Sohbet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sohbet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Rabıta (İrtibat kurmak)

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


O *Büyük*’lerin ruhlarından istifâde etmek, onları sevmeye bağlı. Ne kadar seversen, o kadar *Feyz* alırsın. Onun için, bir araya geldiğimizde, o büyüklerin ismini anıyoruz.


Çünkü onların *İsmi* nerede hürmetle anılırsa, ruhları orada hâzır olur. Bakın, *gelir* demiyorum. Çünkü zâten orada, bir yerden gelmiyecek ki. Radyo dalgaları gibi, devâmlı her an mevcut. 


Yalnız irtibât kurmak için *İsmi*’nin anılması lâzım, o kadar. Peki, nasıl irtibât kuracağız? Ruhlarına, üç *İhlâs* bir *Fâtiha* okuyup, hürmetle isimleri söylenince, irtibat kurulmuş olur. 


*Râbıta* ile *Sohbet*, aynı şeydir kardeşim. Her an, tâbi olduğumuz büyük zât ile râbıta hâlinde olmak çok iyidir. 


Meselâ, her işimizde; *Mübârek hocam olsaydı, bu işi nasıl yapardı?* diye düşünmek, râbıtadır işte. Onu düşününce irtibât kuruluyor, râbıta da irtibât kurmakdır zâten. 


Aynen radyonun düğmesini çevirmek gibi. Radyo dalgası zâten orada var. Düğmeye basınca, İrtibât kuruluyor, onun gibi. 


Ancak bir şey var. Ne duâ edecekseniz, onların ismini söyler söylemez, nefes almadan hemen söylemeli ki, irtibât kesikliği olmasın. Böyle yapılırsa, mutlaka kendilerine arzedilmiş olur. 

*******

Bir gün, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri ile berâber gidiyorduk. Eyüp câmiinden dergâha doğru, o yokuşda yürüyorduk. Birden karşımıza iri bir *Köpek* çıkdı. 


Ben o zaman gencim, subayım, Efendi hazretlerini korumam lâzım. Böyle düşündüm, ama gayr-i ihtiyârî hemen Efendi hazretlerinin arkasına geçdim, oraya saklandım. 


Elimde olmıyarak öyle yapdım. Efendi hazretleri bastonuyla *Hoşt! Hoşt!* dedi, köpeği kovdu. Köpek de gitdi efendim. 


Ben kendi kendime; *Benim öne geçmem lâzımdı, benim Efendi hazretlerini korumam lâzımdı*, dedim. 


Ama öyle yapmadım, ben Ona sığındım. Neden? Çünkü evlât, babasının arkasına saklanır, evlât babasına sığınır, evlât babanın önüne geçer mi?

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*

Bir mü’min, bir mü’min için duâ ederse, melekler *(âmin)* der. Melekler âmin dediği ve günâh işlemedikleri için, o duâ kabûl olur. Günahkârın duâsı kabûl olmıyabilir ama mâsumunki kabûl olur. Melekler *(mâsum)* dur.


*(İhlâs)* nasıl elde edilir? İhlâs ne zaman düzelir? İhlâsı elde etmenin tek bir yolu var, o da büyüklerin *(sohbeti)* dir. Peki, sohbet nedir?


Bu büyüklerle sohbet demek; severek kitaplarını okumak, sözlerine uygun yaşamak, onların yolunu öğrenmek ve onlarla berâber bulunmağa çalışmakdır. 


Sohbet demek, illâ bir şeyler dinlemek, bir şeyler öğrenmek demek değildir kardeşim. Sohbet, o büyüklerle *(berâber)* olmak demekdir. İsterse hiç konuşulmasın. 


Nitekim *(Şâh-ı Nakşibend)* hazretlerine, uzak yoldan bir tüccar gelmiş. İçeri girmiş, ama bakmış ki, hiç konuşma yok. Herkes başını önüne eğmiş, sessizce oturuyorlar. 


Tüccar içinden; *(Bu kadar uzak yoldan geldim, bir şeyler anlatsa da, istifâde etsem)* diye düşünmüş. O anda Şâh-ı Nakşibend hazretleri başını kaldırmış. O adama dönmüş ve;


*(Bizim sükûtumuzdan istifâde edemiyen, konuşmamızdan hiç istifâde edemez)* demiş. Meğer Şâh-ı Nakşibend hazretleri, ordakilere kalbinden *(feyz)* akıtıyormuş. 


Müslümânın sîmâsında *(feyz)* vardır. Bu sîmâya bakan, bu feyzden istifâde eder. Hiç konuşmasa da, kalbinden yayılan feyz, çevresine çok fâideli olur. Çocukların kalbi, daha günah pisliğine bulaşmadığı için çok *(temiz)* dir. 


Büyüklerin kalbinden *(feyz)* gelir efendim. Evliyânın kalbinden feyz alınır. Eğer kalbinize feyz geliyorsa, bütün dünyâyı, herkesi ve her şeyi *(resim)* gibi görürsünüz. 


Eğer o feyz yoksa, her şey *(diken)* gibi batar. Büyüklere âşık olan, Allaha âşık olan, Peygambere âşık olan bir insan ne görür? Sâdece *(güzel)* şeyler görür. 


Büyükleri sevmek için, o büyüklerin hayâtını çok okumak lâzım, *(Mektûbâtı)* çok okumak lâzım, arkadaşları çok sevmek lâzımdır. 


Çok şeyler öğrenmek o kadar mühim değildir. Şeytan da çok şey biliyordu. Yâni *(ilmi)* vardı, *(ameli)* de vardı, ama buna rağmen Cehenneme gitdi. Niçin? Çünkü *(ihlâsı)* yokdu.