Sabr

Sabr, beyân-ı muhakkikîne göre Hakk Celle ve Alâ’dan mâ’adâ elem belvâsından şekvâyı terk etmekdir.

Cenâb-ı Bârî’ye şekvâ, münâfî-i sabr değildir. Üstâd demişdir ki sabrın bir kısmı abdın kendi kesbi olan eşyaya sabr etmesidir. Meselâ o emr-i İlâhiyye’den olan şey üzerine veyâhûd menhiyyâtdan olan şeylerden sabr etmek, abdın kesb ve ihtiyârıyladır. Kısm-ı âhiri, mükteseb-i abd olmayan umûr üzerine sabr etmekdir. Bu ise taraf-ı Bârî’den zuhûr eden avârız-ı şedîde ve mesâib-i şâkaya sabr ve tahammül etmesi ile berâber meşrû’ olarak esbâb indifâına çalışmakdır.

Kaynak: http://www.buyukveli.com



Sevanih-ül Efkar risalesinde geçen hilafet ve çeşitleri




Seyyid Abdülhakim Arvasi (kuddise sirruh) hazretlerinin Sevanih-ül Efkar risalesinde ve hal tercemesinde geçen hilafet ve çeşitleri ile ilgili kısım...

Paylaşılan sayfalar "Büyük Doğu" yayınlarına aittir.

Not: İSTİHLÂF: Halef bırakmak. Birisini kendi yerine geçirmek. Kendi yerine başkasını tayin etmek,demektir.


İstiğfâr

İstiğfâr etmek; Allâh’dan günâhların setr edilmesini taleb demekdir. İstiğfâr üç nev’dir.

Birincisi istiğfâr-ı kavlîdir ki, lisân ile {Yâ Rab sen benim günâhlarımı ört} demekdir.

İkincisi istiğfâr-i fi’ilîdir ki, ef’al ile günâhların setrini talebdir. Meselâ teheccüd kılmak vesâire gibi..

Üçüncüsü istiğfâr-i istimdâdîdir ki, çocuğun vâlide rahminden cisminin teşekkül edib rûh nefhe müstaidd olması gibidir.

Kur’ân-ı Kerîm’de zikr olunan istiğfâr, ikincisidir.

Kaynak:http://www.buyukveli.com/efendi-hazretleri-nden/muhtelif/66-isti%C4%9Ff%C3%A2r




Tevekkülün Dört Esâsı

Urefânın birinden suâl etmişler ki tevekkülünü ne üzerine tesbît etdin?

Cevâbında diyor ki: Tevekkülümü dört esâs üzerine tesbît etdim.. Biri; benden gayrı rızkımı kimsenin yiyemez olduğunu bildim, nefsim mutmain oldu. Biri dahî; amelimi benden gayrı bir kimsenin işleyemez olduğunu bildim, amelimle meşgûl oldum. Biri de; nerede olsam Hakk Teâlâ’nın nazarından gâib olmadığımı bildiğimden dâim edeb ve hayâ üzerinde bulundum. Birisi dahî; ölümün nâ-gâh geleceğini bildim, o âlemde lâzım olan işleri acele ile yapdım, hazırladım.

Kaynak:http://www.buyukveli.com/efendi-hazretleri-nden/muhtelif/65-tevekk%C3%BCl%C3%BCn-d%C3%B6rt-es%C3%A2s%C4%B1


Hüseyin Hilmi Işık hocamızdan hatıralar

Hüseyin Hilmi Işık hocamızdan hatıralar...

KADER NEDİR ?

Kazâ ve kader mes'elesinde hayret çok olduğundan,kazâ ve kadere tealluk eden suâl ve cevâblar bir takım evhâm ve hayaller tevlîd etmek istidâdında bulunduğundan birkaç çeşit ifâdeler ile beyân etmek isterim. Tâ ki muhâtab her nev'i kelâma göre bir şeyler anlasın ki,mes'ele tam bir vuzûh ile inkişâf etsin.

Kader, ezel-i azâlde [ezellerin ezelinde] ileride vâkı' olacak vâkı'alara olacağı gibi ilm-i ilâhînin teallukundan ibârettir.

Hâlık-ı kâinat celle celâlühü halk buyurduğu şeyleri [onların öyle yapacaklarını] bilmiş de halk etmiş, işte bu ilim kaderdir.

Kader îlm-i ilâhînin, kâinâtın hılkatından evvel kâinâtı,halk edeceği keyfiyete olacağı gibi teallukundan ibârettir.

Mâdem ki hâlıktır,mahlûkata elbette âlimdir. İşte bu ilim kaderden ibârettir.

Ehl-i sünnet vel-cemâat kadere îman etmiş ve kadere îmanı erkân-ı îmandan [imanın esaslarından] ad eylemiştir.Ya'ni kadere îman etmez ise, mümin değildir dediler.
Kaderin hayrı ve şerri,tatlısı ve acısı Allahu teâladandır.Zirâ kader,bildiği şeyleri îcâd ve ihdâs demektir.

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

İSLAMDA HIRSIZLIĞIN CEZASI

Hadd-i sırkat [hırsızlığın cezası]- ki kat'ı yeddir [elin kesilmesidir],Bu nefs-i malın sirkatının [malın çalınmasının] cezâsı değildir.O huyun, o ahlâkın cezâsıdır.Bu bir hastalıktır ki,devası ancak tabib-i hakîkî ve hakîm-i mutlak olan Cenâb-ı Hak'dan vârid olan kat'ı yed emridir.Bu hastalık bundan mâada hiçbir devâ ile şifâyâb olmaz.Bu ilâc tabîbi tarafından ta'yin buyurulmuştur.Bu ilâc ile bu hastalık külliyen ref' olunur.Bu devâ isti'mâl edilmeyip de başka cezâlarla yüzbin ukala ve hükemânın ilâcı ve devâları ve tedbirleriyle bu hastalık tedâvi edilemez.Bütün hudûd-i şer'iyye de böyledir.

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (kuddise sirruh)

Kadının ziynetlerini yabancı erkeklere göstermesi caiz midir ?

Sual: Kadınların da alyanslarını ve diğer ziynetlerini yabancılara göstermeleri caiz midir? Mesela kürk veya küpesini yabancılara gösterebilir mi? İpek gömlek ve ipek kravat erkeğe caiz midir?
CEVAP
İpek erkeğe haramdır. Ancak elbisedeki dört parmak enindeki ipek şeritler, mesela ipek kravat caizdir. İpek gömlek ve ipek elbise erkeğe haramdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Altın ve ipek, ümmetimin kadınlarına helal, erkeklerine haramdır.) [Taberani]

Altın ve diğer süs eşyalarını kadınların kullanması caizdir. Ancak, kocasından başkasına süslenmesi caiz değildir.

Domuz hariç, yırtıcı hayvanların derileri dabağlanınca temiz olur. Bunlarla yapılan elbiseleri, kürkleri, kürklü paltoları erkeklerin giymesi caizdir. (Redd-ül Muhtar c.5, s.223)

Kadınların, kendilerine caiz olan her çeşit süslerini, yabancılara göstermeleri caiz olmadığı gibi, kürklerini de kocasından başka kimseye göstermesi caiz değildir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ahir zamanda ümmetimin kadınları vücutlarını gösterecek elbiseler giyecekler, saçlarını da deve hörgücüne benzetecek şekilde topuz yapacaklardır. Onlar lanetliktir.) [İbni Hibban]

(Herkes baksın diye [süslü] elbise giyen, onu çıkartıp atıncaya kadar, Allahü teâlânın rahmetinden uzak olur.) [Taberani]

Bu hadis-i şerifleri İslam âlimleri şöyle açıklıyor:
Cemal ile ziyneti [süsü], birbirine karıştırmamalıdır! Cemal, çirkinliği gidermek, vakar sahibi olmak ve şükretmek için nimeti göstermek demektir.

Gösteriş için, öğünmek için güzel giyinmek cemal değil, kibir olur. Nefsin azgın olduğunu gösterir. Cemal ise, nefsin terbiye edilmiş olduğunu gösterir. Cemal için güzel giyinmek iyidir. (Allahü teâlâ cemildir, cemal sahiplerini sever) hadis-i şerifi, cemal sahibi olmayı övmektedir. (Bahr-ür raik)

Güzel elbise giymek müstehaptır. İmam-ı a'zam hazretleri 400 altın kıymetinde elbise giyerdi. Talebelerine de güzel giyinmelerini emrederdi. (Tahtavi)

Cemal, çirkinliğe, başkalarının iğrenmelerine, hakaret etmelerine sebep olacak şeyleri yapmamak, bunları izale yani yok etmektir.

Ziynet, başkalarını imrendirecek, onlara üstünlük sağlayacak, öğünecek şeyleri yapmaktır. Bu bakımdan erkeklerin ipek hariç, cemal niyetiyle güzel giyinmeleri iyidir. (S.Ebediyye)

Altın ile gümüşü süs olarak takmak yalnız kadınlara helaldir. Fakat, bunları mahrem olmayan erkeklere göstermeleri haramdır. (Redd-ül-muhtar)

Sual: Kadın veya erkeğin güzel koku sürünmesi günah mıdır?
CEVAP
Koku sürünen, iyi giyinen; dünya lezzeti için veya gösteriş yapmak, öğünmek için yahut yabancı kadın ve kızlara şık görünmek için güzel giyinirse, günah işlemiş olur.

Kadının, kocasına karşı, meşru olan ziynetlerini takarak, güzel koku sürünerek süslenmesi gerekir ve çok sevaptır. Kadınların sokağa çıkarken sürünmeleri haramdır. Kadınların koku sürmesi erkekleri cezbeder. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Bir kadın, cezbedici koku sürer ve erkekler de ona bakarsa, evine gelinceye kadar Allahü teâlânın gazabında olur.) [Taberani]

Bu kimse, sünnet olduğu için güzel koku sürünür, şık giyinirse; camiye saygı için, camide yanına oturan müslümanları incitmemek için, temiz olmak için, sıhhatli olmak için, İslam’ın vakarını, şerefini korumak için niyet edince, her niyeti için ayrı sevaplar kazanır. Her mubah işte, hatta yiyip-içmede, uyumada ve helaya girmekte bile iyi niyet etmelidir. Niyetine göre sürme çekmek de günah veya sevap olur. Bir hadis-i şerifte, (Kişi gözünün sürmesinden de mesuldür) buyuruluyor. Tedavi niyetiyle sürme çekmek caizdir. (Bahr-ür-raık)

Koku sürünmekte ve diğer mubah işlerde niyetin önemi büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah için koku sürünen, misk gibi kokar halde, başka maksatlarla koku sürünen de leşten daha pis kokarak Mahşer yerine gelir.) [İ.Gazali]

(Güzel koku bedeni besler.) [S.Ebediyye]

(Dünya nimetlerinden bana, güzel koku sevdirildi.) [Nesai]

(Kendisine güzel koku ikram edilen, reddetmesin, alıp sürünsün!) [Hakim]

Bayram günleri güzel koku sürünmek, yeni ve temiz giyinmek, misvak ile dişleri temizlemek, sevindiğini belli etmek sünnettir. Cuma günü de aynı şeyleri yapmalıdır! Cumaya giderken güzel koku sürünmelidir! Melekler de güzel kokudan hoşlanır.

Sual: Erkeklerin gümüş veya diğer madenlerden kolye, bilezik, künye takması caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir. Ancak romatizma gibi bir hastalığı tedavi amacı ile kullanmak caizdir.

Sual: Kadınların kol saati takmaları ziynete girer mi?
CEVAP
Girer.

Sual: Bazı bölgelerde kadınlar ayaklarına halhal denilen bilezik gibi bir şey takıyorlar. Bunları takmak ve sesini duyurmak caiz midir? Abdest alırken çıkarmak şartı ile oje sürmek caiz midir?
CEVAP
Kadınlara her türlü süs caizdir. Ancak yabancılara gösteremezler. Örtülü olarak takınabilirler. Ancak şıngırdatıp da halhal sesini duyurmak caiz olmaz. Bir âyet meali şöyledir:
(Gizledikleri [örtülü] ziynetleri bilinsin diye, ayaklarını [yere, birbirine] vurmasınlar.) [Nur 31]

Dikkat edilirse, ayaktaki örtülü ziynet tabiri geçiyor. Yani ziynetlerin gizlenmesi gerekiyor.

Koldaki bilezikleri ve eldeki yüzükleri de göstermemek gerekir. Kolye, kına, sürme gibi diğer ziynetlerini de göstermemek gerekir. Âyetin başında buna da işaret edilmektedir.

Diğer süsler gibi oje de caizdir. Ancak yabancılara gösteremez. Altına su geçmeyeceği için abdest ve gusülde ojeyi çıkarmak gerekir.

Sual: Bir kadın, kolye, nişan yüzüğü gibi ziynetlerini yabancı erkeklere gösterse, renkli ipek eşarplar takarak şık bir kıyafetle gezse mahzuru olur mu?
CEVAP
Faideli Bilgiler kitabında diyor ki:
İmam-ı Zehebi buyuruyor ki: Erkeklere ziynetini gösteren kadınlara, mesela altın, inci gibi şeyleri örtüsünün üstüne takan, koku süren, renkli ve ipek kumaş örtünmüş olan, kol ağızları geniş olup kolları görünen ve bunlar gibi kendilerini erkeklere gösteren kadınlara Allahü teâlâ dünya ve ahirette azap edecektir. Bu kötülükler, kadınlarda çok olduğu için, Peygamber efendimiz, (Miraca çıktığım gece, Cehennemdekilerin çoğunun kadın olduğunu gördüm) buyurdu. (Tirmizi)

Sual: Kadınlar ziynetlerini yabancıya gösteremez. Burada yabancıdan maksat, sadece yabancı erkek mi, yoksa kadın da dahil mi? Kardeş, baba, kayın baba gibi mahremlerine de gösteremez mi?
CEVAP
Yabancıdan maksat yabancı erkektir, kadın değildir. Amca, dayı, kayınpeder gibi mahrem akrabaya ziynetlerini, saçını ve kollarını göstermesi caizdir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kadınların, kocasından başkasına, erkek ve kadın, kim olursa olsun, yabancıya süslenmeleri caiz değildir.

Dikkat edilirse, süslenmek ifadesi geçiyor. Süsünü, ziynetini göstermek ayrı, onlar için süslenmek ayrıdır. Kadının kadına süslenmesi caiz değil, ama süslerini göstermesi caizdir.

Sual: Kadının kadına, cemal niyetiyle süslenmesi caiz mi?
CEVAP
Cemal caiz, ziynet caiz değil, yani mekruhtur.

Sual: Erkeklerin dağınık kaşlarını keserek düzeltmesi ve saç ektirmesi caiz midir?
CEVAP
Niyete bağlıdır. Yeni elbise giymek gibidir. Yani (Müslüman düzgün kıyafetli olur, tertipli düzenli olur) niyetiyle olursa caizdir. Kadınlara kızlara hava atmak niyetiyle yapılırsa caiz olmaz. Fakat ne niyetle olursa olsun, kadınların kaşlarını alması, inceltmesi ise haram olduğu gibi, süs için peruk takmaları da caiz değildir.

Sual: Erkeklerin, saç ektirmeleri caiz midir?
CEVAP
Erkeklerin saç ektirmesi veya peruk takması günah değildir. (Hadika, Fetava-i kübra)

Sual: Kadın ve erkeğin saç boyatması caiz mi, gusle mani midir?
CEVAP
Caizdir, gusle manisi yoktur. Kına gibidir.

Sual: Dinimizin kadınların saçlarını kesmedeki hükmü nedir? Kesilen saçları ne yapmalıyız?
CEVAP
Kadınlar saçlarını kesmez, örgü yapar. Kadının saçını kazıması veya kesmesi tahrimen mekruhtur. Erkeğe benzeterek kazıması, tıraş etmesi haram olur. Saçını örtmesi güç veya fitneye sebep olduğu zaman, erkeklere benzetmemek şartı ile kulak yumuşağına kadar kesmesi caizdir.

Bir hastalıktan dolayı, salih uzman bir doktor kazıması gerekir derse, kazımak da caiz olur.

Kesilen saçlar, bir yere gömülmelidir. Buna imkân olmazsa, bir poşet içine koyup yanına ağırlık yapsın diye taş da koyarak denize atmalıdır. Kadınların kesilen parçaları, erkeklere göstermesi haramdır.

Sual: Kadınların kaşlarını almaları, inceltmeleri haramdır, fakat ben kaşlarımı almayınca gözüm ağrıyor. Bu nedenle kaş aldırmam caiz olur mu?
CEVAP
Evet böyle bir özürle caiz olur.

Sual: Kadınlar için, saçlarını tepede olduğu gibi, arkaya da, deve horgücü gibi topuz yapmak caiz olmaz mı?
CEVAP
Evet, caiz olmaz.

Sual: Bir kadının hormon bozukluğundan dolayı yüzünde çıkan tüyleri laserle yaktırmasında bir mahzur var mıdır?
CEVAP
Mahzuru yoktur.

Sual: Bayanların ses çıkartmayan yüksek topuklar giymesi caiz olur mu?
CEVAP
Caizdir. Ancak, uzun topukla yürümek biraz zor ve rahatsızlıklara da sebep oluyormuş. Bir de dikkati çekici şeylerden uzak durmalıdır.

Sual: İpek çorap, kravat, iç çamaşırı, bunlar saf ipek olursa durum nedir?
CEVAP
Caiz değildir. Sadece kravat 4 parmak eninde ise caizdir.

Sual: İpek giymek erkeğe haramdır, ipek karışımlı çorap, iç çamaşırı caiz midir?
CEVAP
Hakiki ipek ise, %50 den fazla olursa haramdır, % 50den aşağı olursa mekruh olur.

Sual: Bayanlar saçlarını boyatıyorlar ya da kına yakıyorlar ya da çeşitli ilaçlarla saçlarının renklerini açtırıyorlar. Bunlar caiz midir?
CEVAP
Caizdir. Ancak yabancılara gösteremezler. Kadının her süsü caizdir, yabancı erkeklere göstermemek şartı ile. Ama belki diyeceksiniz ki biz yabancılara süsleniyoruz, evde süslenmeye ne gerek var. Kocaya süslenmek sünnettir. Yabancıya süslenmek haramdır.

Sual: Kadın ve erkeklerin vücutta alınması gereken kıllarını, epilasyon aletiyle veya başka aletle, temizlemelerinde bir sakınca var mıdır?
CEVAP
Bir sakınca yoktur.

Sual: Bayanların bacaklarında bulunan kılları, herhangi bir usulle almaları uygun mu?
CEVAP
Tenzihen mekruhtur. Kocası emrederse almak caiz olur.

Sual: Erkeklerin kulaklarda, burunda tüyler oluyor. Bunları yakmakta mahzur var mıdır?
CEVAP
Caizdir.

Sual: Makyajın ne kadarı yasak?
CEVAP
Hepsi yasak. Kadının kocasından başkasına güzel görünmesi caiz değil. Ona ne kadar süslenirse süslensin ama yabancılara gösteremez.

Sual: Erkeklerin saçlarını yanlar ve arkalar kısa, ön biraz daha uzun kestirmeleri kerahetsiz caiz midir? Bazıları bunun hadis-i şerif ile men edildiğini söylüyorlar?
CEVAP
Saç şekli âdettir, âdette bid'atin zararı olmaz.

Sual: Erkeğe caiz olup da kadınların kaşlarını almasının haram olmasının hikmeti nedir?
CEVAP
Bayanlar kocalarından başkalarına süslenemezler. Kaş almaları süslenmek demektir. Kadınların kaşlarını almaları, inceltmeleri haramdır. Alın, yanak ve çenedeki kılları almaları caizdir.

Erkeklerin ise cemal niyetiyle kaş aldırmaları caiz, süs için ziynet için olursa onlara da günah vardır. Yeni elbise giymek gibi. Yeni elbiseyi süs için, gösteriş için hava atmak için, bayanlara şık görünmek için giymek günahtır. Cemal için yani Müslümanın şerefini korumak için olursa günah olmaz.

Sual: (Zaruret varsa haramlar mubah olur.) Burada zaruret ne demektir?
CEVAP
Evet, zaruret varsa haramlar mubah olur. Fakat ihtiyaçla zarureti karıştırmamak lazım. Zaruret: aç, susuz, çıplak ve barınaksız kalmak, mubah hiçbir çare bulamamak demektir.

Sual: Gümüş kolye içinde satılan duaları taşımak caiz midir?
CEVAP
Erkeklerin gümüşten de olsa kolye kullanmaları caiz değildir.

Sual: Kız çocuklarına hoşlandıkları için taklit takılar alıyoruz. Mahzuru var mı?
CEVAP
Kız çocuklarına, bilezik, kolye, zincir vesaire hangi madenden olursa olsun mahzuru olmaz, cam olur, ağaç olur, naylon olur, pırlanta olur, inci olur, mercan olur, taş olur, akik olur, olur da olur. Fakat yüzük olarak yalnız altın ve gümüşten başkası olmaz.

Sual: Hanımların sünnet niyetiyle, dışarıya çıkarken sürme sürmeleri uygun mudur?
CEVAP
Sağlık açısından, sünnet diye çekebilir. Mesela akşam sürülür, sabah yıkanır. Ancak, sürme de makyajdır. Yabancılara karşı makyajlı görünmek caiz olmaz. Kadın sadece kocasına karşı süslenir. Evlenmeden önce süslenmek de caiz olmaz.

Sual: Kadınların kulaklarını küpe takmak için deldirmek caiz midir?
CEVAP
Caizdir, yani günah değildir. Ama delmemek daha iyidir.

Sual: Bu deliğin kapanması için veya doğru şeyi yapmak için, hiç takmasam düzelir mi?
CEVAP
Hiç küpe takılmazsa, zamanla küpe deliği kapanabilir. Kapanırsa gusle zararı olmaz.

Sual: Modaya uymak caiz midir?
CEVAP
Faydalı şeyde modaya uymak caizdir.

Sual: Papyon kravat takmak uygun mudur?
CEVAP
Papyon kravat da, diğer kravatlar gibidir. Kâfirlerin haram olmayan âdetlerini yapmakta, kullanmakta mahzur yoktur. Nitekim Peygamber efendimizin kolları dar Rum cübbesi giydiği Tirmizi’deki hadis-i şerifte bildirilmiştir. (Mevahib-i ledünniyye)

Sual: Örme başlığın kenarını dışarıya kıvırmakta mahzur var mı?
CEVAP
Hiç mahzur yoktur.

Sual: Kadının, iki kaşın birleştiği yerdeki kılları alması caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Suni kadife, kadife gibi ziynete girer mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Sosyetik çevrede, kadın, bol döpiyes giyebilir mi?
CEVAP
O çevrede giyebilir.

Sual: Aldığım manto hınzır derisi imiş. Satmam caiz mi?
CEVAP
Hınzır derisini satmak caiz değildir. Gayrimüslime satmak bir kavle göre caizdir.

Sual: Kadına benzemek için saç uzatmak, Budiste benzemek için saç kazıtmak, Kastroya benzemek için sakal bırakmak haram mı?
CEVAP
Tahrimen mekruhtur.

Sual: İki kaşı farklı kadın, birbirine uydurmak için boyasa caiz mi?
CEVAP
Evet.

Sual: Kadınların bot ve çizme giymeleri uygun mudur?
CEVAP
Ziynete kaçtığı için uygun değildir. Ama ayağında romatizma gibi bir hastalık varsa veya ayakları normal ayakkabı ile üşüyorsa, o zaman bot ve çizme giyebilir ise de, yine yabancılara göstermemelidir. Eğer bot ve çizme görünmüyorsa, mahzuru olmaz.

Sual: Erkeklerin gözlerine sürme çekmesi caiz midir?
CEVAP
Erkeklerin süs, ziynet için sürme çekmeleri caiz değildir. Fakat tedavi maksadıyla sürme çekmeleri caizdir. Kirpiklerin dökülmemesi, gözlerin kuvvetlenmesi için sürme çekmek iyidir. [Sürme, göz kalemi denilen boyalardan farklıdır. Attarda bulunur. Bazı hacılar, Hicazdan gelirken sürme de getiriyorlar.]

Sual: İpek eşyanın haram ve caiz olduğu yerler nerelerdir?
CEVAP
İç ve dış elbise olarak ipek giymek haram, kadınlara her çeşit ipek eşya caizdir. Savaşta ipek giymek caizdir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Altın ve ipek, kadına helal, erkeğe ise haramdır.) [Taberani]

İpek kefen ve tabutu ipekle örtmek haramdır. İpek sofra örtüsü ve ipek yorgan caiz değildir.

Erkek çocuğa ipek giydirmek mekruhtur. İpekten yapılmış yemek peçetesi, iç donu ve takke mekruhtur. Elbisedeki dört parmak enindeki ipek şeritler ve dört parmak enindeki ipek kravat caizdir. Suni ipek, cibinlik, abdest havlusu, tesbih ipi, çanta, mushaf kılıfı ve bohçanın ipekten olması caizdir. Duvara ipek halı asmak, süs için olmazsa caizdir. İpek halıya oturmak ve ipek seccadede namaz kılmak caizdir.

Eshab-ı kiramdan Hazret-i Zübeyr ve Hazret-i Abdurrahman'ın ipek giymelerine izin verilmesi, yalnız bunlara mahsustu. Arfece bin Sâd hazretlerine de, altın burun takması için izin verilmesi, yalnız ona mahsustu.

Sual: Kadınların, cam, naylon, tunç, pirinç, platin, bakır ve diğer madenlerden ziynet olarak bilezik ve kolye takmaları caiz midir?
CEVAP
Evet caizdir. Bu maddelerden yapılmış yüzükleri takmak kadınlara da haramdır. Yabancılara göstermemek şartı ile sadece altın ve gümüş yüzük takmak kadınlara caizdir. Erkeğin altın yüzük takması haramdır. (İbni Âbidin, Mevahib-i ledünniyye)

Sual: Kadınların saçlarını bir araya toplayarak, başta, ensede, deve hörgücü gibi, topuz yapmalarını yasaklayan hadis-i şerif, hangi kitapta yazılıdır?
CEVAP
Berika ve Hadika’da vardır. Müslim, Muvatta v.s.de vardır. Belki mezhepsizlere senet olur diye yazıyoruz. Mezhepsiz Yusuf Kardavi’nin (El-halal vel-haram...) kitabında da yazılıdır. Kardavi diyor ki:
(Örtülü çıplak ve başları deve hörgücü gibi yükseltilmiş kadınlar, Cennete girmeyecek. Kokusunu bile duymayacaklardır. Halbuki, Cennetin kokusu, çok uzaklardan duyulacaktır) hadis-i şerifi, kadınların ince, şeffaf veya cilde yapışık dar elbise, baş örtüsü ile örtünmelerini ve saçlarını, başlarının üstünde küme, topuz yapmalarını yasak etmektedir.

Koku sürünmek
Sual: Kadınların, koku sürünerek, sokağa çıkması caiz olmayınca, erkeklerinki caiz olur mu? Dedem, cuma günleri camiye giderken, koku sürünüyor, caiz değil mi?
CEVAP
Erkeklerin, sünnete uymak için, din kardeşi erkeklere güzel kokmak niyetiyle, koku sürünmeleri caizdir. Kadınlara güzel kokmak niyetiyle sürünmek, caiz olmaz.

Sual: Gömlek kolundaki düğmelerin, altından olması caiz midir?
CEVAP
Hayır. Çünkü altın ziynettir.

Kocası için süslenmek
Sual: Yeni evliyiz. Kocam, sanatçı bayanlarla çalışıyor. Eşimin onlara gönlünün düşmemesi için, eşe karşı süslenmek caiz olduğuna göre, ben de makyaj yapıyorum. Bu makyajlı hâlimle, dışarı da çıkıyorum. Günah oluyor mu? Günahsa sadece bana mı, yoksa eşime de günah oluyor mu?
CEVAP
Eğer eşiniz, harama bakmaktan çekinmiyorsa, ne kadar güzel olursanız olun, ne kadar süslenirseniz süslenin, hatta dünyanın en güzel kadını siz olsanız bile, yine o, çirkin birine bakabilir. Çünkü insanın nefsi, haramlardan hoşlanır, gıdası haramlardır. Onun için, önce nefsin terbiyesi gerekir. Haramların ateş olduğunu bilen, eşi çok çirkin olsa da, harama bakmaz.

Dışarı makyajlı çıkmak haramdır. Mubah olsa da, yani evde de yapsanız, makyaj, eşinizin harama bakmasını önleyemez. Bu, sadece kendimizi kandırmak olur. Makyajlı olarak sokağa çıkan kadından, eşi de, sözü geçen diğer aile büyükleri de, sorumlu olur. Koldaki bilezikleri ve eldeki yüzükleri, kolye, kına, sürme, fondöten gibi diğer ziynetleri de göstermemek gerekir. Süslenip, koku sürünerek sokağa çıkmak günahtır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bir kadın, koku sürünüp dışarı çıkar ve kokusunu duyurmak için, bir topluluk yanından geçerse, ona bakana da, kendine de, zina günahı [göz zinası] yüklenir.) [Nesai]

Gümüş rozet
Sual: Gümüş rozet takmak caiz midir?
CEVAP
Evet.

Sual: Bir erkek arkadaş, sağlık için mahzuru olmaz diyerek, boynuna taktığı muskaya ip olarak kadınların kullandığı incileri takıyor. Başka bir genç de, altın zincir kolyeyi muska ipi olarak kullanıyor. Erkeğe inci ve altın kolye takmak haram değil mi?
CEVAP
Evet haramdır. Altın, gümüş, inci mercan gibi şeyler, kadınlara caizdir. Ancak, onlar da bu ziynetleri yabancı erkeklere gösteremezler.

Erkeklerin kolye olarak inci veya altın zincir kullanmaları caiz değildir. Gümüş, bakır veya başka madenden kolye takmaları da caiz olmaz. Sağlık için bakır kolye, bakır bilezik veya başka maden takmak caiz olur. Bu ifadeden, boyna takılan muskanın ipinin inci, altın veya başka madenden olmasının caiz olduğu anlaşılmaz.

Burna, göze, dişe takılan süsler
Sual: Kadınların burna hızma, göze renkli lens veya dişe renkli taş takmaları, ziynete girer mi? Gusle mani olur mu?
CEVAP
Evet, ziynete girer. Gözü bozuk olanlar, renkli lens yerine, renksiz lens takmalı. Lens gusle mani olmaz; çünkü gözün içini yıkamak farz değildir; fakat dişe takılan taş gusle manidir. Gusle mani olmaması için, Maliki mezhebini taklit etmek gerekir. Hızmalar iki çeşittir. Birincisi, küpe gibi burna halka olarak takılıyor. Bunlar gevşekse, küpe gibi olup gusle mani olmaz. Bir de, burna iğne gibi batırıyorlar. Bunların altına su geçmeyeceği için, dört mezhepte de gusle mani olur. Mezhep taklidine de imkân olmadığı için, çıkarmaktan başka yolu yoktur. Eğer abdestte ve gusülde çıkarma imkânı varsa, abdest ve gusül yönünden problem olmaz; ama ziynet olduğu için takılması caiz olmaz.

Kadının kadına süslenmesi
Sual: S. Ebediyye'de, (Kadının kadına süslenmesi caiz değil) buyuruluyor. Buradaki süslenmek nedir? Ne yapılırsa süslenmek sayılır?
CEVAP
Süs, ziynet demektir. Kadının diğer kadınlar için, gösterişli elbise giymesi, dekolte kıyafetle oturması, ziynetlerini görünür yerlere takması, saçlarını yaptırması ve boyatması, kadının süslenmesidir. Bunları özellikle kadınlar için yapmak caiz olmaz.

Akik yüzük takmak
Sual: Kadın ve erkek, tamamı akik olan yüzük takabilir mi?
CEVAP
Kadına da, erkeğe de akik yüzük caiz değildir, fakat sıkıntıyı gidermek için tedavi maksadıyla, kadının da erkeğin de akik yüzük takmaları caiz olur. Ancak kadınların, sokakta yüzüklerini göstermeleri caiz olmaz.

Hızma takmak
Sual: Kadınların, burunlarına pırlanta, altın veya gümüş takmaları caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir.

Gümüş zincir
Sual: Cep saatinin zincirinin gümüş olması caiz iken, erkeğin boyna taktığı muskanın ipinin gümüş zincir olması neden caiz değildir?
CEVAP
Gümüş zinciri, kolye olarak takmak caiz olmuyor. Kolye takmak, benzemek niyeti olmasa bile, kadınlara benzemek oluyor. Tedavi niyetiyle bakır veya başka metal kolye takmak caiz olur.

Kürk ve kadife
Sual: Kadınların deri, kürklü manto veya kadife giymesi caiz mi?
CEVAP
Dar ve vücuda yapışık olmazsa, deri elbise caizdir. Kürk ve kadife ziynete girer, caiz olmaz. Bir hadis-i şerif:
(Bir kadın, güzel kokular sürünüp, [kürk ve kadife gibi] göz alıcı güzel elbiseler giyerek, bir toplumun önünden geçerse, zina etmiş gibi günaha girer.) [İbni Hibban]

Alınmış böyle elbiseleri başkalarına satmak caiz olur.

Resim şeklinde küpe
Sual: Herhangi bir hayvan şeklinde küpe veya kolye takmak caiz mi?
CEVAP
Caiz değildir.

Gömlek kol düğmesi
Sual: Kravatı tutturmak için kravat iğnesi takmak, gömleğe madeni kol düğmesi geçirmek ve cekete rozet takmak caiz midir?
CEVAP
Altından başkası caizdir.

Saçları boyatmak
Sual: Okuduğum bir hadis-i şerife göre, kocasına güzel görünmek için kadın saçını boyatabiliyormuş. Saçını kocası için boyatıp da, başkalarına da göstermek günah mıdır? Her renge boyatabilir mi?
CEVAP
Yabancı erkeklere göstermemek şartıyla, kendisinin veya kocasının istediği her renge boyatabilir.

Makyaj, yüzün derisini bozar
Sual: Annemden yaşça küçük olan teyzem, çok makyaj yapar. Annem, yabancılara süslenmenin caiz olmadığını bildiği için makyaj yapmıyor. Teyzem ona, (Sen bakımını yapmıyorsun) diye çıkışıyor. Ama annemin yüzü çok yumuşak ve güzeldir. Teyzemin yüz derileri sertleşip çirkinleşmiş. Acaba makyajın bir zararı mı oldu?
CEVAP
Bu konuda güzellik uzmanları diyor ki:
Pudra, ruj, boya kullanan kadının derileri aşınır, sertleşir, daha çabuk çirkinleşir, işkembe gibi buruşur. Bu buruşukluğu gidermek için, her sabah, ayna karşısında, makyaj yapmak zorunda kalır. Makyaj olmazsa, yüzü çok çirkin görünür, fakat makyaj da onun yüzünü iyice bozar. Makyaj yapmayan kadın, yaşlansa bile, onun yüz derisi yumuşak olur.

Dinimizce de makyaj uygun değildir.

Bir Üniversiteliye Cevap

Seyyid Abdülhakîm Arvasi hazretlerinin, İstanbul’da, Sultân Selîm Câmi-i Şerîfi bahçesindeki, (Medrese-tül-Mütehassısîn)de tasavvuf müderrisi [Yani, ilâhiyyât fakültesinde, tasavvuf kürsüsü, ordinaryüs profesörü] iken, bir üniversitelinin süâline karşı, yazmış olduğu mektûbu, kelimelerini sadeleştirerek, aşağıya yazıyoruz:
Bütün kuvvetinizle, Allahü teâlânın kudreti sahasından dışarı çıkabilirseniz, çıkınız! Fakat, çıkamazsınız. Bu sahanın dışı, adem diyârıdır. O adem [yani yokluk] diyârı da, O’nun kudreti içindedir.
Bir sırası düşerek, İbrahim-i Edhem’den “kuddise sirruh”, birisi nasîhat istedi. Buyurdu ki, altı şeyi kabul edersen, hiçbir işin sana zarar vermez. O altı şey şudur:
1 — Günah işleyeceğin zaman, O’nun rızkını yeme! Rızkını yiyip de, O’na isyan etmek, doğru olur mu?
2 — O’na âsî olmak istersen, O’nun mülkünden çık! Mülkünde olup da, O’na isyan etmek, lâyık olur mu?
3 —O’na isyan etmek istersen, gördüğü yerde günah yapma! Görmediği bir yerde yap! O’nun mülkünde olup, rızkını yiyip, gördüğü yerde günah yapmak, uygun değildir.
4 —Can alıcı melek, rûhunu almaya geldiği zaman, tevbe edinceye kadar izin iste! O meleği kovamazsın. Kudretin var iken, o gelmeden önce tevbe et! O da, bu saattir. Zîrâ, Melek-ül-mevt, ânî gelir.
5 —Mezârda, Münker ve Nekîr ismindeki iki melek, süâl için geldikleri vakit, onları kov, seni imtihân etmesinler! Soran kimse dedi ki, (Buna imkân yoktur). Şeyh buyurdu ki, (Öyle ise, şimdiden onlara cevap hazırla!)
6 —Kıyâmet günü Allahü teâlâ (Günâhı olanlar, Cehenneme gitsin!) diye emredince, ben gitmem de! Soran kimse dedi ki, (Bu sözümü dinlemezler). Bunun üzerine, o kimse, tevbe etti ve ölünceye kadar, tevbesinden vazgeçmedi. Evliyânın sözünde, rabbânî te’sîr vardır.
İbrahim-i Edhem’den “kuddise sirruh” sordular ki, Allahü teâlâ, (Ey kullarım! Benden isteyiniz! Kabul ederim, veririm) buyuruyor. Halbuki, istiyoruz, vermiyor? Cevap buyurdu ki, Allahü teâlâyı çağırırsınız, Ona itaat etmezsiniz. Peygamberini “sallallahü aleyhi ve sellem” tanırsınız, Ona uymazsınız. Kur’ân-ı kerîmi okursunuz, gösterdiği yolda gitmezsiniz. Cenâb-ı Hakkın ni’metlerinden faydalanırsınız, Ona şükür etmezsiniz. Cennetin, ibadet edenler için olduğunu bilirsiniz, hazırlıkta bulunmazsınız. Cehennemi, âsîler için yarattığını bilirsiniz, ondan sakınmazsınız. Babalarınızın, dedelerinizin ne olduklarını görür, ibret almazsınız. Ayıbınıza bakmayıp, başkalarının ayıplarını araştırırsınız. Böyle olan kimseler, üzerlerine taş yağmadığına, yere batmadıklarına, gökten ateş yağmadığına şükretsin! Daha ne isterler? Düâlarının netîcesi, yalnız bu olursa, yetmez mi?
[Allahü teâlâ, Mü’min sûresinin altmışıncı âyetinde, (Düa ediniz, kabul ederim), isteyiniz, veririm buyuruyor. Düânın kabul olması için, beş şart vardır: Düâ edenin müslüman olması, Ehl-i sünnet itikadında olması, harâm işlemekten, bilhassa harâm yemekten, içmekten sakınması, farzları yapması, bilhâssa beş vakit namaz kılması, Ramazân oruclarını tutması, zekât vermesi, Allahü teâlâ’dan istediği şeyin sebebini öğrenip, bunu araması lâzımdır. Allahü teâlâ, herşeyi bir sebep ile yaratmaktadır. Birşey istenince, o şeyin sebebini gönderir ve bu sebebe te’sîr ihsân eder. İnsan bu sebebi kullanıp, o şeye kavuşur. Evliyasının hatırı için, adetini bozarak, bunlar düa edince veya Evliyayı kirâm vesîle edilerek düa edilince, bunlara (Kerâmet) olarak, sebebe hacet kalmadan, doğruca istenileni verir.]
Siz, adem diyârından, bu varlık alemine, kendiliğinizden gelmediğiniz gibi, oraya, kendiniz gidemezsiniz. Gördüğünüz gözler, işittiğiniz kulaklar, duygu edindiğiniz organlar, düşündüğünüz zekâlar, kullandığınız eller ve ayaklar, geçeceğiniz bütün yollar, girip çıktığınız bütün mahaller, hulâsa, ruh ve cesedinize bağlı bütün aletler, sistemler, hepsi ve hepsi, Allahü teâlânın mülk ve mahlûkudur. Siz O’ndan hiçbir şey gasb edemez, mülk edinemezsiniz! O, hayy ve kayyûmdur. Yani, görür, bilir, işitir ve her var olan şeyi, her ân varlıkta durdurmaktadır. Hepsinin idaresinden, hallerinden bir ân gâfil olmaz. Mülkünü kimseye çaldırmaz. Emirlerine uymayanların cezasını vermekten de, âciz kalmaz. Meselâ, Ay’da, Merih’de ve diğer yıldızlarda insan olmadığı gibi, bu Erd küresinde de bulunmasaydı, birşey lâzım gelmezdi. Bundan dolayı, büyüklüğünden birşey eksilmezdi.
Hadîs-i kudsîde buyuruyor ki, (Önce gelenleriniz, sonra gelenleriniz; küçüğünüz, büyüğünüz; dirileriniz, ölüleriniz; insanlarınız, cinleriniz; en müttekî, itaatli kulum gibi olsanız, büyüklüğüm artmaz. Aksine olarak, hepiniz, bana karşı duran, Peygamberlerimi “aleyhimüsselâm” aşağı gören, düşmanım gibi olsanız, uluhiyyetimden bir şey eksilmez. Allahü teâlâ, sizden ganîdir, Ona hiçbiriniz lâzım değildir. Siz ise, var olmanız için ve varlıkta kalabilmeniz için ve her şeyinizle, hep Ona muhtaçsınız).Güneşten ziyâ ve harâret gönderiyor. Aydan ışık dalgaları aks ettiriyor. Siyâh topraktan, tatlı renkli, hoş kokulu nice çiçekler, güzel yüzler yaratıyor. Rüzgârdan gönüllere ferahlık veren nefesler döküyor. Birçok senelik uzaklıktaki yıldızlardan, şu çıktığınız, sonunda gömüleceğiniz topraklara nûrlar yağdırıyor. Zerrelerinde nice nice titreşimlerle te’sîrler uyandırıyor. [Bir taraftan, beğenmediğiniz, iğrendiğiniz pislikleri, en küçük, en hakîr mahlûkları [mikroplar] vasıtası ile, toprağa çevirip, çiğnediğiniz bu toprakları bitki fabrikasında, vücûdünüz makinasının yapı taşı olan, protein, yani yumurta akı maddesi haline döndürüyor. Bir taraftan da yine nebâtât fabrikasında, toprağın suyunu, havânın boğucu gazı ile birleştirerek ve içerisine, semâdan gönderdiği enerjiyi, kudreti depo ederek, nişastalı, şekerli maddeleri ve yağları, yani vücûdünüz makinesini işletecek kudret kaynağını yaratıyor.] Böylece, tarlalarda, çöllerde, dağlarda, derelerde, bitirdiği nebâtlarda ve yeryüzünde ve denizlerin dibinde gezdirdiği hayvanlarda, mi’delerinize gidecek, sizi besliyecek rızk, gıda hazırlıyor. Akciğerlerinizde kimyahaneler açarak, burada kanınızın zehrini ayırıp, yerine oksijen yakıcı maddesini sokuyor. Dimağlarınızda, fizik laboratuvarları açarak, burada his uzuvlarından, sinirlerden gelen haberler alınıp, demir taşına miknâtis kuvvetini yerleştirdiği gibi, beyninize yerleştirdiği akıl ve yüreğinize yerleştirdiği kalp kuvvetleri te’sîri ile, bir anda, çeşitli plânlar hazırlanıp, emirler, hareketler meydâna getiriyor. Yüreğinizi çok karışık ve harika dediğiniz te’sîrlerle, geceli gündüzlü çalıştırıp, damarlarınızda kan nehrleri akıtıyor. Sinirlerinizde, akllarınızı şaşırtan, nice nice yol şebekeleri dokuyor. Adalelerinizde sermâyeler gizliyor. Daha ve daha birçok hârikalarla, vücûdünüzü techîz ediyor, tamamlıyor. Hepsine fizik kanûnları, kimyâ reaksiyonları ve biyoloji olayları gibi isimler taktığınız, bir nizâm ve âhenkle tesis ediyor, montaj yapıyor. Kuvvet merkezlerini içinize yerleştiriyor. Gereken tedbîrleri ruh ve şu’ûrunuza tersim ediyor. Zihin denilen bir hazîne, akıl namında bir mi’yâr, fikir dedikleri bir alet, irâde dediğiniz bir anahtar da ihsân ediyor. Her birini yerinde kullanabilmeniz için size tatlı, acı ihtârlar, işaretler, meyller, şehvetler de veriyor. Daha büyük bir ni’met olarak, sâdık ve emîn Resûllerle açıkca, ta’lîmât gönderiyor. Nihayet, vücûdünüz makinesini işletip ve tecribelerini gösterip, maksada göre kullanmanız ve istifâde etmeniz için elinize teslîm ediyor. Bütün bunları, size ve irâdenize ve yardımınıza muhtaç olduğundan değil, mahlûkları arasında size ayrı bir mevkı’, bir salâhiyyet vererek, mes’ut ve bahtiyâr olmanız için yapıyor. Ellerinizi, ayaklarınızı, kullanabildiğiniz her uzvunuzu, arzûnuza bırakmayıp da, yüreğinizin atması, ciğerlerinizin şişmesi, kanlarınızın dolaşması gibi, sizden habersiz kullansaydı, her işinizde, zorla, refleks hareketleri ile, çolak el, kuru ayak ile yuvarlasaydı, her hareketiniz bir titreme, her kımıldamanız bir siğirme olsaydı, kendiliğinize ve emânetlere mâlik olduğunuzu iddia edebilir miydiniz? Sizi, cansızlar gibi, sade dış kuvvetler te’sîri ile veyâ hayvanlar gibi, yalnız dış ve iç kuvvetler ile akılsız, şu’ûrsuz hareket ettirse idi ve evlerinize taşıdığınız ni’metlerden, yük hayvanı gibi, ağzınıza bir lokma verseydi, onu alıp yiyebilecek miydiniz?
Doğmadan evvelki, doğduğunuz zamanki hâlinizi düşünüyor musunuz? Üzerinde yatıp kalktığınız, yiyip içtiğiniz, gezip dolaştığınız, gülüp oynadığınız, dertlerinize deva, korkulara, sıcağa, soğuğa, açlığa, susuzluğa, yırtıcı ve zehirli hayvanların ve düşmanların hücûmlarına karşı koyacak vâsıtaları bulduğunuz şu yer küresi yapılırken, taşları, toprakları hilkat fırınlarının ateşlerinde pişirilirken, suyu ve havâsı, kudret kimyâhânesinde inbiklerden çekilirken, siz nerede idiniz, ne içinde idiniz, hiç düşünüyor musunuz? Bugün, bizim dediğiniz karaların, denizlerden süzülüp ayrıldığı, dağların, derelerin, ovaların, tepelerin döşenildiği zamân, acaba nerede idiniz? Denizlerin acı suları, Hakkın kudreti ile buharlaştırılarak, gökte bulutlar yapılırken, o bulutlardan yağan yağmurlar, [çakan şimşeklerin ve güneşten gelen kudret, enerji dalgalarının hâzırladığı gıdâ maddelerini,] yanmış, kurumuş toprakların zerrelerine işletip, o maddeler, [ziyâ ve harâret şu’âları te’sîri ile] oynayıp titreşerek hayâtın hücrelerini yetiştirirken, nerede idiniz ve nasıldınız?
Bugün kendinize maymun tohumu derler, inanırsınız. Allah yaratır, yaşatır, öldürür, herşeyi O yapar derler inanmak istemezsiniz.
Ey insan! Acabâ sen nesin? Babanın damarlarında neydin? Bunak, örümcek kafalı, gerici diye hakâret ettiğin babana, vaktiyle damarları içinde sıkıntı verirdin. O zamân, seni oynatan kimdi ve sen onu, niçin râhatsız ediyordun? O, istese idi, seni bir çöplüğe atabilirdi, fakat atmadı. Seni, bir emânet gibi sakladı. Bol bol besleneceğin bir gülşen serây-ı ismete tevdi’ etdi ve nice zemân himâyene uğraştı ise, sen niçin sıkıntılarından babanı mes’ûl tutarak tahkîr ediyorsun da, ni’metlerinden ona ve yaratanına bir şükr payı ayırmıyorsun? Sonra sen, emânetini niçin herkesin kirlettiği çöplüklere döküyorsun?
Etrâfın, arzû ve emellerine uyduğu zamân, herşeyi, aklınla, ilminle, fenninle, gücünle, kuvvetinle yaratarak yaptığına, bütün başarıları îcâd ettiğine inanıyorsun. Hakkın sana verdiği vazîfeyi unutuyor ve o yüksek me’mûrlukdan isti’fâ ediyor ve emânete sâhib çıkmağa kalkıyorsun. Kendini mâlik ve hâkim tanımak ve tanıttırmak istiyorsun. Öte taraftan, etrâfın, arzûlarına uymaz, dış kuvvetler seni mağlûb etmeğe başlarsa, o zamân da, kendinde hasret ve hüsrândan, acz ve yeisten başka birşey görmüyorsun. Hiçbir irâde ve ihtiyâra sâhib olmadığını, herşeyin cebr elinde esîr olduğunu ve varlığının, otomatik ve fakat zembereği kırık bir makina gibi olduğunu iddi’â ediyorsun. Kaderi bir (İlm-i mütekaddim) değil, bir (cebr-i mütehakkim) ma’nâsında anlıyorsun. Bunu söylerken, ağzının, gramofon gibi olmadığını da, sezmez değilsin.
Sofrana, sevdiğin yemekler gelmediği zamân eline geçirebileceğin kuru ekmeği yemekle, yemeyip açlıktan ölmek arasında hür ve serbest bulunduğun ve kuru lokmalar, ağzına zorla tıkılmadığı hâlde, elini, dilini uzatır, onları yersin. Hem yersin, hem de birşey yapmadığına hükm edersin. Düşünmezsin ki, elin ve ağzın, yine arzûnla oynamış ve bu oynayış bir sıtma, bir titreme olmamıştır. Fakat, böyle mecbûr olduğun zamânlarında bile, irâdene mâlik olduğun hâlde, seni âciz bırakan, hâricî kuvvetler karşısında kendini mecbûr, esîr, hâsılı bir hiç bilirsin.
Yâhû! İşin yolunda, muvaffakıyyet ve muzafferiyyet yanında olunca (Hep), işlerin aksi, ters olduğu zamânında ise, kaderin cebri altında oyuncak bir (Hiç) diye iddi’â etdiğin o sen, bunlardan hangisisin? Hep misin, hiç misin?
Ey Âdem oğlu! Ey noksanlık ve taşkınlık içinde yüzen insan! Siz, ne hepsiniz, ne de hiçsiniz! Her hâlde ikisi arası bir şeysiniz. Evet siz, îcâd etmekten, herşeye hâkim ve gâlib olmaktan, şübhesiz uzaksınız. Fakat, inkâr olunamayan bir hürriyyet ve ihtiyârınız, sizi hâkim kılan, bir arzû ve seçim hakkınız vardır. Siz, eşi ortağı bulunmayan bir hâkim ve mutlak, başlı başına bir mâlik olan, Hak teâlânın emri altında, ayrı ayrı ve müşterek vazîfeler alan, birer me’mûrsunuz! Onun koyduğu ahkâm ve nizâm ile, Onun ta’yîn ettiği mevkı’leriniz ve halk edip emânet olarak verdiği salâhiyyet ve vâsıtalarınız nisbetinde vazîfe yaparsınız. Âmir ancak O, hâkim yalnız O, mâlik yine O’dur. O’ndan başka âmir, O’na benzer hâkim, O’na ortak mâlik yoktur. Sizin o kadar benimseyerek, hevesle atıldığınız maksatlar, gâyeler, giriştiğiniz mücâdeleler, sarf ettiğiniz gayretler, duyduğunuz iftihârlar, kazandığınız başarılar, O’nun için olmadıkça, hep yalan, hep boştur. O hâlde kalblerinizde, niçin yalana yer veriyorsunuz da, şirklere sapıyorsunuz? Niçin, eşsiz hâkim olan, Hak teâlânın emrlerine uymuyor, Onu ma’bûd tanımıyorsunuz da, binlerce, hâyal olan, ma’bûdlar arkasında koşuyor, hepiniz sıkıntılar içinde boğuluyorsunuz? Her neye koşuyorsanız, sizi sürükleyen bir emel, bir ihtiyâr, bir îmân değil midir? Niçin o emeli Hak’dan başkasında arıyorsunuz? Niçin, o îmânı Hakka tahsîs etmiyor, o ihtiyârı bu îmâna ve îmânın netîcesi olan amellere sarf etmiyorsunuz?
Hak teâlânın hâkimliğini tanıdığınız, emâneti ve emniyyeti bozmayarak çalışdığınız zemân, birbirinizi ne kadar sevecek, ne kadar bağlı kardeşler olacaksınız. Sizin o kardeşliğinizden, Allahın merhameti, neler yaratacakdır. Kavuşduğunuz her ni’met, hep Hakka îmânın hâsıl etdiği kardeşliğin netîcesi ve Allahü teâlânın merhameti ve ihsânıdır. Gördüğünüz her musîbet ve felâket de, hep kızgınlığın, nefretin ve düşmanlığın netîcesidir. Bunlar ise, hakkı tanımamanın, zulm ve haksızlık etmenin cezâsıdır. Bu da, hukûku kendiniz kurmağa kalkışmanın, Hak teâlâ ile yarış edebilecek şerîklere tâbi’ olmanın, hâsılı, hâlis tevhîd ile, yalnız Hak teâlâya îmân etmemenin netîcesidir.
Hulâsa, insanlığı kaplayan sıkıntıların birinci sebebi, Hakk’a karşı şirk ve müşriklikdir. İlm ve fen, ilerlediği hâlde, insanlığın ufklarını sarmış olan fesâd karanlığı, hep şirkin, îmânsızlığın, vahdetsizliğin ve sevişmezliğin netîcesidir. Beşeriyyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, ızdırâb ve felâketden kurtulamaz. Hakkı tanımadıkça, Hakkı sevmedikçe, Hak teâlâyı hâkim bilip, Ona kulluk etmedikçe, insanlar, birbiri ile sevişemez. Hakdan ve Hak yolundan başka her ne düşünülse, hepsi ayrılık ve perîşanlık yoludur. Görmez misiniz, câmi’e gidenler sevişir, meyhâneye gidenler döğüşür.
Hak teâlâdan başka herneye gönül verseniz, herneye tapınsanız, hepsinin zıddı, mukâbili vardır. Bunların hepsi de, Hakkın kudreti ve irâdesi altındadır. Şerîki, nazîri, misli, zıddı, mukâbili olmayan, yegâne hâkim, ancak Hak teâlâdır ve ancak Onun mukâbili bâtıldır, yanlışdır ve varlığı mümkin olmıyan bir yoklukdur.
Hak teâlâdan başka, herneye tâbi’ olur, herneye tapınır, O’nun yerine, herneyi sever ve hakîkî hâkim tanırsanız, biliniz ki, onlar da sizinle berâber yanacaktır.
Merkez-i dâire-i iflâs ve bî nevâî
Ser şâr-ı sahbây-ı hodgâmî ve nâ âşinâî
Esseyyid Abdülhakîm Efendi