Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir kişi, o kadar *(zengin)* olsa ki, bütün dünyânın herşeyi onun olsa ve malının hepsini fukarâya *(sadaka)* olarak dağıtsa.


Aldığı sevap, unutulmuş bir *(sünneti)* ortaya çıkarma sevâbına yetişemez. Hele *(farz)* sevâbı ile hiç kıyaslanamaz. 


İşte bizim kitaplarımızın satılmasıyla ve dağılmasıyla *(farz)* lar yayılıyor kardeşim. Bütün dünyâ, ehl-i sünnet kaynıyor. Ehl-i sünnet âlimi çok, fakat *(kitap)* yok. 


Dâima *(iyi)* insanlarla arkadaşlık edelim. Niçin? Çünkü onlardan her zaman *(iyi)* şeyler işitilir. 


Kötü, fâsık, fâcir veyâ kâfirlerle ve bid’at ehliyle arkadaşlık edilirse, onlardan da her zaman *(kötü)* şeyler işitilir. 


Kötü arkadaş, *(Şeytan)* dan daha beterdir, *(Yılan)* dan daha zararlıdır. Bir kimse, zehirli yılanla berâber bulunursa ne olur? Yılan sokar, o insanın canını alır. 


Ama *(kötü)* arkadaşla berâber olursa, o kötü arkadaş, onun dînini ve îmânını alır, onu ebedî felâkete, Cehenneme sürükler. 


Velhâsıl zehirli *(Yılan)*, insanı ölüme sürükler, *(kötü)* arkadaş ise, insanı ebedî Cehenneme sürükler. 


Allahü teâlâ, hepimize, din ve dünyâ seâdeti versin. Bu günlerimizi aratmasın. Dünyâda *(Cennet)* hayâtı yaşıyoruz kardeşim.


O kadar râhatız. Allah, Enver âbiden râzı olsun. O'nun sâyesinde *(râhat)* ediyoruz. 


Allahı çok *(seven)*, O’ndan çok *(korkar)*. Sevgi ile korku berâberdir. Allah sevgisinin alâmeti, harâmlardan sakınmakdır. 


Allahü teâlâ; *(Beni seveni, gidilemiyen yerlere bir anda götürürüm, görülemiyen şeyleri ona gördürürüm)* buyuruyor. 


Onlar, kalplerin içini, röntgen *(Şuâ)* ları gibi görürler. Bu büyükler, kalblerin içini görürler. 


Allah sevgisine kavuşabilmek için, bu *(büyük)* leri sevmek ve onların sevgisini kazanmak lâzım. 


Biz, Efendi hazretlerinin sevgisini, terbiye ve edebimizle kazandık. Bu büyükler, herkesi, kendi *(sıfatı)* ile görürler. İnsanlar, kabirlerinden kendi sıfatlarıyla kalkarlar. 


Nasıl mı? Meselâ can yakanlar, *(Kurt)* şeklinde mezardan kalkarlar. Yalancılar *(Tilki)* şeklinde, kibirliler de *(Karınca)* şeklinde haşr olunurlar.

Kabir sıkması

 Herkes için kabir sıkması vardır. Dört kimse müstesnâdır:

1-Peygamberân-ı izâm aleyhimüssalavâtü vesselâm.

2- Hazret-i Fâtıma (radıyallahü anhâ)

3-İmam Alî'nin (radıyallahü anh) vâlidesi Fâtıma binti Esed.

4-Maraz-ı mevtinde [ölüm hastalığında] üç defa İhlâs-ı şerîf okuyan.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Teheccüd nedir?

 -Teheccüd nedir? Yattıktan fecr-i sâdıka kadar olan zamanda en az iki rek'at namaz kılmaktır. Müstağfirine bil-eshar, seher zamanında mûcib-i mağfiret bir şey yapanlardır. Teheccüd namazında en iyisi Yâsin-i şerîf okumaktır. Zirâ Yâsin-i şerîf Kur'ânın kalbidir. Gece yarısı gecenin kalbidir. Kalb de uyanık olursa, üç kalb bir araya gelmiş olur. Teheccüd bir dînî zarûret hükmüne girmiştir. Teheccüd o kadar fâidelidir ki,âdetâ kalbe cilâ verir. Teheccüdü büyükler pek nâdir terk etmişlerdir. Bir memlekette teheccüd bulundu mu, o memlekete belâlar gelmez. Allahu teâlâ: "Sâlih kullarım için, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın kalbinden geçmediği ni'metler hazırladım" buyuruyor. Teheccüd kılanların alınlarında bir nûr ışıldar, onu ehli görür. 

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Âlem dört safhadan ibârettir

 Âlem dört safhadan ibârettir: Birinci safha ademdir [yokluk]. İkincisi dünyada kalma zamanı, üçüncüsü kabir, dördüncüsü âhirettir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Hazret-i Âişe radıyallahü anhâ *(müctehide)* idi efendim. Fıkhda üçbin hadîs-i şerîf vardır. Bunun binbeşyüz kadarını, yâni yarısını o nakletmişdir. Hazret-i Âişe olmasaydı, *(fıkh ilmi)* olmazdı. 


Efendimiz aleyhisselâm onunla, bunun için evlendiler. 

Cebrâil aleyhisselâm hazret-i Âişe’nin resmini, birçok *(ipek)* lere sarılı olarak Efendimize getirdi ve;


*(Bu, senin hanımın olacak)* dedi. Efendimiz aleyhisselâm, bundan sonra hazret-i Âişe’yi, kendilerine *(nikâh)* buyurdular.


Allahü teâlâ, kullarına, iki ibâdetin sevâbını bildirmemişdir. Biri, ramezân-ı şerîf *(orucu)* nun sevâbı. Biri de, *(yemek)* yedirmenin sevâbı. 


Bunların, Allah katındaki sevâbını yalnız kendisi bilir. Diğer ibâdetlerin ne kadar sevâb olduğu, kitaplarda açıklanmışdır. Ama yemek yedirmenin sevâbı bildirilmemiştir. 


Onun için mü’minler, mümkün mertebe bir *(çay)* için de olsa, bir *(kahve)* için de olsa, bir lokma *(ekmek)* için de olsa, evine misâfir dâvet etmeli, onlara birşeyler ikrâm etmelidir. 


*(El mer’ü mea men ehabbe)* hadîs-i şerîfi, bizim için büyük bir müjdedir kardeşim. Herkes, bu dünyâda *(kimi)* seviyorsa, âhiretde *(onun)* yanında olacakdır. 


İnşallah, âhiretde o büyüklerin yanında olacağız efendim. Âhiretde, nerede ve *(kim)* in yanında olmak istiyorsak, *(onu)* dünyâda iken seçmemiz lâzımdır. 


Onun için, insan seveceği kimseyi *(iyi)* seçmeli ve ona göre sevmelidir. Kerîm, kereminden vaz geçmez efendim. *(Men dakka bâbel kerîmi infetehâ)*. Efendi hazretlerinden işitdik bunu. 


Ne demek bu? yâni, *(Kerîm)* in kapısı çalınırsa, muhakkak açılır demekdir. Çünkü ihsân kapısıdır o. O büyükler, istiyene verirler kardeşim. 


Dünyâda kim kimi severse, âhiretde de onunla berâber olacakdır. Dünyâ için, yâni menfaat için bağlananlar, koparılır. Ama *(Sevgi)* ile bağlananları kimse koparamaz.


Hele insanı bir de *(aşk)* sardı mı, çok güzel olur ve onu ancak *(âşıklar)* anlar. Elhamdülillah, Rabbimize sonsuz şükrler olsun, râhatız, neş’eliyiz. 


*(Kitap)* larımız dağılıyor, *(gazete)* miz yayılıyor. Bundan büyük lûtf-u ilâhî olur mu? 


Allah, Enver âbimize neş’eli olmayı nasîb etsin. Bu, çok mühim. İşin başı O'dur. Enver âbi neş’eli ise, biz de hepimiz *(neş’eli)* yiz kardeşim.

Duâsı müstecâb olan kimseler

 Muztarın, ya'nî aç kalmış, denizin ortasında kalmış, hiçbir taraftan muaveneti olmayan, hasta, ilâcdan doktor ve sâireden ümidi kesmiş olan, mazlûm olan, kendisine zulm edilmiş olan, velev kâfir olsun, sâlih kimselerin duası. Sâlih kimse demek, üzerinde Allahu teâlânın ve kullarının hakkı bulunmayan kimse demektir. Müsafirin,oruclunun, bir müslümanın gıyabında [arkasında] dua edenin, tevbekârın, iftâr zamanında dua edenlerin. [Masiyete âid dua makbûl değildir.]

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Duanın icâbet mekânları

 Mübârek yerlerde. Mekke-i mükerremede, Medîne-i münevverede, meşhur mescidlerde,üç mescidde, Muvâcehe-i seâdette, Zemzem kuyusu başında, Safâ'da, Merve'de, Arafat'ta, Müzdelife'de,Mina'da, taş atılan üç yerde,sâlihlerin kabirleri yanında.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Duanın icâbet [kabul] zamanları

 -Duanın icâbet [kabul] zamanları: İcâbet ne demektir? Cevâb vermek demektir. İcâbet zamanları: Kadir geceleri, Kurban Bayramının Arefesi, Ramazanın ibtidâsından nihâyetine kadar, Cum'a günleri ve geceleri ve husûsiyle ikindiden sonra, Fâtiha-i şerîfenin kırâati akabinde, ya’nî Fatiha her ne zaman okunsa, namazda olsun, namazın hâricinde olsun, gece ortalarında, seher vakitlerinde, fecir açılırken ya'nî güneşin doğmasından seksen,doksan,yüz on dakîka evvel, ezan okunurken, ezanla ikamet arası, Hayyale'lerden sonra, kalbleri kırık olanların, musîbete düçâr olanların, fakîrlerin, muharebenin kızıştığı zaman, farz namazlardan sonra, farz olan namazların secdelerinde, kırâat-i Kur'ân akabînde, velev bir sahîfe olsun, bilhassa hatm-i Kur'ân akabinde,mihrabda İmam Fâtihasından sonra, horoz ötünce, iki müslümanın karşılaşmasında, zikir meclislerinde, meyyitin gözleri kapandığı zaman, yağmurlar yağdığı zaman, Zemzem suyunun içilmesi akabinde, ister kuyu başında, ister başka yerlerde içilsin.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Duâ âdâbı

 - Duanın âdâbı: Haramdan ictinâb etmek, bedeninde, yiyeceğinde, içeceğinde, giyeceğinde, meskeninde harâm olmamak, duada ihlâs, dua esnâsında hâtıra bir şey gelmemek. Zirâ nazar-ı ilâhî kalbedir. Duadan önce sâlih bir iş işlemek, ya'nî bir sadaka vermek veya namaz kılmak, âyet-i kerîme okumak, abdestli bulunmak, kıbleye müteveccih olmak, diz çökmek. Namaz kıblesi Kâbe'dir. Dua kıblesi Arş'dır. Duanın evvelinde Cenâb-ı Hakkı senâ etmek. Senânın en efdali Elhamdülillah'dır. Duadan evvel ve sonra salâvat-i şerîfe getirmek. Elleri açmak. Ellerin ayalarını Arş'a doğru çevirmek. Elleri omuz hizasında tutmak. Esmâ-i Hüsnâdan getirmek. Esmâ-i Hüsnâyı şefî' ittihaz etimek [şefaatçi tutmak]. Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerde vârid me'sur dualardan okumak. Me'sûr [eserde gelmiş] dualar daha tesirlidir. Enbiyâ-ı izam (aleyhimüssalâtü vesselâm) ve süleha ile tevessül etmek. Vebtegû ileyhil-vesîlete [Mâide-35]. Ya'nî "Allah'a kavuşmak için vesîle arayın". Günahını itirafla, azm ile cezm ile ve cehd [gayret] ile kalbini hâzır ederek, tahliye-i  kalble, acele etmemek, Allah'a celle celâlühü hüsn-i zan  etmek. Evvel kendine, sonra ebeveynine [ana-babasına] ve akrabalarına dua etmelidir. Yalnız kendi nefsini tahsîs etmemelidir. Güzel ricâda bulunmak, ya'nî faydalı olan şeyi istemek kendine ve müslümanlara nâfi' [faydalı] olan şeyi istemek. Tekrar etmek. Muhâl olan şeyleri istememek. Meselâ, ya Rabbi, babamı dirilt gibi. Beddua etmemek. Her haceti istemeli. Âmin demeli. Duadan sonra yüzünü mesh etmek. Zirâ eller nûr ile doludur. Yüzünü vücûdunu mesh ederse, her tarafa sirâyet eder.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendimiz aleyhisselâm; (Ümmetimin ilk zamanlarının *(fakîr)* likleri efdâldir, son zamanlarının ise *(zengin)* likleri efdâldir) buyuruyor. 


Bir kalb *(Zikr)* ederse, o beden hasta olmaz. Kalb, kanı pompalarken *(Allah Allah)* diye atarsa, bütün hücrelere kadar, bu Allah zikri gider ve her bir *(hücre)* zikreder. Böyle olan kişi, hiç günâh işliyemez. 


Allahü teâlânın dîninin yayılması durursa, veyâ durdurulursa, işte o zaman felâketler arka arkaya gelir. Allah muhâfaza etsin. Bu *(hizmet)* ler olmasa, çok tehlikeli günler gelir. 


*(Emr-i mâruf)* yapmak, umûmî feleketlerin gelmesine mâni olur. Emr-i mâruf yapılmazsa, umûmî felâket gelir. *(Fitne zamânında hiçbir şeye karışmayın)* buyuruluyor hadîs-i şerîfde. 


Diğer bir hadîs-i şerîfde de buyuruluyor ki: (Fitne fesâd zamânında, benim sünnetime sarılan kimseye, yüz *(şehîd)* sevâbı verilir.) 


Resûlullah Efendimizin sünneti demek, ehl-i sünnet vel cemâat mezhebi demekdir. Ehl-i sünnet vel cemâat, bizim yolumuzdur işte, elhamdülillah. 


Buna sarılana, yüz  şehîd sevâbı var. Ya neşredene? Yâni herkese *(yayana?)* Artık hesâbı belli değil. O kadar çok sevap var. 


*(Besmele)*, ne kadar mühim efendim. Bismillâhillezî lâ yedurru ma’asmihî şey’ün fil ardı velâ fissemâi vehü-vessemî’ül alîm. Mânâsı şöyle: 


*(Bismillâhillezî)*, bu, öyle bir Besmele ki, *(lâ yedurru)* zarar vermez, *(ma’asmihî)* bunu okuyana, *(şey’ün)* hiç bir şey, *(fil ardı)* karada, *(velâ fissemâ)* ve havada. 


Yâni bir kimse bu Besmele duâsını, yâni Bismillâhillezî duâsını okursa, o kimseye, yerde ve gökde hiçbir şeyden zarar gelmez.


Nitekim efendim, İmâm-ı Rabbânî hazretleri talebelerine buyuruyorlar ki: (Bu gece, buraya bir *(felâket)* gelecek, herkes bu *(duâyı)* okusun!)


Ne okusun? Bismilâhillezî lâ yedurru ma’asmihî şey’ün fil ardı velâ fissemâi vehüvessemî’ül alîm. Hepsi, bunu okuyor. Fakat bir tânesi *(unutup)* okumuyor. 


O unutunca, *(harâmîler)* oraya geliyor, bunu soyup soğana çeviriyorlar. Öbürlerine ise dokunmuyorlar. Ötekilerin hepsi kurtuluyor. 


Bir müslümân, her hangi bir vâsıtaya ve tayyâreye binerken de, bunu mutlaka okumalıdır. Okursa, Allah onu her türlü zarardan korur efendim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bugün, *(ehl-i sünnet)* îtikâdında kalanların hepsi, Eshâb-ı kirâmın soyundandır kardeşim. Eshâb-ı kirâm, dünyânın her yerine yayıldılar. 


Eshâb-ı kirâm efendilerimiz, öyle *(şerefli)* kimselerdir ki, Allahü teâlâ onları, Resûlüne *(arkadaş)* olarak yaratdı. Her biri, çeşitli yerlerden gelip toplandılar. 


Meselâ Selmân-ı Fârisî hazdetleri, *(Îran)* dan; Bilâl-i Habeşî, *(Afrika)* dan gelip, sahâbî oldular. Bu şerefi kazandılar.


Hâlbuki Efendimiz aleyhisselâmın en yakın akrabâları, amcaları, *(îmân)* etmedi. Eshâb-ı kirâma, bu şeref bile yeter. 


Peygamber Efendimizin *(kabir)* resmi diye bir resim satılıyor. Bu resim, aslında Bursada, Osmânlı Sultânlarından birine âitdir. Peygamber Efendimizin *(kabr-i şerîfi)* ile hiç alâkası yok. 


Çünkü oranın resmini çekme imkânı yokdur. Sebebine gelince, kabr-i şerîfin dışında, kapısız, penceresiz bir *(duvar)* var. 


Onun dışında, gene kapısız ve penceresiz bir *(duvar)* daha var. Onun da dışında *(settâre)* denilen bir örtü, onun dışında da bilinen demir parmaklıklar var. 


Yâni kabr-i şerîf görülmüyor. Sâdece, tepede küçük bir *(hava)* deliği gibi bir boşluk var. Oradan 500 sene evvel, bir *(kuş)* düşmüş ve ölmüş. 


Onun çıkarılması ve oranın temizlenmesi için, beş yaşlarında küçük bir *(kız)* çocuğunu, belinden bağlamışlar, tepedeki o delikden aşağıya indirmişler. Orayı görmek, yalnız o çocuğa nasîb olmuş. 


Bu yolun sünneti, *(çile)* çekmekdir efendim. Başda Efendimiz aleyhisselâm, hayâtı boyunca hep çile çekdi. Bize ve kitaplarımıza çok *(sıkıntı)* verdiler. Sıkıntı verenler de çok sıkıntı çekeceklerdir. 


Hem sünnete uygun olması, hem de hizmetlerimizin *(kabûl)* olacağının ve bu hizmetlerin devâm edeceğinin alâmeti bakımından, bu sıkıntılar, bizim için bir *(ni’met)* dir kardeşim. 


Allah, hepsine hidâyet versin. Tabii bizim yüzümüzden kimsenin sıkıntı çekmesini istemeyiz. Biz işimize bakarız. İşimiz nedir? İslâma hizmet. O hizmet nedir? Kitaplarımızın dağılması, gazetemizin yayılması. 


Birine bir kitap vermek veyâ kitap verilmesine sebep olmak o kadar *(sevâb)* dır ki, bunu yapana, gökdeki kuşlar, karadaki hayvanlar, denizdeki balıklar; *(Yâ Rabbî, bu kulunu affet)* diye duâ ederler. 


Bizim dînimizin iki esâsı vardır. Biri *(öğrenmek)*, diğeri *(öğretmek)*. Dînimizin en büyük düşmanı cehâletdir. Onun için nerede ilim varsa, *(din)* oradadır. Nerede din varsa, *(ilim)* oradadır. 


İlimsiz din olmaz. Onun için ilim öğrenmek çok büyük *(ibâdet)* dir, çok büyük *(sevâb)* dır kardeşim. Hizmetlere katılan arkadaşlarımızın alnından *(öpmek)* lâzım. 


Allahü teâlânın dîni yayılıyorsa, dînin yayılmasına hizmet ediliyorsa, bu hizmet devam etdiği müddetçe, o yere umûmî belâ, umûmî felâket gelmez efendim.