Allah lafzı şifadır

 Allah lafzı aspirin gibidir. İster inansın ,isterse inanmasın,kim bu Allah kelamını tekrar tekrar söylerse ferahlar. 

(Hüseyin Bin said hazretleri)

Sıkıntıdan kurtulmak için

 Bir kimse çok sıkıntılı, üzüntülü ve telaşlı olduğu zaman tesbihini alıp dört bin kere Allah derse, içinde biriken bütün sıkıntılardan kurtulur.

(Hüseyin Bin said hazretleri)

İstikameti iste, kerameti değil

[Müzekk-in Nüfus Dersleri]

Şeyhlerden biri rüyasında, Resûlü ekrem sallallâhu aleyhi ve sellemi görür; 

— Yâ Resûlallah! Hûd Sûresi beni ihtiyarlattı buyurmuşsunuz. Hûd sûresindeki nebilerin kıssaları mı, yoksa ümmetlerinin kıssaları mı sizi ihtiyarlattı? 

— Efendimiz, tasdik buyurmuşlar: Yâ şeyh, beni “O halde seninle birlikte tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi istikamet üzere ol” âyeti kerimesi ihtiyarlattı buyurur. 


Nitekim, Resûlullah Aleyhissalâtü vesselâm efendimiz müşahedatın başlangıcından sonra bu hitaba muhatap olmuş ve kendilerinden istikametin hakikatleri istenmiştir. Hak teâlâ; Zahitler, Sûfi şeyhler, mukarrebler denilen ahiret alimlerine daha işin başında iken bir haz ve nasip verir, istikamet üzere bulunmalarını ilham eder. Şüphesiz onlarda Hakkın gösterdiği istikamet üzerine olmayı bütün her şeyin en faziletlisi, şerefli bir görev olarak bilir.  


Nitekim, Şeyh Ebû-Ali Cürcâni rahmetullahi aleyh buyurur: “İstikameti iste, kerameti değil.” Zira kerameti nefsin ister, Rabbin ise senden istikamet talep eder. Şu hâlde, Rabbinin talep ettiğini istemek, nefsinin talep ettiğini istemekten daha iyi ve güzel olur.


(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

GÖNÜL ÜÇ KISIMDIR

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 


Şunu da bilmiş ol ki, bu gönül denilen şey de üç kısımdır:  

1 - Biri, yalnız dünya ile meşgul olur. 

2 - İkincisi, yalnız âhiret işleriyle meşguldür. 

3 - Üçüncüsü, Allâhu teâlânın muhabbetiyle dolmuştur yalnız Allahu teâlâ ile meşguldür.  


Yalnız dünya ile meşgul olana, âhiret işlerinden bir iş gelse şaşırır kalır ve ne yapacağını bilemez. Çünkü, hep dünya ile meşgul olmuş ve âhiret işlerini ihmal etmiştir. Yalnız âhiret işleriyle olana da dünya işlerinden bir iş gelse, şaşırır ve ne yapacağını bilmez. Yalnız Allâhu teâlâ ile meşgul olanlar ise ne dünya ne de ahiret işlerini becerir. Zira onlar Allâh deyip öylece kalmışlardır. Sûfi şeyhler, diğer hususlarda olduğu gibi istikamette de Resûl aleyhisselâma uydukların dan ötürü, Hak teâlâ onların önlerine ilim kapılarını açıverir.


(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

İstikamet üç mertebedir

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

BİRİNCİSİ: Avamın istikametidir. Zahirde, emirlere uymak ve yasaklardan kaçınmaktır. Bâtında ise, imân edip tasdik etmektir. 


İKİNCİSİ: Havassın istikametidir. Zahirdeki yüzü, emirlere uymak ve yasaklardan kaçınmak, aynı zamanda dünyayı, dünyanın şehvetini ve diğer lezzetlerini terk etmektir. Bâtındaki yüzüde, cennet nimetlerinden vaz geçip Hakka kavuşmayı ve irfanı talep etmektir. 


ÜÇÜNCÜSÜ: Ehassı havvasın istikametidir. Bunlar zahirde, Resûl Aleyhissalâtü vesselama her bakımdan tam olarak uyar ve bâtında ise beşeriyetlerini Hak Teâlâ’da fani ederler böylelikle Allâh ile müstakim olurlar.  Allâh için Enâniyyetten (benlikten) fâni olarak onun hüviyeti ile bâki olurlar. 

(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

MÜZEKKİN NÜFUS’TAN HİKAYELER

Şeyh Bayezid-i Bestamî rahmetullahi aleyh, bir gün Bağdat şehrinde müritleri ile bir yere gidiyordu. Şat ırmağının köprüsü üzerinde birkaç oğlan çocuğunun oynadıklarını gördü. Çocuklar, mini mini bebekler yapmışlar, birine Muhammed ve birisine de Ayşe adı vermişler, düğün ediyorlardı. Çocuklar, şeyhi görünce hemen önüne çıktılar ve: 

— Ya şeyh! dediler. Bizim düğünümüze buyur. Hazreti Muhammed'i evlendiriyoruz. İşte, bu Muhammed'dir bu da Ayşe.

Hazret-i şeyh, çocukların bu oyunlarını beğenmedi. Resûlullah ile Ayşe validemizin mübarek isimlerinin böyle bebeklere verilmesi ona kerih geldi ve asasının ucuyla her iki bebeği de köprünün kenarından aşağı suya attı ve müritleriyle yoluna devam etti. Evine vardı, halvet hanesine girdi, oturdu ve murakabeye daldı. Murakabesinde, Resûl aleyhisselâmın gelip geçtiğini gördü, davrandı ayağını öpmek istedi. Resûl-ü zişân, şeyhe hiç bakmadı. Bayezid-i Bestamî, niyazda bulundu: 

— Ey iki gözüm nuru Resûlullah... Ben kulunuza hiç nazar buyurmazsınız. Hâtırı şerifiniz bana melûl mudur?

Fahr-i kâinat aleyhi ve âlihi efdal-üt-tahiyyat saadetle şöyle buyurdu: 

— Beni oğlancıkların elinden aldın, hiç itibar etmeden asanın ucuyla suya attın. Şimdi, benden itibar mı istersin? Bilemedin mi ki, adıma hürmet, bana hürmettir. Sünnetime hürmet, bana hürmettir. Şeyh Bayezid-i Bestamî, büyük bir hata işlemiş bulunduğunu anladı ve derhal çocukların oynadıkları yere giderek, onlara hediyeler vermek suretiyle gönüllerini aldı. 

Dinin aslı

 Büyük İslâm âlimi Hüseyin Hilmi bin Sâid hazretleri buyurdu ki:


"Dinin aslı 'Ben hocamdan duydum size onu bildiriyorum' şeklinde olanıdır. Onun hocası da diyor ki: 'Ben hocamdan duydum size onu bildiriyorum...'


Bunun kaynağı taa Cenab-ı Peygamber'e kadar gidiyor (aleyhissalatü vesselam) kaynak orası, su oradan çıktı. Oradan dünyaya indirildi, oradan sonra, aynı barajdan suyun gittiği gibi, o kaynaktan dağılan su bize kadar gelmiştir.


Bunu hiç bozmadan, bozdurmadan, içine hiç yabancı madde koymadan koydurmadan ancak ve yalnız Ehl-i sünnet âlimleri getirmişlerdir. Maalesef diğerleri kendilerine göre ilaveler yapmışlardır.


O bakımdan yine Cenab-ı Peygamber buyuruyor ki:

'Benim ümmetim 73 fırkaya ayrılacak 72'si cehenneme gidecek' Neden? Kur'an-ı kerime yanlış mana verdikleri için.


Kendi anladıklarını millete bildirdikleri için bunlar cehenneme gidecektir. Bir tanesi kurtulacak; o da kim? 


Resulullah efendimizin 'Bana ve Eshabıma tâbi olanlar' buyurduğu fırka...

İmâm-ı Rabbâni hazretleri rahmetullahi aleyh gibi büyük bir âlim 'Ben bir papağanım! Üstadım ne demişse, ne buyurmuşsa ben onu size söylerim' buyuruyor...

NEFS-İ EMMÂRENİN KÖTÜ VE ÇİRKİN SIFATLARI

MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Nefs-i emmârenin kötü ve çirkin sıfatları yedidir:  

1) Hevâ’dır. (Arzu, heves, ihtiras, muhabbet, nefsin hazzettiği şeyler.)  

2) Gazap (öfke, hiddet, kızma)  

3) Şehvettir.  

5) Bunül dür. (Cimrilik, hasislik)  

6) Ucub dur. (Kendini çok sevme, yaptıklarını beğenme, bencillik, gurur, başkalarını hor ve hakir görme)  

7) Kibirdir.  

Nefs-i emmârenin bu yedi kötü ve çirkin sıfatlarını gidermeye de aşağıda sayılan yedi şey sebeptir. Bu sayacağımız yedi şey, bütün ehli İslâm’ın gözlerini ve gönüllerini açan yedi hayırlı ve faydalı iştir:  

1) Açlıktır.  

2) Susmaktır. (Yani, az konuşmaktır.)  

3) Az uyumaktır.  

4) Halk içine lüzumundan fazla karışmamaktır.  

5) Daima LÂ ÎLÂHE İLLALLAH demektir.  

6) Mürşid-i kâmile erişmek, elini tutmak ve tövbe edip, ona iradet getirmektir.  

7) Mürşid-i kâmilin iradesi altında olmak ve onun emri altında bulunmaktır. (Onun her emrine itaat etmektir.)  


(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

Evliyâyı, evliyâlık taslayan yalancılardan ayıran fark

 Evliyâyı, evliyâlık taslayan yalancılardan ayıran farkların en açığı, bütün söz ve hareketlerinin dine uygun olmasıdır. Evliyânın yanında bulunanlarda Allah sevgisi kuvvetlenir, haramlardan soğur. Fakat bugün dünyada böyle sâlih kimseler yok gibidir. Hakîkî parayı bilmeyen kimse kalpını ele geçirince, hakikîsinden ayırması kolay olmaz. Bundan istifade eden yalancılar, sağda solda atını rahatça oynatabilmektedir. Bunları iyi tanıyabilmek için, dinimizi iyi bilmek lâzımdır. Sözü ve harketi dine uygun olmayan kimse, sâlih Müslüman bile olamaz.

(Ta’rîfât s.123, 110; Nuhbet-ül-le’âlî s. 72; Şerh-ı Mekâsid kerâmet bahsi).

İmanın gitmesine sebep olan günahlar

Dün, günahların zararlarından bahsetmiştik. Bugün de, günahın mahiyetinden, çeşitlerinden bahsedelim. Küfürden ve bid'atten başka günahlar ikiye ayrılır:


Birinci kısım, Allahü teâlâ ile kul arasında olan günahlardır. İçki içmek, namaz kılmamak oruç tutmamak gibi günahlar. Bu günahların, büyüğünden ve küçüğünden, çok sakınmalıdır. Resûlullah Efendimiz buyurdu ki: “Bir zerrecik (yâni çok az) bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibâdetleri toplamından daha iyidir”.


Günahların hepsi, Allahü teâlânın emrini yapmamak olduğundan, büyüktür. Fakat, bazısı, bazısına göre küçük görünür. Meselâ, yabancı kadına şehvetle bakmak, zinâ yapmaktan daha küçüktür. Bir küçük günahı yapmamak bütün cihânın nâfile ibâdetlerinden daha sevaptır. Çünkü, nâfile ibâdet yapmak farz değildir. Günahlardan kaçınmak ise, herkese farzdır.


İkinci kısım günahlar, kullar arasındadır ki, bunlara tevbe etmek için, o kulu hoşnut etmek, râzı etmek helalaşmak da lâzımdır.


Büyük günah işliyenin îmanı gitmez. Harama helâl derse, îmanı gider. Büyük günahlar yedidir: 1- Birşeyi Allahü teâlâya ortak yapmak. Buna şirk denir. Şirk, küfrün çeşidlerinden en kötüsüdür. 2- Bir insanı veya kendini öldürmek. 3- Sihir, yâni büyü yapmak. 4- Yetîm malı yimek. 5- Fâizcilik. 6- Muhârebede düşman karşısından kaçmak. 7- Temiz kadınları kazf etmek, yâni nâmussuz, zani demek.


Günahlar, niyetsiz veya iyi niyet ederek işlenirse, günah olmaktan çıkmaz. “Ameller, niyete göre iyi veya kötü olur” hadis-i şerifi, tâatlara ve mubâhlara niyete göre sevap verileceğini bildirmektedir. Bir kimse, birinin gönlünü almak için başkasını incitse veya başkasının malı ile sadaka verse, yâhut haram para ile mektep, câmi yaptırsa, bunlara sevap verilmez. Bunlara sevap beklemek, câhillik olur.


Büyük günah da, tevbe edince affolur. Tevbe etmeden ölürse, Allahü teâlâ dilerse, şefaat ile veya şefaatsiz affeder. Affolunmazsa, Cehenneme girer. Tevbe kalb ile, dil ile ve günah işliyen âza ile birlikte olmalıdır. Kalb pişman olmalı. Dil, duâ etmeli, yalvarmalı. Âza da günahtan çekilmelidir.


Evliyânın meşhûrlarından Ahmed bin Âsım Antâkî hazretlerine; "En şiddetli günah nedir?" diye soruldu. Ceva­ben: "Bir mâsiyetin (günahın) mâsiyet (günah) olduğunu bilmemektir." buyurdular. "Bundan daha kötüsü nedir?" diye soruldu: "Mâsiyet, günah olan bir şeyi, tâatı, Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği bir şey olarak bilmektir. Onun için dînî bilgileri lâzım olduğu kadar mutlaka bilmek lâzımdır." bu­yurdular.


Tâbiînin ve bu devirdeki evliyânın en büyüklerinden Hasan-ı Basrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Eğer insan günâhını küçük gö­rürse, ona ehemmiyet vermez. O zaman o günâh büyük günâh hâlini alır. Eğer insan günâhını büyük görür, onun için istiğfâr eder, onu gizler ve tövbe ederse o günâh küçücük kalır."


Ebû Türâb-ı Nahşebî hazretleri haramlardan ve şüphelilerden şid­detle kaçınırdı. Bu hususta buyurdular ki: "Kul bütün gücüyle günahlar­dan uzaklaştığı zaman, Allahü teâlânın yardımı, ihsânı her tarafını kap­lar. Kalbin günahlar ile kararmasının alâmeti üçtür. Birincisi günah işle­mekten korkmamak, ikincisi ibâdetlerde gevşeklik, üçüncüsü de vâz ve nasîhatların ona tesir etmemesidir."


Âlim ve evliyânın büyüklerinden Hakîm-i Tirmizî hazretlerine "Îmânın gitmesine en çok sebeb olan günah nedir?" diye sordular. Cevaben buyurdular ki: "Üç günah vardır: Birincisi; îmân nîmetine kavuştuğuna şükretmemek. İkincisi; îmânın gitmesinden kork­mamak. Üçüncüsü; müminleri incitmek ve onlara eziyet etmek. Biliniz ki, Peygamber efendimiz; "Haksız yere bir müslümanı incitmek, Kâbeyi yetmiş defa yıkmaktan daha büyük günahtır." buyurdular.


Hakiki müslüman hiç gönül kırmaz.


Bilir bundan büyük bir günah olmaz! Buyuruldu.

Dünyaya tapan ölüdür

 "Yaşamak için dünyaya tapmış kimseleri de ölülerden say."  


| Feridüddin Attar