bir kavme karşı bize zafer ihsan etti. Gözün görmediği meydanlarda at koşturmayı nasîb etti. Allahü teâlâ bize ihsanı ile muamele etti. Kisrâ’nın yurdunun büyük bir kısmını ele geçirdik. Yezd-i Cürd kaçtı. Kızı, esir olarak ele geçirildi. Bundan sonra ne yapacağımız hususunda Medâyin şehrinde, emirlerinizi bekliyorum. Allahü teâlânın selâmı bütün müslümanların üzerine olsun.”
Hazret-i Ömer, Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın (radıyallahü anh) mektubunu aldı. Medîne’de bulunan Eshâb-ı kiram ile uzun uzun istişare etti. Haşr sûresi; 7, 8, 9,10’ncu âyetlerini delîl getirerek, arazinin eski sahiplerinde kalmasına ve araziye haraç vergisi konulmasına karâr verildi. Bunu hazret-i Ömer, şu mektûbla Sa’d bin Ebî Vakkâs’a bildirdi:
“Mektubunu aldık. Bildirdiğine göre, gaziler senden, elde ettikleri ganîmetleri ve Allahü teâlânın fey olarak kendilerine ihsan ettiği malları aralarında taksim etmeni istemişler. Benim mektubum sana ulaşınca, mes’eleye eğil. Mal, hayvan ve eşya olarak insanların sana celbettikleri ganîmetleri topla. Onları müslümanlardan hâzır bulunanlara bölüştür. Arazi ve nehirleri işleyicilerine bırak ki, onlar bütün müslümanların atiyyelerine dâhil olsun. Çünkü, arazi ve nehirleri orada bulunanlara taksim edersen, onlardan sonra geleceklere bir şey kalmaz. Ben sana, karşılaştığın kimseleri, harpten önce İslâm’a davet etmeni emretmiştim. Her kim muharebeden önce, dâvetine icabet eder de müslüman olursa, o kimse müslümanlardan bir fert sayılır. Müslümanlar için yapılması lâzım olan hak ve vecîbeler onun için de tahakkuk etmiştir. Onun da İslâm’da bir hissesi (sehmi) vardır. Her kim harp ve hezimetten sonra İslâm dâvetine icabet ederse, o da müslümanlardan bir ferttir. Lâkin onun malı müslümanlarındır. Zîrâ müslümanlar onun malını, o İslâm olmazdan önce elde etmişlerdir. İşte bu benim emrim ve sana yollanan ahdimdim.” (Bkz. Haraç).
Kadisiye Harbi ve Medâyin’in fethinde büyük ganimet elde edilmiş, Kisrâ’nın sarayları ve hazîneleri müslümanların eline geçmişti.
Medâyin’in havasının ve suyunun askerlere iyi gelmediğini anlayan hazret-i Sa’d, hazret-i Ömer’e durumu bildirdi. Halîfe, yeni bir şehir te’sis edilmesini emredince; Sa’d (radıyallahü anh), Küfe şehrini kurdu ve şehrin ilk valisi oldu.
Hazret-i Ömer, şehîd olmadan önce kendisinden sonra yerine geçecek halîfeyi seçmek için altı kişilik bir şûra teşkil edilmesini vasiyet etmişti. Bildirdiği altı kişiden biri de Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleriydi. Eğer Sa’d, halîfe seçilmezse ona bir vazife verilmesini de vasiyet etmişti. Hazret-i Osman halîfe seçilince, hazret-i Ömer’in tavsiyesine uyarak, hazret-i Sa’d-ı tekrar Küfe valiliğine tâyin etti.
Hayâtının sonlarına doğru, Medine’ye yakın Akik demlen yerde hastalandı ve orada 675 (H. 65) yılında vefat etti. Mübarek cesedi Medîne-i münevvereye götürüldü. Namazını, Medine Valisi Mervân kıldırdı. Vasiyetine uyularak Bedr harbinde giydiği elbisesi ile defnedildi. Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Cennet’le müjdelenen on sahâbîden yâni aşere-i mübeşşereden en son vefat edendir.
Hazret-i Sa’d; heybetli, orta boyda, esmer tenli, cesur, sözü, özü doğru büyük bir zâttı. Çok cömert olup, sadeliği severdi.
Anne tarafından akraba oldukları için, Peygamberimiz, Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerine; “Bu benim dayımdır. Böyle bir dayısı olan varsa bana göstersin” diyerek iltifatlarda bulunurdu.
Peygamber efendimiz yine bir hadîs-i şerîflerinde; “Ebû Bekr Cennet’tedir, Talha Cennet’tedir, Zübeyr Cennet’tedir, Abdurrahmân ibni Avf Cennet’tedir, Sa’d ibni Ebî Vakkâs Cennet’tedir, Sa’îd ibni Zeyd Cennet’tedir” buyurdu.
Sa’d bin Ebî Vakkâs’dan; oğulları İbrahim, Âmir, Ömer, Muhammed, Mus’ab, Âişe-i Sıddîka, İbn-i Abbâs, Osman Mehdi, Alkame bin Kays, Ahnef bin Kays, Şureyh bin Hâni (radıyallahü anhüm) ve daha bir çokları hadîs-i şerîf rivayet etmişlerdir.
Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri buyurdu ki: Hayâtımda üç gün ağladım. Bunlardan biri, Resûl-i ekremin sallallahü aleyhi ve sellem vefat ettiği zaman, ikincisi hazret-i Osman’ın şehîd edildiği zaman, üçüncüsü de Hakk’a sığınırken”
Yine buyurdular ki: “Bir kimse gündüz hatim okursa, melekler ona akşama kadar dua eder. Gece okursa sabaha kadar dua eder.”
Karanlığı Aydınlatan Nûr
Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın müslüman oluşu şöyle rivayet edilir: Müslüman olmadan önce bir rüya görmüştü. “Rüyasında kendisi zifiri bir karanlığın içinde iken, birden bire her tarafı aydınlatan parlak bir ay doğdu. Ayın aydınlattığı yolu tâkib ederken aynı yolda Zeyd bin Harise, hazret-i Ali ve hazret-i Ebû Bekr’in önünden ilerlediğini gördü. Kendilerine; “Siz ne zaman buraya geldiniz?” diye sorduğunda, “Şimdi” diye cevâbverdiler.” Gördüğü bu rüyadan üç gün sonra hazret-i Ebû Bekr’in kendisine islâmiyet’i anlatması üzerine, kalbinde islâmiyet’e karşı bir sevgi hâsıl oldu. Bunun üzerine hazret-i Ebû Bekr onu Peygamber efendimize götürdüğünde hiç tereddüd etmeden îmân edip, müslüman oldu.
Bizden gerî kalamazsın!
Hazret-i Sa’d, Veda Haccı’ndan sonra hastalanmış, Peygamber efendimiz kendisini ziyarete gelmişti. Sa’d hazretleri hastalığı şiddetlendiğinden dua almak için Peygamberimize; “Yâ Resûlallah! Siz Medine’ye döneceksiniz de ben burada ölüp dostlarımdan geriye mi kalacağım?” dedi. Peygamber efendimiz de; “Hayır! Sen bizden geri kalamazsın! Burada kalır da sâlih ameller işlersen, elbette onunla derecen artar, merteben yükselir. Umarım ki: Sen uzun zaman yaşıyacaksın! Öyle ki senden, bir takım kavimler faydalanacak, bir takımları da mahrum kalacak” dedi. Ve; “Yâ Rabbî! Eshâbımın Mekke’den Medine’ye dönüşünü tamamla” diyerek dua etti. Bunun üzerine iyileşti, şifâ buldu. Medine’ye döndü.
Gözleri görmez oldu!..
Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın, ömrünün sonlarına doğru, gözleri görmez olmuştu. Bu hâlde iken Mekke’ye gelmişti. Mekke halkı etrafına toplanıp; “Bana dua et, bana dua et” deyince hepsine dua ediyordu. Abdullah bin es-Sâib anlatır: “Ben genç idim, bir ara ona yaklaştım ve kendimi tanıtmağa çalıştım. Beni tanıdı ve; “Sen Mekke’nin en iyi okurlarından birisin” dedi. Ben de; “Evet” dedikten sonra bir ara; “Amca senin duan makbul, herkese dua edip duruyorsun, kendin için dua etsen de gözlerin açılsa olmaz mı?” dedim. Sa’d gülümseyerek; “Oğlum, Allahü teâlânın benim hakkımdaki takdiri (gözümün görmemesi), gözümün görmesinden daha güzeldir” buyurdu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder