Yâdigâr mektûblar 32.mektûb

 Selâmün aleyküm kıymetli kardeşim Fahri Bey

İyd-i sa'îd-i adhânın [mübarek kurban bayramının] hakkımızda ve cümle ehl-i îmân hakkında mübârek olmasını âcizane duâ ederim. Cenâb-ı Hak din ve dünyânızı ma'mûr eylesin.

Kardeşiniz radyoculukdan vazgeçib, yalnız elektrikçilik yapsın. Radyoculuk parası harâm olmasa bile, hayırlı olmaz, bereketli olmaz. Cenâb-ı Hak, Rezzâk'dır. Ondan hayırlı ve halâl rızk taleb etmeli ve halâl iş aramalıyız.

1- Elde mevcûd radyo malzemesini gayr-i müslim vatandaşlara satınız. Onlara şerâb için üzüm satılır.

2- Radyoculuk parası, şerâb,kumar,fâiz gibi sâfî harâm değildir. Mürtedlerden, gayri müslimlerden alınan para halâl olup,müslimânlardan alınan radyo parası mekrûhdur. Hepsinin karışımı halâle pek yakındır, fakat hayırsız ve bereketsizdir. Sermâyeyi ve malzemeyi sarf ve ziyân etmeyib, halâl ve tayyib bir san'ata sermâye yapınız.

3- Borç ödemek farzdır. Mekrûh paradan da ödemelidir. Alana da, ödeyene de günâh olmaz. Kardeşiniz size itâat ederse ne a'lâ! İtâat etmezse tazyîk etmeyiniz. Fitneye sebeb olmayınız. Tatlı söyleyiniz. [1957]

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Kötü arkadaş*, Nefs’den çok daha *Tehlikeli*’dir. Sonra kötü arkadaş, yalnız *İnsan*’dan olmaz. Ahlâk bozan ne varsa, hepsi *Kötü arkadaş*’dır. 


Meselâ Gazete, kitap, dergi, hattâ filim, radyo, televizyon, bunlar *Zararlı* ise, hepsi de *Kötü arkadaş*’dır. 


Gerçek *Dost*, seninle aynı *Îmânı* paylaşan, aynı *Şey*’e inanan, aynı *Zât*’a muhabbeti olan kimselerdir.


Yine gerçek *Dost*, aynı *Kaynak*’dan istifâde eden, ehl-i sünnet vel cemâatın *Kitapları*’nı okuyan ve okutan *Din kardeşi*’ndir. 


Senin, ondan başka *Dost*’un yokdur. Onun için *Dost* seçerken çok dikkat etmek lâzım kardeşim. Meselâ namaz kılmıyan biriyle *Arkadaş* olmak, çok *Tehlikeli*’dir. 


Neden? Çünkü bizim büyüklerimiz; *İnsanın dîni, arkadaşının dîni gibidir*, buyuruyorlar.

● ● ● 

*Anne-baba* hakkı ödenmez kardeşim, çünkü daha dünyâya geldiği an, kulağına *Ezan* okuyor, *Allah* diyor. *Allahü ekber* diyor. 


Ötekiler ne yapıyor? *Kilise*’ye götürüyorlar, *Allah üçdür* diyorlar. Onu *Küfr*’e sürükliyorlar. Onun için en büyük *Mürşid*, anne-babadır, hakları ödenmez. 


Ve bir hadîs-i şerîf var, Peygamber aleyhisselâm; *Size iyilik edene teşekkür etmezseniz, Allahü teâlâya şükretmiş olamazsınız*, buyuruyor. 


Kardeşim, Mektûbât *6* *Cild*’dir. *3* cild *İmâm-ı Rabbânî* hazretlerinin, *3* cild de *Mehmed Masûm* hazretlerinin. 


Bu *6* cild *Mektûbât*’ın özeti, *İki cümle*’dir, sâdece iki cümle. Bu kadar mektupların hülâsası, *İki cümle*’dir. 


Birincisi; *Şerîat-i Muhammediyyeye imtisâl*. Yâni Allahü teâlânın dînine, islâmiyete sarılmak, onu *Öğrenmek* ve *Tatbîk* etmek. 


İkincisi; *Şeyh-i muktedâya muhabbet*. Yâni dînini kimden öğreniyorsan, ona *Sevgi*, *Saygı* ve *Muhabbet* beslemek.

Kurtulmamak ihtimali yoktur

 Bir *Mü’min*, islâmiyetin tamâmını *Bilse* ve *Tatbîk* etse, kurtulmak *İhtimâli* vardır. Fakat bir *Mürşid-i kâmili* tanımış ve sevmişse, onun kurtulmamak *İhtimâli* yokdur,

Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî (kuddise sirruh)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki*:


*Türk-İslâm* âleminde en büyük İslâm âlimi *İmâm-ı Birgivî* hazretlerdir. Kitapları var efendim. Fakat bir *Mürşid-i kâmil* görmediği için *Hatâ* işlemiş. Kitâbının bir sayfasında vehhâbîliği methetmiş. 


Evet, *Vehhâbî* olarak değil, ama *Îzâhı* bunu gösteriyor. Demek ki, bir *Mürşidi* olmıyan, *Hatâ* yapabiliyor. Onun için Efendi hazretleri ne derdi? 


Bir *Mü’min*, islâmiyetin tamâmını *Bilse* ve *Tatbîk* etse, kurtulmak *İhtimâli* vardır. Fakat bir *Mürşid-i kâmili* tanımış ve sevmişse, onun kurtulmamak *İhtimâli* yokdur, buyururdu. 


Bir kimse, *Allah rızâsı* için size bir şey sorarsa, siz de *Allah rızâsı* için cevap verirseniz, velev ki *Yanlış* cevap verseniz de, Allahü teâlâ, onu *Doğrultur* kardeşim. Yâni netîcesi *Hayrlı* olur. 


Niçin? Çünkü esas olan, *İhlâs*’dır, *Niyet*’dir. Siz *Allah için* cevap verdiniz, niyetiniz *Hâlis*. Eğer nefsinize uygun cevap verseydiniz, doğru da olsa, *Yanlış* olurdu. 


Çünkü *Allah için* olmadı, *Nefs için* oldu. Onun için bizim arkadaşların yapdığı işler, hep *İsâbet*’lidir. Hepimiz aynı *Gemide*’yiz kardeşim. 


Bir gün Peygamber aleyhisselâma sordular, dediler ki: *Yâ Resûlallah, en efdâl ibâdet nedir?* Buyurdu ki: *Kelime-i tevhîd* söylemekdir. Yâni *Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah* demekdir. 


Bir başka zaman da sordular. Buyurdu ki: *Namaz kılmak*’dır. Bir başka zaman yine sordular. *Allahın dînini yaymak*’dır, buyurdu. 


Peki, aynı suâle niçin değişik cevaplar verdi? Cevâbı şöyledir ki; *Her suâle verilen cevap, o zamânın şartlarına uygun olarak verilmişdir*. 


Yâni namâzın *Terk* edildiği zaman, en efdâl ibâdet, *Namaz*’dır. Cihâdın terk edildiği zaman en iyi ibâdet, *Allahın dînini yaymak*’dır. 


Hiç kimsenin *Îmân* etmediği bir zamanda en efdâl ibâdet, *Kelime-i tevhîd* söylemekdir.

Yâdigâr mektûblar 30.mektûb

 12 Zilka'de 1376 [11.6.1957] Salı

Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim Fahreddin

Mektûbunuzu aldım, inci gibi dizmiş olduğunuz o güzel yazınızı zevkle okudum. Fârisî çalışmanıza çok memnûn oldum.

Sizlerin muhabere veya topçu veya motorlu vâsıtalara ayrılmanız çok isâbetli olur. San'at bulunan mesleği tercih etmek lâzımdır. [Abdülhakîm Efendi'nin ehibbâsından] Cevad [Yücemen] Bey bu sene hacca gidiyor. Bu perşembe günü Ankara'ya gideceğini haber aldım. Perşembeye kadar kendisini görmeye gayret edeceğim veya mektûbunuzu birisi ile kendisine vereceğim. Siz orada Faruk [Işık] Bey'i bulunuz. Faruk Bey, Cevad Bey'in dünürüdür. Cevad Bey'e, Faruk Bey söylesin veya Faruk Bey'in oğlu Nevzad Bey'i, Faruk Bey'den adresi alarak bulunuz. Nevzad Bey, Yüzbaşı Celâl Bulutlar'ın bacanağıdır. Hanımı kız kardeşine söylesin veya Nevzad Bey, Celâl Bey'e söylesin.

Faruk Bey ve Nevzad Bey mübârek insanlardır. Hayr ve kerem sâhibleridir. Sizin gibi temiz ve müslimân kardeşlere her dürlü yardımı ve iyiliği seve seve yaparlar, onlardan çekinmeyiniz. Faruk Bey'e gidiniz, elini öpünüz. O sizi mahrûm bırakmaz. Herhalde gidiniz, benden de selâm söyleyiniz. Mübârek ellerinden öperim. Îcâb ederse diş tabibi Sabri [Gökkaya] Bey'e de söyleyiniz. Onlar Celâl Bey'e muhakkak yapdırırlar.

3 gün evvel Dil Tarih Fakültesi'ne Süleymân'a [Kuku] mektûb gönderdim. Zarfın içinde Ali [Karaduman] ve Câhid'e [Atasaral] de yazdığım ayrı kağıd var. Süleymân memleketine gitti ise mektûbu Ali ve Câhid alsın. Onlar da yok ise siz alınız. Fakültede kalmasın. Birisinin eline geçmesin.

Abdülhakîm ile iki ay, ilk mekteb derslerine çalışdık. Meârife istid'â verdim. Bir ilk mektebde imtihâna iştirak ettirdiler. Lehülhamd iyi derece ile ilk mekteb şehâdetnâmesini aldı. İkimizde yorulduk. Bir hafta istirâhatdan sonra tekrar derslerine devâm edeceğiz.

Seâdet-i Ebediyye risâlesinin ikinci kısım müsveddeleri hazır. İkrâmiye alınca matbaaya vereceğim, basılacak. İki ay sonra basılmış olur. Bakalım kağıd bulabilecek miyim?

Fârisî Vikâye şerhi var. Birisi (Germîrî) ismi ile meşhur olup İstanbul'da tab' edilmişdir. Bayezid'deki kitâbcılarda ve belki Ankara'daki Muhsin Efendi de vardır. İkinci Vikâye şerhi Hindistan'da basılmışdır. [Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî'nin talebesi Abdülhak Sücâdil Serhendî'nindir.] Bende ikisi de var. Çok güzeldirler. Fârisî Hüseyn Vâiz tefsîri de güzeldir. [Tefsir-i Hüseynî]. Hepinize din ve dünyâ seâdeti için duâ ederim kardeşim.

Hâceniz Hüseyn Hilmi Işık

Doğru söylemiş ama noksan söylemiş

 Yusuf Ziya Bey isimli bir talebesi Abdülhakîm Arvâsî hazretlerine gelip “Ben bugün Bayezid Câmii’nde bir vâiz dinledim. Ağzında kaplama dişi olanların guslü sahih olmaz. Binaenaleyh cünüplükten kurtulmazlar” dediğini nakletmiş. Abdülhakîm Efendi ise, “Doğru söylemiş, ama noksan söylemiş. Eğer Şâfiî mezhebini taklid ederse cünüplükten kurtulur” buyurmuş. Abdülhakîm Efendi’nin talebelerinden Hüseyn Hilmi Işık Efendi de hocasının bu fetvâsını nakleder. Nitekim Seyyid Abdülhakim Efendi, Namaz Risalesi isimli eserinde “Ağzın ve burnun içini yıkamak, yani buralara suyu İsal etmek Şâfiîde farz değildir. Hanefi mezhebinde ise, buralara suyu İsal etmek farzdır. Bunun içindir ki hanefi mezhebinde olanlar, dişlerini kaplatamazlar ve doldurtamazlar. Çünkü, buralara su isabet etmez. Dişini kaplatan veya doldurtan, Şâfiî mezhebini taklit eder” buyurmaktadır. Yine Seyyid Abdülhakim Efendi’nin talebelerinden merhum Necip Fazıl Kısakürek Bey de, İman ve İslam Atlası isimli kitabının 79 ve 80. sayfalarında diş dolgusu meselesini bu şekilde anlatmaktadır.

Necip Fazıl'ı şaşkınlığa uğratan vaaz

 Ramazan Ayvallı, Şair Necip Fazıl ile ilgili bir hatırasını şöyle anlattı: “Üstad Necip Fazıl'dan bizzat dinledim. Merhum Abdulhakim Efendi Süleymaniye Camii'nde vaaz vermektedir. Necip Fazıl da 10 soru yazar ve soruları cebine koyup Süleymaniye Camii'ne gider. Vaazdan sonra soruları kendisine soracaktır. Ancak, Arvasi Hazretleri vaazı sırasında Necip Fazıl'ın sorularını birinciden başlamak üzere tek tek cevaplandırmaktadır. Üstad bir ara (acaba soruları cebimden düşürdüm de eline mi geçti?) diye şüphelenir. Cebine bakar soru kâğıdı yerinde durmaktadır.

Bizi seven imânsız gitmez

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:

Bizi seven, *Îmân*’sız gitmez kardeşim. Çünkü bizi seven, Efendi hazretlerini sever. 
*Efendi*’yi seven de *Seyyid Fehîm* hazretlerini sever, bu böyle Resûlullaha kadar gider. Bu yol, *Ehl-i sünnet* yoludur efendim. Ne demek ehl-i sünnet? 


Yâni Resûlullahın ve Onun eshâbının *Yolu*’nda giden demekdir, Tek kurtuluş *Fırkası* da budur. Diğer yetmiş iki *Fırka*, Cehenneme gidecek, *Îtikad* bozukluğu kadar yandıkdan sonra, çıkıp Cennete gidecekler. 


Bu büyükleri *Tanımak*, sonra *Sevmek* sonra da onlara *Tâbi* olmak lâzımdır. Bu, Allahü teâlânın bir kuluna vereceği en büyük *Ni’met*’dir efendim. En büyük *Şeref*’dir. 

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Îmân* çok hassasdır kardeşim. Bir kelimeyle *Gelir*, bir kelimeyle *Gider*. İslâmiyetin bir emrini hafife almak ve *Küfr*’e sebep olan bir kelimeyi söylemek, *Îmân*’ı götürür. Bir *Tövbe* etmekle de *Geri* gelir. 


Öyleyse *Mü’min*, rastgele yaşıyamaz. Mü’minin en büyük korkusu, *Îmân*’ını çaldırmak olmalıdır, Bizi seven, *Îmân*’sız gitmez kardeşim. Çünkü bizi seven, Efendi hazretlerini sever. 


*Efendi*’yi seven de *Seyyid Fehîm* hazretlerini sever, bu böyle Resûlullaha kadar gider. Bu yol, *Ehl-i sünnet* yoludur efendim. Ne demek ehl-i sünnet? 


Yâni Resûlullahın ve Onun eshâbının *Yolu*’nda giden demekdir, Tek kurtuluş *Fırkası* da budur. Diğer yetmiş iki *Fırka*, Cehenneme gidecek, *Îtikad* bozukluğu kadar yandıkdan sonra, çıkıp Cennete gidecekler. 


Bu büyükleri *Tanımak*, sonra *Sevmek* sonra da onlara *Tâbi* olmak lâzımdır. Bu, Allahü teâlânın bir kuluna vereceği en büyük *Ni’met*’dir efendim. En büyük *Şeref*’dir. 


Hattâ bu *Büyükler*’i tanıyıp, bu büyüklere *Muhabbet* besleyip de, başka yerlerde, başka *Şeref*’ler aramaya kalkan, açıkçası *Şerefsiz*’dir. Çünkü en büyük şeref, budur. 


*Eshâb-ı kirâm* efendilerimiz, Eshâb-ı kirâm olduktan sonra hiçbir şeye *Kıymet* vermediler. Çünkü en büyük *Şeref*’e kavuşmuşlardı. 


Kardeşim, yalnız *Çanakkale*’de, 250 bin üniversiteli *Genç*, tıbbiye’den, mühendislik’den, bütün bu gençleri topladılar, Çanakkale’de hepsi *Şehîd* oldu. 


Neden? *Küffâr içeri girmesin* diye. Bu vatan toprağına, *Kâfir ayağı* değmesin diye. 


Ecdâdımız, dedelerimiz, hep bu *Îmân-Küfr* mücâdelesinde *Şehîd* düştüler. Velhâsıl, biz *Hazıra* konduk kardeşim. 


Ama bunun kıymetini bilmezsek, *Hesâb*’ı sorulur yârın âhiretde. O hesap da *Ağır* olur, cevâbı verilemez. Bunun da tek *Çâresi* var. Mâdem ki bu *Bayrak* bizim elimize kadar gelmişdir. 


1400 seneden beri, *Kan*’la, *Mal*’la, *Can*’la gelmişdir. Eğer bu bayrak, bizden sonraki nesle aktarılmazsa, çok *Kötü* olur.


Bizden sonraki gençlik, bizim *Evlâtlar*’ımız, *Torunlar*’ımız, İslâmiyetden *Habersiz* olurlarsa, daha doğrusu islâmiyeti doğru olarak öğrenemezlerse, *Âhiret*’te, cevâbını veremeyiz kardeşim.

Seyyid Muhammed Kutb-ul Arvasi’nin (kuddise sirruhu) Van/BahçesarayArvas köyündeki kabri şerifi


Seyyid Muhammed Kutb-ul Arvasi’nin (kuddise sirruhu) Van/BahçesarayArvas köyündeki kabri. Kabir Ermenilerce tahrip edilmek istenirken, Allahu Teala’nın inayetiyle kaya kütlesi kabrin üzerine yuvarlanmış,naaş saldırıdan korunmuştur.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu *Büyük* lerin sözlerine lâyık olalım inşallah, *Çok konuşan* bir kimsenin, aklının *Az* olduğu anlaşılır. Ancak *Büyük* lerden anlatmak müstesnâdır. Türkçede bunun bir misâli var. 


Atalarımız; *Kelâmın fıdda ise sükûtun olsun zeheb!* buyurmuşlar, *Fıdda*, gümüş demekdir, *Zeheb* de altın demekdir. Sözlerin *Gümüş* ise, sükûtun *Altın* olsun. 


Hele bu zamanda çok *Mühim* dir bu. Düşünerek konuşun kardeşim. Ben hep düşünerek konuşuyorum. *Lüzûm* suz bir *Söz* söylemiyeceğiz. Hiçbir toplantıda, hiçbir yerde, hiçbir kimseye *Lüzûm* suz bir *Söz* söylemiyelim. 


Hele *Münâkaşa*, çok zararlıdır ve bizde *Yasak* dır. Bizim kitaplarımızda sık sık yazılı; Münâkaşa, *Dostla* da yapılmaz, *Düşman* la da yapılmaz. Çünkü dostla yapılırsa muhabbet *Azalır*, düşmanla yapılırsa düşmanlık *Artar*. 

● ● ● 

*Kandil* geceleri mübârekdir, *Cumâ* gecesi de mübârekdir. Bu iki gece bir araya gelince daha *Kıymetli* olur. Çok *İstiğfâr* etmek lâzım. Günâhlardan sakınmak lâzım. *Dargın* durmamak lâzım. 


Bu, çok mühim. *Üç* gün den fazlasına müsâde yok. Müslümân, *İçki* içmez, *Kumar* oynamaz, *Zinâ* etmez, ama farkında olmadan *Gıybet* edebilir. Bu gibi günâhlardan çok sakınmak lâzım. 


İnsanlar *Üç* sınıfdır kardeşim. Birincisi, *Hayvan* gibi olanlardır. Onların husûsiyyeti, *Benimki benim, seninki de benim!* derler. 


*Köpek* gibi yâni. Köpekler *Kemik* toplarlar ve gömerler. Bir daha toplarlar gene gömerler, bir daha toplarlar gene gömerler, sonra nereye gömdüğünü *Unutur* lar. 


Bir de *İnsan* sınıfı var. Bunlar; *Seninki senin, benimki benim!* der. 


Üçüncüsü ise *Müslümân* ahlâkında olanlardır. Bunlar; *Seninki senin, benimki de senin!* derler. Söylemesi kolay, yaşaması *Zor* dur 


*Hubb-ı fillâh* ve *Buğd-ı fillâh*, bu dînin esâsıdır kardeşim. Birbirimizi çok *Seveceğiz*, birbirimizin kusurlarımızı *Görmiyeceğiz*. Bunlar, bizim *Kitap* larımızda yazılı, *Büyük* ler böyle buyuruyorlar. 


Ne diyorlar: *Mü’minler, birbirinin arkasından (duâ) ederler, münâfıklar birbirinin arkasından (gıybet) ederler!* Büyüklerimiz böyle buyuruyor kardeşim.