Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Mahşer)* meydanı, Ortadoğu’da olacak, mahşerin merkezi orası. O zaman dünyâ dümdüz olacak ve Âdem aleyhisselâmdan kıyâmete kadar her insan, o meydanda toplanacak. 


Yer, beton olacak, tek bir ağaç olmıyacak. Güneş, bir mızrak boyu alçalacak. İnsanlar sıkış sıkış olacak. Zamânı ise, *(elli bin)* âhiret senesi olacak. 


Âhiretin bir günü, dünyânın *(bin)* senesi gibi olacak. Ama bu kadar uzun müddet, ehl-i sünnet bir müslümân için, iki rekât namaz kılacak kadar kısa olacak kardeşim. 


Hele *(mücâhid)* ler, yâni dünyâda iken İslâmın yayılması için çalışanlar, bu süreyi Cennetde geçirecekler. Onlar için hiç sıkıntı yok. 


Bu, zor değil ki, bunu Allahü teâlâ yaratıyor. Allahü teâlâ her şeye kâdirdir, Onun gücünün yetmediği bir şey yokdur kardeşim. 


En büyük günâh, kalb kırmakdır. Kâfire dahî güzellikle emr-i mâruf yapacağız. Efendi hazretlerinin vasiyetnâmesinin en son iki kelimesi şu idi: *(Kimseyi incitmeyin!)* 


Dolayısıyla, müslüman olmak, çok güzel bir şeydir. Hakîkî mü’min olmak, kendisinin bir *(Hiç)* olduğuna inanmak ve bütün varlığıyla hizmet etmekdir. 


Kendinin *(hiç)* olduğunu anlıyan bir mü’min, *(kâmil)* bir mü’mindir. 


Ankara’da Bağlum’da bulunuyorduk. Zelzeleden sonra gitmişdik. Arkadaşlar bizi görmeye gelmişler. Kitap okuduk, sohbet etdik, büyüklerden bahsetdik. 


Büyüklerin *(ismi)* nerede anılırsa, ruhları orada hâzır olur efendim. Bakın gelir demiyorum, çünkü zâten oradadır, ismi söylenince irtibât başlar. 


Çünkü rûh zamansızdır, ruh’da zaman yok. Yeter ki o büyüklerin ismi anılsın, hattâ onları düşününce bile, o anda *(irtibât)* kurulur ve istifâde başlar. 


Ne gibi? Radyo dalgaları her yerde var. Radyonun düğmesini çevirdiğin anda irtibât kuruluyor ve yayın başlıyor, onun gibi.   


*(Îmân)* ın bir kişide varlığı veyâ yokluğu nasıl anlaşılır? Bunun birkaç yolu vardır. Bir insanda îmânın asıl varlığı veyâ yokluğu, hubb-u fillah ve buğd-u fillaha bağlıdır. 


Eğer bir insan, Allahın düşmanlarıyla *(dost)* olur, onlarla samîmî görüşür, Allahın dostlarına ise soğuk olur, onlardan uzak olursa, bu adam ne işe yarar ki?

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Peygamber aleyhisselâma; (Siz mi, yoksa Yûsüf aleyhisselâm mı daha güzeldi?) diye sordular. Efendimiz aleyhisselâm cevâbında; 


*(Kardeşim Yûsüf daha güzeldi. Ben ondan daha sevimliyim)* buyurdular. Hazret-i Ebû Bekr radıyallahü anh, bu hususda buyurmuşdur ki: 


(Peygamber aleyhisselâmın güzelliğinin hepsi görülmedi, sâdece bir *(zerre)* si görüldü. Yûsüf aleyhisselâmın ise güzelliğinin *(hepsi)* görüldü.) 


Rûh üç çeşiddir kardeşim: Biri *(bitki)* rûh’u, biri *(hayvan)* rûh’u, biri de *(insan)* rûh’u. İnsana mahsûs olan rûh, arş-ı âlânın altından gelmişdir. 


Bugün, *(Ehl-i sünnet)* îtikâdında olanların hepsi, ya eshâb-ı kirâmın soyundandır veyâ büyük bir evliyânın soyundandır. Eshâb-ı kirâm, dünyânın her yerine yayıldılar. 


Eshâb-ı kirâm öyle şereflidir ki, Allahü teâlâ onları, Resûlüne *(arkadaş)* olarak yaratdı. Çeşitli yerlerden toplandılar. Selmân-ı Fârisî *(Îran)* dan geldi.


Bilâl-i Habeşî *(Afrika)* dan gelip sahâbî oldular. Hâlbuki Resûlullahın en yakın akrabâları, amcaları, *(Îmân)* etmedi. Eshâb-ı kirâma, bu şeref bile yeter. 


*(Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz)* buyuruluyor hadîs-i şerîfde. Dolayısıyle herkes çobandır ve emri altındakilerden mes’uldür. 


Öğretmen *(talebe)* den mes’uldür. İşyeri sâhibi, *(işçiler)* den mes’uldür. Enver Bey de bizim gazetede çalışanlardan ve bütün âbilerden mes’uldür. 


Hubb-u fillah, *(Îmân)* ın alâmetidir kardeşim. Îmânın şartı altı derler. O, inanılacak şeyler altı. Îmânın esas şartı, hubb-u fillah ve buğd-u fillahdır. 


Yâni mü’minleri, ehl-i sünnet yolunda olanları, Allahın dînine hizmet edenleri, Allahın dînine tâbi’ olanları sevmeye, *(Hubb-u fillah)* denir. 


*(Buğd-u fillah)* ise, Allahü teâlânın düşmanlarını sevmemekdir. Kâfirleri, 72 fırkada olanları, Allahü teâlâ sevmez. Çünkü onları Cehenneme sokacak. 


Allah, sevdiği kulunu Cehenneme sokar mı? Elbette sokmaz. Demek ki, onları sevmiyor. Öyleyse biz de onları sevmiyeceğiz. 


Ama sevmemek demek, döğüşmek veyâ kavga çıkarmak demek değildir. Döğüşmek şöyle dursun, münâkaşa etmek bile yok. 


Evet, *(Dost)* larla münâkaşa etmiyeceğiz, *(Düşman)* ları sevmiyeceğiz. Düşmanları sevmiyeceğiz ama, onlarla da münâkaşa etmiyeceğiz.

Antakya

 - " Onlara şu şehir halkını misâl getir" [Yâsin-13] âyet-i kerîmesinde ki şehir Antakya'dır. Kehf sûresindeki şehirden murad da Antakya'dır.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Ecdâd-ı Peygamberî

 - Ecdâd-ı Peygamberî (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem)  hâmil-i bâr-i nübüvvet [nübüvvet gününü taşıyan] idiler. Nübüvvet taşıyıcılığı putlara tapmağa mâni' idi. Onun için Peygamber efendimizin baba ve dedelerinden hiçbiri puta tapmadı.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Allahu teâlâ çok yüksektir

 - Allahu teâlâ çok yüksektir. İnsanların, meleklerin, cinlerin taakkulünden, tefekküründen, tezekküründen, idrâkinden çok yüksektir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Kürre-i kamer

 -Kürre-i kamer [ay] günde kırksekiz dakîka güneşten geri kalır.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Her bir peygambere mahsûs bir havuz vardır

 -Her bir peygambere mahsûs bir havuz vardır. Kevser havuzu Resûl-i Ekreme (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) mahsûs olduğu gibi, diğer havuzlardan içerler içerler, sonra Kevser Havuzuna gelirler. Kevser havuzundan içen kimselere diğer havuzlardan içmeğe lüzûm kalmaz.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Peygamber efendimizin ilmi başlıca iki kısımdır

 -Peygamber efendimizin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) ilmi başlıca iki kısımdır: Biri zahir, diğeri bâtın ilmidir. Zâhir ilmi ikidir: Biri arz,biri semavat. Arz ilmi yüzyirmi dörttür. Semâvât [gökler] ilmi yirmidir. Bâtın ilmi yirmi dokuzdur.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Hazreti Fâtıma (radıyallahü Teâlâ anhâ)

 -Fâtıma (radıyallahü teâlâ anhâ) kıyâmet gününde Sırat köprüsünden geçerken, Hak teâlâ mahşer ehline, "gözlerinizi kapayın ve başlarınızı eğin" iyi emreder. 

(Hadîs-i şerîf)

MÜNÂFIK

 "Seviyorum diyen, sevgilisinin düşmanlarından kesilmedikçe sözünün eri sayılmaz. Buna münâfık, yani yalancı denir."


(Mektûbat-ı Masumiyye)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendimiz aleyhisselâm, elinde ekseriyâ *(asâ)* taşırmış. Bir gün o sopayla, yere düz bir *(çizgi)* çizmiş. O çizginin iki yanına da, balık kılçığı gibi, eğik çizgiler ayırmış ve; 


(Ey Eshâbım, bu doğru çizgi, Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği *(yol)* dur. Şu eğik çizgiler de *(sapık)* yollardır) buyurmuş.


Eshâbı kirâm; (Yâ Resûlallah! Bu doğru yol hangisidir?) diye sormuşlar. Efendimiz de aleyhisselâm cevâben; *(Mâ ene aleyhi ve eshâbî)* buyurmuş. 


Yâni, (Benim ve eshâbımın bulunduğu yolda bulunanlardır. Bunlar, Allahın sevgisine kavuşurlar. Yetmişiki sapık yolda olanlar ise, Cenennemlikdir) buyurmuşlar. 


Eshâb-ı kirâmın birçok kıymetli *(hâl)* leri var. Allahü teâlâ, onların bu kıymetli hâllerinden bir tânesini Kur’ân-ı kerîmde bildiriyor. 


O da şu: *(Onlar, devâmlı olarak birbirlerini çok severlerdi)*. Rabbimiz böyle buyuruyor. Eshâb-ı kirâm efendilerimiz, birbirlerini çok severlerdi.


Allahü teâlânın da hoşuna giden en mühim sıfatları bu idi ki, o büyükleri, Kur’ân-ı kerîminde, bu *(sıfat)* ları ile zikrediyor cenâb-ı Hak. 


Veysel Karânî hazretleri, muhabbet îtibâriyle, Eshâb-ı kirâmdan sonra, Peygamber aleyhisselâma en çok *(âşık)* olan, bir mübârek zât idi. 


Ama Efendimizin sohbetine kavuşamadığı için, Eshâb-ı kirâm gibi olamadı. Çünkü bu yolun aslı, *(sohbet)* ve *(muhabbet)* dir. Meselâ bir talebe, hocasına *(râbıta)* etse, istifâde eder.


Ama yine de onu *(görmüş)* gibi olmaz. Çünkü zihninde tecessüm eden, yâni hayâline gelen o *(zât)* ile, asıl *(kendisi)* arasında, mutlaka fark vardır. Aynısı olamaz. 


Enver bey, arkadaşların *(maaş)* ının artdığını söyledi, bana verilmiş gibi sevindim efendim. Başkası alınca se-viniyorum, kendim ise, verince seviniyorum. 


Bu kadar kitâbdan, kendim hiç *(para)* almıyorum, ihlâs şirketinden *(maaş)* da almıyorum. Efendi hazretlerinden böyle gördük. Her şeyi Ondan öğrendik.


Kardeşim, Efendi hazretlerini çok özledim. Kavuşacağım ânı nasıl beklediğimi bilemezsiniz. Tabii kavuşduğum zaman, Efendi hazretleri bana;


*(Hilmi, dünyâdan bize ne getirdin?)* diye soracak. Ben vefât etdiğim zaman, yâni Efendi hazretlerine gitdiğim zaman, kendilerine; 


(Efendim, size büyük bir hediye getirdim) diyeceğim. Efendi hazretleri, *(O hediye nedir?)* buyuracak. Ben de kendilerine;


(Efendim, arkamda çok iyi bir cemâat, çok iyi talebelerimi bırakdım. Onlar, *(Ehl-i sünnet)* îtikâdı üzereler ve insanlara, bu *(îtikâdı)* anlatıyorlar, bunu yayıyorlar) diyeceğim.