Mektûbât-ı Ma'sûmiyye 114. Mektûb

 Mevlânâ Muhammed Sıddîk Peşâverî'ye. Ulvî himmet, muhabbet ve hüzünden bahseder:

Bismillâhirrahmânirrahîm. Azîz kardeşim Mevlânâ Muhammed Sıddîk'ın kıymetli mektûbu geldi. Bizi sevindirdi. Size olan inâyetler, gelen bereketler, yüksek himmetler ve tatlı çılgınlıklardan yazdıklarınız kalbimize lezzet ve kuvvet verdi. İnsanlık cevherinin kıymeti, himmeti mesabesindedir. Cevher ne kadar kıymetli ise, o kadar sevgili ve değerlidir.

Bunun için hadîs-i şerîfte:

"Allah himmeti yüksek olanları sever ve düşük himmetlileri sevmez" buyuruldu. Yüksek himmet, hub ve cünün özü ile birleşirse, hüzün ve aşk ile bir araya gelirse, nûr üstüne nûr, değer üstüne değer olur ve terakkî yolu tamamen açılmış olur.

"Allahu teâlâ bir kuluna iyilik dilerse, kalbine hüzün verir" ve yine "Allah her üzüntülü kalbi sever" ve yine " Ümmet içinde bir üzüntülü kimse ağlasa, Allahu teâlâ o millete onun ağlamasıyla merhamet eder" buyuruldu. Mısra':

İçinde senin gamın olan kalbe ne mutlu!

Aşk ve üzüntüdür insanı sâir mahlûklardan üstün kılan ve kurb ve ma'rifetle süsleyen. Kalbinde muhabbet, cünün ve üzüntü olmayan, hayvanlara dahildir. Eğer insanın fazîlet ve meziyetini aşk ve muhabbete bağlasalar, ne iyi ve ne güzel iş yapmış olurlardı.

Uzağı göremeyen, eksik ve kısa akla bel bağlamamalı, bu bağdan mümkün mertebe kurtulmağa çalışmalıdır. Bu bağlarla bir yere varmak zordur.

Leylâ'nın zülfüyle gönlünü bağla,

Sen de aklı bırak, Mecnun ol biraz,

Âşıkların işi başkadır dostum,

Akıllı sözlerden onlar tad almaz.

Kardeşim Molla Muhammed Şerîf Kâbilî'ye deyiniz ki, bu günlerde epeyi ıslah oldu, hâlini düzeltti, eski beğenilmeyen halleri değişti. Bunun için hatasını afv edebilirsiniz. Sohbeti rüşde sebep olur ve nefesinde te'sîr bulursanız, işinin başına geçirebilirsiniz.

Hâline bu fakîrden daha ziyâde vâkıf olmak isterseniz, yeteri kadar düşünüp ve istihâre edip, kalb yolu verdikten sonra onu halkanın başına geçirir ve telkîn için icâzet verirsiniz. İhlâstan sâhib olduğu her derece ve vâridât büyük ni'mettir. Olur da, ondan kendisinden daha iyileri yetişir. Siz câiz gördükten sonra, fakîrin de o işe uygun gördüğünü ona yazarsınız. Vesselâmü aleyküm.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu *(Hizmet)* lerin zerresini kendimizden bilsek, *(Helâk)* oluruz kardeşim. Bütün bu hizmetleri, Efendi hazretlerine *(Borçlu)* yuz. 


Hattâ, *(Îmân)* ımızı bile Ona *(Borçlu)* yuz kardeşim. 


Allahü teâlâ, insanların dışına değil, içine *(Bakar)*, yâni *(Niyet)* ine bakar. Bu işi *(Kim)* için yapıyor? *(Allah)* için mi, yoksa dünyâlık bir *(Menfaat)* için mi? 


Eğer *(Allah)* için yapıyorsa, yâni Rabbinin *(Rızâ)* sını kazanmak için, *(Âhiret)* menfaati için yapıyorsa, onun *(Mükâfât)* ını Allahü teâlâ kat kat verir. 


Yok, insanlar *(Beğensin)* diye yapıyorsa, *(On para)* etmez. Âhiretde eline bir şey geçmez. 

● ● ●

Herkesle *(İyi)* geçinin kardeşim, hiç kimseyi kendinize *(Düşman)* etmeyin. Bu, çok önemli. Kimse ile *(Münâkaşa)* etmeyin. 


Münâkaşa *(Yasak)*, faydası yok çünkü. *(Dost)* ile münâkaşa, dostluğu azaltır. *(Düşman)* ile olursa, düşmanlığı artdırır.


Öyleyse ne faydası var? Hiç. Bir *(İhtilâf)* varsa, *(Sen haklısın!)* deyin geçin. Bir şey kaybetmezsiniz, bilâkis kazanırsınız kardeşim. 

Birbirinizi çok *(Sevin)*. Birbirinizi *(Üzmeyin)*, kırmayın. Mü’min üzülürse, *(Arş-ı âlâ)* titrer kardeşim, o kadar tehlikeli. 


*(Mü’min)*, Allahın *(Dostu)* dur, onu incitirsen, *(Allah)* incinir. Çok fenâ. 


*(Seâdet-i Ebediyye)* kitâbını çok okuyun. Bu kitâbı okuyan, *(Âlim)* olur, içindekileri yaparsa *(Evliyâ)* olur. 


Ne güzel işte. Dînini *(Bilmiyen)* ve ona göre *(Yaşamıyan)*, dünyâ işlerinde muvaffak olamaz kardeşim. 


Muvaffak olmuş görünür, ama sonu *(Hüsrân)* dır. Ya *(Hanım)* ından, ya *(Kız)* ından, râhat edemez, *(Huzûr)* bulamaz.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Kabir azâbı, *(Mü’min)* lere, perşembe günü *(İkindi)* vaktinde kalkıyor ve bir daha olmuyor. 


*(Kâfir)* lerin azâbı ise, *(Cumâ)* günü geçdikden ve *(Ramezân)* ayı geçdikden sonra tekrar başlıyor. 


Kabir azâbı, *(Kâfir)* lere ve *(Ehl-i îmân)* ın bâzı *(Âsi)* lerine yapılacakdır. Demek ki, kabir azâbı müslümânların *(Hepsi)* ne değil. 


Mü’minler, kabirde *(Râhat)*, hiç korkmasınlar. O hâlde *(Ölüm)* den korkulmaz ki. Kabir, (*Mü’min)* lere nedir? *(Cennet)* bahçelerinden bir *(Bahçe)* dir. 


Kabirden *(Maymun)* ve *(Hınzır)* şeklinde kalkacak olanlar, harâmlara ehemmiyyet vermeyip, *(Nehy’e)* kâdir iken *(Nehy)* etmiyenlerdir. 


Bu, hadîs-i şerîfdir efendim. *(Harâm)* işliyenleri görüyor, ama *(Men)* etmeye *(Kâdir)* değil, o zaman *(Mâzur)* dur. 


*(Kâdir)* olduğu hâlde bir şey demiyorsa, kızmıyarak, tatlılıkla onları günahtan *(Men)* etmeye kâdir iken men’etmiyorsa, o zaman *(Mes’ul)* olur, günah olur. 

● ● ● 

Ankara’da *(Bağlum)* da bulunuyorduk. *(Zelzele)* den sonra gitmişdik. Arkadaşlar bizi görmeye gelmişler. *(Kitap)* okuduk, *(Sohbet)* etdik.


*(Büyük)* lerden bahsetdik. Büyüklerin *(İsmi)* nerede anılırsa, *(Rûh)* ları orada *(Hâzır)* olur efendim. 


Bakın *(Gelir)* demiyorum, çünkü zâten oradadır. İsmi söylenince *(İrtibât)* başlar. Çünkü *(Rûh)* zamansızdır, ruh’da zaman yok. 


Yeter ki, o *(Büyük)* lerin ismi anılsın, o anda irtibât kurulur ve *(İstifâde)* başlar. Ne gibi? 


*(Radyo)* dalgaları her yerde var. Radyonun düğmesini çevirdiğin anda *(İrtibat)* kuruluyor ve *(Yayın)* başlıyor, onun gibi.

Duânın Kabul Olmasının Alâmetleri Nelerdir?

Ferâidü’l-fevâîd fî beyâni’l-akâid kitabında duânın kabul alâmetleri bahsinde aşağıdaki şekilde yazar:


Evliyanın büyükleri şöyle buyurdular:

Ne zaman ki dua eden kimse duada iken yahud duadan sonra;

kendi ihtiyarı olmadan huşu gelse,

yahud ağlaya ağlaya düşse,

yahud aksırsa,

veya terlese,

veya üşüse,

veya aksırsa,

veyahud rahat olup yük altından çıkmış gibi hafiflemiş hissetse,

o kimsenin duası kabul olmuş olur.

Böyle bir hal vaki olduğunda Hak tealaya çok şükür eyleyip

الحمدللهالذى بِنِعْمَتِهِ تَتَمٌُ الصَالِحَاتْ

demek gerekir. Zira hadis-i şerifde buyruldu;

“Ne zaman ki bir kimse dua okusa da gönlünde kabul olduğunu hissedip anlasa bu duayı okuya”

Kimlerin duası kabul olur

Ferâidü’l-fevâîd fî beyâni’l-akâid kitabında duâsı kabul olunanlar bahsinde aşağıdaki şekilde yazar:


Adil padişahlar,

Mazlum olan kimseler (facir veya kâfir olsa da),

Salihler,

Müsafirler (Seferde olanlar),

İftar vaktinde oruçlunun duası,

Anasına ve babasına azar ve eziyet eylemeyen kimse,

Babanın oğluna duası (bedduası da),

Henüz tevbe eylemiş yahud henüz müslüman olmuş kimse,

Bir müslümanın diğer bir müslümanın haberi yok iken gıyabında duası,

Bir kimseye ihsanda bulunanın, hususen üstadların (hocalarının) duası ve bedduası,

Hasta olanın.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İnsan çok *(Bozuk)* olabilir, *(Patavat)* sız olabilir, *(Pervâ)* sız ve *(Edeb)* siz olabilir, şu veyâ bu olabilir. 


Ama, bu *(Büyük)* lerin yolundaysa, *(Yol)* çok sağlam ve çok kıymetli olduğu için, o kişi yine *(Makbûl)* dür, *(Azîz)* dir ve *(Kıymet)* lidir. 


Bu, *(Kendi)* sinden dolayı değil, bu *(Yol)* un özelliğinden dolayıdır. 


Çünkü büyüklerimiz; *(Yâ Rabbî, bu yola mensûb olanlar, eninde sonunda senin rızâna kavuşsunlar)* diye duâ etmişlerdir. 


Bu *(Yol)* öyle bir yoldur ki, bu büyüklere *(Zerre)* kadar muhabbeti olan, mutlaka *(Rızâ-ı ilâhî)* ye kavuşur. 


Hasbel kader *(Bozuk)* bir insansa, dünyâda kavuşamazsa, *(Ölür)* ken kavuşur. Ölürken kavuşamazsa, *(Kabir)* de kavuşur. Kabirde kavuşamazsa, *(Mahşer)* de kavuşur. 


Mahşerde kavuşamazsa, *(Cennet)* de kavuşur. Velhâsıl eninde sonunda muhakkak *(Kavuşur)*. Çünkü bu *(Yol)*, mutlaka kavuşdurucudur. 


Efendim, bugün bir *(Mürşid-i kâmil)* görmiyen, hattâ onun bir *(Talebe)* sini görmiyen kimse, denizin ortasında yüzen bir *(Tahta)* parçasına benzer. 


Tahta, bir batar, bir çıkar. Sonra tekrar batar ve sürüklenir. Velhâsıl her an *(Tehlike)* dedir. Ama bir *(Mürşid-i kâmil)* gören, yâhut Onun bir *(Talebe)* esini gören, hattâ Onun *(Kitâbı)* nı okuyan, böyle değildir.


O, denizin ortasındaki bir *(Kaya)* gibidir, veyâ bir *(Ada)* gibidir, yerinden oynamaz, hiç kıpırdamaz. Her *(Tehlike)* den emîndir, ona bir şey olmaz.

● ● ●

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: *(Dünyâ ni'metlerinin en hayrlısı, sâliha bir kadındır.)* Böyle kadına mâlik olan bir erkek, çok *(Mes'ûd)* ve *(Bahtiyâr)* bir erkekdir. 


Cenâb-ı Hak hepimize, *(Dünyâ)* ve *(Âhiret)* seâdetini nasîb etsin. Dünyâ ve âhiret *(Seâdeti)* ancak müslümânlara mahsûsdur. 


*(Müslümân)* olmak için de, müslümânlığı okuyup öğrenmek lâzımdır. *(Bilme)* den müslümânlık olmaz. İnsan, *(Ben müslimânım)* demekle, müslümân olmaz.

EL-BASÎR Celle Celâluhu

 EL-BASÎR Celle Celâluhu 

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Biz, çok *(Şanslı)* yız kardeşim, çok *(Bahtiyâr)* ız. Herşeyin doğrusunu Efendi hazretlerinden öğrendik. Bu öğrendiklerimizi de *(Kitap)* lara yazıp, bütün *(Dünyâ)* ya gönderiyoruz elhamdülillah. 


*(Âhir)* zamandayız kardeşim. Bu zamanda, sabahleyin evinden *(Mü’min)* olarak çıkan bir kimse, akşama *(Kâfir)* olarak evine dönüyor mâzallah. 


Akşam, *(Mü’min)* olarak yatacak, sabahleyin *(Kâfir)* olarak kalkacak yatağından. Ne *(Fenâ)* şey. Bunu, hadîs-i şerîf bildiriyor kardeşim. 


Onun için bu zamanda en zor şey, *(Îmân)* ını muhâfaza etmekdir, îmânını *(Korumak)* dır. Niçin *(Zor)* dur bu? Çünkü îmânın *(Düşmanı)* çok. 


Bakın, *(İbâdet)* in düşmanı demiyorum. İbâdeti kolay bir şekilde yaparsın. Ama *(Îmân)* gitdikden sonra herşey *(Biter)*, Allah korusun. 


*(Îmân)* ın düşmanı çok, en başta kendi *(Nefs)* imiz, o da içimizde. *(Hubbüd dünyâ re’sü külli hatîetin)*. Ne demek bu? 


*(Hubbüd dünyâ)*, dünyâ sevgisi. *(Re’sü)*, başıdır. *(Külli hatîetin)*, bütün günahların. *(Kül)* kelimesi, tek başına kullanılırsa, her *(Cins)* mânâsına gelir. 


Burada tek başına kullanılmışdır. Bunun mânâsı, her cins *(Günâh)* dan demek. Yâni *(Zinâ)* dan, Adam *(Öldürmek)* den, velhâsıl her cins *(Günâh)* dan daha büyük *(Suç)* dur. 


Nedir o? *(Dünyâ sevgisi)*. Hadîs-i şerîfde Efendimiz aleyhisselâm;  *(Ed dünyâ cîfetün tâlibühâ kilâbün)* buyuruyor. 


Ne demek bu? Yâni dünyâ, *(Çöplük)* dür, bildiğimiz çöplük. Tâlipleri ise *(Köpek)* lerdir. Eşeler dururlar. 


Sonra bir hadîs-i şerîfde de Peygamber aleyhisselâm; *(Dünyâ mel’ûndur, dünyâda Allah için olmıyan her şey de mel’ûndur)*, buyuruyor. Bu da hadîs-i şerîf efendim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Biz her *(Namaz)* dan sonra, onbir *(İhlâs)* okuyoruz. Siz de okuyun kardeşim. Vaktiniz *(Müsâit)* se, her namazdan sonra okumalı. 


Vaktiniz *(Yoksa)*, hiç olmazsa günde bir *(Vakit)* okuyun, meselâ *(Sabah)* namâzından sonra. 


Bir mü’min *(Sağlam)* sa, ayaklarını başkasına yıkatması *(Haram)* dır, kendisi yıkayacak. Ancak iki kişi müstesnâ. *(Hoca)* sı ve *(Baba)* sı, bunların ayakları yıkanır. 


Mehmet Mâsum hazretleri de *(Abdest)* alırken talebesi *(Su)* dökerdi, fakat *(Ayak)* larını ona yıkatmazdı. 


Bir gün, tam yüzünü yıkarken, talebenin elinden *(Testi)* yi kapdığı gibi, olanca hızıyla karşıki duvara *(Çarpıyor)* Mübârek. 


*(Testi)* paramparça oluyor, *(Çocuk)* hiçbir şey anlamıyor. İki ay sonra, bir *(Talebe)* si, elinde o kırılan *(Testi)* nin parçalarıyla geliyor. 


Ve diyor ki: Ben, falan gün, bir *(Orman)* ın içinden geçmek zorunda kaldım. Bir *(Arslan)* tam üzerime atlarken; *(Yetiş yâ hocam!)* dedim. 


O anda bir *(Testi)* hızla gelip, arslanın *(Beyni)* ne çarpıp parçalandı. O *(Parça)* ları toplayıp getirdim. Böyle diyor talebesi. 

● ● ●

Efendimiz aleyhisselâm, bir gün eshâb-ı kirâma buyurdular ki: 


Siz, *(Emr)* olunan şeylerin onda *(Dokuzu)* nu yapar, *(Biri)* ni terketseniz, *(Helâk)* olursunuz. Âhir zamanda gelecek ümmetimse, sâdece onda *(Biri)* ni yapsalar, *(Kurtulur)* lar buyurdu. 


İşte, o onda bir, *(Îmân)* dır efendim, *(Doğru)* îmân, yâni *(Ehl-i sünnet)* îtikâdı. 


Niçin böyledir? Çünkü *(Âhir)* zamanda *(Doğru)* yu bilen kalmıyacak. İnsanlar doğruyu *(Kime)* sorsunlar? *(Kim)* den öğrensinler? Doğruyu bilen yok ki.

NAMÂZIN HİKMETLERİ (Namâz ve Sağlığımız)

Müslüman, namâzı Allahü teâlânın emri olduğu için kılar. Rabbimizin emirlerinde birçok hikmet, fâide vardır. Yasaklarında da birçok zararların olduğu muhakkakdır. 


Bu fâide ve zararların bir kısmı bugün tıp mütehassıslarınca tesbît edilmiş durumdadır. İslâmiyyetin sağlığa verdiği önemi, hiçbir din ve düşünce vermemişdir. 


Dînimiz, ibâdetlerin en üstünü olan namâzı, ömrümüzün sonuna kadar kılmayı emr etmişdir. Namâz kılan, sağlık için olan fâidelerine de elbette kavuşur. Namâzın sağlık yönünden sağladığı fâidelerden ba’zıları şunlardır:


1-Namâzda yapılan hareketler yavaş olduğundan kalbi yormaz ve günün muhtelif sâatlerinde olduğu için insanı devâmlı dinç tutar.


2-Günde başını seksen def’a yere koyan bir kimsenin beynine ritmik olarak fazla kan ulaşır. Bu yüzden beyin hücreleri iyice beslendiğinden hâfıza ve şahsiyet bozukluklarına, namâz kılanlarda çok daha az rastlanır. 


Bu insanlar dahâ sağlıklı bir ömür geçirirler. Bugün tıpta “demans senil” denilen bunama hastalığına uğramazlar.


3-Namâz kılanların gözleri, muntazam olarak eğilip-doğrulmakdan ötürü dahâ kuvvetli kan deverânına mâlik olur.


Bu sebeble göz içi tansiyonunda artma olmaz ve gözün ön kısmındaki sıvının devâmlı değişmesi temîn edilmiş olur. Gözü “katarakt” veyâ “karasu” hastalığından korur.


4-Namâz kılmakdaki izometrik hareketler, midedeki gıdaların iyi karışmasına, safranın kolay akmasına ve dolayısıyla safra kesesinde birikinti yapmamasına, pankreasdaki enzimlerin kolay boşalmasına yardımcı olacağı gibi, kabızlığın giderilmesinde de rolü büyükdür. 


Böbreğin ve idrar yollarının iyice çalkalanmasından, böbrekde taş teşekkülünün önlenmesine ve mesanenin boşalmasına da yardımcı olmakdadır.


5-Beş vakt kılınan namâzdaki ritmik hareketler, günlük hayatda çalışdırılamıyan adale ve eklemleri çalışdırarak, artroz ve kireçlenme gibi eklem hastalıklarını ve adale tutulmalarını önler.


6-Vücûd sağlığı için temizlik muhakkak lâzımdır. Abdest ve gusl, hem maddi, hem de ma’nevî bir temizlikdir. İşte namâz, temizliğin tâ kendisidir. 


Zîrâ hem bedenî, hem de rûhî temizlik olmadan namâz olmaz. Abdest ve gusl bedenî temizliği sağlar. İbâdet görevini yerine getiren bir kimse, rûhen dinlenmiş, temizlenmiş olur.


7-Koruyucu hekimlikde, muayyen zamanlarda yapılan beden hareketleri çok mühimdir. Namâz vakitleri, kan dolaşımını tâzelemek ve teneffüsü canlandırmak için en uygun vaktlerdir.


8-Uykuyu tanzim eden önemli unsur namâzdır. Hattâ vücûdda biriken statik (durgun) elektriklenme, secde yapmakla topraklama yapılmış olur. Böylece vücûd tekrâr zindeliğe kavuşur.


Namâzın bu fâidelerine kavuşmak için, namâzı vaktinde kılmakla birlikde, temizliğe, çok yememeğe ve yenilen gıdâların temiz, halâl olmasına da dikkat edilmesi de lâzımdır.


Kimseye bâkî değildir, Mülk-i dünyâ sîmü zer,


Bir harâb olmuş kalbi, ta’mîr etmekdir hüner.

(Namaz Kitabı shf 142)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu dünyâda, en çok düşmanı olan kimdir, biliyor musunuz? *(Allahü teâlâ)* dır celle celâlüh. Sonra nedir? *(Kur’ân-ı kerîm)* dir. 


*(Kâfir)* ler, Peygamber aleyhisselâmın hiç *(Yalan)* söylemediğini iyi biliyorlardı. Bunu *(İnkâr)* etmiyorlardı. Hattâ Ona, *(Muhammed-ül emîn)* derlerdi. 


*(Emîn)*, güvenilir demek. Hiç yalan söylemez demek. Onların asıl düşmanlığı, *(Kur’ân-ı kerîme)* idi, dolayısıyla *(Allahü teâlâ)* ya karşı idi. 

● ● ● 

Dünyâda en *(Zor)* iş, karar vermekdir. *(Evet)* mi diyecek, yoksa *(Hayır)* mı? 


Yanlışa *(Doğru)* derseniz, yanarsınız. Doğruya *(Yanlış)* dediyseniz, yine yanarsınız. Bu, bir *(Evet)* ve *(Hayır)* meselesidir. 


Hazret-i Ömer *(Hayır)* deseydi, Ebû Cehil’den daha *(Tehlike)* li olurdu. Ebû Cehil *(Peki)* deseydi, hazret-i Ömerden daha *(Üstün)* olurdu. 


Ben Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerinden tek bir *(Şey)* öğrendim kardeşim, o da bana yetdi. Nedir o? *(Hak)* nedir? *(Bâtıl)* nedir? 


Hangisi *(Doğru)*, hangisi *(Yanlış)*. Sonra, kim *(Sevilir)*, kim *(Sevilmez)*. Bunu öğrendim, bu da bana yetdi. 

● ● ●

Bir mü’min, *(Emr-i mâruf)* yapmanın, yâni islâmiyeti *(Yayma)* nın, insanlara bir dînî *(Kitap)* vermenin kıymetini bir anlasa, bu *(Ateş)* kalbini bir sarsa, onu *(Zincire)* de vursanız, durduramazsınız. 


Muhakkak bir *(Şey)* ler yapar. Bu, elinde değildir çünkü. Eshâb-ı kirâm, daha müslümân olur olmaz *(Emr-i mârufa)* başladılar. Hattâ *(Can)* larını, *(Mal)* larını, her *(Şey)* lerini bu yolda *(Fedâ)* etdiler. 


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri buyurdular ki: Bir mü’minin giydiği elbisesi *(Helâl)* olsa, sâdece bir düğmesinin ipliği *(Haram)* olsa, o elbiseyle kıldığı namaz *(Kabûl)* olmaz. Borç ödenir, ama *(Sevap)* alamaz.