*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Efendi hazretleri, bir defâsında fârisî olarak; *Ba’de kitâbullah ve ba’de kitâb-ı Resûlullah, efdâl-i kütüb mektûbâtest*, buyurdu.
Ne demek bu? Yâni, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden sonra, islâm kitaplarının içinde en kıymetlisi, *Mektûbât* dır.
*Mesnevî*, daha geride kalıyor. Efendi hazretlerinden böyle duyduğumuz için, *Mesnevî* için yazılanları biz *Te’vîl* ediyoruz. Ne diyoruz?
*Mesnevî*, yalnız tasavvufda benzeri yok. Mektûbât da ise, hem *tasavvuf*, hem *akâid*, hem de *fıkh* var. Onun için *Mektûbât* daha yüksektir, diyoruz.
********
Dînini bilmiyen, ona göre yaşamıyan bir kimse, dünyâ işlerinde muvaffak olamaz kardeşim. Muvaffak olsa bile, mutlaka sonu *Hüsrân* la biter.
Ya hanımından, ya çocuğundan, ya kendinden, kesinlikle mutlu olamaz, râhat edemez. Çünkü hadîs-i şerîf var. *Dünyâda râhatlık yokdur*, buyuruluyor.
Mü’mine gelen râhatsızlık, hastalık, sabretmek şartıyle *İbâdet* dir. Kâfire gelen râhatlık, *Felâket* dir. Birine *Sevap*, diğerine *Azap* var.
Ne tâlihsiz insanlar ki, hem dünyâda, hem de âhiretde *Azap* görecekler.
Dünyâya gönül bağlamamalı kardeşim. Yolcu, yolu tâmir etmekle uğraşmaz. Meselâ *Hacca* giden bir kişi, Orada şu evi, şu apartmanı alayım, diye düşünmez.
Çünkü orada kalmıyacak ki. Bir müddet sonra geri dönecek. Dünyâ hayâtı da böyle işte.
********
Efendi hazretleri, Onu tanıdıkdan bir sene sonra ders okutmaya, *Arabca* öğretmeye başladı bana. Millet bahçede namaz vaktini beklerdi. Daha yarım saat varken, Mübârek beni içeriye, odaya alırdı.
*Arabî* öğretirdi. *Sarf* ve *Nahiv* öğretirdi. Cebinden kâğıt kalem çıkarır, kendisi yazardı, yazardı Mübârek. Sonra bana verirdi, *Al, bunları oku, ezberle!* derdi. Evvelâ kendi okurdu.
O okurken, ben hareke koyardım. Giderken hemen yolda, tramvayda, onları ezberlerdim. Ertesi gün gidince, *Ne yapdın?* derdi. Ezberledim efendim, derdim. *Oku bakayım*, derdi.
Bir okurdum, amân ne hoşuna giderdi Mübâreğin. *Hadi bakalım, sana yeni ders vereceğim*, derdi. Böylece arabî ve fârisî öğretdi bana. Yoksa o kitapların ismini bile bilmiyordum.
Okumak şöyle dursun, böyle şeyler var mıymış, yok muymuş, haberim bile yokdu efendim.