Kâmil ve mükemmil bir zâtın bir bakışı, kalbi o kadar temizler ki, uzun riyazetlerle buna kavuşmak pek zordur.
(Ya’kûb-i Çerhî hazretleri “kuddise sirruh” )
Kâmil ve mükemmil bir zâtın bir bakışı, kalbi o kadar temizler ki, uzun riyazetlerle buna kavuşmak pek zordur.
(Ya’kûb-i Çerhî hazretleri “kuddise sirruh” )
Hakîkî îmâna kavuşmak için dört şey lâzımdır. Bütün farzları edeble yapmak, helâl yemek, görünen ve görünmeyen bütün haramlardan sakınmak ve bu üçüne, ölünceye kadar devam etmeğe sabır etmek.
(Sehl-i Tüsterî "rahmetullahi aleyh" hazretleri )
Hazret-i Ebû Bekir’e Resûl-i Ekrem (aleyhisselâm), Peygamberliğini bildirip müslüman olmasını teklif ettiği zaman, hiç tereddüt etmeden İslâmiyeti kabûl etti. Babası, annesi, çocukları ve torunları da müslümanlığı kabûl etti. Peygamberimizi görüp Eshâb-ı kirâmdan olmakla şereflendiler. Eshâb-ı kirâmdan hiçbiri, böyle bir şerefe nail olmamıştır.
O’nun müslüman olacağını işaret eden geçmiş senelerdeki müjdeli olaylar şöyledir:
Hazret-i Ebû Bekir, İslâmiyeti kabûl etmeden yirmi sene önce, bir rüya görmüştü: “Gökten dolunay inip, Kâ’be-i muazzama’ya gelmiş ve sonra parça parça olmuş, parçalardan her biri, Mekke evlerinden biri üzerine düşmüş, sonra bu parçalar bir araya gelerek gök yüzüne yükselmişti. Ebû Bekir’in (radıyallahü anh) evine düşen parça ise, gök yüzüne yükselmemişti. Hadîseyi gören Ebû Bekir (radıyallahü anh) hemen evin kapısını kapamış sanki bu ay parçasının gitmesine mani olmuştu.”
Ebû Bekir (radıyallahü anh) heyecanla rüyadan uyanmış, sabah olunca, hemen, yahûdi âlimlerinden birisine koşup, rüyasını anlatmıştı. O âlim cevabında: “Bu karışık rüyalardan biridir, onun için tabir edilmez” demişti. Fakat bu rüya, Ebû Bekir’in (radıyallahü anh) zihnini kurcalamaya devam etmiş, yahûdinin cevabı, O’nu tatmin etmemişti. Bundan dolayı bir zaman sonra ticâretlerinden birinde, yolu rahib Bahîra’nın diyarına uğramıştı. Gördüğü rüyasının tabirini Bahîra’dan istemiş ve şu cevabı almıştı. Bahîra: “Sen neredensin?” dedi. Hazret-i Ebû Bekir “Kureyştenim” diye cevap verince, Bahîra: “Mekke’de bir peygamber ortaya çıkıp hidâyet nûru, Mekke’nin her yerine ulaşacak, sen hayatında O’nun veziri, vefâtından sonra da, halifesi olacaksın” deyince Ebû Bekir (radıyallahü anh) bu cevaba çok hayret etmişti. Hatta rahib, O’na şöyle demişti: “Çabuk, şimdi O’na ulaş. Şu anda vahy geldi. Mûsâ aleyhisselâmın da Rabbi olan Allah hakkı için, herkesten önce îmân eyle!” Ebû Bekir (radıyallahü anh) bu rüyasını ve tabirlerini, Peygamber efendimiz, (aleyhisselâm) peygamberliğini açıklayıncaya kadar kimseye söylememişti.
Peygamber efendimiz (aleyhisselâm), peygamberliğini açıklayınca, Ebû Bekir (radıyallahü anh) hemen Peygamber efendimize koşup, “Peygamberlerin, peygamberliklerine delîlleri vardır, senin delîlin nedir?” diye suâl etmişti. Peygamber efendimiz (aleyhisselâm) cevabında: “Bu nübüvvetime delîl, o rüyadır ki, bir yahûdi âlimden tâbirini istedin. O âlim karışık rüyâdır, tâbir edilmez dedi. Sonra Bahîra rahib doğru tâbir etti” buyurarak, Ebû Bekir’e (radıyallahü anh) hitaben: “Ey Ebû Bekir! Seni Hüdâ’ya ve Resûlü’ne davet ederim”buyurmuştu. Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir, “Şehâdet ederim ki, sen Allahü teâlânın resûlüsün ve senin peygamberliğin hakdır ve cihanı aydınlatan bir nûrdur” diyerek, O’nu tasdîk edip müslüman olmuştu.
Hâce Abdussamed Kâbilî’ye. Kendi hâline teessüf eder:
*Bismillahirrahmanirrahîm*
Allahu teâlâya hamd, seçtiği kullarına selâm olsun. Binlerce yazıklar olsun ki, çok kıymetli ömür heva ve heves peşinde geçti. Mahrûmluk ve günâhlar uğruna harcandı. Kapılar ve duvarlar bu maksaddan uzağın kötü amellerine ağlamakta, her taş ve toprak lisân-ı hâl ile: _*“Sen bunlar için yaratılmadın ve bu yaptıklarınla emr olunmadın”_* diyor.
Beyt:
_*Her iki âlem sana ta’ziyet etmektedir,_*
_*Sen günâhda ve onlar gözyaşı dökmektedir._*
Allah’ı zikredin ve Allah’a tevbe edin. Birinci ve ikinci sûra üflemek yakındır. Size ve diğer Allah yolunda olanlara selâm olsun.”
Bütün kötülüklerin başı, kalbin Rabbinden gafil olmasıdır. Ahiret günü haramın azabı olduğu gibi, helâlin de hesabı vardır. İmam-ı Gazâli (rahmetullahi aleyh) İhya-ül Ulum kitabında bu hususta şu ibretlik kıssayı nakleder:
Bir adam İsa aleyhisselam ile arkadaşlık yapmak ister. Büyük nebi kırmaz, birlikte yola çıkarlar... Bir miktar yürüdükten sonra su başında dururlar. Yanlarında üç ekmek vardır. Ekmeğin ikisini yerler. İsa aleyhisselam gidip su içer, döndüğünde üçüncü ekmeği göremeyince sorar:
-Ekmeğe ne oldu?
-Bilmiyorum, cevabını alır...
Hazret-i İsa arkadaşı ile yola devam eder. Hayli acıkırlar. İki geyik yavrusuna rastlarlar. İsa aleyhisselam yavrulardan birini çağırır, koşa koşa gelir. Keser, pişirir ve yerler. Sonra "Allahın izni ile kalk" der. Geyik yavrusu dirilip annesinin yanına gider. İsa aleyhisselam arkadaşına dönüp yine sorar:
-Sana bu mucizeyi gösteren Allahın adına yemin veriyorum! Söyle o ekmeği kim aldı?
-Bilmiyorum.
Yola devam eder, bir nehirle karşılaşırlar. Köprü yok, sandal yok. Karşıya geçmeleri lâzım. İsa aleyhisselam adamın elini tutar, burula burula akan coşkun suların üstünde yürürler. Tekrar sorar:
-Bana bu mucizeyi veren Allahü teala aşkına söyle ekmek ne oldu?
-Bilmem, haberim olsa söylerim.
Nihayet ovaya inerler. İsa aleyhisselam bir miktar toprak yığar ve dua eder. Küçük tepecik çil çil altın hâline döner. Bunu üçe taksim eder. "Biri benim" buyurur, "biri senin, üçüncü de kayıp ekmeği yiyenin!" Hemen itiraf eder;
-O ekmeği ben yemiştim!..
İsa aleyhisselam;
-Al üçü de senin olsun, deyip ayrılır. Adam altınları nasıl taşıyacağını düşünürken iki harami gelir:
-Bizi de ortak et, eğer eceline susamadınsa...
-Zaten üç parça, gelin paylaşalım.
Altınları koyacak torba ve yiyecek alsın diye haramilerden birini kasabaya gönderirler. Onun da dünya sevgisi ağır basar, "dur şunları zehirleyeyim" der, "altınların hepsi bana kalsın."
Bekleyenler de ihanet içindedirler. "Var mısın onu öldürelim" derler, "üçe değil ikiye bölmek varken..."
Nitekim yemeklerle çuvallarla gelen arkadaşlarına saldırır, acımadan katlederler. Sonra oturup yemeği yerler.
Zehir kanlarına işler, peş peşe toprağa düşerler...
İsa aleyhisselam dönüşte bakar ki altınlar olduğu gibi ortada durmakta ve başında üç ceset yatmakta. İbretle bakar ve şöyle buyururlar: "İşte dünya!"
Evet, işte dünya bu!..
Eşrefiyye, 15. yüzyılda Anadolu'da Eşrefoğlu Hazretleri tarafından kurulan bir Kadiriyye koludur. Kadiriyye, Abdülkadir Geylani Hazretlerine (ö. 561/1165-66) nispet edilen İslam dünyasının ilk ve en yaygın tarikatıdır. Eşrefoğlu Hazretleri, Bayramiyye tarikatının kurucusu Hacı Bayram-ı Veli'nin (ö. 833/1429-30) damadıdır. Seyru sülukünü Hacı Bayram-ı Veli'nin rehberliğinde tamamlayıp icazetini aldıktan sonra, yine onun yönlendirmesiyle Hama'da bulunan Abdülkadir Geylâni hazretlerinin beşinci kuşaktan torunu Hüseyin el-Hamevi'ye intisap etmiş, Kadiriyye tarikatından da icazet alarak İznik'e dönmüş ve Osmanlı topraklarındaki ilk Kadiri dergahını kurmuştur. Kadiri tarikatının "pir-i sani"si olarak kabul edilmiştir.
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
İnsan, dünyâda *Kimi* severse, âhiretde *Onun* yanında olacak. Biz de, o *Büyük* leri seviyoruz elhamdülillah. Bu *Sevgi* yi de bize veren, gene onlar.
*Sevgi*, yukarıdan aşağıya gelir çünkü. Onlar kendilerini *Sevdir* di. Biz *Sevme* yi bilemezdik ki. Zâten ilk gördüğümde *Talebe* idim.
Abdülhakîm Efendi hazretlerini *Tanımak*, Allahü teâlânın bana en büyük *Lütfu* olmuşdur.
O'nun yanında *Dünyâ* yı unuturduk. Ömrümün en *Zevkli* dakîkaları, Onunla berâber olduğum zamanlardır. Bana çok *Müjde* ler verdi.
Meselâ evleneceğim zaman, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerine; *Ben evlenmek istiyorum*, dedim. Efendi hazretleri de; *Kiminle evleneceksin?* buyurdu.
Ben de, *Siz kimi emrederseniz, onunla*, dedim. Efendi hazretleri sevindi. *Öyleyse sen Ziyâ Beyin kızıyla evlen!* buyurdu. Bu, benim için bir *Müjde* oldu.
Efendi hazretlerinin Ziyâ beye, husûsî *Sevgisi* vardı. Hattâ bir gün ellerini kaldırdı ve;
Yâ Rabbî, *Ziyâ* kulunun bana yapdıklarına, bir *Karşılık* da bulunamıyorum. Onun *Mükâfât* ını, sen sonsuz *Rahmet* hazînelerinden ver. Onu, *Sana* havâle etdim! diye duâ etdi.
Biz evlendikden sonra, Efendi hazretlerini ziyârete gittik. Efendi hazretleri bizim hanıma; *Hilmi’den memnûn musun?* diye sordu.
Bizim hanım da; *Evet memnunum*, deyince Efendi hazretleri; *Sen benim hem kızımsın, hem de gelinimsin!* buyurdu.
Bu da, benim için çok büyük bir *Müjde* oldu. *Sen benim gelinimsin* ne demek? Yâni, *Hilmi, benim oğlumdur!* demek. Ben bu müjdeyi aldım, elhamdülillah.
Bunlar yâdigâr *Haber* ler kardeşim. Bunları kitaplar yazmaz, kimseler bilmez. Elhamdülillah, çok büyük *Müjde* ler aldım Efendi’den.
Kadın da, erkek de, para kazanmak için harâm işlememelidir ve hiçbir nemâzı kaçırmamalıdır. Ezelde ayrılmış olan rızk değişmez. Aynı rızk, halâlden istiyene halâl yoldan gelir. Harâm işliyerek istiyene de, harâm yoldan gelir. Câhillerin, (Bu zemânda kızım okumazsa aç kalır. Oğlum fâiz almazsa, işi bozulur) demeleri doğru değildir. Harâm işliyerek kazanmamalı demek, boş oturmalı, çalışmamalı demek değildir. Halâl yoldan çalışıp kazanmalı demekdir. Harâm yoldan kazanan, hem büyük günâhları işlemiş olur, hem de kazandıklarının hayrını görmez. Kazandıkları, hekîme, hâkime ve düşmanlarına gider ve günâh işlemekde kullanılır, insanı felâkete sürükler. Kazançları şübheli olan, hediyyeleşmeli ve ödünc almalı, aldıklarını kullanmalıdır. Hediyye ve ödünc gelen şeyler halâldir.
(Se’âdet-i Ebediyye)
“Mevdûdî, islâmın bütün ana prensiblerini kendi mantığı ile çözmeye kalkışmış, islâm âlimlerinden ve islâm bilgilerinden hep ayrılmıştır. Kitâbları incelenirse, kendi mantığını, kendi düşüncelerini, islamiyet olarak yaymak çabasında olduğu kolayca sezilir. İslâmiyeti, modern hükûmet şekillerine uydurmak için çeşitli kılıklara sokmaktadır. İslâmın hilâfet müessesesine de, kendi hayâline göre şekil vermekte, halîfelerin hemen hepsine hücûm etmektedir. İngilizler ve onların uşakları tarafından, islâm âlimlerinin ve dolayısıyla, islâm bilgilerinin yok edilmesi, bunun sapık fikirlerinin yayılmasını kolaylaştırdı. Mevdûdî, müslümânların bu fetret hâlinden faydalanmasını becerdi. Dîni siyâsete âlet ederek, siyâsî kimselere yanaştı. İslâm âlimlerinin kitâblarını okuyup anlayacak seviyede olmayan câhiller, onu bir âlim ve mücâhid sanıverdi. Onun siyâsî düşüncelerine geniş islâmî bilgi denildi. Mevdûdî bir din adamı değildir. Bir siyâset adamıdır.”
[Fâideli Bilgiler]
Borc ödemek farzdır. Ödeyemeden vefât edenin, ödemek niyyeti varsa, günâhlı olmaz. Öğünmek için, kibrlenmek için, ihtiyâcdan fazla kazanmak harâmdır.
(Hadîka)
Safiyyüddîn Erdebilî buyururdu ki:
“Haramı terk etmek vâcibdir. Şüphelileri terk etmek sünnettir. Buna takvâ denir. Zühd, helâlin azıyla kanâat etmektir. Verâ, mubahları ihtiyaç miktârı kullanmaktır. Bu zâhire âit zühddür. Bir de mânevî zühd vardır. O ise dünyâ sevgisini terk etmek, gönlü dünyâ sevgisinden temizlemek ve âhiret ile meşgûl olmaktır.”
“Her şeyi yiyen, her şeyi konuşur. Her şeyi konuşan her şeyi yapar. Her şeyi yapan Cehennem’e gider.”
“Bir kimsenin başına musîbet gelirse, şükretmesi gerekir. Sabır ile şükür, insanın kemâlinin alâmetidir. Îmân iki parçadır. Yarısı sabır, yarısı şükürdür.”