Haram Olan İpek Elbise Giymenin Bedeli

Bu dünyadaki hurmete riâyet etmeyen bir kimse, dâr-i âhirette onun hırmanıyla [mahrûm kalmasıyla] cezâlanır,mahrûm olur.Burada hıllıne riâyet edene,orada onun hakîkati ile mütemetti' olmasını nasîb eder.Böyle mükâfât buyurur.Meselâ buyurmuşlardır: "Dünyada haram olan ipeği giyen,ahirette ipek giymez."İpek ise cennet elbisesidir.Cennete girmeyeceğini gösterir.Cennete dâhil olmayan,cehenneme girer.Zirâ her ikisinden  başka dâr-ül beka [devamlı kalacak yer]yoktur. Kıyamet ise dâr-ül bekadan ibârettir.Âhiret umûru hiçbir sûretle dünyevî işleri kıyâs kabûl etmez.Bu dünyâ fenâ bulmak için halk olunmuştur ki,fenâ buluyor.Âhiret beka için,bekaya lâyık bir surette halk olunmuştur.Beka ile seri-ül fenâ [çabuk fânî] olan şeylerin arasında ne kadar fark var ise,her ikisinin umûr  ve ahvâli arasında o kadar fark vardır.İştirak [ortaklık] ancak elfaz ve ta'birattadır [söz ve ifâdededir.]

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (Kuddise Sirruh)

SON DUÂ

“Her peygamberin, asla, şübhesiz, elbette kabul olacak bir mahsûs duâsı vardır ki; 
her birisi o duasını dünyevî birer hâcetine sarf idüb,
lakin, ben o duâmı; âhirette ümmetime şefâat içün saklamışımdır ki o şefâat inşallahu teala imanla vefat idenlere vasıl olur.”
(Mir’at-ı Kâinât)

HILL VE HURMETİN [Halâl ve haramın] TA'RİFİ

Her şey,hâlık ve mâliki olan Hak subhânehü ve teâlâ ve tekaddesin mahlûk ve memlûküdür.Neyin tasarrufuna izin verdi ise,halâl olur;Mesalâ bir erkeğe,iki kız karındaşlardan birisinin nikâh ile isti'mâlini halâl kıldı,diğerini ona haram kıldı.Onda tasarrufa me'zûn değildir.

Haram demek, sâhibi ve hâlıkı,bu adamı,bunun istimâlinden mahrûm etmiştir,demektir.Halâl ise,o ukde-i hurmeti [haram düğümünü] hal etmiş [çözmüş] demektir.Bir şey bazı kimselere halâl,bazılarına da haram olur.

Bu dünyadaki hurmete riâyet etmeyen bir kimse, dâr-i âhirette onun hırmanıyla [mahrûm kalmasıyla] cezâlanır,mahrûm olur.Burada hıllıne riâyet edene,orada onun hakîkati ile mütemetti' olmasını nasîb eder.Böyle mükâfât buyurur.Meselâ buyurmuşlardır: "Dünyada haram olan ipeği giyen,ahirette ipek giymez."İpek ise cennet elbisesidir.Cennete girmeyeceğini gösterir.Cennete dâhil olmayan,cehenneme girer.Zirâ her ikisinden  başka dâr-ül beka [devamlı kalacak yer]yoktur. Kıyamet ise dâr-ül bekadan ibârettir.Âhiret umûru hiçbir sûretle dünyevî işleri kıyâs kabûl etmez.Bu dünyâ fenâ bulmak için halk olunmuştur ki,fenâ buluyor.Âhiret beka için,bekaya lâyık bir surette halk olunmuştur.Beka ile seri-ül fenâ [çabuk fânî] olan şeylerin arasında ne kadar fark var ise,her ikisinin umûr  ve ahvâli arasında o kadar fark vardır.İştirak [ortaklık] ancak elfaz ve ta'birattadır [söz ve ifâdededir.]

Meselâ cennet,burada bostan,orada cennet denilen dâr-üs-seâdet-il-ebediyye [ebedî seâdet yeri],cehennem burada derin ateş kuyusu, orada cehennem itlâk buyurmuş [ismini vermiş] olduğu,dâr-ül azâb ve dâr-ül ikab-il ebediyye [sonsuz azâb yeri] demektir.
                       
                             Seyyid Abdülhakîm Arvâsî ( Kuddise Sirruh ) 

BEREKET

BEREKET

“Mervidir ki, hazret-i resûle (sallallahu teala aleyhi ve sellem) bir hatun bir kab içinde bal armağan gönderdi. Bal geldikte ‘esel (bal) alınub kabı boş gönderilür. Lakin, kudret-i hakk ile, evvelki kabı yine eselle dolu vardıkta, hatun gelüb;
-Yâ Resûlallah! Niçün benim hediyemi kabul itmediniz, acaba suçum nedir?
deyu gamnâk (gamlı, tasalı) oldukta;
-Biz senin hediyyeni kabul ettik. Lakin gördüğün ‘esel, Allah cânibinden sana hediyye gelen berekettir.
Hatun şâd u bermurâd (çok mutlu) gidüb cümle ehl-i beytiyle (ev halkı ile) nice zaman ol eselden vâfir (çok, bol) yiyüb asla eksilmedi.
Bir gün hata ile ol esel-i mübâreki gayri kaba boşaltmağın, eksilüb kalmayub hazret-i resûle haber virdikde;
-Evvelki tarafda dursa idi sana ve ehl-i beytine dünya ömri kadar zamana dek vefa (yetme, kafi gelme) idüb elsilmezdi
diyu buyurmuşlar”

(Mir’at-ı Kâinât)

CENNETİN ANAHTARI

Resûl-i Ekrem (sallallahu teala aleyhi ve sellem) Efendimiz yâr-i güzîn olan Hazret-i Ebûbekri sıddîk (radıyallahu teala anh) Efendimize, mağarada buyurdular ki;
“Seni sevmeyen Cennete giremez, yetmiş peygamber ameli kadar ameli de olsa”

TAHFÎF-İ RESÛLULLAH

TAHFÎF-İ RESÛLULLAH
“sallallahu teala aleyhi ve sellem”
Kütüb-i mu’teberede mezkûrdur ki;
Hazret-i Resûlü “mecrûh oldu (yaralandı)” deyu, yahud “kendi ya askeri mağlub oldu” deyu, ya “münhezim oldu” (yani hezîmete uğradılar) deyü ayıblasa (hafife alsa),
Yahud, “Resûlullah (sallallahu teala aleyhi ve sellem) bazı gazâlarında sındı (korktu, çekindi) dese,
Velhasıl Resûlullah’ın (sallallahu teala aleyhi ve sellem) izzet ve şerefine layık olmayan bir küçük nesne, ifade, şey isnâd etse; gerek tahkîr kasdıyle etsin, gerek kasd etmesin, söylemiş olması ile kâfir olması beynel eimme (müctehid imamlar arasında) muhakkık ve müttefik olub (ittifak ile hakk kabul edilmiştir), o kimseye tecdîd-i tevbe yani imana teklif olunur. Ederse; İmâm-ı A’zâm ve İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Şafiî (rahmetullahi teala aleyhim) katında tevbesi makbûle olub, katlden (öldürülmekten) kurtulur. Tevbe etmez ise, küfrü bakımından elbette katl olunur.
İmâm-ı Muhammed ve İmâm-ı Mâlik ve İmâm-ı Ahmed bin Hanbel katında tecdîd-i îmân ve tevbe ederse îmânı makbûl olub, lâkin tevbesi, zındığın yakalandıktan sonraki tevbesi gibi makbul olmayıb, onu katl etmek elbette hakk-ı resûl olmasındandır.
(Mir’at-ı Kâinât)

HER İLM

Hasan-ı Basrî (kaddesallahu teala sirreh) hazretlerinden rivayettir ki;
“Kur’anda cemi-i ulûm-i evvelîn ve âhirîn (geçmişteki ve gelecekteki bütün ilmler) cem’ olup (toplanmış), lâkin cümlesini bilmek Cenâb-ı Hakka mahsus olub, ekserini Habîbine bildirmiştir.”
Dahi dimişlerdir ki;
“Levh-i mahfûzda Kur’ân-ı azîmin her harfi Kaf dağı kadar büyük ve hurûf-i mukattaa (Kur’an’ın 29 suresindeki; elif lam mim, elif lam, elif ra, kaf, sad, nûn.. gibi rumûs harfler) üzere yazılmış olub, her harfin altında ol kadar ma’nâlar vardır ki cümlesini hemân hazret-i perverdigâr (sallallahu teala aleyhi ve sellem) bilür.

(Mir’at-ı Kâinât)

KIRÂAT

Mervîdir ki;
Kırâat-ı Kur’ân bir nimettir ve kerâmettir ki, Hakk teala onu Âdem’e (aleyhisselâm) mahsus itmiştir.
Zîra, mervîdir ki zümre-i melâikeden sudûr etmeyüb (melekler Kur’an kırâat etmezler) cins-i insden istimâ’na (insanlardan dinlemeye) harîslerdir (çok arzuludurlar).

(Mir’at-ı Kâinat)

YEMENİN AĞAÇLARI

Efendimiz aleyhissalatü vesselam, hazreti Alî “kerremallahu vecheh” efendimize devesini verir ve Yemene yollar. Buyururlar ki;
-Yâ Alî! Yemene varub Ukayla ulaştığında seni karşılamağa gelen halkı gördüğün zaman; taşa, kerpiçe;
یا حجر ، یا مدر و یا شجر! رسوالله یقرؤکم السلام
(Allahu tealanın resûlü size selam eyledi, ey ağaçlar, ey taşlar!)
diyesin!
Hazreti Alî dahi varub emr-i Resûlullah ile amel ittikde, yeryüzünden cûş u velvele, hurûş u gulgule (yüksek ve coşkun sesler) ile
علی رسول الله السلام
İşitilüb, hâzır olan cemaatler hayran kalub ve cümlesi îmâna geldiler.

( Mir’at-ı Kâinat)

BEREKET

“Mervidir ki, hazret-i resûle (sallallahu teala aleyhi ve sellem) bir hatun bir kab içinde bal armağan gönderdi. Bal geldikte ‘esel (bal) alınub kabı boş gönderilür. Lakin, kudret-i hakk ile, evvelki kabı yine eselle dolu vardıkta, hatun gelüb;
-Yâ Resûlallah! Niçün benim hediyemi kabul itmediniz, acaba suçum nedir?
deyu gamnâk (gamlı, tasalı) oldukta;
-Biz senin hediyyeni kabul ettik. Lakin gördüğün ‘esel, Allah cânibinden sana hediyye gelen berekettir.
Hatun şâd u bermurâd (çok mutlu) gidüb cümle ehl-i beytiyle (ev halkı ile) nice zaman ol eselden vâfir (çok, bol) yiyüb asla eksilmedi.
Bir gün hata ile ol esel-i mübâreki gayri kaba boşaltmağın, eksilüb kalmayub hazret-i resûle haber virdikde;
-Evvelki tarafda dursa idi sana ve ehl-i beytine dünya ömri kadar zamana dek vefa (yetme, kafi gelme) idüb elsilmezdi
diyu buyurmuşlar”

(Mir’at-ı Kâinât)

HERŞEY ASLINA RUCU EDER

HERŞEY ASLINA RUCU EDER

Topraktan geldik yine toprak olacağız…
Tek tesellimiz, şu gök kubbede hoş bir seda bırakmak!
Hüzünlüyüz, üzgünüz, acımız büyük!
Kendisini tanımakla kelimelerle anlatılamayacak, yazı ve söz ile ifade
edilemeyecek değerde kıymetler kazandığımız, insanlığımızı, taat ve ibadetlerimizi, hakiki özgürlüğün ne demek olduğunu anlamamızı sağlayarak hayatımıza yeniden yön veren;
Kıymetli büyüğümüz, efendimiz, manevi babamız, ağabeyimiz, kendilerine evlad, gardaş olarak bizleri kabul eden, kulluğun tadını bedenin bütün hücrelerinde hissetmiş, benlik ve enâniyetten uzak olan;
Allahu teâlâ’ya ve onun sevdiklerine yakın, sevmediklerine uzak, hak ve hakikati ifade etmekten asla geri durmayan, insanlığın kurtuluşu için 82 yıllık ömrünün neredeyse tamamını kendinden önceki hocalarına uymak suretiyle samimi bir niyyetle ilim, amel ve ihlas ile hakikat aleminin hallerine vakıf olmaya çalışarak geçiren;
Samimi, sevecen, müşfik ve de kalender;
Ailesinin, sevdiklerinin ve dostların dertleri ile dertlenen, sevinçlerine ortak olan, asla nefsi hareket etmeyi sevmeyen “Kendisi için yaşayan ve sadece kendisini düşüneni sevemiyorum” diyecek kadar açık;
“Bizi sevmek kolay değil, bedel ister” diyecek kadar kendilerinden emin;
-İstişare ve karar verdikten sonra işin tamamı bitirmek için gece ve gündüz her türlü riski göze alabilecek kadar dirayetli ve çalışkan;
“Yanlış iş üzerine doğru iş yapmayı sevemiyorum” diyerek yanlış önce o işin düzeltilmesini sağlamak, sonrada işin doğrusunu bildirerek, doğruların artmasını, yanlışların azalmasını ve hakikatin ortaya çıkararak her daim kötülüğü men ile iyiliğe sevk eden;
-İlm-i ile amil, hali ile malum, ortaya koyduğu eserleri ile kıyamete kadar anılacak olan, katıksız, saf ve temiz bir silsile ile Resulü Ekrem Muhammed Mustafa “sallallahu teala aleyhi vessellem” efendimize bağlanarak, onların ahlakı ile ahlaklanan, yolarının özelliği ile kısa yoldan Allahu telaya kavuşturan, Nakşi, Müceddidi ve Hâlidi yolunun tesirli nefesi, sarsılmaz direği, haller menba-ı, gönüller sultanı, Süleyman Kuku Ahmedoğlu ( A. Fârûk Meyan) efendimiz hicri 1440 yılı Zilhicce ayının birinci Cuma günü ( M: 02 Ağustos 2019-Cuma), öğleden sonra duaların kabul olduğu saatlerde Allahu telanın rızasına boyun eğerek darül bekâya, sonsuzluk alemine intikal etti.

Beyt:
Cihanda bundan daha güzel hangi şey olur,
Seven dostuna gider, yâr yârına kavuşur.

Allahu teâlâ’ya kulluğunun ifadesi olarak;
Beyt:
Müflis olarak senin kapına geldim,
Yüzünün güzelliğinden bir şey isterim.

Üzgünüz, çok uzun süre beraber olduğumuz (aciz, otuzbeş seneye yakın bir beraberlik yaşadığım, anamdan, babamdan kardeşlerimden daha çok beraber olduğum), her halimize vakıf, bizi seven, öğreten, koruyan hocamızı, manevi babamızı kara toprağa teslim etmek bize çok ama çok tesir etti.

Beyt:
Ayrılığın acısı az olsada az değildir,
Gözde kıl olsa çok görünür.

O kadar tesir etti ki, kimse kimseyi göremez, halini soramaz ve ne yapacağını bilemez oldu. İlim gitti. Akıl gitti. Halimiz perişan oldu. Bakmaya doyamadığımız, her sözüne, nefesine can kulağı ile dinlemeye çalıştığımız büyümüzün ayrılığı yaktı, yıktı. Sözün bittiği yer burası idi.
Ne yapacağını bilemez bir halde na’şını evden alarak önce camiye sonra da aile mezarlığa omuzlar üzerinde bütün sevenleri ile beraber taşıdık. Ayrılığın son demlerinde takâtimiz bitti, nefesimiz tükendi. Okunan kuran-ı kerim ve naâtlarla gönlümüz biraz ferahladı. Bu onlarla beraber “Muhabbet Çeşmesi’ ne son inişimiz idi.

Beyt:
Ey dost, buraya gelki, ikimiz topraktanız
Yabancı gibi durma, bir yerden âşinayız.

Kendi şiirlerinde kendisini kucaklayan kara toprak için söyle diyorlardı.
(15 Şaban-1410–Pztesi / 23 Mart 1989 Perşembe)

SEVDİM SENİ
Ele soğuk bana sıcak
Ele mezar bana kucak
Ele duman bana ocak
Kara toprak sevdim seni!

Kokunda Habîbullah var
Altında Halîlullah var
Gıbta eden Arşullah var
Kara toprak sevdim seni!

Ateş olup yakma sakın
Emr-i Haktan çıkma sakın
Süleymanı sıkma sakın
Kara toprak sevdim seni!

Acının tarifi yapılsada anlaşılması ancak yaşanınca, tadınca anlaşılır. Aziz milletimiz örf ve adetlerinde bu bilindiği için yakın, eş dost, seven sevmeyen, bilen bilmeyen o acı günde insanlığın icabı biraraya geli de bu acının kısa zamanda telafi için cenaze evini taziye ederler. Bu acı günümüzde bizleri yalnız bırakmayan taziye eden herkese teşekkür ediyoruz.
Allahu teâlâ razı olsun. “Eden kendine eder”.

Beyt:
Sana söylemiyene susman daha iyidir
Seni yad etmiyeni unutman daha iyidir.

Şiir:
Kim bana kulluk dışı davranırsa
Dostum olmaz çok, yakının da olsa
Kendimi ve akrabamı terk ettim
Öylesi bana ağyardır, yârım da olsa

Buyururlardı ki
- Doğrularım için tebrîk ve tasdîk etmediniz ki, yanlışlarım için tenkîdiniz âdil olsun.
- Keşke bazı kimselerin beni sevmediği kadar, ben de nefsimi sevmeyebilsem.
- Hasedin altında düşmanlık yatar. Yoksa gıbta yeterlidir.
- Kişinin menfeati söz konusu olursa, ihsân adâlet, adâlet zulum olur.
- Kendi hakkında âdil davranan kişi görmedim.
- Sen dua etmene bak, âmin deyen çok bulunur.
- Ölümcül bir hastalığın akabinde söyledim: Yâ Rabbi, bana bir nefes ikrâm edersen, onu Habîbinin dinine hizmette harcamamı nasîb eyle!
- Rabbini unutmak, aslını unutmaktır. Mert işi değildir. Zordur. Büyük suçtur. Rabbini zikretmek ise, kulluğun icâbı ve kulun şerefidir.
- Küçücük bir bedene, koskoca kâinâtı sığdıran Rabbimin san’atına hayran kalmayan ahmaktır.
- Kul ubudiyyeti anladığı kadar rubûbiyyeti, rubûbiyyeti anladığı kadar ubûdiyyeti anlar.
- Şerîat, rububîyyeti ve ubudiyeti bilmek içindir. Bütün iyilikler bunu bilmede, bütün kötülükler ise bunu bilmemede saklıdır.
- Ölümü unutmayan günah işlemez.
Mısra:
Unutmak dostluğa sığmaz
- Allahu teâlâyı zikreden günah işlemez.
- Evliyâyı seven günâh işlemez.
- Günâh işlemek zor, sevab işlemek kolaydır. Çünkü günahdan Hak teâlâ, melekleri, peygamberleri, âlimler, veliler ve hatta akıl râzı değildir. Sevabdan ise hepsi râzıdır.
- Bütün günahların ve kötülüklerin başı gaflettir. Gafleti îras eden ise, nefistir. Bunun için büyük hocaya [mürşid-i kâmile] ihtiyaç vardır.
- Başıma gelen sıkıntı ve üzüntülere, ille de bir sebeb söylemek icâbetse, hocama olan katıksız, eşsiz muhabbetimdir derim. Zira bu kadar lekesiz muhabbeti dünyada kime verirlerse, bedeli olan acılık ve üzüntü ile imtihan ederler. Kazanan kazanmış, kaybeden kaybetmiştir.
Kim yalan söylerse, mahcûb olacak,
Dostları içinde yalnız kalacak.
Yüzü kızaracak varsa şerefi,
İzzet arar iken, zillet bulacak.
Beyt:
Her nereye gitsem hep seninleyim
Sanma ki yalnız başıma giderim.

Onların duaları ile yazımızı kıymetlendirerek inşaallah amin diyelim…..

SON
Bakıp da görmiyen gözden,
Duyup da işitmeyen kulaktan,
Tefekkür etmeyen kalbden,
Sabır ve Şükre yol vermiyen ilimden,
Hakla tutmayan elden,
Hakla ve Hakka yürümeyen ayaktan,
Helalla doymadan mi’deden,
Secde ve rukû’ tevazu’u göstermiyen baştan,
Secde eseri taşımayan simâdan,
Hakka gadabdan, zulme alkıştan,
Rabbinden gafil gönülden,
Hakkı görür gibi olmayan yakînden,
Nefsini düşünen beyinden,
Kulluk yerine, efendiliğe özenen zihinden,
Hak kelâm yerine malâyanî ile doldurulan hâfızadan,
SANA SIĞINIRIM RABBİM

Beni ve sevdiklerimi koru; ey sevdiklerine özel muâmele eden ALLAH’ım. Âmin, âmin ve selâmün alel-mûrselîn ilâ yevmiddin.

Osman Nuri Bilen