*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Efendimiz aleyhisselâm, Eshâb-ı kirâmdan birini üzgün görünce, sebebini sormuşlar. O sahâbî de *Dünyevî* bir sebep söylemiş.
Bunun üzerine Efendimiz aleyhisselâm; *Ben de, bir namâzı, evvel vaktinde kılamadın da, onun için üzgünsün sandım*, buyurmuşlar.
Yine bir gün de, namâzın ehemmiyeti hakkında; *Birinin, binlerce devesi olsa, hepsini fakirlere dağıtsa, bir namâzın evvel vaktinde kılınması sevâbına kavuşamaz*, buyurmuşlar.
********
Bizim kitaplar şimdi dünyânın her yerine gidiyor efendim. Güney Afrika’da, ismini duymadığımız ne memleketler varmış. Oralara bile *Kitap* gönderiyoruz
Bizim bildiğimiz bir *Güneş* olduğu gibi, bir güneş daha var, o da *Muhammed aleyhisselâm* dır. İnsanın bedeni için, güneş ne kadar çok faydalı değil mi, hepimiz biliyoruz.
İşte Peygamber Efendimiz de, kalbin temizliği için, îmân etmek için, bilsek de bilmesek de, her zaman *Güneş* gibi feyz verir.
Allahü teâlâ, yeryüzünde her hastalığa bir *İlâç* yaratmışdır. Her şey için bir *Şifâ* vardır. Ama kalbin, yâni gönülün şifâsı, *Zikrullah* dır. Yâni kalbimizin ilâcı, Allahı *Zikr* etmekdir.
Harâmları istiyen nedir? *Nefs* dir. Mahlûkların en ahmağı da nefsdir. Çünkü her isteği kendi aleyhinedir. Doydukdan sonra yedirir.
Hep harâmları ister. Allahdan korkanlar, harâm işlemezler efendim. Bunlar, nefslerine gâlip olan *Kahraman* lardır.
Peygamber Efendimiz *Uhud* harbinden döndükden sonra, o kadar şehîd verilmiş, o kadar sıkıntı çekilmiş iken Eshâbına; *Küçük cihâddan döndük, büyük cihâda geldik*, buyurmuş.
Eshâb-ı kirâm şaşırmışlar, anlıyamamışlar. Tekrar kılıçlarını kuşanıp, o yorgunlukla başka yere harbe gidileceğini sanmışlar.
Ve Efendimize; *Nereye, kimin üstüne gideceğiz yâ Resûlallah?* diye sormuşlar. Efendimiz aleyhisselâm da *Nefs ile cihâda, yâni cihâd-ı ekbere gidiyoruz*, buyurmuşlar.