Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendimiz aleyhisselâm, elinde ekseriyâ *(asâ)* taşırmış. Bir gün o sopayla, yere düz bir *(çizgi)* çizmiş. O çizginin iki yanına da, balık kılçığı gibi, eğik çizgiler ayırmış ve; 


(Ey Eshâbım, bu doğru çizgi, Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği *(yol)* dur. Şu eğik çizgiler de *(sapık)* yollardır) buyurmuş.


Eshâbı kirâm; (Yâ Resûlallah! Bu doğru yol hangisidir?) diye sormuşlar. Efendimiz de aleyhisselâm cevâben; *(Mâ ene aleyhi ve eshâbî)* buyurmuş. 


Yâni, (Benim ve eshâbımın bulunduğu yolda bulunanlardır. Bunlar, Allahın sevgisine kavuşurlar. Yetmişiki sapık yolda olanlar ise, Cenennemlikdir) buyurmuşlar. 


Eshâb-ı kirâmın birçok kıymetli *(hâl)* leri var. Allahü teâlâ, onların bu kıymetli hâllerinden bir tânesini Kur’ân-ı kerîmde bildiriyor. 


O da şu: *(Onlar, devâmlı olarak birbirlerini çok severlerdi)*. Rabbimiz böyle buyuruyor. Eshâb-ı kirâm efendilerimiz, birbirlerini çok severlerdi.


Allahü teâlânın da hoşuna giden en mühim sıfatları bu idi ki, o büyükleri, Kur’ân-ı kerîminde, bu *(sıfat)* ları ile zikrediyor cenâb-ı Hak. 


Veysel Karânî hazretleri, muhabbet îtibâriyle, Eshâb-ı kirâmdan sonra, Peygamber aleyhisselâma en çok *(âşık)* olan, bir mübârek zât idi. 


Ama Efendimizin sohbetine kavuşamadığı için, Eshâb-ı kirâm gibi olamadı. Çünkü bu yolun aslı, *(sohbet)* ve *(muhabbet)* dir. Meselâ bir talebe, hocasına *(râbıta)* etse, istifâde eder.


Ama yine de onu *(görmüş)* gibi olmaz. Çünkü zihninde tecessüm eden, yâni hayâline gelen o *(zât)* ile, asıl *(kendisi)* arasında, mutlaka fark vardır. Aynısı olamaz. 


Enver bey, arkadaşların *(maaş)* ının artdığını söyledi, bana verilmiş gibi sevindim efendim. Başkası alınca se-viniyorum, kendim ise, verince seviniyorum. 


Bu kadar kitâbdan, kendim hiç *(para)* almıyorum, ihlâs şirketinden *(maaş)* da almıyorum. Efendi hazretlerinden böyle gördük. Her şeni Ondan öğrendik.


Kardeşim, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerini çok özledim. Kavuşacağım ânı nasıl beklediğimi bilemezsiniz. Tabii kavuşduğum zaman, Efendi hazretleri bana;


*(Hilmi, dünyâdan bize ne getirdin?)* diye soracak. Ben vefât etdiğim zaman, yâni Efendi hazretlerine gitdiğim zaman, kendilerine; 


(Efendim, size büyük bir hediye getirdim) diyeceğim. Efendi hazretleri, *(O hediye nedir?)* buyuracak. Ben de kendilerine;


(Efendim, arkamda çok iyi bir cemâat, çok iyi talebelerimi bırakdım. Onlar, *(Ehl-i sünnet)* îtikâdı üzereler ve insanlara, bu *(îtikâdı)* anlatıyorlar, bunu yayıyorlar) diyeceğim.

Hazret-i Âişe radıyallahü anhâ müctehide idi

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Hazret-i Âişe radıyallahü anhâ *(müctehide)* idi efendim. Fıkhda üçbin hadîs-i şerîf vardır. Bunun binbeşyüz kadarını, yâni yarısını o nakletmişdir. Hazret-i Âişe olmasaydı, *(fıkh ilmi)* olmazdı. 


Efendimiz aleyhisselâm onunla, bunun için evlendiler. Cebrâil aleyhisselâm hazret-i Âişe’nin resmini, birçok *(ipek)* lere sarılı olarak Efendimize getirdi ve;


*(Bu, senin hanımın olacak)* dedi. Efendimiz aleyhisselâm, bundan sonra hazret-i Âişe’yi, kendilerine *(nikâh)* buyurdular.


Allahü teâlâ, kullarına, iki ibâdetin sevâbını bildirmemişdir. Biri, ramezân-ı şerîf *(orucu)* nun sevâbı. Biri de, *(yemek)* yedirmenin sevâbı. 


Bunların, Allah katındaki sevâbını yalnız kendisi bilir. Diğer ibâdetlerin ne kadar sevâb olduğu, kitaplarda açıklanmışdır. Ama yemek yedirmenin sevâbı bildirilmemiştir. 


Onun için mü’minler, mümkün mertebe bir *(çay)* için de olsa, bir *(kahve)* için de olsa, bir lokma *(ekmek)* için de olsa, evine misâfir dâvet etmeli, onlara birşeyler ikrâm etmelidir. 


*(El mer’ü mea men ehabbe)* hadîs-i şerîfi, bizim için büyük bir müjdedir kardeşim. Herkes, bu dünyâda *(kimi)* seviyorsa, âhiretde *(onun)* yanında olacakdır. 


İnşallah, âhiretde o büyüklerin yanında olacağız efendim. Âhiretde, nerede ve *(kim)* in yanında olmak istiyorsak, *(onu)* dünyâda iken seçmemiz lâzımdır. 


Onun için, insan seveceği kimseyi *(iyi)* seçmeli ve ona göre sevmelidir. Kerîm, kereminden vaz geçmez efendim. *(Men dakka bâbel kerîmi infetehâ)*. Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerinden işitdik bunu. 


Ne demek bu? yâni, *(Kerîm)* in kapısı çalınırsa, muhakkak açılır demekdir. Çünkü ihsân kapısıdır o. O büyükler, istiyene verirler kardeşim. 


Dünyâda kim kimi severse, âhiretde de onunla berâber olacakdır. Dünyâ için, yâni menfaat için bağlananlar, koparılır. Ama *(Sevgi)* ile bağlananları kimse koparamaz.


Hele insanı bir de *(aşk)* sardı mı, çok güzel olur ve onu ancak *(âşıklar)* anlar. Elhamdülillah, Rabbimize sonsuz şükrler olsun, râhatız, neş’eliyiz. 


*(Kitap)* larımız dağılıyor, *(gazete)* miz yayılıyor. Bundan büyük lûtf-u ilâhî olur mu? 


Allah, Enver âbimize neş’eli olmayı nasîb etsin. Bu, çok mühim. İşin başı O'dur. Enver âbi neş’eli ise, biz de hepimiz *(neş’eli)* yiz kardeşim.

Peygamber efendimiz ne kadar su ile abdest ve gusl alırdı

 Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm, bir müd(875 gr ağırlığında) su ile abdest alır, bir sa' (4.2 litre) su ile gusl ederdi.

(İbn-i Âbidîn hazretleri “rahmetullahi aleyh” )

Her müslümanın uyması gerekir

 ***Her müslümanın ibâdet yaparken ve haramdan sakınırken kendi mezhebi âlimlerinin "Müftâbih olan budur", "En iyisi budur", "En doğru söz budur" gibi bildirdiklerine uyması lâzımdır. 

(İbn-i Âbidîn hazretleri “rahmetullahi aleyh” )

Yalnız hadîs-i şerîf okuyup fıkıh öğrenmeyen kimse

 Yalnız hadîs-i şerîf okuyup, fıkıh öğrenmeyen kimse dinde müfsiddir. (bozgunculuk yapandır)

(Ebü'l-Leys Semerkandî hazretleri “rahmetullahi aleyh” )

Kalbde îmân bulunduğuna alâmet

 ***Mü'min olmak için, yalnız Kelime-i şehâdeti (Eşhedü en lâ...) söylemek yetişmez. Münâfıklar da bunu söylüyor.Kalbde îmân bulunduğuna alâmet, şerîatin (İslâmiyet'in) emirlerini seve seve yapmaktır. 

(İmâm-ı Rabbânî hazretleri “kuddise sirruh”)

İslâm âlimlerinin göz bebeğidir

 İmâm-ı Rabbânî müceddîd-i elf-i sânî, derin âlim, büyük velî idi. Müctehîd yâni Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran âlim idi. İslâm âlimlerinin göz bebeğidir. Âlimlerin önderi, velîlerin baş tâcı idi. Resûlullah efendimizin güzel ahlâkını açıklayan bir deryâdır. İmâm-ı Rabbânî hazretlerini sevenler, Allahü teâlâdan korkup, haramlardan kaçanlardır. Sevmeyenler münâfıklar yâni içi dışı başka, iki yüzlü olanlardır. İslâm memleketleri, hazret-i Müceddîd'in feyz ve nûrları ile doldu. İnsanda bulunacak her üstünlüğü, Allahü teâlâ İmâm-ı Rabbânî müceddîd-i elf-i sânî hazretlerine vermiştir. Vermediği yalnız peygamberlik makâmı kalmıştır. 

(Şâh-ı Dehlevî hazretleri “rahmetullahi aleyh” )

Ümmetim içinde onunla iftihâr ediyorum

 Rüyâda Resûlullah efendimiz aleyhisselamı gördüm. Bir minber üzerinde, İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh” hazretlerini medh ederek şöyle buyurdu: "Ümmetim içinde onunla iftihâr ediyorum (övünüyorum). Allahü teâlâ onu, ümmetim arasında müceddîd kıldı." 

(Mîr Hüsâmeddîn hazretleri “rahmetullahi aleyh” )

Müctehîd olmayan müftîler âyeti kerime ve hadîsi şeriflerden hüküm çıkaramaz

 Müctehîd olmayan müftîlerin, âyeti kerime ve hadîsi şeriflerden herhangi bir hüküm çıkarmağa yetkileri yoktur. Çünkü âyet ve hadîslerden hüküm çıkarabilmek için müctehîd olmak şarttır. 

(İbn-i Âbidîn hazretleri “rahmetullahi aleyh” )

Bugün ehl-i sünnet îtikâdında kalanların hepsi Eshâb-ı kirâmın soyundandır

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bugün, *(ehl-i sünnet)* îtikâdında kalanların hepsi, Eshâb-ı kirâmın soyundandır kardeşim. Eshâb-ı kirâm, dünyânın her yerine yayıldılar. 


Eshâb-ı kirâm efendilerimiz, öyle *(şerefli)* kimselerdir ki, Allahü teâlâ onları, Resûlüne *(arkadaş)* olarak yaratdı. Her biri, çeşitli yerlerden gelip toplandılar. 


Meselâ Selmân-ı Fârisî hazretleri, *(Îran)* dan; Bilâl-i Habeşî, *(Afrika)* dan gelip, sahâbî oldular. Bu şerefi kazandılar.


Hâlbuki Efendimiz aleyhisselâmın en yakın akrabâları, amcaları, *(îmân)* etmedi. Eshâb-ı kirâma, bu şeref bile yeter. 


Peygamber Efendimizin *(kabir)* resmi diye bir resim satılıyor. Bu resim, aslında Bursada, Osmânlı Sultânlarından birine âitdir. Peygamber Efendimizin *(kabr-i şerîfi)* ile hiç alâkası yok. 


Çünkü oranın resmini çekme imkânı yokdur. Sebebine gelince, kabr-i şerîfin dışında, kapısız, penceresiz bir *(duvar)* var. 


Onun dışında, gene kapısız ve penceresiz bir *(duvar)* daha var. Onun da dışında *(settâre)* denilen bir örtü, onun dışında da bilinen demir parmaklıklar var. 


Yâni kabr-i şerîf görülmüyor. Sâdece, tepede küçük bir *(hava)* deliği gibi bir boşluk var. Oradan 500 sene evvel, bir *(kuş)* düşmüş ve ölmüş. 


Onun çıkarılması ve oranın temizlenmesi için, beş yaşlarında küçük bir *(kız)* çocuğunu, belinden bağlamışlar, tepedeki o delikden aşağıya indirmişler. Orayı görmek, yalnız o çocuğa nasîb olmuş. 


Bu yolun sünneti, *(çile)* çekmekdir efendim. Başda Efendimiz aleyhisselâm, hayâtı boyunca hep çile çekdi. Bize ve kitaplarımıza çok *(sıkıntı)* verdiler. Sıkıntı verenler de çok sıkıntı çekeceklerdir. 


Hem sünnete uygun olması, hem de hizmetlerimizin *(kabûl)* olacağının ve bu hizmetlerin devâm edeceğinin alâmeti bakımından, bu sıkıntılar, bizim için bir *(ni’met)* dir kardeşim. 


Allah, hepsine hidâyet versin. Tabii bizim yüzümüzden kimsenin sıkıntı çekmesini istemeyiz. Biz işimize bakarız. İşimiz nedir? İslâma hizmet. O hizmet nedir? Kitaplarımızın dağılmas, gazetemizin yayılması. 


Birine bir kitap vermek veyâ kitap verilmesine sebep olmak o kadar *(sevâb)* dır ki, bunu yapana, gökdeki kuşlar, karadaki hayvanlar, denizdeki balıklar; *(Yâ Rabbî, bu kulunu affet)* diye duâ ederler. 


Bizim dînimizin iki esâsı vardır. Biri *(öğrenmek)*, diğeri *(öğretmek)*. Dînimizin en büyük düşmanı cehâletdir. Onun için nerede ilim varsa, *(din)* oradadır. Nerede din varsa, *(ilim)* oradadır. 


İlimsiz din olmaz. Onun için ilim öğrenmek çok büyük *(ibâdet)* dir, çok büyük *(sevâb)* dır kardeşim. Hizmetlere katılan arkadaşlarımızın alnından *(öpmek)* lâzım. 


Allahü teâlânın dîni yayılıyorsa, dînin yayılmasına hizmet ediliyorsa, bu hizmet devam etdiği müddetçe, o yere umûmî belâ, umûmî felâket gelmez efendim.

Dünyâ imtihân için sâlih ve ibâdet edenlerden alındı

 Evliyânın büyüklerinden Şemsüddîn Muhammed Rûcî hazretleri buyurdu ki: 

"İnsanı, Allahü teâlâdan uzaklaştıran perdelerin en zararlısı, dünyâ düşüncelerinin kalbe yerleşmesidir. Bu düşünceler, kötü arkadaşlardan ve lüzumsuz şeyleri seyretmekten hâsıl olur. Çok uğraşarak bunları kalpten çıkarmak lâzımdır. Faydasız kitap okumak, lüzumsuz şeyler konuşmak da bu düşünceleri arttırır. Bunların hepsi, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Kalbin hasta olması, Allahü teâlâyı unutmasıdır. Allahü teâlâya kavuşmak isteyenlerin bunlardan sakınması, hayâli arttıran her şeyden kaçınması, uzaklaşması lâzımdır. Allahü teâlâ, çalışmayan, sıkıntıya katlanmayan, zevklerini, şehvetlerini bırakmayanlara bu nîmeti ihsân etmez."

"Dünyâ, imtihân için sâlih ve ibâdet edenlerden alındı. Aldatmak için de, Allahü teâlânın düşmanlarına verildi. Dünyâ verilerek aldatılanlar, dünyâyı elde etmekle, ele geçirmekle, kendilerine ikrâm edildiğini zannederler. Allahü teâlânın, Mûsâ aleyhisselâma şöyle buyurduğu rivâyet edilir: 

(Zenginliğin geldiğini gördüğün zaman, 'Bu cezâsı çabuklaştırılmış bir günah' de, fakirliğin geldiğini görürsen, 'Hoş geldin ey sâlihlerin şiârı, alâmeti' de, istersen rahatlık sâhibini öv.)"

"İnsanlar arasına karışmak, eğer onların haklarını yerine getirmek için olursa zikir olur."

"Belâların ve şiddetli şeylerin kalkması için istiğfâr, tövbe etmek çok faydalıdır."

"Kulun ıslah olması, kalbinin ıslah olmasına bağlıdır. Fesâdı da kalbin fesâdına bağlıdır."

"İnsanın izzeti, îmân ve mârifet iledir. Mal ve mevkî ile değildir."

"İnsan her neye kavuşursa, başına ne gelirse bunların hepsi takdir-i ezeliyye iledir."

"İnsandan bu fânî dünyâda istenen, kulluk vazifesini yerine getirip, ibâdetleri yapmasıdır."

"Allahü teâlâ insanı beyhûde yaratmadı ki, insan kendi hâline terk olunsun. İstediğini yapsın, hevâ-yı nefse ve hoşuna giden şeye uysun!  O, emirlere uymakla ve yasaklardan sakınmakla mükellef kılınmıştır. İnsan için bunu yapmaktan başka çâre yoktur. Bunu yapmayıp, nefsine, arzu ve hevesine uyanlar, âsi, inatçı olup, Allahü teâlânın gazabına uğrarlar ve çeşitli azaplara müstehak olurlar."