Son muhiblerden Mustafa Kanar amcamız ve Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri

Selamünaleyküm aziz dostlar,

Bugün (19-1-2019) Cenabı hakkın vasi rahmetine kavuşan ehibbadan merhum Mustafa Kanar, ilk mektebi Niksarda bitiriyor. yetim olduğu için İstanbula daruşşafakaya okumaya geliyor. Türkçe hocası ehibbadan merhum Rıfkı bey tarafından efendi babama getiriliyor. Şubat tatilinde efendi babamdan niksara annesini görmeye gitmek için izin istiyor. Efendi babam izin vermiyor. Israr edince efendi babam hadi git diyor. Orada zatürrie oluyor ve hastalığı zatürceme çeviriyor. Doktorlar İstabula tedaviye gitmesi ve hastaneye yatması gerektiğini söylüyorlar. İstanbula geliyor ve tekkeye gidiyor. Efendi babama hasta olduğunu hastaneye yatacağını anlatıyor. Efendi babam çay ikram ediyor ve yeleğini çıkarıp ona giydiriyor.
Bir müddet sonra efendi babam buyuruyor: Hastaneye yatmana gerek yok sen iyileştin hadi bakalım doğru mektebine.

Berai malumat arz ederim.

Tarih: 19-1-2019
Anlatan: Ahmed Taha ÜÇIŞIK

Akhisarlı Mazhar Gürmen Amca ( Efendi Hazretleri Vefat Edince Kime İntisâb Ettiniz? )


Akhisarlı Mazhar Gürmen Amca ( Efendi Hazretleri Vefat Edince Kime İntisâb Ettiniz? )

Efendi Hazretlerinin Akhisarlı müridlerinden Şekerci Mehmet Oğlu Mazhar Gürmen. Mazhar Gürmen Seyyid Abdülhakîm Arvasi ( Üçışık ) kuddise sirruh hazretlerini görüp de hâlen hayatta olan 4 kişiden birisidir. ( Bu fakir öyle biliyor. ) Mazhar Amcadan hariç diğer 3 kişiden biri yine Akhisarda, diğeri İstanbulda ve sonuncusu ise İzmirde yaşamaktadır. Allahu Teâlâ ömürlerine bereket versin.

Not: Bu video youtube'de 6 Nisan 2016 tarihinde yayınlanmıştır.

EDEB

"Mekkî Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) ile bazan kabir ziyaretine giderdik. Edirnekapı'da oğullarını ziyaret ederdi Mekkî Efendi.
Kabir ziyaretinde kabrin kıble tarafında ve ayak ucunda durulması edebten olduğu halde, Mekkî Efendi oğullarını ziyarette kabrin kıble tarafında ve baş ucunda dururdu.
Derdi ki;
-Bunlar benim evlâdımdır.Evlâdın ayak ucunda durmak edebe sığmaz. Onun için baş uçlarında duruyoum. Siz gene bildiğinizi yapın!
İlimsiz bir şey olmaz, efendim."

Süleyman KUKU

KISSA / HiKÂYE

Selamünaleyküm aziz dostlar,

Merhum Mekki dedem Kadıköy müftüsüyken, Göztepe tütüncü Mehmet efendi camiinde irfan isimli bir imam vardı. cuma namazından önce vaaz ederken cemaate, ben size Yusuf ile Züleyha hikayeleri anlatmıyorum diyor. dedem bu sözü duyunca tam 3 ay her cuma tütüncü Mehmet efendi camiine giderek sureyi yusufu tefsir ediyor. Vaaza başlarken daima şunu söylüyor: "Kur'anı kerimde hikaye yoktur, kıssa vardır. hikaye var diyen kafir olur"

Bilginize arz ederim.


Ahmet Taha ÜÇIŞIK

NAMAZ

Namaz cândır, cân ile kılmak gerek,
Namazda kul rabbiyle olmak gerek,
Girerken dünyaya elveda’ edip,
Bitirdikte tertemiz çıkmak gerek.

NAMAZ

Buyruldu ki:
Namaz,
Allahu ekber ile; azamet ve kibriyâ-i ilâhîyi kabûl ve teslîm,
Sübhâneke ile; tenzîh,
Kırâat-ı Kur’ân ile huzûr-i ilâhîye lâyık edebi gözetmek,
Rukû’, sücûd ve teşehhüd ile; Zül Celâli vel-ikrâmın hıdmetinde, hakîkî seâdet vesilesi olan nefsini aşağılamak, ona hiç sevmediği zilleti ve hakareti ve hiç hoşlanmadığı acıları tattırarak, kalb ve ruh tarafını takviye etmekten ibâret, nerede ise îman ve muhabbetle eşdeğer seviyede, kalbî ve bedenî bir ibâdettir.”

Dini bir meselede şübhenin giderilmesi

Tam ilmihâl Se’âdet-i Ebediyye kitabı 1965 yılı 3. baskısı 328. sayfasında buyuruluyor ki:( Dînimizin bildirdiği birşeyi tasdîk etmeyen [ya’nî bidirilen o şey hakkında şüpheye düşen] kimse, Allahü teâlâ ve Onun Peygamberi, bu şey ile neyi bildirmek istemiş ise, öylece îmân etdim, inandım demelidir. Hemen, şübhesini giderecek bir din âlimi aramalıdır. İlmine ve dîne bağlılığına güvenilir, zekî, ârif, harâmlardan kaçınan, dîn bilgilerinin inceliklerini bilen, müşkilleri çözebilen bir zâtı arar, bulur. Bundan aldığı cevâb, şübhesini giderince, artık öylece îmân eder. Böyle bir zâtı aramak farzdır. Tesâdüfe bırakmayıp, hemen aramalıdır. Bulamazsa veyâ bulup da, şübheden kurtulamazsa, Allahü teâlânın ve Resûlünün dilediği gibi inandım demeli ve şübhesinin giderilmesi için, Allahü teâlâya düâ etmeli, yalvarmalıdır. İşte, bunun için, her şehrde, müşkilleri çözebilen bir zâtın bulundurulması farz-ı kifâyedir.)

Müzik üstadı İtrî efendi ve tekbir

Müzik üstadı İtrî efendi ve tekbir...

İslam tekbirini, segâh makamına besteleyen Itri efendi, bir din âlimi değil, Beethoven gibi, bir musiki üstadı idi. İslâm tekbîrini,segah makamına bestelemekle bir hizmet yapmamış,dîne bir bidat karıştırmıştır. Müzik perdelerine uydurmak için, kelimeler değiştirilmekte, mânâları bozulmaktadır. İnsanlar, kulaklara ve nefse olan tesirine kapılıp, tekbîrin mânâsı,kalbe ve ruha olan tesiri kaybolmuştur. 

(Tam ilmihâl Seâdet-i Ebediyye)

SABÂHAT / MELÂHAT


Sohbetten nakil...
...
Mektûbâtta bir cümle var.
Eğer dikkatli okuduysanız, Kıymetsiz Yazılar'da da o cümle var:
"Peygamber Efendimiz, Allahu teâlânın cemâlinin, yeryüzünde temsilcisi idi."
Onu görmek, Allahu teâlâyı görmek gibi idi.
Onun için, Peygamber Efendimiz'i, herkes muhabbeti, imânı kadar görürdü güzel görürdü.
Yoksa eğer güzelliği zâhir olsa idi, güzelliği Allahu teâlânın cemâlinden, güzelliğinden olduğu için ona kimse dayanamazdı.
Hani o, Aişe Vâlidemizin o şiiri ona işarettir.
"Yûsuf Aleyhisselâm'ın güzelliğini görüp, ellerini doğrayanlar, senin güzelliğini görselerdi, hepsinin kalbleri doğranır, düşer ölürlerdi, hayatta kalamazlardı."
O güzellik ordan geliyordu, efendim.
Onun için, ona melâhât dediler.
Bir gün Mektûbâtı yazıyorum, bu bahsi yazıyorum. Melâhat ve sabâhat bahsini yazıyorum. Gittim, hocamıza dedim ki;
-Hocam, bu sabâhatı biraz anladım da melâhatı iyi anlamadım. Onun için geldim.
-Efendim, dediler,
-Ben de Mektûbâtı okurken burayı iyi anlayamamıştım da gittim Efendi'ye. Bana sorduğunuz gibi ben de Efendî'ye sordum. Şimdi size Efendî'nin kullandığı cümlelerle ifade edeyim.
-Bana ait değil, efendim, dediler.
-Efendi Hazretleri'ne aittir:
Yûsuf Aleyhisselâm sabih idi
"Ahi Yûsuf esbaha minnî ve ene emlahâ minhu"
hadîs-i şerîfi var.
"Kardeşim Yûsuf benden sabih, ben ondan daha melihim."
Sabih; görünen güzelliğin ismidir, görünen güzellik, sabâhat.
Melâhat; görünmeyen güzellik.
Herkes, sevdiği kadar o güzelliği görür.
Efendî (Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri) buyurdu ki;
"Eğer, Peygamber Efendimiz sallallahu teâlâ aleyhi ve sellemin melâhatı, Yûsuf Aleyhisselam'ın sabâhatı gibi zâhir olsaydı, herkes tarafından görülseydi; insanlar düşer ölür, hayvanlar kaçacak yer arar, onu gören ağaçlar yanar, (aynen Tûr dağı'nda olduğu gibi) kâinât vartaya (tehlükeye, uçuruma) düşerdi. Allahu teâlâ onun için, herkese O'na olan muhabbeti kadar güzelliğini gösterdi de kâinâtın nizâmını bozmadı."

(Süleyman Kuku hoca efendinin sohbetinden nakil...)

İHTİLÂF

İHTİLÂF

"Ma'rûf-i Kerhî hazretleri buyuruyorlar ki;
'İhtilâflı mes'elelerde, sağlam tarafı tutmak, takvâdandır.'
İhtilâflı mes'elerlerde, o izin verilen tarafı değil de sağlam tarafı tutmak takvâdandır."