TEVBE-İ NASÛH

Mu’âz bin Cebel “radıyallahu teala anh” hazretleri, Efendimiz aleyhissalâtü vesselâma arzeder:
- Yâ Resûlallah! Tevbe-i nasûh nedir?
Peygamber Efendimiz “sallallahu teala aleyhi ve sellem” buyurdular:
- Tevbe-i nasûh oldur ki;
Kul kendi günâhına pişmân ola, (hiç)bir vecihle ki (hiçbir şekilde) ol günâha avdet itmeye (dönmeye). Nitekim, sağılmış süt memeye avdet itmez.

KÂİDE

Birisi şöyle demiş:
“Müsliman yalan söyler mi, gıybet yapar mı, iftira atar mı?”
Söyler de,
Yapar da,
Atar da!
Bunları yapan iyi müslüman mıdır?
Hayır!
Bunların hepsi günahtır, kötüdür.
Ama sebeb-i küfr değildir.
Eğer, bu günahlarını beğenip “iyi, güzel, doğru” demiyorsa.
Kâide ne idi?
“Allahu tealanın kötü ve çirkin dediğine iyi ve güzel, güzel ve iyi dediğine kötü ve çirkin demek KÜFR’dür.”

SAVAŞ

Ortada bir savaş var.
Topla, tüfekle değil.
Kalemle, televizyonla, radyo ile, internet ile ...
Bizi biz yapan değerlerimizi;
îmânımızı, ahlâkımızı, ailemizi, târihimizi ...
Kendilerine benzeterek bizi kendilerinden eylemeye çalışan ehl-i küfr ile olan bir savaş.
Yeni değil bu, asırlar evvelinden beri var ola gelen bir savaş.
Acı olan;
“Bizim” dediklerimizin, suflî hesab ve menfaatleri uğruna düşmanın hilelerine aldanması ve bizi içten çökmeye vesile olmalarıdır.

Yâ Rabbî!
Bize dirâyetli devlet adamları, ehl-i sünnet dîn adamları ihsan eyle!
Böyle devlet ve dîn adamlarının arkasında toplanıp senin yolunda ve rızan için ölmeyi nasib eyle!
Âmin.

ALÂMET

ALÂMET

Kıyamet alâmetlerinden biri:
Hazret-i Mehdî Mekke’ye gittiği zaman, İslamiyetin doğrusunu götürdüğünde, oranın dîn adamı, müftüsü, en büyük adamı diyecek ki;
-Bu adam nerden çıktı? (Hazret-i Mehdî için) Bizi dînimizden ediyor.

O kadar, dîn bozulacak! Doğrusu götürüldüğünde, doğrusuna “bozuk” diyecek hale gelecek, efendim.

(30.08.2018)

Âlimlerin zîneti ‘Bilmiyorum’ demekdir

Âlimlerin zîneti ‘Bilmiyorum’ demekdir. İşte bütün hâdise bu.

Bilmiyorum’ derse onun âlim olduğuna alâmetdir

Âlimlerin zîneti nedir? Âlimlerin zîneti, “Bilmiyorum” demekdir. İşte bütün hâdise bu. Bilmiyorum demesi, onun âlim olduğuna alâmetdir. “El câhil-ü cesûrün”. Câhil ne olur? Cesur olur. Her şeye cevâb verir. Atar atar, söyler. Âlim ise, her kelimesinden korkar. Bir kelime söyliyecek olsa, vesîkasını bulmadan söyliyemez.

Onun için soruyorlar imâm-ı Şâfiîye; “Sen imâm-ı Mâliki gördün, nasıl biriydi? Gerçekden medhetdikleri kadar âlim miydi?” diyorlar. İmâm-ı Şâfiî de; “Ben Onun, medhetdiklerinden de daha fazla âlim olduğunu bir yerde iyi anladım” diyor. “Nasıl anladın?” diyorlar. Şöyle anlatıyor:

“Bir yerde ders yapıyordu, sohbet yapıyordu. Yüzlerce dinleyici vardı. Kendisine otuz tâne suâl sordular. O suâllerden yirmi ikisine cevâb verdi. Geri kalanlarına ise, ‘Bilmiyorum’ dedi. ‘Bunların cevâbını bilmiyorum Araşdırayım, öğreneyim, o zaman söylerim’ dedi. İşte ben, Onun ‘Bilmiyorum’ demesinden, derin âlim olduğunu anladım”.
(Hüseyin Hilmi Işık rahmetullahi aleyh)

NOT;
Şimdi herkes herşeyi biliyor. Hele hoca, şeyh bilinenler... Tevazu sıfır. Burunlarından kıl aldırmazlar. Derhal hüküm verirler. İşkembe-i kübradan atarlar. Şu islam aliminin, şu kitabının, şu bahsinde şöyle yazıyor diyemezler. Çünkü bilmezler. İşte ahir zaman budur...

HEP SAĞ, DAİMA SAĞ

Peygamberimizin süt annesi 
Halime Hatun anlatıyor:

«— Benî Saad kabilesinden birçok kadın, Mekke'ye geldik. Mekke büyüklerinin çocuklarını alıp yetiştirelim diye... Benimle gelen kadınların hepsine Allah'ın Resulünü sundular.

Öksüz diye kimse kabul etmedi. Kadınlardan her biri kısmetini buldu, gitti. Elleri boş, bir ben kaldım.
Zevcime/kocama dedim ki: «Ellerim boş dönmek bana girân geliyor. Ben de yetimi alsam bari!»
Çocuğu almaya gittim. Mübarek vücudunu bir yeşil ipeğe sarmışlar, üstüne de beyaz bir sof dolamışlar.
Beyaz saf sütten ak ve misk kokulu... Allah'ın Resulü arka üstü yatmış, mışıl mışıl uyuyor.
O kadar güzeldi ki, yüzüne dalıp kaldım ve uyandırmaya kıyamadım. Elimi göğsünün üstüne koydum.
Gözlerini açtı, yüzüme baktı ve gülümsedi. Sanki gözlerinden, gökleri tutan bir aydınlık fışkırdı.
İki gözünün arasından öptüm. Sağ mememi verdim, aldı. Dilediği kadar süt emdi.
Derken sol mememi verdim, almadı. Ondan sonra hiçbir defa sol memeden süt emmedi. Hep sağ,daima sağ...»
Çöle İnen Nur'dan

SEVAP ZANNEDİLEN GÜNAHLAR

SEMA YAPMAK: Mevlana hazretlerine atfedilir. Ancak ne Mevlana ne de başka bir İslam büyüğü ile hiç bir ilgisi yoktur. Mevlana'dan 3-4 yüzyıl sonra, sapkın tarikatçılar tarafından uydurulmuştur. Mevlana hazretleri, ne bir kez ney çalmış, ne de dönmüştür.
MÜZİKLİ İLAHİLER: Müzik, tıpkı içki ve zina gibi katî haramdır. Aksini iddia edenin kâfir olmasından korkulur. Buhari de ki hadis-i şerifte, Ahir zamandan ümmetimden bazıları, müziği helal sayacaktır! buyrulmaktadır. Def ve davul gibi çalgılar düğünlerde çalınır. Ancak ilahilere hiç bir çalgı karıştırılamaz. Peygamber efendimiz, girdiği bir evde, def ile kendisini övmeye başlayan cariyelere, Beni söylemeyin! Beni söylemek ibadettir. İbadete eğlence karıştırılmaz! buyurmuştur. [İ.Gazali, Kimya-ı Saadet]
KADIN HAFIZLARDAN KURAN DİNLEMEK: Kadınların sesleri mahremdir. Zaruretsiz yabancı erkeklerle konuşmaları haramdır. Fıkıh kitaplarında:
*Kadınların yüksek sesle veya yumuşak konuşmaları ve seslerini namahreme duyurmaları caiz olmadığı için, ezan ve ikamet okumaları da caiz değildir.
(Redd-ül Muhtar)
*Genç kadın, yabancı erkeğe selam veremez ve aksıran erkeğe bir şey söylemez ve kendine söylenince de cevap vermez. (Hamevi Eşbah şerhi)
KADINLARIN CAMİYE GİTMELERİ: Peygamber efendimiz, bir kadın için namaz kılacağı yerlerin en hayırlısı, kendi evidir! buyurmaktadır. Fıkıh kitaplarında da:
*Kadınların beş vakit namaz için veya cuma, teravih ve bayram namazları için, camiye gitmeleri caiz değildir. (Redd-ül-muhtar) buyurulmaktadır.
KADINLARIN, MAHREMSİZ HACCA VEYA UMREYE GİTMESİ: Peygamber efendimiz; (Kadın, yanında bir mahremi olmadan hacca gidemez) buyuruyor. Giderse, haccı sahih olur ise de, haramdır. Erkeği ile gidince de, otelde, tavafta, say’da ve taş atarken, erkekler arasına karışması haccın sevabını giderdiği gibi, büyük günaha da girer. Ebedi mahrem erkeği bulunmayan kadın, ihtiyarlayınca, göremez olunca veya iyi olmayacak bir hastalığa yakalanınca, yerine vekil gönderir. Daha önce göndermez.

İlim mi üstündür dünya malı mı?

On kişi gelip hazreti Ali (radıyallahu anhu) efendimize sırayla şu soruyu soruyorlar:

“Ya Ali ilim mi üstündür dünya malı mı?“

Hazreti Ali (radıyallahu anhu) efendimiz birinciye;

“İlim üstündür, çünkü ilim peygamberlerin mirasıdır, dünya malı ise firavunların mirasıdır.”

İkinciye;

“İlim dağıttıkça artar, dünya malı ise dağıttıkça azalır.“

Üçüncüye;

“İlim sizi korur,dünya malını ise siz korumak zorundasınız.”

Dördüncüsüne;

“İlim seninle mezara girer ,dünya malı ise sizi bırakır kabre girmez.”

Beşincisine;

“İlim sahibini seven çok olur,dünya malına sahip olan ise kıskanılır ve düşmanı çok olur.”

Altıncısına;

“İlim sahipleri onurla azametle anılır,dünya malına sahip olanlar ise cimrilikle suçlanır.“

Yedincisine;

“İlim eskimez ,bozulmaz ,yıpranmaz,dünya malı ise yıpranır eskir ve bozulur.“

Sekizincisine;

“İlim kalbi nurlandırır yumuşatır,dünya malı ise kalbi katılaştırır.”

Dokuzuncusuna;

“İlim sahipleri kıyamet günü şefaat ederken,dünya malına sahip olanlar hesap verecekler.”

Onuncusuna;

“İlim sahipleri mütevazı alçak gönüllü olur,dünya malına sahip olanlar ise enaniyetine düşkün gururlu olurlar.”

Hazreti Ali(radıyallahu anhu) buyuruyor ki;

“Kıyamete kadar gelen insanlar herbiri gelse hepsine ayrı ayrı cevap veririm, hiç bir cevabım birbirine benzemez.”

Hilmi hocamız ve Prof.Arif Nevşahi

Hilmi hocamız ve Prof.Arif Nevşahi 
Fotoğrafda arka planda duvarda asılı olarak Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin yeşil silsile-i şeriflerini görünüyor.

Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin Nedimi Şâkir amca ve Manevi evladı Hüseyn Hilmi Işık hazretleri

Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin Nedimi Şâkir amca ve Manevi evladı Hüseyn Hilmi Işık hazretleri

Mübarek hocamız Hüseyn Hilmi Işık hazretleri ile Şâkir amca" Rahmetüllahi aleyhimâ " arasında geçen bir hatırayı hocamızın kendi sesiyle anlatımı... Hocamız bu sohbeti ehibbadan merhum sabri Işık efendinin oğlu Işık Gökkaya abiye anlatıyor ..Sabri Efendi muhib olmasının yanı sıra efendi hazretlerinin hem talebesi hem yeğeni Seyyid Faruk Işık efendinin damadıdır. ismi geçen bu dört mubarek talebe ( Şakir amca, Mübarek hocamız, Faruk Işık ve Sabri Gökkaya ) üstad Necip Fazıl Kısakürek 'in " O ve Ben " eserinde övgüyle bahsedilmektedir.
********************************************************************
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin hicret esnasında on yaşlarında tanıdığı ve evladlık alarak yanından hiç ayırmadığı, özel olarak tüm hizmetlerini gören , evlenene kadar efendi hazretlerinin odasında kalan, O'nun en yakınlarından biri haline gelen bu sebeple de Abdülhakîm Arvâsî hazretleri kendisi için " SÂHİB-İ SERİM [baş arkadaşım ] , BASTONUM, CÜZ'-İ LÂYÜNFEĶKİM [ ayrılmaz parçam ] , LÂZIM-I GAYRI MÜFÂRIKIM [ ayrılmaması gerekenim ] gibi tabirlerin kullanılma şerefine kavuşan Şâkir amca ile Mübarek hocamız Hüseyn Hilmi Işık hazretleri arasında geçen bir hatıra ...

********************************************************************

Fotograf: Hocamız teğmen çıktıktan
sonra 1932 yılında çekilmiştir.

Ruhlarına Fatiha...

Şâkir amcanın kabri  Eyüp Sultan'da Kaşgârî Dergâhı yanında Mübarek hocamızın kabrinin bulunduğu aynı hazirededir.

Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin Talebeleri, " Terzi Hâbil Amca ve Hüseyn Hilmi Işık Efendi"


Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerinin Talebeleri, " Terzi Hâbil Amca ve Hüseyn Hilmi Işık Efendi "