Bu denge bozukluğunu gidermenin ilacı da eczanelerde satılmıyor

 Enver Ören “rahmetullahi aleyh” Ağabeyimiz* Buyurdu ki:

Sabahtan akşama kadar hep yemek yiyoruz, su içiyoruz, her türlü gıdalarımızı alıyoruz. Vücudumuzu beslediğimiz gibi eğer rûhumuzu beslemezsek, onu aç bırakırsak, o da ölür. Rûh, âlem-i emrden, vücut, topraktan yaratılmıştır. *Vücut; topraktan yaratıldığı için gıdası toprak maddeleri, rûh; âlem-i emrden yaratıldığı için onun da gıdası, âlem-i emrdendir. Yani Kur’ân-ı kerîm okumaktır, din kitabı okumaktır, namaz kılmaktır, sohbet etmektir. Velhasıl dengeli insan, olgun insan, kâmil insan, bedeni ve  rûhu sıhhatte olan insandır.* Bu asırda stres hastalığı, bunalım yaygın. Her ailede bu dert var. Sebep? Beden besleniyor, rûh beslenmiyor, denge bozukluğu meydana geliyor. Bu denge bozukluğunu gidermenin ilacı da eczanelerde satılmıyor. Dünyada kurulan bütün hastaneler, tıp fakülteleri, buna bir çare bulamıyor.

Rabıta (İrtibat kurmak)

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


O *Büyük*’lerin ruhlarından istifâde etmek, onları sevmeye bağlı. Ne kadar seversen, o kadar *Feyz* alırsın. Onun için, bir araya geldiğimizde, o büyüklerin ismini anıyoruz.


Çünkü onların *İsmi* nerede hürmetle anılırsa, ruhları orada hâzır olur. Bakın, *gelir* demiyorum. Çünkü zâten orada, bir yerden gelmiyecek ki. Radyo dalgaları gibi, devâmlı her an mevcut. 


Yalnız irtibât kurmak için *İsmi*’nin anılması lâzım, o kadar. Peki, nasıl irtibât kuracağız? Ruhlarına, üç *İhlâs* bir *Fâtiha* okuyup, hürmetle isimleri söylenince, irtibat kurulmuş olur. 


*Râbıta* ile *Sohbet*, aynı şeydir kardeşim. Her an, tâbi olduğumuz büyük zât ile râbıta hâlinde olmak çok iyidir. 


Meselâ, her işimizde; *Mübârek hocam olsaydı, bu işi nasıl yapardı?* diye düşünmek, râbıtadır işte. Onu düşününce irtibât kuruluyor, râbıta da irtibât kurmakdır zâten. 


Aynen radyonun düğmesini çevirmek gibi. Radyo dalgası zâten orada var. Düğmeye basınca, İrtibât kuruluyor, onun gibi. 


Ancak bir şey var. Ne duâ edecekseniz, onların ismini söyler söylemez, nefes almadan hemen söylemeli ki, irtibât kesikliği olmasın. Böyle yapılırsa, mutlaka kendilerine arzedilmiş olur. 

*******

Bir gün, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri ile berâber gidiyorduk. Eyüp câmiinden dergâha doğru, o yokuşda yürüyorduk. Birden karşımıza iri bir *Köpek* çıkdı. 


Ben o zaman gencim, subayım, Efendi hazretlerini korumam lâzım. Böyle düşündüm, ama gayr-i ihtiyârî hemen Efendi hazretlerinin arkasına geçdim, oraya saklandım. 


Elimde olmıyarak öyle yapdım. Efendi hazretleri bastonuyla *Hoşt! Hoşt!* dedi, köpeği kovdu. Köpek de gitdi efendim. 


Ben kendi kendime; *Benim öne geçmem lâzımdı, benim Efendi hazretlerini korumam lâzımdı*, dedim. 


Ama öyle yapmadım, ben Ona sığındım. Neden? Çünkü evlât, babasının arkasına saklanır, evlât babasına sığınır, evlât babanın önüne geçer mi?

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlâ, bu hizmetlerden dolayı bana bir imkân verirse, meselâ *Cennetini* nasîb ederse, içeri girmem efendim. Kapısında dururum. 


*Yâ Rabbî, bu hizmetleri, ben tek başıma yapmadım. Dünyâda kardeşlerim vardı, arkadaşlarım vardı. Bu hizmetleri, onlarla birlikde yapdık. Onları da isterim!* derim.


Ve mahşer meydanına geri dönüp, arkadaşların hepsini tek tek alırım. Hep birlikde gelir, Cennete gireriz.

*******

*Şeref-ül mekân bil mekîn*. Ne demek bu? Bir yerin şerefi, içinde oturanlarla ölçülür. Ama *üç şey* müstesnâ. O üç yer, aksine içindeki insanlara *Şeref* verirler. 


Çünkü Allahü teâlâ onları zâten şerefli yaratmışdır. Biri *Câmiler*. İkincisi, *Kâbe-i şerîf*. Bir de Medîne-i Münev-veredeki, *Kabr-i seâdet*. 


Allahü teâlânın dînini yayan mücâhidler ve onların yapdığı bu hizmetler de çok *Şerefli*’dir kardeşim. 


Allahın dînine hizmet edenler de çok kıymetlidir. Sizler de çok kıymetlisiniz. Neden? Çünkü kıymetli işle uğraşanlar da *Kıymetli* olurlar. 

*******

En büyük bayram, o *Büyük*’leri tanımakdır kardeşim. Çünkü bu ni’met, dünyâ ve âhiret ni’metlerinin en büyüğüdür, bundan büyük ni’met yok. Niçin? Çünkü Cennete girmek, buna bağlı. 


O büyükleri görmiyen, kitaplarını okumıyan kimsenin, kurtulması çok *Zor*’dur. Meselâ biz, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerini görmeseydik, belki şimdi müslümân bile değildik, yâhut da *Sapık* bir müslümândık.


Din ve dünyâ seâdeti, bu *Büyük*’leri tanımakdır kardeşim. Allahü teâlâ dilediğine ihsân eder. Allahü teâlâ kerîmdir. *Kerîm*’in, ufak bir sebeple keremi coşar, yayılır her tarafa. 


Ömürler geçiyor kardeşim. Vaktiyle Abdülhakim Efendi hazretlerinin huzûrunda el pençe dururken, şimdi bu nimetin *Hayâli* kaldı. Hayâle kaldık. 


Hepimiz, gâyemize doğru gidiyoruz. Gâye nedir? Rabbimize kavuşmak. Yâni O’nun *Rızâsı*’na ve *Sevgisi*’ne kavuşmak. İnşallah kavuşuruz kardeşim.

Kâmil mümin kendinin kâmil olduğuna inanmaz

Sohbet-i salihin;

Hocamız Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyurdular:

İmam-ı Gazâlî hazretleri Kimyâ-i Se'âdet kitâbında buyuruyorlar ki; Birine yapacağınız en büyük beddua üç şeydir. Yâ Rabbî, çok ömür ver, çok sıhhat ver, çok para ver. Niye? Çünki onlar varken Allah demez. Onların bir arada olması, Allah demeye uygun değil, münâsib değil, yahşi değil. Onun için hep isteyici olmayalım, hayırlısını isteyelim. Biz hayırlısının nerede olduğu bilemeyiz.


Yine buyurdular ki: Bir mü'minin kemâlde olması, kendisinin kemâlde olduğuna inanmamasıdır. Ya'nî günâhlarını düşünür, âhıret bakımından sıkıntılarını, üzüntülerini düşünür. İşte bu, kâmil bir müslimândır. Eğer kendisinde zerre kadar bir üstünlük, meziyyet, sıfat düşünse, o, kâmil bir mü'min değildir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Ben Ankara’dan, *Abdülhakim Arvasi Efendi* hazretlerini görmek için İstanbul’a gelirken, çoğu kere trende yer bulamayıp, *Ayakda* gelirdim. 


Yine bir defâsında, ayakda geldim. Sonra vapurla Eyüp Sultâna ve doğruca *Dergâha* varıp gördüm ki, içerisi kapıya kadar dolu. Kapıdan içeri girip, hemen *Boş* bir yere oturdum. 


Kapıdan içeride olduğuma şükretdim. Şimdi siz de, bu kapının içindesiniz ya, ister *Divan* da olun, ister *Yerde* oturun, neresi olursa farketmez kardeşim. 

********

*Kur’ân-ı kerîm* okumak, ibâdetlerin en *Kıymetli* sidir. Çünkü bu, Allahü teâlâ ile konuşmak oluyor. Namaz, niçin çok efdâldir ? Çünkü namazda *Kur’ân-ı kerîm* var. 


*Mevlid* okumak niçin çok sevapdır? Çünkü mevlidde *Kur’ân-ı kerîm* okunuyor. Kur’ân-ı kerîm okumak bütün ibâdetlerin en efdâlidir. 


Hadîs-i şerîfde ne buyuruldu? *Namazda okunan Kur’ân-ı kerîm, namâzın hâricinde okunan Kur’ân-ı kerîmden daha efdâl ve daha hayrlıdır*. 

********

Bizler dünyânın en bahtiyâr insanlarıyız kardeşim. Niçin? Çünkü Rabbimiz bizi *İnsan* yaratmış. Sonra *Müslümân* yaratmış. Sonra Habîbine *Ümmet* yaratmış. Ne büyük seâdetdir bu. 


Sonra, sevdiklerini tanıtmış ve onların *Yolu* nu göstermiş, onun için çok bahtiyârız. Allahü teâlânın dînine hizmet edecek *Mücâhid* ler yetişiyor, elhamdülillah. 


Kim yetişdiriyor bunları? Allahü teâlâ. Nitekim kendisi, Kur’ân-ı kerîminde; *Bu dîni, ben muhâfaza ederim. Muhâfaza etmek için de sebebini yaratırım* buyuruyor. 


Pekii, o sebep nedir? İşte bu *Mücâhid* lerdir. Yâni sizlersiniz. Sizin gibi mücâhidler, İslâma hizmet edecek, bizim de mezarda rûhumuz *Şâd* olacak. 


Siz islâma hizmet ederken, bizim de mezarda çürümüş vücûdumuz, rûhumuz inşallah *Şâd olur*. Çünkü biz kabirde iken, sizin bu hizmetlerinizden haber alırız, melekler *Haber* verirler kardeşim.

Biz onları anlayamayız

 Bir gün Hazreti Bâyezîd’e “Peygamberler hakkında ne buyurursunuz?” diye sordular. Cevâbında buyurdu ki: “Biz onlar hakkında bir şey söyliyemeyiz ve onları anlıyamayız. Hâllerini anlamakdan âciziz. Onlar, bizim anlıyabildiğimizden çok daha yüksekdirler. Diğer insanlar, büyük velîleri ne kadar anlıyabilirse, velîler de peygamberleri ancak o kadar tanıyabilirler.”

Efendim siz bütün mahlûkâta şefaat etseniz yine fazla sayılmaz

 Bir gün sohbetinde bulunanlara, “Kalkınız, Allahü teâlânın velî kullarından birini karşılamaya çıkalım” buyurup, kalktılar. Yola çıktıklarında, İbrâhîm bin Şeybe-i Hirevî ile karşılaştılar. Hazreti Bâyezîd ona, “Hatırıma, seni karşılamak ve Allah katında sana şefaat etmek geldi” buyurdu. O da, “Efendim siz bütün mahlûkâta şefaat etseniz yine fazla sayılmaz” dedi.