Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Rabbimize ne kadar *Şükr* etsek azdır kardeşim. Allahü teâlânın bir kuluna en büyük *İn’âmı*, *İhsânı*, en büyük *İkrâmı*, en büyük *Ni’meti*, ona, *Îmân* nasîb etmesidir.
Eğer bir *Mü’min*, Allahü teâlânın verdiği bu büyük *Ni’metin* kıymetini bilmezse, yâni *Şükr* etmezse, Allahü teâlâ o *Ni’meti* ondan alır. Kur’ân-ı kerîmde var bu.
Allahü teâlâ; *O ni’meti alırım ve ona acı azap yaparım!* buyuruyor. Peki, nasıl şükredeceğiz? Allahü teâlânın ihsân etdiği bu *Îmân* ni’metinin şükrü, ancak mü’minlerin birbirlerini *Sevmesi* ile yapılabilir.
Öyleyse birbirimizi *Seveceğiz* kardeşim, birbirimizin *Kusûrunu* görmiyeceğiz.
Efendimiz aleyhisselâm; *Dîn-ül mer’i, dîn-ül halîlihî*, buyuruyor. Yâni insanın dîni, dostunun dîni gibidir.
Yâhut da, *Dîn-ül mer’i, dîn-ül ahîhi*. Yâni insanın dîni, arkadaşının dîni gibi olur. Hani derler ya; Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyliyeyim.
Bizim bu *Kitaplar*, ehl-i sünnet âlimlerinin kelâmlarıdır kardeşim. Biz kendimizden bir şey katarsak, *Pırlanta* ların arasına, *Cam* parçalarını, *Çakıl* taşlarını koymuş oluruz.
Köşeli parantezlerimiz var. Onlar da, Efendi hazretlerinden işitdiklerimizdir, yâhut da bu büyüklerden birinin *Sözüdür*. Bize âit tek *Kelime* yokdur efendim.
Benim ömrüm, Efendi hazretlerinden duyduklarımın, ondan öğrendiklerimin *Vesîkası* nı, *Kaynağı* nı, *Senedi* ni aramakla geçdi.
Biliyorum, ama yazamıyorum. Çünkü, *Delîlin nedir, vesîkan nedir?* diyecekler.
Onun için, *Bin* den fazla kıymetli *Kitap* karışdırdık, aradık, *Bunu kim buyurmuş?* diye. Onun için binlerce islâm âliminin ismi geçiyor bizim *Tam ilmihâl* kitâbında.
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Eshâb-ı kirâm aleyhimürrıdvân, *Bir* veyâ *İki Dakîka* Peygamber aleyhisselâmın huzûrunda bulunsalardı, o huzûrdan çıkdıklarında *Hikmet* konuşurlardı. Ne demek hikmet?
Yâni hangi *İlim* dalında konuşsa, onun anlatdıklarını, o *İlmin* mütehassısları ve profesörleri anlıyamazlardı. Akılları ermezdi. *Hikmet*, kalpden kalbe akan bir *İlim* dir.
Yoksa, *Ağız* dan çıkan, *Beyin* den çıkan şeyleri anlatmak değildir. O ilim, bir paket hâlindedir. Bir *Kalp* den bir *Kalbe* akar. Ve o paketin içinde bütün *İlimler* vardır.
Hattâ *Müctehid* olurlardı efendim. O bir iki dakîka içinde, *İctihâd* makâmına yükselirlerdi. Çünkü o, *Ledün ilmi* dir, kalpden kalbe *İntikal* eder, yâni akar.
O bakımdan Eshâb-ı kirâmı anlamak ve anlatmak mümkün değildir. Bu, şuna benzer. Bir *At*, bir *İnsanı* ne kadar anlıyabilir? Aynen bunun gibi.
Yine *Mektûbâtı* okumıyan, *İmâm-ı Rabbânî* hazretlerini tanımıyan, *Eshâb-ı kirâmın* büyüklüğünü anlıyamaz kardeşim. *Eshâb-ı kirâmı* en iyi anlatan, İmâm-ı Rabbânî hazretleri olmuşdur.
En iyi *Târif*, onun târifidir. Onun için *Mektûbâtı* çok okumalıyız kardeşim. *Eshâb-ı kirâmı* tanımıyan, Peygamber Efendimizi tanıyamaz. Çünkü Onun talebeleridir.
Çok insanlar, burada *Felâkete* gidiyor. Eshâb-ı kirâmdan herhangi biri, en büyük *Günâhı* işlese bile, Eshâb-ı kirâm olmakdan *Çıkmaz*, yâni o dereceden *Aşağı* düşmez.
● ● ●
Ebû Ubeyde bin Cerrâh radıyallahü anh, bir *Gazâ* dan geliyordu. Bol *Ganîmet* ile, çok *Para* ile dönüyordu. Eshâb-ı kirâm bunu işitip, karşılamaya çıkdılar.
Efendimiz aleyhisselâm onları böyle görünce; *Hayrdır, Ebû Ubeydeyi mi bekliyorsunuz?* diye sordular. Eshâb; Evet yâ Resûlallah, dediler.
O zaman Efendimiz aleyhisselâm buyurdular ki: Siz bundan sonra *Fakîr* olmazsınız. Ben sizin, fakîr olacağınızdan korkmuyorum.
Bilâkis elinize çok *Para* ve çok *İmkân* geçip de, bundan önceki ümmetlerde olduğu gibi, birbirinizi *Kıskanır* hâle geleceğinizden korkuyorum, buyurdular.