Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Tövbe etmek, Allahü teâlâya söz vermekdir. Yâni; *(Ben yapdığıma pişmân oldum yâ Rabbî, bir daha yapmıyacağım)* demekdir. 


Allahü teâlâya kavuşmak istiyen ne yapsın? Allahü teâlâya götüren kapıdan geçsin. O kapı neresidir? O kapı, büyüklerin kapısıdır.


*(Evliyâ-yı kirâm)* ın kapısıdır, Evliyâ-yı kirâmın huzûrudur, sohbetidir. Bu evin kapısının ne kıymeti var? Burada kastedilen, sohbet kapısıdir. O sohbet kapısından gir. 


Yâni, sohbete gir, sohbetinde bulun o büyüklerin. İşte Allahü teâlâya kavuşduran yol, Allahü teâlâya kavuşduran kapı, bu kapıdır. Allahü teâlânın sevdiklerinin sohbetidir. 


*(Eshâb-ı kirâm)* efendilerimiz, o kemâlâta nasıl kavuşdular? Resûlullahın sohbeti ile. Evliyâ-yı kirâm da, Resûlullah Efendimizin vârisleridir. Onlar, *(Vereset-ül Enbiyâ)* dır. 


Muhammed aleyhisselâma tâbi olmadan seâdete kavuşmaya imkân yokdur. Ona tâbi olmıyan, dünyâda sefâlet çeker, sürünür. Âhiretde de Cehenneme gider ve yanar. 


Resûlullah Efendimize tâbi olmak için, en evvelâ *(Îmân)* etmek, âmentüye inanmak lâzım. Bizim kitaplarımızda bunlar yazılı. Okuyacağız, öğreneceğiz. 


Ondan sonra da öğrendiğimiz farzları, vâcibleri, sünnetleri yapacağız kardeşim. Harâmlardan sakınacağız, bunlar çok mühim. Bir kimse günâh işliyorsa, hiç kıymeti yok 


Eskiden, babamın evinde iken biz akşamları çay içmeyi bilmezdik. Sâdece kahvaltıda çay içerdik. Çay içmeyi dahî Efendi hazretlerinden öğrendik. 


Efendi hazretlerinden duymadığımız hiçbir şeyi söylemiyoruz kardeşim. Efendi hazretleri tek şeker ile açık çay içerlerdi. Ziyâ bey üç şeker, Hâlid bey, koyu ve tek şeker. 


Allahü teâlâ mü’mini, namaz kılmak için yaratdı kardeşim. Namaz kılana, *(mü’min)* denir. Kılmıyan, şüphelidir. Dîn-i islâm, namâzın içinde mündemicdir. 


Namaz, çok şereflidir, çok kıymetlidir. Niçin? İçinde *(Kur’ân-ı kerîm)* olduğu için, Kur’ân-ı kerîm okunduğu için. 


Çünkü Kur’ân-ı kerîm, Allahü teâlâdan sonra, makâmı, mevkîi, derecesi en yüksek olandır. Peygamberlerden de yüksekdir. 


Bizim Peygamberimizden de yüksekdir. Allah kelâmıdır çünkü. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: *(Bu Kur’ânı, ben dağa indirseydim, dağ su gibi erir ve akardı.)*

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Hüküm mevkîinde sıkıntı çok olur. Bir çürük üzüm tânesi, bir sepet sağlam üzümü çürütür. Fakat bir sepet sağlam üzüm, bir çürük üzümü düzeltemez. 


Öyleyse, bu çürük üzümü bünyeden atmak gerekir. Sizin atmanıza gerek yok, o kendisi gider. 


Osmânlıyı, Reşit Rızâ ve Mithat paşa gibi birkaç çürük adam çökertmiştir. 


Bizim kitaplarımız, Allahü teâlânın sevdiği kullarının yazılarıdır kardeşim. Ben bâzen, yeri gelince diyorum ki: *(Bizim kitaplarımız çok kıymetli, çoook. Her kitâbdan daha kıymetlidir.)*


Niçin kıymetlidir? Çünkü bizim kitaplarımızın içinde, bana âit bir yazı yok da onun için efendim. Hep o büyüklerin yazıları. Onun için kıymetli. 


Bize âit yazılar, *(Pırlanta)* nın yanında, *(Cam)* parçası gibidir. Bizim kitaplarımızda eğer bana âit de birkaç satır olsa, pırlantaların arasına cam parçalarını karışdırmış oluruz. 


O zaman hiç kıymeti kalmaz. Elhamdülillah, bize âit hiçbir yazı yok. Nasıl olsun ki efendim. Büyüklerin meydânında küçüklerin ne işi var.  


O büyüklerin kelâm meydânında, âciz kulların ne işi var. Maalesef şimdi herkes aklına geleni yazıyor. Sonra da *(İslâmiyet budur)* diyorlar. 


Hâlbuki yazdıklarının, islâmiyetle hiç alâkası yok. Kendi kafalarından çıkan şeyleri islâmiyet sanıyorlar. 


Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin 25. ci mektûbunda buyuruyor ki: *(İnsanların başına gelen her dert ve belâ, her musîbet, her sıkıntı, kötü amellerimizin karşılığıdır.)* 


Cezâ, karşılık demek. Yâni başımıza bir dert, bir musîbet geldiyse, muhakkak kötü bir amel yapmışızdır. Bir günâh işlemişizdir, onun karşılığıdır. 


Ne yapacağız peki? Hemen pişmân olup, tövbe edeceğiz, af dileyeceğiz, istiğfâr edeceğiz. İstiğfâr edince de o kötülük gider. Demek ki en birinci ilâç, istiğfârdır. 


*(Estağfirullah el azîm el kerîm ellezî lâ ilâhe illâ hû. El hayyel kayyûme ve etûbü ileyh.)* 


Bunu okudun mu, yapdığın kabâhat afv olur. Kabâhat afvolunca da, o başına gelecek olan derd-ü belâ artık gelmez, geri gider.

Haram olan niçin haramdır?

  -Haram olan niçin haramdır? Allah celle şânühü harâm ettiğinden. Harâm olmasının sebebi: Harâm olan şey, yâ fesadı, veya mazarratı mucibdir. Mefsedet ve mazarrat bazen celî [âşikar], ba'zan hafî [gizli] olur. 

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Kalbin safası

 - Kalbin safası, üç şeyle tekemmül eder:

1- Kur'ânı kerîmi tedebbürle okumak,

2- Tezekkür mevtle [ölümü hatırlamakla],

3- Zevcesi ile kesret-i ihtilatla [hanımı ile bir arada çok kalmakla].

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî) 

Dâbbet-ül ard

 - Kıyâmetin büyük alâmetlerinden biri olan Dâbbet-ül ard [dabbenin ismi Hassâse'dir] uzunluğu altmış arşın. Kuyruğu ve ayakları vardır. Güneşin batıdan doğmasından sonra çıkarılacaktır. Güneşin batıdan doğmasından sonra mümin olan mümindir, kâfir olan kâfirdir. Bundan sonra tevbe kabûl olmaz. Deccâl zuhûr eder, Îsâ aleyhisselâm nüzûl eder.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Ma'neviyyât nedir?

 - Ma'neviyyât, havas-ı hamse-i zâhirîye [beş zâhirî duygu organı] ve havas-ı hamse-i bâtınîyye [beş batınî his] ile his edilmeyen şeyler. 

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Harman zamanı

 -Fecirden yarım sâat evvelden güneş doğuncaya kadar olan zaman âdeta harman zamanı gibidir. Cenâb-ı Hak celle celâlühü o zaman sûri erzakı ve ma'nevî rızıkları taksîm eder.  Bir memleketten teheccüd namazı kalkınca, o memleket belâya uğrar. Horozlar sabahleyin: " Rabbiğfir verham ve ente hayr-ür râhımîn" nidâsıyle öterler.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

KABİRLERDE KUR’ÂN OKUMAK

 Vehhâbî ve mezhebsizlerin zehirli sözlerine aldanarak “kabrin başına gidip Kur’ân okumak dinde yoktur, uydurmadır” diyenlere cevab olarak:

Târih-i Taberî’de bildirilmektedir ki; Ebûbekr-i Sıddîk (radıyallahu teâlâ anh) hazretleri, her gün sabah nemazını mescidde kılar, ardından Resûlullah’ın (sallallahu teâlâ aleyhi vesellem) kabr-i şerîflerinin bulunduğu odaya girerdi. Kapısı mescide açılırdı. Orada okur ve dua ederdi.”

Bu mes’elede an açık delîl budur.


(Takvâ Yolu, sh 314)

Ölü yıkanmadan başında Kur'ân okunmamalı

Takvâ Yolu kitabının 300. sahifesinde buyruluyor ki;

“Ölünün akraba ve komşularına, ölüyü yıkamadan önce yanında Kur’ân okumamalarını, yıkandıktan sonra Kur’ân-ı kerîmin şânını ta’zîm için okumalarını bildirmelidir.”

İNSANIN KENDİ BÜNYESİNDE BULUNAN KIYAMET ALAMETLERİ

 Ey sırr-ı ilâhîyi öğrenmek isteyen, bil ki, âfâk âleminde [kendi dışındaki âlemde] ne varsa, enfüs âleminde [insanın kendisinde] de vardır. Âfâkta kıyamet alâmetleri olduğu gibi -ki Resûlullah (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) buyurmuştur-  insan âleminde de vardır. Ve bize bilmesi lâzım olan kendi vücûdumuzda olandır. Yoksa âfakta [kendi dışında] olacak olana bakmaktan ele ne geçer.


Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) gibi, diğer peygamberler de ümmetlerini Deccâl ile korkutmuşlardır, diye buyurulan hadîs-i şerîfde, enfüsî olmasını iş'âr ederler. Zirâ Deccâl meşhûrdur. O peygamberler kendi zamanlarında zuhûr etmeyeceğini bilirlerdi. Bildikleri halde, niçin ümmetlerini ondan korkuttular.  Halbuki o peygamberler cehilden ve yalandan beri idiler. Zerre imanı olan bunda şübhe etmez.


Şimdi evvelâ sarı ırk çıkmak, insanda hayvânî sıfatların zuhurundan ibârettir. Zirâ insanda en evvel yaratılan bu sıfatlardır.


Ye'cûc me'cûc çıkması, insanda ahlâk-ı zemîmenin ve fâsid insanların tamamen ortaya çıkması ve hucûmundan ibârettir.


Deccâl'in çıkması, akl-i meaşın [dünya aklının] rubûbiyyet sıfatına bürünüp, kibir ve istilâ ile ve yükseklik, yücelik arzusuyla zuhûrundan ve; Hazret-i Îsa aleyhisselâmın yere inmesi kinayedir, akl-ı meadın [âhıret aklının] yakîn nûru ile zuhurundan ve Deccâl'i öldürmesi ibârettir onun hükmünü ibtâlden.  Nitekim Şeyh Sadreddin Konevî buyurdular ki, Deccâl dünyânın hakîkatinin görünüşüdür. Onun içindir ki, sağ gözü kördür, ya'nî hakkı görmez. Hazret-i Îsa aleyhisselâm âhıretin hakîkatinin aynasıdır, görüldüğü yerdir. Onun zuhûru vakti öbür fecrin tulu'u zamanıdır.


Mehdî'nin çıkması, akl-ı küllün yardımından ve rûh-i azamın zuhurundan ibârettir ki, o ruh hassaten Rahman'ın üfürmesiyle olur.  "Ona rûhumdan üflediğim zaman" [Hicr-29] bu ruha işarettir. Bu rûhu mürşid-i kâmil, Allahu teâlâdan halîfe olup tâlibe üfler. Buna mâye-i Muhammediyye [Muhammedilik özü] de derler.


Dâbbet-ül ardın çıkması, nefs-i levvâmenin zuhûrundan ibârettir. Bir elinde Mûsâ'nın asâsı, bir elinde Süleyman aleyhisselâmın mührünün bulunması ve gadabla müminin yüzünü sığayıp Cennet ehli olduğu ve mührü kâfirin yüzüne dokundurup kâfir olduğunu bildirmesi odur ki, nefsin bir yüzünün nefs-i mülhimeye, bir yüzünün nefs-i emmâreye olduğudur. Saîd imkânı vardır. Mülhimeye tâbi' olursa, saîd olduğu anlaşılır ve hâlinin salah üzere olduğu yüzünden okunur. Emmâreye tâbi' olursa, şakî olduğu bilinir de, fesâd hâli yüzüne bakanlar tarafından okunur.


Güneşin batıdan doğması, rûhun bedenden mufârakatından [alakasını kesip, ayrılmasından] ibârettir. Zirâ cisme taalluk ettiği zaman dolundu; taallukü kesilince, yine mağribden doğdu.


Bu sözleri duymak için, kişinin aşağı tabîati ile semâvat-ı melekûta vülûc etmesi [girmesi] gerektir. Âlem-i melekûta yol bulmak için iki kere doğmak gerektir. Bir kere anasından, bir kere kendinden nitekim Îsâ aleyhisselâm buyurmuşlar: "İki kere doğmayan, göklerin ve yerin hakîkatine eremez". Ya'nî eşyanın cevherini anlayamaz, nefsini ve Hakkı tanıyamaz.


İşte kişinin nefsinde [kendinde], bulunan bu enfüsî kıyâmet alâmetlerini,sülûk ehli anlayabiliyor. Avam halk bunlardan bîhaberdir". "Onlar hayvan gibidir, belki de daha sapık" onlar hakkındadır.


Peygamberlerin rumuz ve işâretlerini anlamak insan-ı kâmil işidir. Onların sözünü dinleyen, dünyada ve âhırette onların yoldaşıdır. Dinlemeyen ise, hiçbir şey değildir.


(Son halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı 2.cild,sf: 306-307)

Efendi Hazretlerinin H.Hilmî Bey hocamıza yazmaları için verdikleri defterden bir bölüm

 Hazret-i Ömer (radıyallahü teâlâ anh) buyurdu: "Biz zelîl bir kavim idik, Allahu Teâlâ bizi İslâm ile azîz etti. Her ne vakit Allahu teâlâdan, bizi azîz ettiği şeyin gayrisiyle izzet taleb edersek, Allahu teâlâ bizi zelîl eder".  Ne muazzam bir teşhîs ve ifâde!

-"Ok [silah] atmasını öğrenip de unutan bizden değildir". Hadîs-i şerîf.

Ey sırr-ı ilâhîyi öğrenmek isteyen, bil ki, âfâk âleminde [kendi dışındaki âlemde] ne varsa, enfüs âleminde [insanın kendisinde] de vardır. Âfâkta kıyamet alâmetleri olduğu gibi -ki Resûlullah (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) buyurmuştur-  insan âleminde de vardır. Ve bize bilmesi lâzım olan kendi vücûdumuzda olandır. Yoksa âfakta [kendi dışında] olacak olana bakmaktan ele ne geçer.

Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) gibi, diğer peygamberler de ümmetlerini Deccâl ile korkutmuşlardır, diye buyurulan hadîs-i şerîfde, enfüsî olmasını iş'âr ederler. Zirâ Deccâl meşhûrdur. O peygamberler kendi zamanlarında zuhûr etmeyeceğini bilirlerdi. Bildikleri halde, niçin ümmetlerini ondan korkuttular.  Halbuki o peygamberler cehilden ve yalandan beri idiler. Zerre imanı olan bunda şübhe etmez.

Şimdi evvelâ sarı ırk çıkmak, insanda hayvânî sıfatların zuhurundan ibârettir. Zirâ insanda en evvel yaratılan bu sıfatlardır.

Ye'cûc me'cûc çıkması, insanda ahlâk-ı zemîmenin ve fâsid insanların tamamen ortaya çıkması ve hucûmundan ibârettir.

Deccâl'in çıkması, akl-i meaşın [dünya aklının] rubûbiyyet sıfatına bürünüp, kibir ve istilâ ile ve yükseklik, yücelik arzusuyla zuhûrundan ve; Hazret-i Îsa aleyhisselâmın yere inmesi kinayedir, akl-ı meadın [âhıret aklının] yakîn nûru ile zuhurundan ve Deccâl'i öldürmesi ibârettir onun hükmünü ibtâlden.  Nitekim Şeyh Sadreddin Konevî buyurdular ki, Deccâl dünyânın hakîkatinin görünüşüdür. Onun içindir ki, sağ gözü kördür, ya'nî hakkı görmez. Hazret-i Îsa aleyhisselâm âhıretin hakîkatinin aynasıdır, görüldüğü yerdir. Onun zuhûru vakti öbür fecrin tulu'u zamanıdır.

Mehdî'nin çıkması, akl-ı küllün yardımından ve rûh-i azamın zuhurundan ibârettir ki, o ruh hassaten Rahman'ın üfürmesiyle olur.  "Ona rûhumdan üflediğim zaman" [Hicr-29] bu ruha işarettir. Bu rûhu mürşid-i kâmil, Allahu teâlâdan halîfe olup tâlibe üfler. Buna mâye-i Muhammediyye [Muhammedilik özü] de derler.

Dâbbet-ül ardın çıkması, nefs-i levvâmenin zuhûrundan ibârettir. Bir elinde Mûsâ'nın asâsı, bir elinde Süleyman aleyhisselâmın mührünün bulunması ve gadabla müminin yüzünü sığayıp Cennet ehli olduğu ve mührü kâfirin yüzüne dokundurup kâfir olduğunu bildirmesi odur ki, nefsin bir yüzünün nefs-i mülhimeye, bir yüzünün nefs-i emmâreye olduğudur. Saîd imkânı vardır. Mülhimeye tâbi' olursa, saîd olduğu anlaşılır ve hâlinin salah üzere olduğu yüzünden okunur. Emmâreye tâbi' olursa, şakî olduğu bilinir de, fesâd hâli yüzüne bakanlar tarafından okunur.

Güneşin batıdan doğması, rûhun bedenden mufârakatından [alakasını kesip, ayrılmasından] ibârettir. Zirâ cisme taalluk ettiği zaman dolundu; taallukü kesilince, yine mağribden doğdu.

Bu sözleri duymak için, kişinin aşağı tabîati ile semâvat-ı melekûta vülûc etmesi [girmesi] gerektir. Âlem-i melekûta yol bulmak için iki kere doğmak gerektir. Bir kere anasından, bir kere kendinden nitekim Îsâ aleyhisselâm buyurmuşlar: "İki kere doğmayan, göklerin ve yerin hakîkatine eremez". Ya'nî eşyanın cevherini anlayamaz, nefsini ve Hakkı tanıyamaz.

İşte kişinin nefsinde [kendinde], bulunan bu enfüsî kıyâmet alâmetlerini,sülûk ehli anlayabiliyor. Avam halk bunlardan bîhaberdir". "Onlar hayvan gibidir, belki de daha sapık" onlar hakkındadır.

Peygamberlerin rumuz ve işâretlerini anlamak insan-ı kâmil işidir. Onların sözünü dinleyen, dünyada ve âhırette onların yoldaşıdır. Dinlemeyen ise, hiçbir şey değildir.

(Son halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı 2.cild,sf: 306-307)