*Allahu teâlâ zâtında kadîmdir, sıfatlarında kadîmdir. Bütün iyilikler Onun irâdesiyle, muhabbetiyledir, rızâsıyladır. Bütün fenâlıklar Onun irâdesiyledir, fakat rızâsı ve muhabbetiyle değildir.
(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)
*Allahu teâlâ zâtında kadîmdir, sıfatlarında kadîmdir. Bütün iyilikler Onun irâdesiyle, muhabbetiyledir, rızâsıyladır. Bütün fenâlıklar Onun irâdesiyledir, fakat rızâsı ve muhabbetiyle değildir.
(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)
*Her mahlûkun zâtını ve her mahlûkun sıfatlarını O halk ediyor. Mahlûkatın fiillerini [işlerini, yaptıklarını] O yaratıyor. Güneş ziyâsının pencereden gelmesi gibidir. Ya'nî pencere zıya [ışık] vermiyor. Ziyâ güneştendir. Pencerede vâsıtadır. Bütün mahlûkatın ef'ali böyledir.
(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)
*Bir dirhem [ma'denî para] bir sahraya gören ne ise, yedi gök de Kürsî'ye nisbetle o kadardır. Arşın büyüklüğüne göre Kürsî sahra'ya atılmış küçük bir halka gibidir.
* Kürsiye, sekizinci semâ da derler. Bütün sevâbit [sabit yıldızlar] bundadır. Arşa Felek-i atlas derler. Hâlistir,safdır. Felekin ahvalinden muarradır [Onda değişmeler yoktur]. Bunlar hükemâ sözleridir.
(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Adem oğlunun edepten nasibi yoksa insan değildir. İnsan ile hayvan arasındaki fark edeptir.
(Şems-i Tebrizi hazretleri)
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
O *Büyük*’lerin *Sevgi*’sini kazanmak ne büyük *Müjde*’dir kardeşim. İşte ben, böyle büyük bir *Zât*’la, yâni Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleriyle *Eyüp* Câmiinde karşılaşdım. Hattâ daha evveliyâtı var.
Bir gün *Bâyezid* Câmiine girdiğimde, tevafuken gördüm *Kendi*’sini. Biraz dinledim. Çok hoşuma gitdi. Ama üniversitedeki *Ders*’e yetişecekdim, fazla duramadım.
Çıkarken bu *Zât*’ın kim olduğunu sorup soruşdurdum. *Cumâ* günleri Eyüp Sultân câmiinde *Vaaz* etdiğini öğrendim. Ondan sonra olanlar oldu. Bir daha ayrılmadım huzûrundan.
İnsan, o *Büyük*’lerin sözünü *Kim*’den işitirse, onu *Sever*. Abdülhakim Efendi hazretlerini biz *Niçin* seviyoruz? Meselâ ben, o *Mübârek*’den hep büyükleri duydum. Onların *Sohbet*’lerini dinledim.
Hiç bilmediğim *Şey*’leri Ondan öğrendim. Hiçbir şeyden haberim yokdu benim. Herşeyi o mübârek *Zât*’dan öğrendim, Allah *Nûr* içinde yatırsın. Onların sâyesinde *Adam* olduk.
Yoksa hasâba dâhil değildik kardeşim. Mektûbât kitâbında; *Onlar hayâtda iken de, vefâtlarından sonra da, kerâmetleri devâm eder*, diye yazıyor.
Onları *Seven*, onların kalbinden *Feyz* alır. Feyz, *Nûr* demekdir. Onlar *Hayât*’da iken, *Yanın*’da iken, kalplerinden nasıl *Feyz* alınırsa, vefâtlarından sonra da öyle *Feyz* alınır.
Hattâ başka memleketde dahî olsa, *Onlar*’ı seven, *Sevgisi* kadar Onun kalbinden *Feyz* alır. İşte bu, *Müjde*’dir bize. Hem de *Büyük* bir müjde.
Onun için *Onlar*, hepimizin dâima yanındadır. Allahın *Dost*’larıdır onlar. Peygamber Efendimizin *Vekîl*’leridir onlar. Onları *Seven*, âhiretde de onların yanında olur.
Çünkü bu büyükler; *Dünyâda kim kimi severse, âhiretde onunla berâber olacak*, buyuruyor. Birbirine *Sevgi* ile bağlananları, kimse koparamaz.
Ama *Menfaat* için bağlananlar, koparılır. Hele insanı *Aşk* sardı mı, onu ancak *Âşık*’lar anlar. Allahı çok seven O’ndan çok korkar. *Sevgi* ile *Korku* berâberdir.
Allah sevgisinin alâmeti, harâmlardan sakınmakdır. Allahü teâlâ; *Beni seveni, gidilemiyen yerlere bir anda götürürüm, görülemiyen şeyleri gördürürüm*, buyuruyor.
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Zamânımızın en büyük *Cihâd*’ı, ehl-i sünnet *Kitap*’larını dağıtmakdır kardeşim. *Kur’ân-ı kerîm* okumak da çok *Sevap*’dır, çook.
Niçin çok sevaptır? *Kelâm-ı ilâhî*’dir çünkü. Allahü teâlâ; *Benimle konuşmak istiyen, Kur’ân-ı kerîm okusun!* buyuruyor.
Ne *Güzel* şey yâ Rabbî. Müslümânların her şeyi *Ni’met*’dir kardeşim. *Dünyâ*’da da ni’metdir, *Âhiret*’de de. Zâhiren *Sıkıntı*, hakîkatde ise *Rahmet*.
İnsan, *Dîn*’ini öğrendiği *Hoca*’sını çok sevmelidir. Sevmek nasıl olur? Evliyâlardan biri diyor ki: Benim hocam *İmâm-ı Husrî* hazretleri, bir gün bir mecliste oturuyordu.
Âlimlerden biri, hocamın bir *Sözü*’nü beğenmedi, Ona *Îtiraz* etdi. Ben bunu görünce çok üzüldüm.
*Hocam*’ın sözünü beğenmiyen bir *Adam*’ın yanında benim *İşim* yok! dedim ve kalkıp gitdim. İşte *Hoca*’ya muhabbet *Böyle* olur.
● ● ●
Bir cemâatin içinde Allahü teâlâ en çok hangisini *Sever?* Meselâ şimdi bu *Oda*’da olanların içinde Allahü teâlâ en fazla kimi sever?
Kim *Hizmet* ediyorsa, onu çok *Sever*. Neden? Çünkü *Seyyid-ül kavmi hâdimühüm!* buyuruldu. Ne demek bu?
Yâni bir cemâatin, bir topluluğun *Efendi*’si, en *İyisi*, onlara *Hizmet* edendir. Allahü teâlâ, hizmet edeni çok *Sever*.
● ● ●
Acele etmek, *Şeytan*’dandır, yalnız *Namaz* müstesnâ. Vakit girince *Hemen* kılmalıdır. Gecikdikçe *Sevâbı* azalır. Başka şeylerde *Acele* yok!
Eğilmek yok kardeşim, eğilmeyin. Öpülecek *Eller* nerde? Toprak altında. Onlar, toprak altında kaldılar. *Elim*’e geçse, ben de öpeceğim.
(Bayramda) Sabah namâzında başladık *Teşrîk tekbîr*’lerini okumağa. Sabah namâzının farzında, *Selâm* verince, *Tekbîr* getireceğiz.
*Vâcib*’dir çünkü. Eğer unutursanız, ikindinin farzından sonra *Üç* defâ getirin. İkisi de unuttuklarınızın *Kazâ*’sı olur.
MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ
Şimdi ey aziz: Allah’ı bilen Allah’tan korkar. Allah’ı bilmeyen Allah’tan korkmaz.
“Ki, o gün cehennem de getirilmiştir.” (Fecr sûresi: 23) ayet-i kerimesi nâzil olduğu zaman, öyle rivayet ederler ki, Hazret-i Resulün mübarek renkleri değişti ve sarardı. Ashab-ı kiram, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin mübarek renginin değiştiğini görünce telâşa düştüler. Vardılar, Hz. Ali radıyallahu anh efendimize haber verdiler. Huzura geldi ve sordu;
— Yâ Resûlallah! Acaba ne oldu ki, mübarek renginiz değişmiş?
Resûl aleyhisselâm, bu âyeti okudurlar: (Ki, o gün cehennem de getirilmiştir.) Hz. Ali kerremallahu vechehu tekrar sordu:
— Yâ Resûlallah! Cehennemi nasıl getirirler?
Efendimiz buyurdu:
— Yetmiş bin melek ve zebaniler tutup getirirlerken, eğer ellerinden bırakıverseler, bütün mahşer halkını yakar ve hiç kimse kurtulmaz. Hem, hiç kimse ona gözünü doğrultup bakamaz, o kadar heybetlidir.
Kâ'ab-ül-ahbâr der ki: “Cehennemi getirirlerken, yakına geldiği sırada meleklerin ellerinden kurtularak bütün mahşer halkını kuşatır. Bu hali gören Nebiler ve Sıddıklar, yüzleri üstüne düşerek, başka bir şey dilemezler, illâ nefislerini dilerler.”
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, Hz. Ömer-ül-Faruk radıyallahu anh'a buyurdular ki: “Yâ İbn-i Hattâb! öyle kıyas eyle ki, eğer yetmiş Nebinin ameli kadar amelin olsa, o günde kurtuluş bulmazsın.”
Cehennemi getirirken ellerinden bırakıverirler ve bütün mahşer halkını tamimiyle kuşatır eder, çevrelerini kaplayarak sırat köprüsünden başka hiçbir yol kalmaz. Hiç kimse, gidip cehennemi tutmaya cesaret edemez. Yalnız, Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, ileriye doğru yürür ve cehennemi zincirinden tutarak:
— Dön yâ cehennem! Buyurur. Senin ehlin nasıl olsa sana gelecektir.
Cehennem cevap verir:
— Bırak beni yâ Resûlallah! der. Hak teâlâ, seni bana haram kılmıştır. Yâ Muhammed! Sen sâdık-ül-vâ'd-ül-eminsin ki, âlemlerin Rabbi sana Habibim diye buyurmuştur. Bırak beni, âsilere azap edeyim.
Bu sırada, arş-ı âlâdan bir nida gelir:
— Yâ cehennem! Habibim ne derse sözünü dinle.
Cehennem, bu emr-i ilâhi üzerine derhal arşın kuzeyine çekilip bekler.
(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)
Herkes hâlinin ne olduğunu şu hadîs-i şerîf ile görsün: Kalbin hayâtı îmân iledir. Ölümü küfürledir. Sıhhati ibâdet ve tâat iledir. Hastalığı günâhla meşgûl olma iledir. Uyanıklığı Allahü teâlâyı zikretme iledir. Uyuması Allahü teâlâdan gâfil olma iledir.
(Muhammed Hilmi Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri)
Kibir ve öfke, insanın başına çok felâketler getirir.
(Lokman Hakîm “Rahmetullahi aleyh”)
Nefsim için en güvendiğim amelim, Peygamber efendimizin eshabına Sevgi ve hurmetimdir.
(Bişr-i Hafi hazretleri)
"Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz. Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dünyâdan ayrılacaksınız. Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yapmayı ganîmet biliniz. Tövbe kapısı açıkken ve elinizde bu imkân varken bunu fırsat biliniz. Tövbe ediniz. Duâ etmeye imkânınız varken, duâ ediniz. Sâlih kimselerle berâber olmayı fırsat biliniz."
Kabir ziyâretine dâir:
"Kabirleri ziyâret ediniz. Sâlih kimseleri de ziyâret ediniz. Hayırlı işler yapınız. Böyle yaparsanız, her şeyiniz düzelir."
Günahlardan sakınmak husûsunda:
"Mümin kimse küçük günahları da büyük görür. Peygamber efendimiz; "Mümin kimse, günahını dağ gibi görüp, kendi üzerine düşeceğinden korkar. Münafık ise, günâhını burnu üzerine konan ve hemen uçan sinek gibi görür." buyurdu."
Vefâtı: Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri vefât edeceği sırada, oğullarına buyurdu ki: "Yanımdan ayrılın! Çünkü zâhirde, görünüşte sizinle, bâtında sizden başkasıyla yâni Allahü teâla ile berâberim." Yine o esnâda buyurdular: "Yanımda sizden başkaları da vardır. Onlara yer açın. Onlara edebi gözetin. Burada büyük rahmet vardır. Onları sıkıştırmayın!" Yine; "Aleyküm-üs-selam ve rahmetullahi ve berekâtühü. Allahü teâlâ beni ve sizi magfiret etsin! Allahü teâlâ benim ve sizin tövbelerimizi kabûl etsin!" Bir gün bir gece hep böyle buyurdular.
Oğlu Şeyh Abdürrezzâk anlatır:
Gavs-ül âzam, o esnâda, ellerini kaldırıp, uzattı ve; "Ve aleyküm selâm ve rahmetullahi ve berekâtühü! Tövbe ediniz!" buyurdu.
Vefât ederken iki defâ; "Allahümme refîk al a'lâ." deyip; "Size geliyorum, size geliyorum." buyurdu. Tekrar buyurdu ki: "Durun!" Bunun ardından, ona ölüm ve sekerât hâli geldi. Bu hâlde iken; "Bana kimse bir şey sormasın. Ben, Allahü teâlânın ilminde bir hâlden başka bir hâle geçmekteyim." buyurdu.
Son anlarında, oğlu Abdülcebbâr; "Babacığım, bedenin acı duyuyor mu?" diye arz edince; "Bütün uzuvlarım acı içindedir. Yalnız kalbimde hiç acı ve elem yok. O, Allahü teâlâ iledir." buyurdu.
Oğlu Şeyh Abdülazîz; "Hastalığınız nasıldır?" diye sorunca; "Benim hastalığımı, insan, cin ve meleklerden hiçbiri bilmez ve anlayamaz. Allahü teâlânın ilmi, hükmü ile nâkıs olmaz. Hüküm değişir, ilim ise değişmez. Allahü teâlâ, dilediğini siler, dilediğini yazar. Ümm-ül-kitab O'ndadır, O'na yaptığından suâl olunmaz. Kullara ise, yaptıkları sorulur." buyurdu.
Daha sonra; "Kudret ile hâkim, kullarına ölüm ile gâlib olan Allahü teâlâ, her ayıp ve kusurdan münezzehdir. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah!" Sonra da; "Allah Allah Allah..." deyip sonra sesini kesti, dilini damağına yapıştırıp, mübarek rûhunu teslim eyledi.
Vefâtı büyük bir üzüntüyle karşılandı. Cenâze namazını kılmak üzere, görülmemiş bir kalabalık toplandı. Cenâze namazını oğlu Abdülvehhâb kıldırdı. O kadar insan toplanmıştı ki, kalabalık sebebiyle ancak gece defn edilebildi. İnsanlar, büyük kalabalıklar hâlinde ziyâretine geldiler. Bu ziyâretler günlerce devâm etti.