Hakîkat erbâbından olmıyan nemâz kılana Kâ’benin sûretine teveccüh etmesi gerekdir. Onun sûretine teveccüh ve telebbüs eylemek ona ganîmetdir.
Kâ’benin sûretine taş ve toprakdır, demişlerdir. Bu böyle değildir. Zîrâ, eğer taş ve toprak ve çatı ve dıvarları ortada olmasa dahî Kâ’be, Kâ’bedir. Mahlûkata secdegâh olması iledir. Belki Kâ’benin sûreti, bir ma’nâdır ki akllar onu anlamakda âcizdirler. Akllar onun sûretini anlamakda âciz olduklarına göre, onun ötesinde olan Kâ’benin hakîkatine nasıl kavuşurlar. Kâ’beye teveccüh budur ki, Kâ’beye doğru nemâz edâ edeler. Ve bu teveccühü anlamak ve Kâ’beyi tehayyül ma’lûm değildir. Hemân bu teveccüh cihetiyle dahî, Kâ’benin berekâtından feyzlenirler ve hakîkatinden nasîblenirler. Zuhûr eden hâller asîl olup, nemâzın gayrisindeki hâller üzerine meziyyeti vardır.
(Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretlerinin Nemâz Risâlesi'nden iktibas edilmiştir.)