Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Eshâb-ı kirâmın hepsi *Şehîd*’dir kardeşim. Neden? Allah yolunda cihâd etdikleri için. Dîn-i islâmı yaymak için Arabistânı terk etdiler. Allah yolunda cihâd için yürüdüler ve şehîd oldular. 


Bizim âbiler de hepsi *Şehîd* olacaklar, yatakda ölseler bile. Niçin? Allah yolunda yürüdükleri için. Şehitler, ölürken hiç acı çekmezler. Daha doğrusu, öldüklerinin farkına bile varmazlar.


*Nevm-ül âlimi ibâdetün*. Ne demek bu? Âlimin uykusu ibâdetdir. Âlim, çok kitap okuyan, çok şey bilen değil efendim. *Âlim*, hakkı bâtıldan ayırandır. Yâni bu *Doğru*, bu *Yanlış* diyebilendir. 


Biz Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerinden bunu öğrendik. Bu *Sevilir*, bu *Sevilmez*. Bizim âbiler de bunu biliyorlar. O hâlde arkadaşlarımızın hepsi *Âlim*’dir kardeşim. Neden? 


Çünkü onlar da hakkı bâtıldan ayırıyorlar. Kim sevilir, kim sevilmez, bunu da iyi biliyorlar. O hâlde bütün ar-kadaşlarımız *Âlim*’dir, uykuları *İbâdet*’dir. 


Bu ni’mete nasıl şükredilir kardeşim? İşte bunun için bizim arkadaşlar, *Bid’at* ehli olmazlar. *Müşrik* hiç olmazlar. 


Çünkü onların îmânları ve îtikâdları çok sağlam. Onların kalblerinde bu doğru *Îmân*, bu doğru *Îtikad* olduğu müddetçe, onlar dalâlete düşmezler. 


Günâhkâr olabilirler, ama dalâlete düşmezler. Öyleyse birbirimizin kıymetini bilelim. Hepimiz çok *Şanslı*’yız, çok *Bahtiyar*’ız kardeşim. 


Mektûbâtda yazıyor ki: *Allahü teâlânın sevgili kulu olmanın ölçüsü, O’nun dînini, O’nun kullarına yaymakdır. Onlara islâmiyeti anlatmakdır*. 


Hattâ Mehmed Ma’sûm hazretlerinin bir mektûbu var. Orada da; *Sizin Allah indinde bu kadar makbûl olmanızın sebebi, orada fıkh bilgilerini yaymakdan dolayıdır*, diyor. 


Yoksa gösterdiğiniz hârikulâde hâller, kerâmetler değildir. Öyle yazıyor mektûbunda. Böyle şeylerle bizim de hiç ilgimiz ve alâkamız yok efendim. 


Böyle şeyleri düşünmek bile istemeyiz. Çünkü ihtiyâcımız yok. Zâten *Mûcize* ve *Kerâmet*, şüphesi olanlar, ihtiyâcı olanlar içindir. Bizim şüphemiz yok ki, elhamdülillah.

İnsanlar ve yerküresi

“İnsanların, büyük bir sürat ile fezada tek başına dönmekte olan, içerisi ateş dolu, toparlak (iki kutbu biraz basık) bir küre üzerinde, sırf yer çekimi kuvveti ile kalabilerek yaşaması, ne büyük bir mucizedir. Ya etrafımızdaki dağlar, taşlar, denizler, canlı varlıklar, nebâtlar, nasıl bir büyük kudret sayesinde meydana gelebilmekte, gelişmekte ve türlü türlü hassalar göstermektedir. Üzerimize ışıklarını gönderen güneş, düşünebileceğimiz en yüksek harareti sağlar ve nebâtların yetişmesini, bazılarının içinde ise, kimyevi değişiklikler yaparak, un, şeker ve daha nice maddelerin meydana gelmesini temin eder. Halbuki biliyoruz ki, yer küremiz, kâinât içinde ufacık bir varlıktır. Güneşin etrafında dönen seyyarelerden meydana gelen ve içinde dünyamızın da bulunduğu güneş sistemi, kâinât içinde bulunan ve sayısı bilinmeyen pek çok sistemlerden biridir.


İnsan, kendi vücudunun ne muazzam bir fabrika ve laboratuvar olduğunun farkına varmaz. Hâlbuki, yalnız nefes alıp vermek bile, muazzam bir kimya hadisesidir. Havadan alınan oksijen, vücuddaki maddeleri yaktıktan sonra, karbon dioksit halinde dışarı çıkarılır. Sindirim (hazm) sistemi ise, muazzam bir fabrikadır. Ağızla alınan gıda maddeleri ve içecekler, mide ve bağırsaklarda parçalanıp işlendikten sonra, vücuda faydalı olan kısmı, ince bağırsaklarda süzülerek kana karışmakta ve posası dışarı atılmaktadır. Bu muazzam hadise, otomatik olarak ve büyük bir intizam ile yapılmakta, vücud bir fabrika gibi işlemektedir.


Bunların tafsilatını anlatmaya defter ve kalem kâfi gelmez. Astronomi, anatomi, yani ilm-i teşrîh, zooloji ve botanik yani hayvanat ve nebâtâtı inceleyen ilimlerde âlim olanlara, bu husus güneşden daha açıktır. Bilhâssa Evliyâ-i kirâma, yani ruhlar aleminde yükselmiş olanlara, Allahü teâlânın fiillerinin ne kadar muhkem ve muntazam olduğu, gayet âşikârdır, açıktır. Muhkem ve muntazam işler ise, o işleri yapanın ilminin yüksekliğine delalet eder.


Nitekim, Bakara sûresinin yüzaltmışdördüncü âyetinde meâlen: (Muhakkak ki, [yıldızlarla süslü] göklerin ve [dağlar, denizler ve nebâtât vb. ile süslü] Arzın yaratılışında, gece ve gündüzün birbirini takibinde, [insanları ve] insanlara faydalı olan şeyleri denizde götürüp giden gemilerde; yeryüzü kuruduktan sonra, Allahü teâlânın gökten yağmur indirerek nebâtâtı diriltmesinde, o Arz üzerinde, her türlü hayvânâtı yaymasında, rüzgârları her taraftan estirmesinde, sema ile Arz arasında bulutların, Allahü teâlânın emir ve hükmü ile gitmesinde, akıl, fikir ve nazar sahibi olanlar için, Allahü teâlânın kudret ve azametine delîller ve ibretler vardır) buyurulmuştur.”


[Cevâb Veremedi]

İslami bilgiler, ekmek ve su gibi her insana lazımdır

 İslami bilgiler, ekmek ve su gibi her insana lazımdır. Ancak amel edilmeyen ilmin faydası olmaz. Müslüman, öğrendiğiyle amel etmesi lazımdır.Amelsiz kuru ilim, insana yüktür, vebaldir. Böyleleri, mahşer günü Allahü teâlânın ihsanına kavuşamazlar.

(Ahmed bin Hanbel hazretleri “rahmetullahi aleyh”)

Hiçbir Peygamberin anası babası kâfir değildi!

 Hiçbir Peygamberin anası babası kâfir değildi!..


"Her asırda, her zamanda yaşayan insanların en iyilerinden, seçilmişlerinden dünyâya getirildim."


Ebû Muhammed el-Buhârî hazretleri Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. 398 (m. 1007) senesinde Bağdâd’da vefât etti. Fıkıh ilminde zamanının en meşhûr âlimi idi. Fıkıh ilmini Ebû Ali bin Ebî Hüreyre ve Ebû İshâk el-Mervezî’den öğrendi. Kendisinden ise Kâdı Ebû Tayyib Mâverdî ve pek çok kimse fıkıh ilmini öğrendi. Bir dersinde buyurdu ki:


Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve bütün Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” babalarının ve analarının hiçbiri kâfir değil, aşağı kimseler değildi. Bunu ispat eden âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:

 

(Buhârî-yi şerîf)deki bir hadîs-i şerîfte, Peygamberimiz buyurdu ki: (Her asırda, her zamanda yaşayan insanların en iyilerinden, seçilmişlerinden dünyâya getirildim.) İmâm-ı Müslim’in “rahmetullahi teâlâ aleyh” kitâbındaki hadîs-i şerîfte, (Allahü teâlâ, İsmail “aleyhisselâm” evlâdından, Kinâne ismindeki kimseyi ve onun sülâlesinden, Kureyş ismindeki zâtı beğendi, seçti. Kureyş evlâdından da, Hâşimoğullarını sevdi. Onlardan da, beni süzüp seçti) buyurdu.

 

Tirmizî’nin bildirdiği hadîs-i şerîfte, (Allahü teâlâ, insanları yarattı. Beni insanların en iyi kısmından vücûda getirdi. Sonra, bu kısımlarından en iyisini Arabistân’da yetiştirdi. Beni bunlardan vücûda getirdi. Sonra evlerden, âilelerden en iyilerini seçip, beni bunlardan meydâna getirdi. O hâlde, benim rûhum ve cesedim, mahlûkların en iyisidir. Benim silsilem, ecdâdım en iyi insanlardır) buyurulmuştur.

 

Taberânî’nin kitâbındaki bir hadîs-i şerîfte, (Allahü teâlâ, her şeyi yoktan var etti. Her şey içinden insanları sevdi, kıymetlendirdi. İnsanlar içinden de seçtiklerini Arabistân’da yerleştirdi. Arabistân’daki seçilmişler arasından da, beni seçti. Beni, her zamandaki insanların seçilmişlerinde, en iyilerinde bulundurdu. O hâlde, Arabistân’da bana bağlı olanları sevenler, benim için severler. Onlara düşmanlık edenler, bana düşmanlık etmiş olurlar) buyurulmuştur.

 

Abdullah bin Abbâs’ın “radıyallahü anhümâ” bildirdiği hadîs-i şerîfte, (Benim dedelerimin hiçbiri zinâ yapmadı. Allahü teâlâ, beni, tayyib, iyi babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben bunların en hayırlısında, en iyisinde bulunurdum) buyuruldu. İslâmiyyetten önce Arabistân’da zinâ çok olurdu. Bir kadın, bir kimse ile nice zaman metres olarak yaşar, sonra evlenirdi.

İslam'da ben yoktur

 Sevgili Peygamberimiz “aleyhisselam”; “Komşusu aç iken tok yatan, bizden değildir” buyuruyor.Kardeşlerim, İslam’da, Ben yoktur.Önce Sen vardır.Sonra yine Sen vardır.Yani kendimizi değil, hep karşımızdakini düşüneceğiz.

(İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri rahmetullahi aleyh)

Dine muhalif bir adım bile atma

 Dine muhalif bir adım bile atma.Gençlere sevgi göster, fasıklardan uzaklaş. İyilerle görüş, salihlerle düş kalk.Kimseden bir menfaat, bir dünyalık bekleme. Evine gelenlere, dini meselelerden bir mevzu aç ve anlat doğru bildiklerini.Ama umumi şeylerden bahset. İnce meselelere temas etme.Herkesle iyi geçin, kendini sevdir. Zira sevgi, muhabbet, ilimde devam sağlar.

(İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri “rahmetullahi aleyh)

Her gönül bir tek sevgiliye dönüktür aslında

  “Her gönül bir tek sevgiliye dönüktür aslında. Lakin kıblesi yanlıştır. Bulduğunu sandığı şey gerçekte aradığı değildir… Kimisi gül yüzlü bir güzele meftun, kimisi bir ceylan bakışlıya mecnundur. Bazısı dünyaya kanmış, bazısı mala mülke aldanmıştır. Oysa her biri aslında bir sevgili tarafından sınanmıştır.”

(Mevlana)

Hangisi kârlı?

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir mü’min, *Nuh* aleyhisselâmın ömrü kadar yaşasa, yâni 950 sene hep ibâdet etse, elbette ki çok *Sevap* kazanır. 


Fakat bir mü’mine, dînimizden bir *Sünneti* öğretse, bir *Vâcibi* öğretse, bundan daha çok sevap kazanır. İllâ kendisi öğretmesi şart değil, öğretilmesine sebep olmak da yeter. 


Çünkü âhiretde insanlara, tarafını soracaklar. Az verdin çok verdin, az yapdın çok yapdın demiyecekler. *Hangi tarafdaydın?* diyecekler. 


*Hallâc-ı Mansûr*, eğer Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerinin talebelerinden birine rastlasaydı, başına o sıkıntılar gelmezdi efendim. 


Bakın, *Kendisine* demiyorum. O zâtın bir *Talebesine* rastlasaydı, bu sıkıntıları çekmezdi. İşte bizim arkadaşlarımızın herbiri de öyledir efendim. 


Çünkü onlar da hakkı bâtıldan ayırabiliyorlar. Bu zamanda, bizim arkadaşlardan biriyle berâber olan, o âbiyi seven, muhabbetle görüşen, konuşan kimse de, *Îmân’ını* kurtarır. 


Bu zamanda *Küfr*, sel gibi akıyor kardeşim. Müslümân ise, o sele kapılmış bir *Saman çöpü* gibi. Nasıl kurtulacak? Bir yere sığınması lâzım. 


Bir kaya kovuğuna, bir ağaç oyuğuna girerse, yâhut bir kütüğe yapışırsa, kurtulabilir. İşte bu kaya kovuğu, bu ağaç oyuğu, bu kütük, bizim *Âbiler*’dir. Yâhut bizim *Kitaplar*’dır. 


Yâni o saman çöpü, bizim âbilerden birine rastlarsa veyâ bizim kitaplardan birini okursa, kurtulur efendim. Yoksa mümkün değil, *Sel* alır götürür. 


Bir kız, *Ben okuyayım, bir meslek sâhibi olayım, ayaklarımın üstünde durayım*, derse, rızkını buradan alır. Ama bu günkü şartlarda ömrü günahla geçer. Çekeceği sıkıntılar da cabası olur. 


Ama o kız; *Hayır, ben Rabbimin emretdiği gibi yaşıyacağım, erkeklerin arasında çalışmıyacağım*, derse, Rabbimiz ona ehl-i sünnet bir genç ile evlenmeyi nasîb eder. 


Allahü teâlâ, onun rızkını erkeğine verir, o da onun ayağına getirir. Ne oldu şimdi? 


Biri, ömrü boyunca *Haram* işledi, ömrü sıkıntılarla geçdi. Öbürüyse, hiç sıkıntı çekmedi, günâha da girmedi. *Rızkı* da ayağına geldi. Hangisi kârlı?

Teravih namazı kılmak sünnettir

“Erkeklerin ve kadınların, yirmi rekat teravih namazı kılması, sünnet-i müekkededir."


Sual: Teravih namazını, kadın, erkek her Müslümanın kılması gerekir mi, cemaatle kılınması ve camiye gidilmesi şart mıdır?


Cevap: Teravih namazı ile alakalı olarak Nûr-ül-îzâh şerhinde ve hâşiyesinde buyuruluyor ki:


“Erkeklerin ve kadınların, yirmi rekat teravih namazı kılması, sünnet-i müekkededir. İnanmayan sapıktır ve şahitliği kabul olmaz. Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) birkaç gece, teravihi cemaatle sekiz rekat olarak kıldı. Evlerine gidince, yirmi rekate tamamladılar. Yalnız olarak yirmi rekat kıldığı da bildirilmiştir. Dört mezhebde de yirmi rekattir. Sünnet olduğu buradan anlaşıldı. Üç halife ve zamanlarındaki Eshab-ı kiramın hepsi, cemaatle yirmi rekat kıldılar. Bu halifelere ve Eshab-ı kiramın icmaına uymamız, hadis-i şerif ile emrolunmuştur.”


Teravih namazı, yatsının son sünnetinden sonra ve vitirden önce kılınır. Bir kimse, yatsıyı kılmadan önce teravihi kılamaz. Vitirden sonra ve sabah namazına kadar kılınabilir. Fecir doğunca kılınamaz, kaza da edilmez. Çünkü teravih kuvvetli sünnet ise de, akşam ve yatsının son sünnetleri kadar kuvvetli değildir. Bu sünnetler ise, kaza edilmez. Yalnız farz namazlar ile vitrin kazası lazımdır. Teravih namazı, Şâfiide kazâ edilir.


Teravihi cemaat ile kılmak, sünnet-i kifayedir. Camide cemaatle kılınınca, başkaları evde yalnız kılabilir, günah olmaz. Fakat, camideki cemaat sevabından mahrum kalır. Evde, bir veya birkaç kişi, cemaatle kılarsa, yalnız kılmaktan yirmiyedi kat fazla sevap kazanılır.


Her iki rekatte bir selam verilip, hemen sonraki rekate kalkılır. Yahut dört rekatte bir selam verilir. Her dört rekat arasında, dört rekat kılacak kadar oturup, salevat veya tesbih okunur veya sessizce oturulur. İki rekatte bir selam vermek ve her iftitah tekbirinde niyet etmek daha iyidir.


Yatsıyı cemaatle kılmayanlar, toplanıp da, teravihi cemaatle kılamazlar. Çünkü teravihin cemaati, farzın cemaati olması lazımdır. Yatsıyı cemaatle kılmayan bir kimse, farzı yalnız kılıp, sonra teravihi kılan cemaate katılabilir.

Arkadaşlarınızla mümkün olduğu kadar dünya kelâmı konuşmayın

 Hüseyin Bin said hazretleri Buyurdular ki:

Arkadaşlarınızla mümkün olduğu kadar dünya kelâmı konuşmayın. İşi alış verişe dökünce enerji tüketirsiniz. Birbirinizi tenkide başlarsınız. Siz onları tenkid ederseniz onlar da sizi tenkid ederler. Bu pınarın başındasınız, pınarı kirletmeyin. Etrafınıza kabiliyetli insanlar değil, ihlâslı insanlar toplamaya bakın. İhlâssız işliyenleri ayıklamaya bakın. Muhabbete bağlı bir otorite kurmalısınız. Peygamerimiz aleyhisselam için yıldönümü tahsis etmek bid'attir. Namaz vakitlerini değiştirmek kıyâmet alâmetidir.

Allah için yapılmayan iş, iş değildir

 Para pul, mevki makam, insanı Cehennem azabından kurtaramaz.Salih amel yapın da, yanmayın Cehennemde.En büyük günah, cenâb-ı Hakkı unutmaktır.Yani Allahü teâlâyı unutarak, gafletle iş yapmaktır ki, böyle işlerin hiç kıymeti yoktur dinimizde.Mesela oruç tutmak büyük ibadettir,ama zayıflamak için tutulursa, on para etmez. Allah için yapılmayan iş, iş değildir.

(Ata bin Meysere hazretleri “rahmetullahi aleyh”)