Işık soyadını bize Abdülhakim Arvâsî efendi hazretleri koydu

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Işık* soyadını, bize Abdülhakim Efendi hazretleri koydu. Şöyle ki, yeni soyadı kânunu çıkdı, ondan evvel soyadı yokdu. Namazdan sonra oturduk, konuşuyorduk. 


Sen ne koyacaksın, sen ne koyacaksın? diye konuşuyorlardı. Abdülhakim Efendi hazretleri; *Işık koymalı, Işık soyadı hoş olur*, buyurdu. Ben hemen sessizce oradan çıkdım.


Kimse farkına varmadan, dooğru nüfus müdürlüğüne gitdim. Soyadımı *Işık* koydurdum ve döndüm. Abdülhakim Efendi hazretleri beni görünce, *Sen ne koydun soyadını?* buyurdular. 


Ben de, *Işık* koydum efendim, dedim. Efendi; *Öyle miii, çok güzel olmuş, çok iyi, çok iyi*, buyurdu. İltifât buyurdular. Efendi’den *Işık* ismini işitenler, doğru nüfus müdürlüğüne gidiyorlar. 


O gün, ertesi gün, Eyüp Sultân’da nüfus memuru; *Bu Işık soyadını bir subay geldi aldı*, diyor. Hepsi üzülüyor tabii. 


Bunun üzerine, kayınpederim Ziyâ bey, *Akışık* koydu soyadını. Kimisi *İki ışık* koydu, Abdülhakim Efendi hazretlerinin de soyadı *Üçışık* oldu. Hikmet-i ilahî, biz bilmeyiz. 


Bu büyükler, *Kalb câsusu*’durlar. Câsus ne yapar? İnsanlar arasında haber araşdırır, memleketine bildirir. Bu büyükler de insanların kalblerini tek tek araşdırırlar. 


Bir *Cevher*, bir *İstîdâd* görünce, onu *Cezb* ederler. Yâni karşısına ya bir *talebesini* veyâ bir *kitap* veyâ bir sebep çıkararak, kendilerine çekerler.



Bir *İdris hoca* vardı Abdülhakim Efendi hazretlerinin zamânında. Sultânahmet Câminin baş imâmı. Bir gün Efendi hazretlerine gitdim. Beni görünce; *Hilmi, ne oldu biliyor musun?* buyurdular. 


*Bilmiyorum efendim*, dedim. Merak etdim efendim, acabâ ne oldu diye. 


Buyurdular ki: *İdris hoca, bu gün, iki kızını Sultânahmet câmiinde, o kadar cemâatin önünde, hatim cemiyetine çıkarmış. O iki kız, câmide hatim duâsı yapmışlar*. 


14-15 yaşlarında iki kızına, erkeklerin önünde hatim duâsı yapdırmış. Eğer o kızları, çırılçıplak soyup, Beyoğlunda yürütseydi, bu kadar günâha girmezdi. 


Çünkü bu günâh, *İbâdet* diye yapılıyor, *Din* adına yapılıyor ki, *Küfr*’e kadar gider. Günah günahdır, ama ibâdet diye işlenirse, sevap diye yapılırsa, *Felâket*’dir. 


Din adamlarının işlediği suç, Beyoğlunda işlenen suçlardan *Bin kat* daha büyükdür kardeşim. Çünkü *Emsâl* teşkîl eder, böyle yapmanın *Câiz* olacağına *Fetvâ* vermiş gibi olur, Allah korusun efendim. 


Bir hizmet ne kadar *Kıymetli* ise, onu yaparken o kadar çok *Sıkıntılar* olur efendim. Yâni bir hizmetde hiç sıkıntı yoksa, o iş, gerçek hizmet değildir. Veyâhut cenâb-ı Hakkın rızâsına uygun değildir. 


Çünkü cenâb-ı Hakkın rızâsına uygun olan bir hizmetde mutlaka *Çile* olur, *Sıkıntı* olur, *Üzüntü* olur, bu böyledir. 


Hayrlı bir hizmetde mutlaka sıkıntı olur. Çünkü bu, bir sünnetdir. Peygamberimiz aleyhisselâm ne buyuruyor? 


*Benim çekdiğim sıkıntıyı, ne benden evvelkiler, ne de benden sonrakilerin hiçbiri çekmemişdir*, buyuruyor. Hâlbuki Efendimiz aleyhisselâm, Allahın sevgilisidir. Habîbidir. 


Bütün Peygamberler Onunla iftihâr etmişlerdir. Efendimiz; *Ben de İmâm-ı âzam ile iftihâr ederim*, buyuruyor. 


Bütün âbilere söylüyorum, tavsiye ediyorum, hattâ vasiyyetime bile yazdım, *Arkadaşlar, her gün muhakkak bir iki sayfa da olsa İlmihâl okusunlar*, diye. 


*Mektûbât* kitâbımızın ilk sayfasında da var bu. Oğlum Abdülhakîme hitâben bir yazı yazdım oraya. 


*Oğlum! Bu kitap süs eşyâsı değildir. Okumak, öğrenmek ve tatbîk etmek için yazılmışdır*, diye devâm ediyor. Dînimizi öğrenmek farz. Okumayınca nasıl öğrenilecek? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder