Helal lokma yemeli

 ABDULLAH-I İSFEHÂNÎ (Kutbüddîn-i İsfehbezî) "rahmetullahi aleyh" hazretleri buyurdular ki;

 

İbâdetlerden lezzet alamamanın sebeplerinden biri de, haram ve şüpheli yemeklerdir. Eğer yenilen lokma şüpheli ise, ondan; hırs, şehvet, hased, adâvet, düşmanlık ve riyâ doğar. Büyüklerimiz buyurdular ki: "Kim şüpheli bir şey yerse, Allahü teâlâya giden yolu doğru olarak bulamaz. Kim haram yerse, kendisine o yol kapanır. Kim yemede isrâf ederse, kalbi kararır. Kim Allahü teâlâdan gâfil olarak yerse, kalbine kasvet gelir. O zaman ömrü boyunca yaptıkları boşa gider.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Hicret* de, Medîneli kadınlar, *Def* çalarak Efendimizi bekliyorlardı. *Peygamber* efendimiz, hazret-i *Ebû Bekr* ile Medîne’nin az ilerisinde, bir *Ağaç* altında dinleniyorlardı. 


Bir yehûdî onları gördü. Medîne’ye gelince; *Sizin beklediğiniz kişi, falan yerdedir!* dedi. Medîneliler, *Def* çalarak, *Şiir* ler okuyarak oraya koşdular. 


Şiirde; *Böyle güzel görmedik, ay doğdu üstümüze!* diyorlardı. Ağaç altında iki kişi gördüler. Biri biraz *Yaşlı*, biri dahâ *Genç* idi. 


Medîneliler, Peygamber Efendimizin dahâ *Yaşlı* olduğunu bildikleri için, yaşlı olana *Hürmet* ediyor, Ona *Saygı* gösteriyorlardı. 


Ama biraz sonra güneş gelince, *Yaşlı* görünen hemen kalkıp, *Genç* görünenin üzerine doğru eğildi, güneşden râhatsız olmasın diye *Gölge* etdi Ona. 


O zaman anladılar ki, *Genç* görünen, Peygamber efendimizdir. Aslında Peygamber Efendimiz, hazret-i Ebû Bekr’den dahâ *Yaşlı* idi.


Ama O, kimin yanında olursa olsun, dahâ *Genç* ve daha *Dinç* görünürdü efendim. 

● ● ● 

Müslümân olan bir *Cimri* nin, ilerde *Îmân* sız gitme tehlikesi vardır Allah korusun. *Cömert* olan kâfirinse, *Îmân* etme ihtimâli vardır. 


Ne kadar mühim kardeşim. *Hasîs* olan müslümânın, *Îmân* sız gitme tehlikesi var. Niçin? *Vermiyor* çünkü. *Vermeye* alışmamış.


Hâlbuki gün gelecek, *Canını* verecek. Canımızı vereceğiz. Öyleyse *Vermeye* alışalım kardeşim. Vermek *Güzel* şeydir. Allah, verenleri *Sever*, aksine cimriyi *Sevmez*. 


Niçin? Çünkü *Cimri*, vermeyi sevmez. Ölürken *Canını* da vermek istemez, onun için *Rûhu*’nu da *Zor* verir, Canı zor çıkar bedeninden, çok sıkıntılı olur. 


Ama *Cömert* öyle değil. O, vermeye alışıktır. Onun için canını da *Kolay* verir, bir sıkıntı olmaz.

Yâdigâr mektûblar 29.mektûb

 13 Cemâzi'l Âhire 1376 [14.1.1957]

Aleyküm selâm kıymetli kardeşim Fahri Bey

Ne güzel suâllerinizi hâvî olan mektûbunuzu okuyarak çok zevk aldım. Saf bir kalbin akisleri olan ifâdeleriniz rûhuma ferâhlık verdi. Ne yazık ki suâllerinizin hepsine şimdi cevâb yazamıyacağım. Hiç müsâid vaktim yok. Eshâb-ı Kirâm risâlesini bitirdim. Muzaffer'e [Özak] verdim. Fakat kâğıd olmadığı için basılamıyor. Kâğıd bulunca basdıracak. Şimdi Seâdet-i Ebediyye ikinci kısmı hazırlıyorum. Bütün fırsatlarımı ona hasr ettim. Bir aya kadar temâm olur. Bir tarafdan mekteb meşgûliyetim ve Abdülhakîm'in yetişdirilmesi beni çok yoruyor. Muhtelif yerlerden fazla mektûb da alıyorum. Hangisine cevâb vereceğimi şaşırdım. Siz yine mektûblarınızı yazınız. Çok memnûn olurum. Fakat cevâblarını bir müddet sonra yazabileceğim. Mektûblarınızı saklıyorum.

Semerâtü'l-Fuâd kitâbını yazan Sarı Abdullah Efendi 1071'de vefât etmişdir. Kitâbını daha evvel yazdığından İmâm-ı Rabbânî'yi yazacak, daha doğrusu duyacak zemân bulamamışdır. Zîra İmâm-ı Rabbânî (kuddise sirruh) 1034'de vefât etti. Nefahât ve Reşahât kitâbları ise İmâm-ı Rabbânî'den çok evveldir.

Bütün tarîkatlar İmâm-ı Ali'ye; Nakşibendiyye ise hem O'na, hem de Ebû Bekr radıyallahü anhümâya müntehî olur [ulaşır]. Semerâtü'l-Fuâd yalnız bir tarafını söylemiş; doğru söylemiş, fakat noksan söylemişdir. İlm-i ledünnî kapısı, evet İmâm-ı Ali'dir. İlm-i ledünnî, meârif-i vilâyetdir. Hâlbuki bir de kemâlât-i nübüvvet vardır ki onun menba'ı Ebû Bekr-i's-Sıddîk'dır. Kemâlât-ı nübüvvet,kemâlât-i vilâyetden kat kat ziyâdedir. Bütün tarîkler içinde yalnız Nakşibendî büyükleri kemâlât-ı nübüvvete varmışlardır. Diğer tarîkatların bunlardan haberleri olmadığı için, Ebû Bekr-i's-Sıddîk''ı da anlayamazlar. Onlar yalnız kemâlât-ı vilâyeti ve onun menba'ı olan İmâm-ı Ali'yi radıyallahü anh bilirler. Bunlar, Mektûbât'da çok uzun ve açık ve temâmen doyurucu olarak anlatılıyor.Herhalde Fârisî öğrenmeli ve Mektûbâtı okumalısınız. Bak o zemân her suâlinize orada kâfi cevâb bulursunuz. Nakşîlerde hem tarîk-i vilâyet, hem de tarîk-i nübüvvet vardır. Tarîk-i vilâyet bakımından Halvetî ile İmâm-ı Ali radıyallahü anh'da birleşirler. Fakat tarîk-i nübüvvetde daha yükselerek, yalnız Ebû Bekr radıyallahü anh kuyusundan kaynağından ererler. Başkaları Ebû Bekr radıyallahü anh'ın büyüklüğünü bilmediklerinden yalnız İmâm-ı Ali'yi medh ederler. Tabiî hakları var. Onlar tarîkat sarhoşu. Aşk, muhabbet insanı sağır ve kör yapar. Onlar ma'zurlardır. Semerâtü'l-Fuâd kitâbını yazan, Mektûbât'ı görse idi. Oradan bir şey tatsa idi, o zemân böyle yazmazdı. İmâm-ı Ali radıyallahü anh,vilâyet yolunun kemâlât-ı vilâyetin şâhıdır. Ebû Bekr Sıddık radıyallahü anh, kemâlât-ı nübüvvetin, nübüvvet yolunun şâhıdır. 

146'ncı sahîfedeki Melâmet'den maksâd,mubâhları irtikabdır [yapmaktır]. Riyâzet ve mücâhede yapmayıp herkes gibi mubâh lezzetlerle iştigaldir [uğraşmaktır]. Yoksa nemâzı terk değildir. Cemâ'ati terk değildir. Hakîkî Melâmi bunlardır. Bir de zındık Melâmîler vardır. Onlar günâh işler ve nemâzı terk eder. Onlar Semerâtü'l-Fuâd'da yazılı değildir.

146'ncı sahîfede yazılı zevât-i kirâm, daha evliyâlık derecesine varmamış, yalnız sulehâ-yı ümmetdendirler. Fakat herkes bunlara evliyâ zan etmişdir. Evliyâdaki deryâdan bunlara bir damla damlamış; şaşırmışlar, coşmuşlar, bir şeyler söylemişlerdir. Hâlbuki (Men arefellah kalle lisânühü) dür. [Allah'ı tanıyan, az söyler.] Hiçbir Sahâbe nemâzını kazâya bırakmazdı. Sadece vitri geç kılmalıdır. Ya"nî sülüs-ü âhirde [gecenin son üçte birinde].

Selâm ve duâlar ederim kardeşim.

Hakk’ı bilmeyen hayrı da bilmez

 Hakk’ı bilmeyen hayrı da bilmez.. Hayrı bilmeyen de şerden kurtulamaz. Binâenaleyh; hayrdan evvel Hakk’ı sev, şerden evvel Hakk’dan kork!..

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri

(Sevânih'ul Efkâr ve Sevâmih'ul Enzâr)

Hakk’ın mahkûmusun

 Düşün.. Lezzetin Hakk değilse ne hükmü vardır? Demek ki sen lezzet ve elemin değil, Hakk’ın mahkûmusun. Seni cidden mes’ud edecek lezzet, Hakk’ın tecellîsi olan lezzetdir. Seni cidden muzdarib edecek olan elem de Hakk’ın tecellîsi olan elemdir.

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri

(Sevânih'ul Efkâr ve Sevâmih'ul Enzâr)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Süleymâniye câmiinin imâmı *Şevket Efendi* vardı. Bâyezid câmiinde, Pazartesi, Çarşamba günleri *Vaaz* ederdi. Talebeliğimde, sabah namâzına bâzen Süleymâniye’ye giderdim. 


Bir sabah namâzında, Şevket Efendi bir rekâtda, *Kâfirûne* yerine, *Kâfirîne* okudu. Selâm verince, cemâatden bâzıları; *Namâzı tekrar kılalım, yanlış oldu*, dediler. 


Şevket Efendi, onlara cevaben; *İkisi de kâfirler demekdir. Mânâ değişmez, iâdeye lüzûm yok!* dedi. Birkaç gün sonra Efendi hazretlerine geldiğimde, bunu kendilerine anlatdım.


Mübârek; *O namâzı hemen iâde et!* buyurdu. *Namaz olmadı, mânâ tersine döndü!* buyurdu. Ve şöyle îzâh etti: 


Evet, ikisi de *Kâfirler* demekdir, ama biri *Fâil*, diğeri *Mef’ûl* dür. Yâni biri *Etken*, diğeri *Edilgen* dir. 


Biri, *Kâfirler yapar!* diğeri, *Kâfirlere yapılır!* demekdir. Mânâ değişir, namaz bozulur, buyurdu.

● ● ● 

Bir kalp *Zikr* etse, o beden *Hasta* olmaz kardeşim. Kalp, kanı pompalarken; *Allah.. Allah..* diye atarsa, bütün hücreler de *Allah* der ve *Zikr* eder. Böyle olan kişi, hiç günâh işliyemez. 


İnsanlar dörde ayrılır: Birinciler, kendisine ni’met gelince *Sevinir*, dert belâ gelince *İsyân* eder. 


İkincisi, ni’met gelince *Sevinir*, dert belâ gelince *İsyân* etmez, *Sabr* eder, ama o *Belâ* nın da gitmesini ister. 


Üçüncüsü, dert belâ gelince *Sevinir*, *Râzı* olur. 


Dördüncüsü ise, dert belâ gelince ni’metlere sevinmesinden daha çok *Sevinir*, daha çok *Zevk* alır ve gitmesini de *İstemez*. 


Tatlı gelen şeyin gitmesi istenir mi? Bu, vehhâbîlere *Cevâb* dır işte. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, ikiyüz sene önceden *Vehhâbî* lere cevap vermiş. Vehhâbîler diyor ki: 


Hazret-i Ömer, Hazret-i Osmân, Hazret-i Alî radıyallahü anhüm *Şehîd* oldular. Hazret-i Hüseyn’in, *Kerbelâ* da başına neler geldi. Bunların hiçbiri, Peygamber Efendimizden *Yardım* istemedi. 


Çünkü O, *Duymaz*, onun için *Yardım* edemez. Ehl-i sünnet olanlar, kabrlerde *Duâ* ediyorlar, *Ölü* den yardım istiyorlar, onun için *Müşrik* oluyorlar. Vehhâbîler böyle diyor.


Hâlbuki, o *Büyük* ler, bu hâllerinden *Râzı* idiler kardeşim. Ayrıca bunlardan büyük *Zevk* alıyorlardı. Hattâ *Ni’met* den alınan zevkden daha çok *Zevk* alıyorlardı. Onun için yardım istemediler kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler


Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:

 Hastalık lar, Cenâb-ı Hakk’ın mü’minlere bir Lütf’u dur kardeşim. Çünkü âhiretde; Âh, keşke biraz daha hastalık çekseydim de daha çok ni’mete kavuşsaydım! diyecekler. 

 

Cenâb-ı Hak dan gelen herşey Hayrlı dır. Yeter ki biz sebebiyet vermiyelim. Ve mâ zalemehümullah! Allahü teâlâ kullarına zulm etmez. 

 

Ve lâkin kânû enfüsehüm yazlimûn! Ancak insanlar, kendi kendilerine zulmediyorlar. Allahü teâlâ Rahîm dir. Kullarına dâima Merhamet lidir. Ama Şedîd-ül ikâb ismi de vardır. 

 

Yâni çok da şiddetli Azâbı vardır. Azâbı, İsyâna karşılıkdır. Rahmet ise Sebeb siz yağıyor. Gazaba mâruz kalmamak için İtâat edeceğiz. İtâat etdin mi, korkma. Ne gelirse yahşîdir! diyor Ahmed Yesevî hazretleri. 

 

Yâni her ne gelirse, İyi dir. Âyet-i kerîmede; Size her ne iyilik gelirse, Allah’dandır. Her ne kötülük gelirse, kendinizdendir! buyuruluyor. 

 

Âyet-i kerîmenin sonunda Ama hepsi Allah’dan-

dır, hayr da Allah’dan, şer de Allah’dan! diyor. Hayrihî ve şerrihî minellâhi teâlâ. 

 

Hani şer, Nefs dendi? Sebep olmak îtibâriyle Nefs dendir. Ama yaratmak îtibârı ile Allah dandır. İyilik ler de, Kötülük ler de Allahdandır. Hepsini O İrâde eder, O Yaratır. 

 

Eğer Allahü teâlâ bildirmese, Cenâb-ı Hakkı ve sıfatlarını Peygamberler de bilemez. 

 

Onun için Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla, kendi râzı olduğu Yol’u peygamberlerine bildirmiş, Onlar da ümmetlerine bildirmişlerdir. Allahü teâlânın bildirdiği bu Yol’un ismi, Din dir. 

 

Rûhun gıdâsı Din dir, kalbin gıdâsı İlim dir. İlmi olmıyanın, yâni bir Ehli sünnet âliminin yazdığı Kitâbı okumıyanın veyâ Sohbet inde bulunmıyanın gönlü, kalbi Ölür. 

 

Müslümâna gelen her şey Ni’met dir, Hayr dır. Müslümânları, parayla dahî doyuran, Sevâba kavuşur. Allahü teâlâ hepimize Seâdet-i dâreyn ihsân eylesin. 

 

Vücûdumun her zerresi gelse de dile, şükrünün binde birini yapamam bile! buyuruyor İmâm-ı Rabbânî hazretleri. 

 

Allahü teâlâ, kendi Dînini yaymak Hizmet inde kullanıyor bizleri. Yâni çok büyük Ni’mete mazhar olmuşuz kardeşim. Elhamdülillah, çok Şükür Allahımıza. 

 

Bu Ni’met, bütün dünyâ ve âhiret ni’metlerinden Üstün dür Çünkü bu, peygamberlik Vazîfesi dir. Bu hizmeti yapanlar, Peygamberlerin Vârisleri dir. Cennetdeki melekler buraya Gıbta ediyor, imreniyor kardeşim.

Ebû Mensûr Hayyât Hazretleri

Ebû Mensûr Hayyât hazretlerinin talebelerinden Silefî anlatır: “Hocam Ebû Mensûr Hayyât’ın cenâzesinde bulundum. Namazını kılan cemâat çok kalabalıktı. O zamana kadar öyle bir kalabalık toplandığını görmemiştim, insanlar bereketlenmek için onun cenâze namazını, kılmak istiyorlardı. İlk önce Kasr Câmii’ne götürüldü. Orada namazı kılındıktan sonra, izdihamdân namaz kılamayanlar, Mensûr câmii’nde ikinci defa namazını kıldılar. 


Cenâzedeki bu kalabalığı, bir İslâm âlimine bu derece iltifât edilip kıymet verilmesini, müslümanların hüzünlü ve coşkun hareketlerini, kenardan seyreden bir yahudînin kalbi yumuşadı. 


Allahü teâlâ, bu mübârek zâtın hürmetine o yahudiye hidâyet verdi. Kelime-i şehâdet getirip müslüman oldu. Çarşamba günü vefât etti. Perşembe günü güçlükle defnedilebildi.”


Hüseyn bin Hüsrev Belhî anlatır: 

Vefâtından sonra Ebû Mensûr Hayyât’ı rü’yâmda gördüm. 

*“Allahü teâlâ sana nasıl muâmele etti?”* dedim. 

*“Allahü teâlâ beni, çocuklara Fâtiha sûresini öğrettiğim için affetti”* buyurdu.


İslam Alimleri Ansiklopedisi 

5.cild

NAMAZ BÜYÜK EMİRDİR

Âdem aleyhisselâmdan beri, her dinde bir vakit namaz vardı. Hepsinin kıldığı bir araya toplanarak, Muhammed aleyhisselâma inananlara farz edildi. Namaz kılmak, îmânın şartı değildir. Fakat namazın farz olduğuna inanmak, îmânın şartıdır.

Namaz, dînin direğidir. Namazını devâmlı, doğru ve tam olarak kılan kimse dînini kurmuş, İslâm binâsını ayakta durdurmuş olur. Namazı kılmayan, dînini ve İslâm binâsını yıkmış olur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki; (Dînimizin başı, namazdır). Başsız insan olmadığı gibi, namazsız da, din olmaz.  


Namaz, İslâm dîninde îmândan sonra ilk farz edilen emirdir. Allahü teâlâ, kullarının yalnız kendisine ibâdet etmeleri için namazı farz etti. Kur’ân-ı kerîmde yüzden fazla âyet-i kerîmede (Namaz kılınız!) buyurulmaktadır. Hadîs-i şerîfte, “Allahü teâlâ, hergün beş vakit namaz kılmayı farz etti. Kıymet vererek ve şartlarına uyarak, hergün beş vakit namaz kılanı Cennete sokacağını, Allahü teâlâ söz verdi) buyuruldu.


Namaz, dînimizde yapılması emredilen bütün ibâdetlerin en kıymetlisidir. Bir hadîs-i şerîfde, (Namaz kılmayanın, İslâmdan nasîbi yoktur!) buyuruldu. Yine bir hadîs-i şerîfte, (Mü’min ile kâfiri ayıran fark, namazdır) buyuruldu. Ya’nî mü’min namaz kılar, kâfir kılmaz. Münâfıklar ise ba’zan kılar, ba’zan kılmaz. Münâfıklar, Cehennemde çok acı azab görecektir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz buyurdu ki: (Namaz kılmayanlar, kıyâmet günü, Allahü teâlâyı kızgın olarak bulacaklardır.)

Yâdigâr mektûblar 28.mektûb

 1 Zilhicce 1375 [10.7.1956] Yevm-i Terviye Salı  

Ve aleyküm selâm kıymetli kardeşim Fahreddin Bey 

Mektûbunuz vâsıl oldu. Mübârek yazılarınız çok hoşuma gitti.İnşâallah bu mübârek yazılarınız vâsıl-ı tekemmül ederek, hakîkî büyüklerin kıymetli kitâblarını okuyarak ilm-i nâfi sâhibi olursunuz. Din hakkında, sözü i'timâd edilecek kimse artık kalmadı. Herkes kendi görüşü ile söylüyor. Mu'teber kitâbları okumakdan başka çâre kalmadı.

Bağlum'u ziyâret arzunuza memnûn oldum. Bir daha Keçiören'e kadar otobüs ile gider, sonra köye kolayca yürürsünüz. Faruk [Işık] Beyle muârefeniz [tanışmanız], size büyük bir seâdetdir. Kendileri değil Ankara'da, memleketimizde emsâli olmayan bir cevherdir, bir menba'ı seâdetdir, bir pırlantadır. Ondan her dürlü istifâde edersiniz.

Seâdet-i Ebediyye risâlesini iyi okuyunuz ve hattâ ezberleyiniz. Sizin birçok suallerinize orada cevâb bulacaksınız. Suallerinizin cevâbını şöyle hulâsa edebileceğim.

1- İ'tikâda âid en birinci kitâb, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât'ıdır. Fakat Türkçesi fâideli olamıyor. İnşâallah Fârisi öğrenip okumanız nasîb olur. Şimdilik [Şehristânînin bozuk dinleri ve fırkaları anlatan] Milel ve Nihâl tercemesi ve Birgivî Vasıyyetnâmesi ve sonra Ahmed Âsım Efendi'nin Kasîde-i Emâli Şerhi size fâidelidir ve kâfidir. En muvâfık amel kitâbı, Mevkûfât tercemesidir. Bu kitâb güzel ve mu'teber ve güvenilir bir fıkh kitâbıdır.

2-3- Mecmâ'u'l Âdâb ve Necâtü'l-Mü'minîn sâhibleri dinde söz sahibi kimseler değildir. Bunlar nihâyet okuduklarını anlayabilecek hocalardır. Bunların kitâblarında kendilerinden yazdıkları bazı kısımlar vardır; buraları yanlışdır ve çok zararlıdır. Bir halkası çürük olan zincire güvenilemez.

4- Bahsettiğiniz Said Efendi'nin, ilmi vardır. Fakat ilmi kendine ve millete fâideli değildir. Kendisi ve kitâbları fâideli değildir. Din imâmlarımıza ve büyüklerimize tabi' olanların sözleri mu'teber olur.

5- Âişe-i  Sıddîka, Hadîcetü'l-Kübrâ, Fatımâtü'z-Zehrâ radıyallahü anhünne hakkında ve Peygamberimizin sünnetlerini topluca Ahmed Bâki Efendi'nin [İmam Kastalânî'den] iki cild Mevâhib-i Ledünniyye tercemesi çok güzel anlatıyor. Mevsûk [delilli] ve mu'teber bir kitâbdır. Buradan okursunuz.

[6.suale cevâb verilmemiştir.]

7- Abdülhakîm'i Cenâb-ı Hakka güvenerek mektebe göndermedim. Evde okutuyorum. Seneye ilk mekteb imtihânına sokacağım. Küçük kasabalarda bu müşkil olur.

8-Ta'rif ettiğiniz kadın kıyâfeti, temâmen setr ediyor. İyi bir kıyâfettir. Çorabın beden renginde olmaması daha iyi olur.

10- Mevlânâ [Celâleddin Rûmî] tam ve kâmil bir müslimândır. İmâm-ı A'zâm'ın, Muhyiddin-i Arabî'nin ve İmâm-ı Abdülvehhâb Şa'rânî'nin ve diğer büyüklerin kitâblarına düşmanlar kalem oynatdıkları için; Mevlânâ, buna mâni' olmak için kitâbını manzum yazmışdır. Mesnevî çok kıymetlidir; fakat bizim [sizin] gibi câhiller iyi anlayamaz. Bizlere [sizlere] bu kitâbdan fâide değil, zarar hâsıl olur.

11-12-13- [Abdülhakîm Efendi] Şimdi ehl-i tarîk kalmadı; [üstâdı Seyyîd Fehîm efendinin vefat ettiği tarih olan] 1313 [1896] senesinden sonra mürşid-i kamil kalmadı, buyurmuşlardı. Bugün dünyâda hiçbir yerde mürşid-i kâmil [neredeyse] kalmadı. Taklîdciler,câhiller, yalancılar tarikatcı oldu. Yaldızlı sözler ile insanları aldatıyorlar. Hakîkî mürşidler, o büyük insanlar, Peygamberimizin yolunda yürürler, kıl kadar ayrılmazlar. Onlar, Peygamberimizin vekilleridir. Bizim gibi zevallılar, Peygamberimize ve Allahü teâlâya ilticâ etmeği bilemediğimizden, mürşid-i kâmile ilticâ ederiz. Çocuğun, anasına ilticâsına benzer. Mürşidler de Hak teâlânın izniyle imdâda yetişir. Bu husûsda [Abdülhakîm] Efendi merhûmun [Seâdet-i Ebediyye kitabında da yer alan] uzun mektûbu var. [Bir Tesavvuf Mütehassısının Mektûbu]. Görüşür isek size okurum. Hiç şübheli bir nokta kalmaz. Seâdet-i Ebediyye risâlesinin 57. maddesi size fâideli olacakdır.

14- Şerî'atle tarîkat münâsebetlerini en iyi anlatan kitâb Mektûbât'dır.

15- Mevliddeki Kesikbaş hikâyesini okumadım; bilmiyorum. Okursam, bildiririm.

16- Canlı resmine hürmet etmek harâmdır. Makâm-ı ihtirâmda tutulmazsa, harâm değildir. En iyisi hâtıra olarak kapalı mahalde saklamalıdır. Cansız eşyâ resimleri günâh değildir.

Seâdet-i Ebediyye risâlesi benim fikrim değildir. Ben kim oluyorum ki? Hepsi büyüklerin kelâmıdır. Selâm ve duâlar ederim.

Hilmi 

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Amân kardeşim, *Gıybet kanser gibidir!* demişdik ya, hattâ çerçeveletip duvarlara asmıştık. Eğer biri size, bir arkadaşı *Kötüler* se, ona hemen *Sus!* deyin, susturun. Yüz şehit *Sevâbı* kazanırsınız. 


İnsan öldüğü zaman bir *Hiç* dir kardeşim. *Elbise* si bile kendisine verilmiyor. Bütün nesi varsa, *Vâris* leri paylaşıyor, yâhut *Fakîr fukarâ* ya dağıtılıyor. Yâni hiç birşeyini mezara götüremiyor. 


İşte hepimiz görüyoruz, bir *Kefen* le gömülüyor mezarına. Zâten *Câiz* değil efendim. Kabire, *Kefen* den başka şey koymak *Câiz* değil. Dînimiz öyle emrediyor. 


*Mü’min*, kabirde uyanınca, kendini *Cennet bahçesinde* bulacak. Bunu, Peygamberimiz bize müjdeliyor. *Mü’minin kabri, Cennetden bir bahçedir!* buyuruyor. 


Mü’mine, bundan büyük *Müjde* olur mu? Sonra kabir hayâtı, kâfirlere *Asır* larca sürerken, mü’minler için birkaç *Dakîka* olacak. 


İki namaz arasında işlenen küçük *Günâh* ları, Allahü teâlâ *Affediyor* efendim. Namâzın *Kıymet* ini buradan da anlıyabiliriz. Beş vakit namâzını kılan bir *Mü’min* için, ne büyük *Müjde* bu. 


Bir hadîs-i şerîfde, Peygamber Efendimiz aleyhisselâm, Eshâbına; *Birinin evi önünde bir nehir olsa, günde beş kere o nehirde yıkansa, üzerinde kir kalır mı?* diye sormuş. 


Eshâb-ı kirâm da; *Hayır yâ resûlallah, kalmaz!* demişler. Efendimiz de;


*İşte abdest aldığınız zaman, namaz kıldığınız zaman da, o vakte kadar işlediğiniz günâhlar böyle yıkanır, temizlenir!* buyurmuşlar. 

● ● ● 

Allahü teâlâ, kendi *Zâtına* yapılan hakâreti affediyor, ama *Habîbi* ne yapılanı, *Sevgili* sine yapılanı affetmiyor. Hazret-i Peygambere yapılanı *Affetmiyor*. Onun için O, her şeyin üstündedir.


Ve Ona zerre kadar benzerlik, *Mutâbaat*, bütün dünyâ ni’metlerinden *Üstün* dür. Bütün âhiret *Zevkleri* nden, hattâ Cennetlerden daha *Kıymetli* dir, çok daha *Makbûl* dür. 


Allah indinde *Kıymetli* dir. Ne kıymetlidir? Ona biraz benzemek. Meselâ Ona benzemek için, öğleyin bir miktar uyumak, buna *Kaylûle* deniyor.


Abdest alırken *Misvak* kullanmak, bunun gibi, Ona benzemek için yapılan herşey, böyle çok *Kıymetli* dir kardeşim. Büyük *Seâdet* dir.