Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Fitne)* çıkmaması için, birbirimizi çok seveceğiz. Sevgimizi de ona bildireceğiz. Çünkü *(Bir kimse birini severse, sevgisini ona bildirsin)* buyuruluyor.   


Sevgisini ona bildirsin ne demek? Yâni, *(Sevgi)* nin şartlarını yerine getirsin de, o da onun *(Sevdiğini)* anlasın. 


Ben seni seviyorum, demeye, *(Lisân-ı kâl)* denir. *(Kâl)*, söz demekdir. Ama sevginin şartlarını yapsın, yerine getirsin demek, *(Lisân-ı hâl)* dir. 


Yâni hâlimizle, tavrımızla sevdiğimizi bildireceğiz. Nitekim büyüklerimiz; *(Lisân-ı hâl, lisân-ı kâlden entakdır)* buyuruyorlar. 


*(Suç)* işliyen, *(Günahkâr)* olan, sonsuz olarak Cehennemde yanmaz efendim. Suçlu insanları, nasıl ki *(Anne)* si affederse, *(Baba)* sı affederse, Allahü teâlâ da *(Suçlu)* kullarını affedebilir.


Belki Cehenneme bile sokmaz. Ancak Allahü teâlâyı *(İnkâr)* eden, Resûlullah Efendimize inanmıyan, yâni *(Kâfir)* olan, Allahın *(Düşmanı)* dır  ve Cehennemlikdir. 


Onlar *(Sonsuz)* olarak Cehennemde yanacaklar. *(İnkâr)* etmek başka, *(Suçlu)* olmak başkadır. Cehennem ateşi, *(Suçlu*) lar için değildir, *(Düşman)* lar içindir. 


Allahü teâlâ, her an *(Mü’min)* kulunun *(Kalb)* indedir. Onun için kalp, *(Arş)* dan da kıymetlidir. 


Şuûru yerinde olan *(Kalp)*, Allahü teâlâyı *(Bilen)* ve O’na *(İbâdet)* eden kalp, çok kıymetli bir varlıkdır. 


Hattâ, *(Îmân)* eden de odur, *(Küfr’e)* giren de odur. O kalp, yâni o gönül, ne emrederse, melekler onu yazarlar.  

Bayram o bayram ola

Cân bula cânânını

Bayrâm o bayrâm ola

Kul bula sultânını

Bayrâm o bayrâm ola


Hüzn ü keder def' ola

Dilde hicâb ref' ola

Cümle günâh af ola

Bayrâm o bayrâm ola


Mevlâ bizi afv ede

Gör ne güzel 'ıyd ola

Cürm ü hatâlar gide

Bayrâm o bayrâm ola


Feyz-i mehabbet-i Hakk

Nur-i hidâyet siyâk

Cennet-i a'lâ durak

Bayrâm o bayrâm ola


Hakk'ı seven merd-i şîr

Kalbi olur müstenîr

Allah ola destigîr

Bayrâm o bayrâm ola


El tuta kitâbını

Dil tuta hitâbını

Cân tuta şitâbını

Bayrâm o bayrâm ola


Mevlâ'yı cândan seven

Rızâ-yı Hakk’a eren

Lutf-i Hudâ'ya güven

Bayrâm o bayrâm ola


Hakk’ı seven dil ü cân

Aşkı eden heyecân

Feth ola bâb-ı cinân

Bayrâm o bayrâm ola


Ganîler ede kerem

Ref’ ola derd-i verem

Sahî ola muhterem

Bayrâm o bayrâm ola


Nûr-i hidayet dola

Dilde hidâyet bula

Nâsırın Allah ola

Bayrâm o bayrâm ola


Tevhîd ede zevk ile

Hakk’ı seve şevk ile

Tasdîk inerse dile

Bayrâm o bayrâm ola


Dildeki Rahmân ola

Derdlere dermân ola

Âzâde fermân ola

Bayrâm o bayrâm ola


Lutfî’ye lutf u kerem

Dâhil-i bâb-ı harem

Dâima Allah direm

Bayrâm o bayrâm ola.


(Alvarlı Efe hazretleri)

Hakîkî bayram kimler içindir

 “Bayram yeni elbise giyenler için değildir,

Bayram ancak azaptan emin olanlar içindir.


Bayram süslü bineklere binenler için değildir,

Bayram ancak hataları bırakanlar içindir.


Bayram kıymetli halı döşeyenler için değildir,

Bayram ancak sıratı geçenler içindir.


Bayram dünyanın süsüyle süslenenler için değildir,

Bayram ancak takvayı kendine azık edinenler içindir.


Bayram rengârenk yemeklere bakanlar için değildir,

Bayram ancak Rahmân’ın cemâline bakanlar içindir.”


- Behlül Dânâ Hazretleri -

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Yasîn-i şerîfi)* her Cumâ günü, ölmüşlerimize okuyoruz ya. Yasîn-i şerîfde ne buyuruyor Cenâb-ı Hak? *(Vemtâzül yevme eyyühel mücrimûn!)* 

Yâni, ey kâfirler, bugün dostlarımdan, müslümanlardan  ayrılınız! 


Kâfirler, *(Eshâb-ı şimâl)* dir, onlar başka tarafda. Müslümânlar, *(Eshâb-ı yemîn)* dir. Bunlar başka tarafda. Orada Müslümânlara *(Ni’met)* ler var, kâfirlere *(Azap)* var. 


Ne büyük *(Ni’met)* içindeyiz kardeşim. Çok *(Mes’ud)* uz. Sevinelim, üzülmiyelim, kızmıyalım. *(Seâdete)* kavuşan insan kızar mı? *(Neş’eli)* dir o. 


Allahü teâlâ, *(Hizmet)* edenleri sever. Rabbimiz, müslümânlara hizmet edeni çok sever. Şimdi biz de, *(Türkiye)* de ve bütün *(Dünyâ)* daki müslümânlara hizmet ediyoruz. 


Nasıl mı? Bu *(Kitap)* ları göndermekle. Onların *(Dünyâ)* larına hizmet etmek kıymetli. Fakat *(Âhiret)* lerine hizmet etmek daha kıymetli. 


Onların Cennete gitmelerine, *(Küfr)* den, *(Cehennem)* den kurtulmalarına hizmet ediyoruz. Kim yapıyor bu hizmeti? Bütün *(Arkadaş)* lar.


Hepsi, hepimiz. Bu yolda bir *(Adım)* atan, meselâ kitâbı alıp da *(Cildçi)* ye götüren, bu *(Sevâba)* kavuşur. Yeter ki *(Allah için)* yapsın. 


Rabbimize *(Hamd)* olsun, elhamdülillah, bizde çalışan *(Yüzler)* ce arkadaşımız, hepsi *(Allah için)* çalışıyor. Hepsi bu *(Sevâba)* kavuşacak inşallah. 


*(Kıyâmet)* de karşımıza çıkacak bu *(Hizmet)* ler. Ne büyük *(Ni’met)* içindeyiz. Allahın *(Yolu)* nu yaymak büyük ni’metdir. 


Bunun devâm etmesi için bu ni’mete şükretmek lâzım. *(Şükr)* etmek, yerinde kullanmak demekdir. *(Yerinde)* kullanmanın da *(Şart)* ları var.


Birinci şart, *(Fitne)* den sakınacağız. *(Velâ tülkû bi-eydiyeküm ilet-tehlüke.)* Yâni kendinizi fitneye sokmayınız, buyuruluyor. Peki, fitne ne demek? 


*(Fitne)*, müslümânları zarara uğratmak, onlara *(Zarar)* getirmekdir. Fitnenin de çeşitli *(Sebep)* leri var. Birinci sebep, müslümânların birbirlerine olan *(Sevgi)* sinin azalmasıdır.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gün Efendi hazretlerine gitdim, bakdım, Efendi çok *(Üzgün)*, korkdum tabii. İçimden; *(Hayrdır inşallah)* dedim. Efendi hazretleri beni görünce anlatdı. 


Buyurdu ki: Hilmi, filân *(Kişi)* bize ve bu câmiye, çuvalla *(Pirinç)* gönderdi, çok *(Şeker)* gönderdi, çok *(Un)* gönderdi, böyle çok *(İyilik)* leri oldu. 


Fakat, Allah bana bir *(İmkân)* verse, her zerresini *(Geri)* veririm. Hepsini *(İâde)* ederim, ona o kadar *(Krıldım)* buyurdu. Sonra ne oldu biliyor musunuz? 


O kimse, oranın *(Eşrâf)* ından biriydi, ama çok *(Zelîl)* oldu, *(Aklı)* gitdi, afedersiniz sokaklarda *(Pisliği)* ni yapar hâle geldi. Tövbe yâ Rabbî, Allah muhâfaza etsin. 

● ● ● 

İşte böyle kardeşim, Efendi hazretlerine *(Gider)* dim. Ellerinden *(Öper)* dim, otururdum. *(Sabah)* namâzında giderdim, tâ *(Yatsı)* ya kadar kalkmazdım. 


Başkaları da gelirdi. Onlar bahçede *(Oyun)* oynarlar, *(Koşar)* lar, *(Zıplar)* lardı. Ben ise hiç bahçede oyun filân oynamazdım. Hep Efendi’nin yanında olurdum. 


Mübârek anlatır, anlatır, sonunda; *(Anladın mı?)* diye sorardı. Ben de; Evet efendim anladım, derdim. Bir gün yine Efendi ile *(Bahçe)* de oturuyorduk. 


*(Beni dinliyen kazanır, ama dinliyen yok, dinliyen yok!)* buyurdu, bunu iki defâ söyledi. Sonra bana bakıp; *(Ama sen dinlersin değil mi?)* diye sordu Mübârek. 


Ben hemen; *(Evet efendim, dinlerim)* dedim. Onların himmetleri işte, onların teveccühleri. Bütün bu *(Hizmet)* ler, Efendiyi dinlememizin bereketi kardeşim. 

● ● ● 

Allahü teâlâdan *(Ümit kesmek)* olmaz. Hattâ O’nun mağfiretinden ümit kesmek, *(Küfr)* olur. Neden? Çünkü, *(Kur’ân-ı kerîm)* de çok yerde geçiyor. 


*(Benden ümit kesmeyin!)* diyor Allahü teâlâ. Öyleyse O’ndan ümîdini kesen, Kur’ân-ı kerîme karşı gelmiş olur, mâzallah *(Kâfir)* olur. 


Ama efendim, benim günâhım *(Çok)* derseniz, evet, senin *(Günâh)* ın çok. Ama Allahü teâlânın *(Afvı)* ve *(Mağfireti)* daha çok. Hattâ *(Sonsuz)*. 


Onun için Allah’dan ümit kesmek yok. *(Ümit)* li olacağız. Sizin her adımınıza *(Sevap)* var kardeşim. 


Bütün ibâdetlerin en kıymetlisi nedir biliyor musunuz?; *(Emr-i mâruf)* ve *(Nehy-i münker)* dir. İşte siz, bunu yapıyorsunuz. Ne mutlu size.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir arkadaşın evine gitmişdim. Otururken kütüphâneye bakdım. Bir sürü *(Kitap)* lar vardı. *(Bizim)* kitaplarımız olduğu gibi, çeşit türlü kitaplar da vardı. 


Bir sürü *(Yayınevi)* nin kitaplarını sıralamış. Üzüldüm tabii. Hâlbuki *(Bizim kitap)* larımız, bir kütüphâneye yeter efendim. Hattâ yalnız *(Tam İlmihâl)* bile yeter. 


Çünkü onun içinde herşey var. Onu okuyan, içindekileri öğrenen, *(Âlim)* olur. Hele öğrendiği şeyleri yaparsa, *(Evliyâ)* olur. Sonra bu kitaplar *(Bizim)* değil ki, ehl-i sünnet *(Âlim)* lerinin.


Bizim kitaplar, bu *(Yolu)* bilen, bu *(Yolu)* tanıyan, seçilmiş büyük *(Âlim)* ve *(Velî)* lerin kitaplarından seçilmiş, alınmışdır. Başka kitâba lüzum yok ki.

● ● ●

Kardeşim, bu dünyâda ibâdet etmekden maksad, kalpden *(Küfr’ü)* çıkarıp, dünyâ *(Sevgi)* sini çıkarıp, mal *(Hırsı)* nı çıkarıp, onun yerine âhiret *(Sevgi)* sini yerleşdirmekdir.


*(Allah)* sevgisini, *(Evliyâ)* sevgisini yerleşdirmekdir. Bunun da bir tek ilâcı var. Bunun *(İlâcı)*, ne namazdır, ne oruçdur, ne zekâtdır, ne de İbâdetdir. Peki nedir?  


Onun bir tek ilâcı var, o da, bu Allah adamlarını *(Tanımak)*, *(Sevmek)* ve *(İtâat)* etmekdir. Üçü de çok mühim. Bu büyükleri seven, onların kalplerinden *(Feyz)* alır, kalbi temizlenir. 


Ancak, sâdece tanımak ve sevmek yetmez, *(İtâat)* da şart. Çünkü seven, sevdiğine *(İtâat)* eder. Eğer etmiyorsa, *(Sevmiyor)* demekdir. 


*(Silsile-i aliyye)* de bulunanlardan bir tânesi, hangisi olursa olsun, *İmâm-ı Rabbânî* hazretleri, *Mevlânâ Hâlid* hazretleri, Seyyid *Abdülhakîm-i Arvâsî* hazretleri gibi. 


Bunlardan birine *(Âşık)* olmalıdır. Onları sevmek için de, *(Hayât)* hikâyelerini okumak lâzım. Onların hayât hikâyelerini okuyunca, onların *(Sevgi)* si insanın kalbine yerleşir. 


Onların sevgisi *(Kalbe)* yerleşince de, *(Dünyâ sevgisi)* kalpden çıkar. Dünyâ sevgisi çıkdı mı, *(Allah sevgisi)* yâni muhabbetullah o kalbe yerleşir. 


Velhâsıl, dünyâ muhabbetinin kalpden çıkması için, bir *(Mürşid-i kâmili)* sevmek lâzım. *(Silsile-i aliyye)* büyüklerine muhabbet lâzım. Silsile-i aliyyeyi okuyan, muhakkak *(Feyz)* alır onlardan.

KEFARET-İ NAMAZ

Ramazan-ı Şerifin son Cuması Cuma namazından sonra ikindi vaktine kadar olan zaman diliminde kılınır. 


NASIL KILINIR?


NİYET: (Kazaya kalan ve kazası geciken namazlarımın günahlarının affolması için, kefaret namazı kılmaya) diye niyet edilir. 


Bu dört rekâtlı namazın her rekâtında, bir Fâtiha, bir Âyet-el kürsi ve 10 Kevser sûresi okunur. 


FAZİLETİ: 

Kefaret-i namaz ve mübarek zamanlarda yapılan diğer ibadetler, kaza edilmiş olan farz namazların, kazaya bırakma ve kazasını geciktirme günahlarının affolması maksadıyla yapılan tevbenin kabul olması içindir. Yoksa kılınmamış namazlar kaza edilmedikçe affolmaz. 


Nitekim oruç kefareti de, oruç borcunu ödemiyor, gün sayısınca orucun kazası da gerekiyor. (S. Ebediyye)

Başarı nedir?

Başarı İmanla ölmektir.

Hüseyin Hilmi Işık rahmetullahi aleyh

Kalb sevgisi

Buyruldu ki;

"Kalb sevgisi tekellüfle (zorlama) ile elde edilmez, o ancak Allahu te'âlânın fadlındandır"

(Nâdir Risâleler, sf. 152)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri, *(Silsile-i aliyye)* dendir. Silsileyi okurken; 


*(Abdülhâlık Goncdüvânî mârifetler semâsında, dünyâyı aydınlattı hem Ârif-i Rîvegerî)* diyoruz ya hani. 


Böyle, *(Şiir)* şeklinde olursa, akılda dahâ kolay kalır. Sırasıyla ezberlemek zor olabilir. *(İnde zikrissâlihîn tenzîl-ür rahme.)* 


Yâni, evliyânın *(İsmi)* anıldığı yere *(Rahmet)* yağar. Bütün arkadaşlar müsâit zamanlarda toplanıp kitap okusunlar. *(Kitap okumak)* şartdır. Öğreneceğiz. 


İslâmiyetin en büyük düşmanı *(Cehâlet)* dir. Peygamber Efendimiz ne buyuruyor: *(Beşikden mezara kadar ilim öğreniniz!)* 


İlm öğrenmek farzdır. Farzları öğrenmek (Farz), vâcibleri öğrenmek (Vâcib), sünnetleri öğrenmek (Sünnet), harâmları öğrenmek de (Farz) dır. 


Öğreneceğiz ki, sakınacağız. *(Taleb-ül ilmi farîzatün alâ külli müslimin ve müslimetin.)* Ne demek bu?


Yâni, *(Müslümânların, erkek olsun, kadın olsun, ilim öğrenmesi farzdır)* diyor Peygamber Efendimiz. 


Ben, *(Yedi)* yaşımdan beri okuyorum, hâlâ da okuyorum. *(Kitap)* okumadan duramıyorum, *(Gece)* okuyorum, *(Gündüz)* okuyorum. 


Ehl-i sünnete *(Hizmet)* etmek, kime *(Nasîb)* olur bu zamanda? Bu, ne büyük *(Ni’met)* dir efendim. Bu ni’metin kıymetini bilelim. Rabbimize *(Şükr)* edelim. 


Bir müslümân, bizim *(Kitap)* ları sevgi ve muhabbetle tutsa, o tutan *(Eli)* Cehennem ateşi yakmaz. El yanmayınca, *(Vücûd)* da yanmaz. 


Eskiden müslümânlar, *(Günâh işlememek)* için çırpınırlardı, korkarlardı. Şimdiyse, günâh bir yana, *(Küfr)* tehlikesi var. Bu zamanda, *(Küfr’e)* düşmek çok kolay. 


Onun için, her sabah ve akşam muhakkak *(Îmân Duâsı)* nı, yâni tecdîd-i îmânı ve *(Nikâh Duâsı)* nı okuyun kardeşim. Kitaplarımızda yazılı bunlar.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Minel kalbi ilel kalbi sebîlâ.)* Yâni kalpden kalbe *(Yol)* vardır. Asıl iş, o *(Yolu)* ele geçirmekdir. O yolu ele geçirdin mi, sen de *(Sevdiğin)* le berâbersin demekdir. 


*(El mer'ü mea men ehabbe)*. Hadîs-i şerîf bu. Sohbet demek, illâ bir *(Şey)* ler dinlemek, bir *(Şey)* ler öğrenmek demek değildir kardeşim. 


*(Sohbet)*, berâber olmak demekdir. İsterse hiç konuşulmasın. 


Nitekim, *(Şâh-ı Nakşibend)* hazretlerine uzak yoldan bir tüccar gelmiş. İçeri girmiş. Bakmış ki, mübârek *(Zât)* hiç konuşmuyor, *(Sükût)* ediyor. 


Herkes başını önüne eğmiş, sessizce oturuyorlar. İçinden; *(Bu kadar uzak yoldan geldim, bir şeyler anlatsa da, istifâde etsem)* diye düşünmüş. 


O anda, Şâh-ı Nakşibend hazretleri başını kaldırmış ve o tüccara; *(Bizim sükûtumuzdan istifâde edemiyen, konuşmamızdan hiç istifâde edemez)* buyurmuş. 


Meğer Şâh-ı Nakşibend hazretleri, o *(Sükût)* ânında, mübârek *(Kalb)* inden ordakilere *(Feyz)* akıtıyormuş.


Müslümânın sîmâsında *(Feyz)* vardır. Bu *(Sîmâ)* ya bakan, bu feyzden *(İstifâde)* eder. Hiç konuşmasa da, kalbinden yayılan feyz, çevresine çok *(Fâideli)* olur. 


Hele *(Çocuk)* ların kalbi, henüz pisliğe bulaşmadığı için çok *(Temiz)* dir. Hepimiz, Efendi hazretlerinin *(Himâye)* sindeyiz, elhamdülillah. 


Onların *(Feyzi)* hepimizin kalbine akıyor inşallah. *(Muhabbeti)* çok olana, *(Feyz)* çok gelir. Onlardan feyz ala ala *(Dünyâ)* yı unutur. 


Bu dünyâyı *(Unutdu)* mu, o zaman Allahü teâlânın *(Feyz)* leri ve *(Muhabbet)* leri kalbe yerleşir. 


*(Kalb)* ine feyz gelen kimse, hiç kimsenin görmediği şeyleri *(Görür)* , hiç kimsenin işitmediği şeyleri *(İşitir)*, hiç kimsenin bilmediği ma’rifetleri *(Söyler)*.