Hakîkî kemâl yalnız Allahü teâlânındır

 Denilir ki, kul hakiki kemâlin yalnız Allahü Teâlâ da olduğunu, kendisinde veya başkasında gördüğü her kemâlin Allahü Teâlâ sayesinde olduğunu bilince ne Allahü Teâlâdan başkasını sevebilir ne de Allahü Teâlâya dayanmayan bir sevgiye gönlünde yer verebilir.


( İmâm-ı Gazali "rahmetullahi aleyh")

Arvâsizâde Ahmed Mekki Üçışık Efendi "rahmetullahi aleyh"

Bugün (6 Eylül) Arvâsizâde Ahmed Mekki Üçışık rahmetullahi aleyh'in, ahırete irtihâl edişinin 55'inci sene-i devriyesidir.


Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Üçışık kuddise sirruh'un mahdum-u mükerremi Arvâsîzâde Seyyid Ahmed Neyyir-i Mekki Üçışık Efendi âlim, fâdıl, edib, kâmil bir zât-ı muhterem idi. Annesi, babasının mürşîdi olan Hazret-i Şeyh Seyyîd Fehîm Efendi kuddise sirruh’un torunu Aişe Hanım'dır. Babasından, amcasından ve başka âlimlerden okudu ve bütün aklî ve naklî ilimlerde yüksek babasından icâzet aldı. Uzun yıllar İstanbul’da, Kadıköy ve Üsküdar müftülüklerinde bulundu ve bu vazifede iken hicrî 1387 ve Milâdi 6 Eylül 1967 tarihinde vefât ile Edirnekapı kabristanına defnedildi. 


Çevre yolu istimlâkleri dolayısıyla Ankara’ya, Bağlum’a babasının yanına, vefatından kırk ay sonra nakledildi. Kabir açıldığında kefeninde ve bedeninde hiç bir değişme ve bozulma olmadığı görüldü. Bu da onun mertebesinin yüksekliğine işarettir. Aleyhirrahme vel-Gufran. Uzun yıllar İstanbul camilerinde Beydâvi tefsirini vaaz olarak verdi ve babasından sonra bu tefsiri bitirmek kendisine nasip oldu. Kendisinden çok sayıda kimse istifâde etti. İlimle ameli ve ihlâsı, pek kuvvetli idi. Kerâmetinin çoğu firâset halinde izhâr olurdu.


Ahmed Mekki Efendi'nin muhterem peder-i âlileri Manzûru Nazârı Pirânı Kiram Seyyid Abdülhakim Arvasi Efendi Hazretleri, Silsile-i Aliyye-i Nakşibendiyye'nin kendi kolunda 33'üncü ve son ferdidir.


Seyyid Ahmed Mekki Efendi İstanbul’da Nuruosmaniye Medresesi’ni bitirip Darülfünun’un (Üniversite) hukuk fakültesine girmiş, dördüncü sınıfa geçtiklerinde babaları Istanbul’a teşrif edip, okulu bırakmalarını emretmişdir. 1949 yılında Üsküdar’a Müfti Yardımcısı (Müsevvid) olmuş, altı ay sonra da müfti efendinin vefatı ile boşalan müftiliğe seçilmiştir. O tarihte müftiler seçimle oluyordu. 1953 yılında da Kadıköy Müftiliği’ne tayin edilmiş ve 1960 ihtilalinden sonra ihtilal idaresinin tasarrufu ile mütehassıs müftiliğe getirilerek ömür boyu müftilikte kalma hakkı verilmiş ve bu vazifede iken vefat etmiştir.


Seyyid Ahmed Mekki Efendi, vefat tarihi olan 6 Eylül 1967’den 16 Ocak 1971’e kadar Edirnekapı Kabristanı’nda evlâdları, Seyyid Mehmed Süheyl (Behik) Efendi, Seyyid Behaeddin (Baha) Efendiler ve torunu Seyyid Ahmed Alaeddin Efendi ile birlikte Müfti-üs Sakaleyn İbni Kemal Hazretleri ile, halaları ve ayni zamanda kayın valideleri Seyyide olan Muteber Hanım’a da yakın bir yerde medfundular. 16 Ocak 1971 tarihinde Ankara'ya babasının yanına nakloldular. Kabirleri açıldığında daha yeni vefat etmiş gibi taptaze, hiç bozulmamışlardı. Tabutları da sanki yeni yapılmış idi.

Yâdigâr mektûblar 73.mektûb

 1962 senesinde Bursa'dan yazan Şükrü Ferik'e cevaben yazılmıştır.

Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim

Göndermiş olduğunuz kıymetli mektubunuzu aldım. Çok memnun oldum. Cenâb-ı Hak seâdet-i dâreyn nasîb eylesin. Âmin.

Bu kitap [Seâdet-i Ebediyye], büyük İslâm âlimlerinin sözlerini bizlere aksettiren bir aynadır. Bu aynaya bakan kendi ruhunun mayasını görür. Elhamdülillah siz iyi görmüşsünüz.

Suallerinize mektubla cevab vermeğe imkân bulamıyorum. Teknik ziraat müdürlüğünde Sâim Şensöz kardeşim var. Ona gidin. Selâmımı söyleyin. O size gerekli cevabları verir.

Günahkâr kardeşiniz Hilmi Işık 

Yâdigâr mektûblar 72.mektûb

 Kuleli'den talebeleri Kemal Çoban'a yazılmıştır.

Ve aleyküm selâm kıymetli Kemal

O mübârek yazıların ile tezyin edilmiş olan kıymetli mektûbunuzu bugün Mehmed Gündoğan'ın mektûbu ile aldım, okudum. Din ve dünyâ selâmetinize maddî ve manevî büyük ni'metlere mazhariyyetinize çok memnûn oldum. Cenâb-ı Hakdan bu ni'metlerin artması için âcizâne duâ eyledim.

Aziz kardeşim, Cenâb-ı Hakka ne kadar şükr etsek ve yalvarsak, kavuşduğumuz ni'metlerin hakkını îfâ edemiyeceğiz. Bizi müslimân evlâdı olarak yaratmış, İslam terbiyesi ile büyütmüş, sonra çok sevdiği büyüklerin ismini, kitâblarını zevklerini bize duyurmuş, hidâyet, seâdet yolunu göstermiş, kendine râhatça ibâdet etmek serbestliğini, kolaylığını da ihsân eylemiş. Bu çok büyük olan ve bilhassa bu zemânda pek az kimselere nasîb olan muazzam ni'metlerin karşısında İblîs-i la'în ne kadar çatlasa yeri vardır.

Lise hayâtınız dahi hayâl oldu. Mâzi nasıl geçti, hâl nasıl geçiyor. İşte bu dünyâ istikballeri de böyle gelip geçecek, hayâl olacak. Hayâle kapılanlar, yalnız ona bağlananlar ne kadar zevallıdır. Evet, dünyâ çok kıymetlidir, fakat sonsuz seâdete vesîle, sebeb olduğu için kıymetlidir. Tarih okuduk, zemânımızı da görüyoruz. İnsanlar ne kadar âciz. Kudret-i ilâhî karşısında ne kadar zaîf, hiçdir. Hiç idik, hiç olacağız. Âcizin, zevallının, Kâdir ve Gâlib karşısında yapacağı her kabahat ve taşkınlık, elbette kendine zarar verir. Aczimizi düşünüp kâinâtın, herşeyin sâhibi Kâdir-i mutlak karşısında teslim olmakdan başka çâremiz yok. Bir insan ne kadar zengin, ne kadar hâkim olursa olsun, yiyeceği, içeceği, kullanacağı şeyler yine mahdud ve azdır ve kısa zemân içindir. Sonra büyük mâlî kudreti, hâkimliği yok olacak, kendisi toprak olup çiğnenecekdir. Cenâb-ı Hak bizlere ebedî hayat, sonsuz seâdet ni'metleri vermiş ve çok az kimselere vermiş. Bugün Amerikalılar, Avrupalılar da peygamberlere, meleklere, kıyâmet gününe, Cennet ve Cehennem'e inanıyor ve ibâdet ediyorlar. Fakat seâdetten mahrumdurlar. O halde biz ne kadar çok bahtiyârız.

Vesveseler, îmânsızlık zan olunan düşünceler ve kuruntular hep îmânın çok olduğuna alâmetdir. Bu kuruntulara hiç ehemmiyet verme. Îmânsız olanlara böyle vesvese gelmez. Hiç üzülme. Cenâb-ı Hak seni yakında kurtarır.

Yâdigâr mektûblar 71.mektûb

 Selâmün aleyküm kıymetli kardeşim Lütfi Uyanık 

Geçen mektubunuzdaki yazınız hoşuma gitdi. Ve kalbimi size bağladı. Bunun için bu mektubumu size yazıyorum.

Dün bir kardeşimin de mübarek mektubunu aldım. Hiç vaktim olmadığı halde ona cevab yazıyorum, fakat mübarek, ne adresini, ne de ismini yazmış. Karışık zihnim ile o cevheri teşhis edemedim. Matematik kısmında olan bu kardeşimin mektubunun yarısını size gönderiyorum. Kendisini bulup lûtfen vermenizi dilerim.

Biraderiniz Latif'i namazda görüyor; memnun oluyorum. Sizin, fakültedeki ve harbiyedeki kardeşlerimin cümlenizin bayramınızı tebrik eder; din ve dünya seâdetine duâ ederim. Bana tebrik yazmayınız, duâ ediniz kardeşim. [Ocak -Nisan 1960]

Hüseyn Hilmi Işık 

BÜYÜKLERİN YOLU

Hâce Ubeydullah (kaddesallahu teâlâ sirreh) hazretleri buyurdular ki;

Ruhsatla (fetvâ ile) amel, zaiflerin işidir. Hâcegân hazretlerinin (Nakşî büyükleri) yolu azîmettir, takvâdır.”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Elhamdülillâh, Rabbimiz bizleri huzûruna kabûl ediyor kardeşim, ne mutlu bize. *Hazret-i Ömer* radıyallahü anh, ilk *Îmâna* gelince ne buyurmuş? 


*İnnâ künnâ ezelle kavmin e’azzenallahü bil İslâm!* buyurmuş. Ne demek bu? 


Yâni, *İnnâ*, biz. *Künnâ*, idik. *Ezelle kavmin*, insanların en aşağısı, en kötüsü, en zelîli idik. 


*E’azzenallahü bil islâm!* Allahü teâlâ bizi, islâm ile, îmâna kavuşdurmakla şereflendirdi. *Zelîl* iken *Azîz* olduk, demekdir. 


Yâ kardeşim, *Zelîl iken azîz olduk*, buyurmuş hazret-i Ömer radıyallahü anh. Ne mutlu o îmân izzetine kavuşanlara. *Namaz* kılmak nasîb olan, alnını *Secde’ye* koymak nasîb olan insanlara ne mutlu. 


Geçen gün *Mehmed Ma’sûm* hazretlerinin fârisî *Mektûbâtını* okuyordum da, Mektûbât’ın baş tarafında *Önsöz* var. 


Mehmed Ma’sûm hazretlerinin hayâtından bahsediyor. Vefâtlarına bir ay kala, yanındakilere dönüyor Mübârek.


*Bir aydır, secdemi Arş-ı âlâ’nın üzerine yapıyorum*, diyor vefâtına yakın. İşte onu okuyunca, *Abdülhakim Arvasi Efendi* hazretlerinin o *Sözü* aklıma geldi. 


Vefâtlarına yakın, ben yanındaydım; *Arş-ı âlâ’yı gördüm, ne güzel, ne güzel*, buyurmuşdu. Mehmed Ma’sûm hazretleri de öyle buyuruyor. 


Yatarken, *Kul e’ûzü*’leri okuyalım kardeşim. Efendi hazretlerinin sünnetidir. Bu bizim büyüklerimiz, Peygamberlerin *Vârisleri’dir*, yâni *Vekîlleri’dir*. 


Ne *Mutlu* onları tanıyanlara. *Sevmek* şöyle dursun, *Tanımak* ne büyük ni’met. Ne büyük seâdet.


Hele tanıdıkdan sonra bir de *Sevdi mi*, seâdete kavuşdu demekdir. *Feyz* yolu açılır o zaman. *Feyz* gelmeğe baş-lar, *Kalb*’den *Kalb*’e akar. 


*İzâ rüû zükirallahü*. Hadîs-i şerîf bu. *İzâ rüû*, onlar görüldüğü zaman. Onlar kim? *Allah dostları*, *Allah adamları*, evliyâullah. Bu büyükler görüldüğü zaman. 


*Zükirallahü*, Allah hâtıra gelir. O büyük zâtların kitaplarını okumak da, kendilerinden bahsetmek de, hep *Zikr’dir*, yâni Allahı anmakdır.

Yâdigâr mektûblar 70.mektûb

 Talebelerinden askerî muallim Lütfi Uyan'a Arabî harflerle yazılmıştır.

Ve aleyküm selâm uyanık kardeşim Lütfi [Uyan]

Mektûbunuzu alıp, yazınızı görünce hayrân oldum. Elhamdülillah size bu harflerle seve seve cevâb yazıyorum. Senenin bereketi behârından belli olur. Sizin bu hüsn-i hattınız da, ma'nevî hayâtınızın bereketini haber vermekdedir. Ne büyük ni'mete mazharsınız. Karanlık ormanlardan zulmetler içinde âb-ı hayâta kavuşmak pek nâdir kimseye nasîb olur. Çokları ise bu zulmetde yolunu şaşırır, tehlikelere düşer.

Yazdığınız askerî adrese göndermek muvâfık olmadığından, Süleymân kardeşim vâsıtası ile yazıyorum. Cenâb-ı Hak hepinize olan ni'metlerini artdırsın. Onun hazînesi sonsuzdur. Kerîmlerin kerîmidir. Şükr edenden ihsânını geri almaz. İsteyenlere bol bol verir.

1- Secdenin sahîh olabilmesi için, taş veyâ başka bir sert şey olmak ve yerden bir veyâ iki tuğla irtifâından [50 cm yüksekliğinden] fazla yüksek olmamak lâzımdır. Dahâ yüksek olursa veyâ yumuşak olursa, secde olmaz. Îmâ etmiş olur.

2- Câmi'de cemâ'at hâlinde nemâz kılacak boş mahâl yok ise, yere secde eden öndeki safdakilerin sırtına secde edilebilir. Fakat önündekinin sırtına secde etmiş bir kimsenin sırtına secde edilemez. Sırtına secde edilen kimsenin, zemine secde etmiş olması lâzımdır.

3- Hepimize nasîhat, Seâdet-i Ebediyye'yi çok okumak; Mektûbât'ın zevk ve vecdi içine dalabilmekdir. İmtihân zemânı geliyor. Şimdi derslerinize çok çalışınız. Câhid'in [Atasaral] mektûbunu zevkle okudum. İbâdetlerin yapılması kolay olan vazîfeler mubârekdir. Cenâb-ı Hakka şükr ediniz. Nâr-ı Nemrûdu İbrâhim aleyhisselâma selâmet kılan [Allahü] Teâlâ, küfr ve irtidâd zulmetleri içinde dilediği kullarına nûr ve bereket ihsân eder. Beş vakt nemâzı cemâ'atle kılmak, orucunu râhat tutmak ve Seâdet-i Ebediyye'yi râhat okumak, bu büyük dünyâda çok az kimseye nasîb olan çok büyük ni'metdir. Elhamdülillah, elhamdülillah, elhamdülillah.

4- Süleymân'ın mektûbu bugün geldi. Ayrıca cevâb yazamadığımdan üzülüyorum. Fakat siz hepiniz birsiniz. Unutulmasını, harâb olmasını istediğim mektûbları zâten hepiniz okuyorsunuz. Bu mektûbları sakladığınızı bildiğim için âdî kâğıda yazıyorum ki, kendiliğinden harâb olsun. En kıymetli hediye, hâtıra olarak, bu mektûbların menba'ı olan [Abdülhakîm] Efendi Hazretleri'nin yazılarını, Mektûbât'ı ve Seâdet-i Ebediyye'yi ezberlemeniz lâzımdır. Ben Efendi Hazretleri'nin mektûblarını kaybetmedim. Sizin de onları saklamanızı istiyorum. Pırlanta dururken, cam parçalarına bakmayınız.

Cenâb-ı Hak hepimizi Süleymân'ın duâsına idhâl buyursun; ya'nî gurûr denilen âfetden cümlemizi muhâfaza buyursun. Dünyâya harâb olmak için geldik. Cenâb-ı Hak bizi bizden geçirsin; kendisi ile berâber kılsın. Bu harabeye düşkün olmakdan korusun.

Kardeşim, beni çok ara! Ne kadar seversen, yine azdır. Fakat başkalarına yalnız Seâdet-i Ebediyye'yi tavsiye et. Beni ağyarın eline verme! Seâdet-i Ebediyye'yi, İmâm-ı Rabbânî'yi (rahmetullahi aleyh), Mektûbât'ı çok tavsiye et! Herkes okusun, istifâde etsin.

İftâr duâsını üç kerre okursunuz.

İmtihân vakti geçiyor. Hepiniz derslerinize çok çalışınız. Diğer yazıları imtihândan sonraya bırakınız. Hepinize selâm ve duâlar eder, duâlarınızı beklerim efendim. [Ocak-Nisan 1960]

Hilmi Işık

İRÂDE

 Allahu teâlânın dostlarına iradesini teslim edenlere dil uzatan ahmak; 

Kendi iradesini, Allahu teâlânın münkiri olan nefsine teslim ettiğini bilemez.

 (Mevlânâ Kadî Muhammed "kuddise sirruh")

[Reşahat,sf: 440]

MAKSAD

 Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr (kaddesallahu teâlâ sirreh) hazretleri;

“İnsanın yaradılmasından maksad, teabbuddur (kulluktur). Kulluğun da özü, her hâlde (her an) Hak teâlâ ile olmaktır, tazarru’ ve hudu’ (yalvarma ve boyun eğme) vasfıyla.” buyurdular.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Çocuklarımıza müslümân *İsmi* verelim kardeşim. En önemlisi de, onlara dînimizi öğretelim, haramdan sakınsınlar. Efendi hazretleri buyurdu ki: 


*İnsanın giydiği elbisesi helâlden olsa, sâdece bir düğmesinin ipliği haramdan olsa, o elbiseyle kıldığı namâzı kabûl olmaz*. 


*Hattâ en büyük günah, dînini bilmemekdir*, buyurdu. 


Efendi hazretlerini yeni tanıdığım zamanlar, bir gün dergâha gitdiğimde, yatıyormuş mübârek. *Şâkir Efendi* ile haber gönderdim. *İçeri gelsin!* buyurmuş. 


Yatak odasına girdim. Küçük bir karyola vardı. Karyolanın üstünde *Cibinlik* vardı. Efendi hazretleri yatıyordu. Ben girince, kalkıp oturdu. Ve bana dönüp;


*Buna gündüz uykusu, kaylûle derler, sünnetdir*, buyurdu. Biraz sonra karyolanın eteği kıpırdamağa başladı. Bakdım, pencereler kapalı. Dışarda rüzgâr da yok.


Ama karyolanın eteği sallanıyor. Hâliyle merak etdim. Biraz sonra karyolanın eteği tamâmen kalkdı. Ve altından, beş altı yaşlarında bir *Kız çocuğu* çıkdı. 


Efendi hazretleri, bana; *Bu çocuğu tanıyor musun?* diye sordu. Ben de; *Tanıyorum efendim, Ziyâ Beğin kızı*, dedim. Efendi hazretleri güldü. 


Demek ki, ileriyi, yâni bu günleri görmüş de sormuş *Mübârek*. Evliyâ zâtlar, seneler sonra olacak şeyleri, *Kalb göz-leriyle* görürler kerdeşim.


Öldükten sonra da, yâni *Kabir’de* iken de, *Dünyâ’da* olan şeyleri görürler ve haber alırlar. Nitekim Efendi hazretleri bir gün bana buyurdular ki: 


*Ben sana kız buldum, hiç kimseye nasîb olmıyan ni’met sana nasîb oldu. Hanımını, kayınpederini, kayınvâlideni üzersen, mezarda kemiklerim sızlar*. 


Böyle buyurdu. Bu ne demekdir? Yâni *Mezarda olsam bile, görürüm, haber alırım ve üzülürüm* demekdir.