GIYBET VE İFTİRA
Bütün mesele istikâmetdir
🌹 Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri rahmetullahi aleyh buyuruyor ki:
Bütün mesele, istikâmetdir kardeşim. Yâni Îmân ve İslâm yolunda yürümekde sebât etmekdir.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri rahmetullahi aleyh;
Eşeddül kerâmeti, istikâmetün! buyuruyor.
Ne demek bu?
Yâni en büyük kerâmet, İstikâmetdir. Çünkü istikâmeti buldunuz mu, gerisi kolay. Ama istikâmeti bulamazsan, o zaman çok zor.
İnşallah o büyüklere olan sevgimiz, muhabbetimiz artar da, alacağımız feyzler çok olur.
Bir insan harâm ile besleniyorsa, aldığı o haram gıdâ, kalp vâsıtası ile ve kan damarları ile bütün organlara pompalanır. Bütün vücûda kirli kan gider. Böyle insanlara, ibâdet yapmak zor gelir.
Ama helâl gıdâ ile beslenen mü’minin, bir ârifin kalbi ise, imân ile, Allah sevgisi ile ve din kardeşinin sevgisi ile doludur.
Böyle olan bir kimse zikr etdiği zaman, kalbinde bulunan o feyz ve bereket, kalbin pompalamasıyla bütün vücûda dağılır.
O nûrun ve o feyzin ulaşdığı her nokta şifâ bulur. İbâdet yapmak kolaylaşır. Binâların kıymeti, içindekilerden nûr yağması ile olur.
Kibir ve azamet, Allahü teâlâya mahsûsdur. İnsan, neyine güvenip de büyüklenir? Allahü teâlâ; Büyüklenenleri, hiç acımadan cehenneme atacağım! buyuruyor.
Yâsîn sûresinde; Nü’ammirhü nünekkishü! buyuruyor Allahü teâlâ. Yâni, birine çok ömür verirsem, onu eski çocukluk hâline döndürürüm, buyuruyor.
Çocukken kuvveti yoktu, büyüdü, Gücü Kuvveti oldu. Yaşlanınca, o kuvveti geri alındı. Sonra da mezarında bir avuç toprak olacak.
Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Allahü teâlâ, ortak, yâni *Şerîk* kabûl etmez efendim. İnsanların Allaha karşı *Îmânı* azaldıkça, Cenâb-ı Hakka karşı *Güveni* azalır. Allaha güven azaldıkça da, *Dünyâ* ya güveni artar.
Bir kimse, *Allah* dan başka neye bel bağlarsa, bu hâl, *Felâket* olarak ona yeter. Çünkü *Allah Sevgisi* nin üzerinde bir *Sevgi* olmaz, aslâ olamaz efendim.
Şimdi bu odada, *Radyo* dalgaları var mı, yok mu? Muhakkak ki *Var*. Biliyoruz çünkü. Bunu bilmesek, var diyene inanmayız. *Olur mu öyle şey? Hani görmüyorum*, deriz.
Evet ama, o *Radyo* dalgalarını, o sesleri işitmiyoruz. Neden işitmiyoruz? Çünkü kendi bedenimizde bir *Alıcı* mız yok. Alıcımız olsa, işitiriz.
İşte, *Evliyâ* nın kalbinden çıkan *Feyz* ler, *Mârifet* ler, *Nûrlar* da, aynen radyo dalgaları gibi, her an, her yere yayılıyor. Fakat alıcımız olmayınca, fâideli olmuyor, *Zâyi* oluyor.
Bir gün, *Abdülhakîm Arvasi* Efendi hazretleriyle odada oturuyorduk. Bir ara; *Ben zâyi oldum!* buyurdu. Abdülhakim Efendi hazretleri niçin *Zâyi oldu?* Çünkü kimseyle görüşemiyor, konuşamıyor. Yaydığı *Nûr* ları alan yok.
Abdülhakîm Arvasi Efendi hazretlerinin mübârek kalbinden çıkan *Nûr* ları alan olmayınca, *Ben zâyi oldum!* diyor. Nûr yayılıyor, ama *Alan* yok.
Yâni almaya *Müstaîd* kimse yok. *Kabiliyeti* olan yok. Evliyâların kalbinden çıkan mârifetler, nûrlar her an yayılıyor. Bunları almak için şartlar var. Nedir o şartlar? Evvelâ *Îmân* lâzım. Ama *Doğru Îmân*.
Ehl-i sünnet üzere bir *Îmân*. Kâfirler; değil evliyâlardan, Peygamberden bile *Nûr* alamadılar. *Ebû Leheb* ler, *Ebû Cehil* ler öyle işte. O *Nûru* alamadılar.
O mübârek nûr menba’ına, yâni Resûlullah Efendimize, *Büyücü* dediler, *Sihirbâz* dediler, *Yalancı* dediler, *Şâir* dediler. Nasipleri olmadı, alamadılar.
Evliyâların kalbinden çıkan mârifetleri, nûrları almak için de evvelâ ne lâzım? *Îmân*. Sonra ne lâzım? *Ehl-i sünnet* îtikâdı. Mezhebsizler *Nûr* alamaz.
Mezhebsizler, meşâyih-ı kirâmdan, evliyâ-yı kirâmdan *Nûr* alamazlar. *Aldık!* derler, hattâ, *Şeyh* olduk, derler. *Şeyhlik* de yaparlar. Fakat hiçbir şeyden haberleri yokdur, *Yalan* söylüyorlar.
Bu dînin esâsı kalbi hastalıkdan kurtarmaktır
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
İnsan vücûdunda en kıymetli organ, *Kalp* dir. Bu dînin esâsı da, bu kalbi *Hastalık* dan kurtarmakdır. Nedir o hastalık? Kalbi hasta yapan şey nedir? *Nefsimiz*.
Hepimizin içinde bir *Düşman* var kardeşim. Hem Allaha düşman, hem bize düşman. O da, insanın kendi *Nefsi* dir. Yâni düşman içimizde, dışarda değil. O da kendi *Nefsimiz* dir.
İşte bu nefsin, kalbe akıtdığı o *Zehire* karşı, bir *Panzehir* lâzım. Büyükler buyuruyorlar ki: Nefse karşı olan o panzehir, ya o büyük zâtların *Kendi* leridir veyâ *Eser* leridir.
Eserleri deyince, ne anlıyacağız? Yâni o büyük zâtların *Kitap* ları ve *Talebe* leridir.
Onun için, bizim *Âbiler* den birine rastlıyan, kurtulur efendim. Bizim *Kitap* lara kavuşan, bizim *Âbi* lere rastlıyan, kurtulur. Onun için biz çok *Şanslı* yız.
● ● ●
Eskiden *Ezân* okunurken herkes işini gücünü *Bırakırdı*. Nasıl mı? Meselâ demirci demir dövüyor, çekici kaldırmış, tam vuracak. O anda müezzin *Allahü Ekber!* diyor.
O bunu işitince *Çekici* vurmuyor, indiriyor ve yavaşça kenara koyuyor. Neden? *Ezân* okunuyor diye.
Çekici kaldırmış, demire vuracak, demiri dövecek, tam kaldırdığı zaman *Allahü ekber!* diye ezânı işitiyor, vurmuyor onu artık.
*Ezân okunurken iş görülmez* diyor ve yavaşca yanına bırakıyor. Eskiden öyleydi. Ezâna *Hürmet* edilirdi. Şimdi nerde kardeşim? Nerdeee?
● ● ●
Yemekden sonra ne okuyoruz? *Elhamdü lillâhillezî eşba’nâ ve ervânâ min gayri havlin minnâ velâ kuvveh. Allahümme et’imhüm kemâ et’amûnâ.*
Buraya kadar, Abdülhakîm Arvasi Efendi hazretlerinin *Duâsı* dır. Bu kadar duâ ederdi Efendi hazretleri. Sonra bendeniz, ona bir ilâve yapdım.
*Allahümmerzuknâ kalben takiyyen mineşşirki beriyyen lâ kâfiren ve şakiyyâ velhamdü lillâhi rabbil’âlemîn*.
Bizim ilâvemiz bu kadar. Diyeceksiniz ki: *Sen kim oluyorsun da bunu ilâve yapıyorsun?* Evet ama bizim kendi sözümüz değil ki bu.
Peygamber Efendimizin *Duâsı*. Onun *Sözü*. Berât gecesinde, Efendimiz aleyhisselâm secdede bu *Duâyı* okurmuş. Kitapda gördüm ve onu *Yemek duâsı* na ilâve etdim efendim.
Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin kalplere huzur veren nasihatler
Abdülhakîm Arvâsî (1860 - 1943)
Cemiyetteki ruh hastalıklarının sebebi, iman eksikliğidir.
Riya olmasın diye cemaatten kaçanlar ayrı bir riya içindedirler.
Haramlardan korkan zahiddir. Şüpheliden korkan ise velidir.
Tek vakit namazımı kaçırmaktansa, bin kere ölmeyi tercih ederim.
Namaz, aman namaz, nerede ve ne şart altında olursa olsun mutlaka namaz kılın.
En büyük edep, ilahi hududu muhafazadır, gözetmektir.
Allahü Teâlâ bir kuluna iman vermişse ona daha ne vermemiştir. İman vermemişse ona daha ne vermiştir!
Bizim meclisimizde bulunanlar, sükut içinde otursalar ve sükuttan başka bir şey görmeseler bile, din bahsinde âlim geçinenlerin hatalarını keşfederler, bir bir çıkarırlar.
Kur'an-ı Kerim şifadır. Fakat şifa, suyun geldiği boruya tâbidir. Pis borudan şifa gelmez.
Gerçek keramet, kerametin gizlenmesidir. Bunun dışında görünenler, velinin irade ve ihtiyarı ile değildir. İlahi hikmet öyle gerektiriyor demektir.
Allahü Teâlâ sırrını eminine verir. Bilen söylemez, söyleyen bilmez.
Ahmaklık, hatada ısrar etmektir..
Kur'an-ı Kerim'den ve Resul aleyhisselamın hadis-i şeriflerinden sonra en kıymetli kitap, İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat kitabıdır.
Hanefi mezhebinde en mükemmel ve en kıymetli fıkıh kitabı, İbni Abidin'in Dürrül-Muhtar haşiyesidir. Şafii’de Tuhfet-ül-Muhtac kitabıdır.
Din bilgileri, dünyada ve ahirette, huzuru, saadeti kazandıran bilgilerdir.
Allahü Teâlâ dilediğini yapar. İster sebepli ister sebepsiz, dilediği gibi azap veya lütfeder. Güzel ve doğru Onun dilediğidir.
Allahü Teâlâ bize rahmetiyle muamele etsin. Adaletiyle muamele ederse yanarız.
İlim cehli izale eder, yok eder, ahmaklığı değil.
Allahü Teâlâ, her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere, tabiat kuvvetleri, fizik, kimya ve biyoloji kanunları diyoruz. Bir iş yapmamız, bir şeyi elde etmemiz için, bu işin sebeplerine yapışmamız lazımdır. Mesela buğday hasıl olması için, tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lazımdır. İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü Teâlâ'nın bu âdeti içinde meydana gelmektedir. Allahü Teâlâ sevdiği insanlara iyilik, ikram olmak için ve azılı düşmanlarını aldatmak için bunlara, âdetini bozarak sebepsiz şeyler yaratıyor.
Çeşitli, lezzetli yemeklerle ve tatlı, soğuk şerbetlerle bedenlerinizi rahat ve hoş tutunuz.
Temiz ve yeni elbise giyiniz.
Gittiğiniz yerlerde, ahlakınızla, sözlerinizle, İslam’ın vakarını, kıymetini gösterdiğiniz gibi, giyiminizle de saygı ve ilgi toplayınız.
Son zamanlarda, tekkeler cahillerin eline düştü. Dinden, imandan haberi olmayanlara şeyh denildi. Din düşmanları da, bu şeyhlerin sözlerini, oyunlarını ele alarak dine hurafeler karışmıştır, dedi. Halbuki bozuk tarikatçıların sözlerini, işlerini din sanmak, bunları tasavvuf büyükleri ile karıştırmak, çok yanlıştır. Dini bilmemek, anlamamaktır.
Dinde söz sahibi olmak için, Ehl-i sünnet âlimlerini tanımak, o büyüklerin kitaplarını okuyup, iyi anlayabilmek ve bildiğini yapmak lazımdır. Böyle bir âlim bulunmazsa, din düşmanları, meydanı boş bulup, din adamı şekline girer. Vaazları ile, kitapları ile, gençlerin imanını çalarak millet ve memleketi felakete götürürler.
İslam dini, Allahü Teâlâ'nın, Cebrail ismindeki melek vasıtası ile, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselama gönderdiği, insanların, dünyada ve ahirette rahat ve mesut olmalarını sağlayan, usul ve kaidelerdir.
Bütün üstünlükler, faydalı şeyler, İslamiyet’in içindedir. Eski dinlerin görünür görünmez bütün iyiliklerini, İslamiyet, kendinde toplamıştır. Bütün saadetler, muvaffakiyetler ondadır.
İslam dini ;Yanılmayan, şaşırmayan, akılların kabul edeceği esaslardan ve ahlaktan ibarettir. Yaradılışında kusursuz olanlar onu reddetmez ve nefret etmez,
İslamiyet’in içinde hiçbir zarar yoktur. İslamiyet’in dışında hiçbir menfaat yoktur ve olamaz.
Müslümanların öğrenmesi lazım olan bilgilere Ulum-i İslamiyye (Müslümanlık Bilgileri) denir. İslam dininin emrettiği bu bilgileri Resulullah aleyhisselam ikiye ayırmıştır. Biri, "ulum-i nakliyye", yani din bilgileri; diğeri "ulum-i akliyye" yani fen bilgileridir, buyurmuştur.
Din bilgileri, dünyada ve ahirette, huzuru, saadeti kazandıran bilgilerdir.
İslam ilimleri.ikiye ayrılır: "Ulum-i aliyye" yani yüksek din bilgileri ve "ulum-i ibtidaiyye" yani alet ilimleri. İslam ilimlerinin ikinci kısmı olan akıl bilgilerinin yani tecrübi ilimlerin iyi öğrenilmesi, ince ve derin din bilgilerinin kolay ve açık anlaşılmasına yardım eder.
Riyazi fizik öğrenmek, din bilgilerini kuvvetlendirir.
Astronomi, aritmetik ve geometri, dine yardımcı bilgilerdir.
Tecrübi fizikteki (tecrübe ve isbat edilenlere esasen uymayan) birkaç yanlış teori ve hipotezden başka hepsi dine uymakta, imanı kuvvetlendirmektedir.
İlahi fizik (metafizik) bilgilerinden, çürük, bozuk olanları dine uymaz. Bu ilimler öğrenilince, din bilgilerinin akli ilimlere uyan ve akli bilgilerle çözülmeyen yerleri ve sebepleri meydana çıkar ve akla uygun sanılmayan, aklın erişemediği meselelerin inkâr edilemeyeceği anlaşılır.
İnsanı kaplayan sıkıntıların birinci sebebi, Hakk'a karşı şirk ve müşrikliktir.
İlim ve fen ilerlediği halde, insanlığın ufuklarını sarmış olan fesat karanlığı hep şirkin, imansızlığın, vahdetsizliğin ve sevişmezliğin neticesidir.
Beşeriyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, ıstırap ve felaketten kurtulamaz. Hakk'ı tanımadıkça, Hakk'ı sevmedikçe, Hak teâlâyı hakim bilip, Ona kulluk etmedikçe, insanlar, birbiri ile sevişemez. Hak'dan ve Hak yolundan başka her ne düşünülse, hepsi ayrılık ve perişanlık yoludur.
Evliyanın sözünde rabbani tesir vardır.
Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür.
Her peygamber, kendi zamanında, kendi mekanında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed aleyhisselam ise her zamanda her memlekette, yani dünya yaratıldığı günden kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür.
Hiç kimse, hiçbir bakımdan Onun üstünde değildir. Bu olamayacak bir şey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, Onu böyle yaratmıştır. Hiçbir insanın Onu methedecek gücü yoktur. Hiçbir insanın Onu tenkit edecek iktidarı yoktur.
Hak Teâlâ'nın hakimliğini tanıdığınız, emaneti ve emniyeti bozmayarak çalıştığınız zaman, birbirinizi ne kadar sevecek, birbirinize ne kadar bağlı kardeşler olacaksınız. Sizin o kardeşliğinizden Allah’ın merhameti neler yaratacaktır.
neler.
Kavuştuğunuz her nimet, hep Hakk'a imanın hasıl ettiği kardeşliğin neticesi ve Allahü Teâlâ'nın merhamet ve ihsanıdır. Gördüğünüz her musibet ve felaket de; hep kızgınlığın, nefretin ve düşmanlığın neticesidir. Bunlar ise hakkı tanımamanın, zulüm ve haksızlık etmenin cezasıdır.
Bɑhçıvɑn, bir gül için bin dikene su verir.
Allahü teâlânın en büyük sıfatı
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Allahü teâlânın en büyük sıfatı, *Hubb* dur, yâni *Muhabbet* dir. Biz, Allahü teâlâyı hakkıyla sevemeyiz. Bizim sevgimiz, *Sıfâtî* dir, *Hakîkî* değildir.
Biz, *Sıfâtî* olarak severiz. Ama Allahü teâlâ, *Sıfâtî* sevgiyi de kabûl ediyor efendim. Hakîkî sevgi isteseydi, işimiz *Zor* du.
Bütün dünyâ şöyle yazıyor kardeşim: *İhlâs Vakfı hakîkî İslâmiyeti bugün bütün dünyâya doğru olarak yayıyor!* diyorlar. Her yere ama, her yere. Ne büyük *Hizmet* kardeşim.
Elhamdülillah ki, Allahü teâlâ bize, Ehl-i sünnet âlimlerinin *Kitap* larını okumayı nasîb ediyor kardeşim. Bu kitapları okumıyan, *Câhil* kalır.
İstediği kadar *Arabî* bilsin, *Fârisî* bilsin, din bilgilerinden *Diploma* sı olsun. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumıyanın, islâmiyetden haberi olmaz. Allahü teâlâ bize *İhsân* etdi, elhamdülillah.
Bu okuduklarımızın, yazdıklarımızın, işitdiklerimizin hepsi, Abdülhakîm Arvasi Efendi hazretlerinin *Hediye* sidir bize, *Sadaka* sıdır bize. Onları görmeseydik, hiçbir şeyden haberimiz olmıyacakdı.
Cenâb-ı Hak bize *Akıl* da vermiş. Akla da uyacağız tabii. *Fitne* çıkarmıyacağız, fitneye sebep olacak bir konuşma yapmıyacağız. Karşımızdakine bakacağız. Nasıl bir adam?
Ona göre konuşacağız. *Paldır küldür* konuşmıyacağız. Konuşursak ne olur? Fitne çıkar. Fitneden kaçacağız. Peygamberimiz; *Fitne uykudadır, fitneyi uyandırana Allah lânet etsin!* buyuruyor.
Fitneyi uyandırmıyacağız. *Ve mâ cevâb-ül ahmakı illes sükût*. Ne demek bu? Yâni *Ahmak* ın sözüne cevap verilmez, *Sükût* edilir.
Bizim Hak Sözün Vesîkaları kitâbında, *Peygamberlik Nedir?* diye bir bahis var. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin yazısı bu.
*İmâm-ı Rabbânî* hazretleri 18 yaşındayken yazmış onu. Daha mürşidini görmeden. Onu okudum, ne *Güzel* yâ Rabbî, ne güzel. Siz de okuyun kardeşim.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, ayrıca; *Ortalık öyle bir hâle geldi ki, gençler müslümân ismini beğenmiyorlar, isimlerini değişdiriyorlar*, diyor. Hem de tâ o zamanda, yâni 400 sene önce.
İman bilgi değil inançtır
Hüseyin Hilmi bin Sa’îd
Hazretleri buyuruyor ki:
Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh Resûlullah ile ilk sohbetde gerçek îmâna kavuşdu. Mübâreğin ağzından çıkan ilk kelime, “Yâ Resûlallah, altı arkadaşım daha var, onları getireyim, onlar da müslimân olsunlar” oldu.
Efendim, bir mü’minde îmânın kemâli, kuvveti veyâ azlığı için, bir mihenk lâzımdır. Mü’minin îmânının ne kadar kuvvetli veyâ zayıf olduğu, iki menfaati karşılaşdığı zaman, tercîhinden belli olur. Nasıl belli olur? Meselâ dünyâ ve âhiret menfaatiyle karşılaşdı.
Eğer dünyâyı âhiretine tercîh etmişse, dünyâ menfaati için, yâni şahsî menfaati için cevâb veriyorsa, bunun kalbinde îmân bitmek üzeredir. Eğer zararına da olsa, hakârete de uğrasa, felâkete de gitse, îdama da gitse, Rabbimizin rızâsını üstün tutuyorsa, işte “îmân” buna derler.
Îmân, bilgi değildir. Îmân, inançdır. İnanç yürekde, kalbde olur. Onun için bilmek, insanı kurtarmıyacakdır. Ama o “güçlü îmân”, en zor şartlarda bile insanı kurtarır.
Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) Habeş Meliki Necaşi’ye gönderdiği mektûp
“Bismillâhirrahmânirrahim; Allahın Resûlü Muhammed’den, Habeş Kralı Necaşi’ye selâmette olmanı dilerim. Sana olan nimetinden dolayı Allahü teâlâya hamd-ü sena ederim. Ki O’ndan başka ilâh yoktur, Melik, Kuddûs, Selâm, Mü’min (emn ve emân veren), Müheymin olan O’dur. Şehâdet ederim ki, Îsâ bin Meryem, Allahü teâlânın (yarattığı) rûhu ve (söylediği) kelimesidir. (Allahü teâlâ) onu, çok temiz, iffetli ve kendisini Allahü teâlâya adamış olan Meryem’in rahmine bıraktı da, Meryem Îsâ’ya hamile kaldı. Nitekim, Allahü teâlâ, Âdem’i de kudretiyle ve üflemesiyle topraktan yaratmıştı...
Ben seni, bir olan, eşi, ortağı bulunmayan Allaha, O’na ibâdet ve tâatta devamlı olmaya, bana tâbi olmaya ve Allahü teâlâdan getirip bildirmiş olduğum şeylere îmân etmeye davet ediyorum. Çünkü ben, Allahın Resûlüyüm (Peygamberiyim). Seni ve askerlerini, Allahü teâlâya ibâdet ve tâata davet ediyorum. Ben sana gereken tebligatı yapmış, dünyâ ve âhıret saadetini temin edecek nasihati vermiş bulunuyorum. Nasihatimi kabûl ediniz. Allahü teâlânın selâmı, O’nun yolunda gidenlere olsun.”
SEN DARİM OĞLU MADARSIN
Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından 10 gün sonra yüzü örtülü bir köylü mescide gelip selamdan sonra dedi ki:
*Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) yakını kimdir*?
Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh) Hazret-i Ali’yi gösterdi.
Hazret-i Ali şöyle buyurdu:
*Söyle ey Madar! Ey kuyu sahibi*!
İsmimi ve kuyu sahibi olduğumu nereden bildin?
*Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verdi*. Sen Arabi köyündensin. Adın Madar’dır. Babanın adı Darim’dir. 360 yaşındasın.* Sen 100 yaşındayken şöyle söyledin: “Bir Peygamber çıkar, yüzü güneşten nurlu, sözü şekerden tatlı, kokusu miskten güzel, yetimlerin ve miskinlerin babası, adam öldürmekten ve faizden men eder, Peygamberlerin sonuncusudur. Ümmeti 5 vakit namaz kılar, Ramazanda oruç tutar. Ey kavmim, ben ona iman ettim.*”
Sen böyle söyleyince üzerine yürüyüp seni dövdüler. Bir kuyunun içine bıraktılar. Bu zamana kadar orada mahpus idin. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ahirete intikal edince, Allahü teala bir sel gönderip kavmini helak etti. Sana bildirdi ki:
*Ey madar! Hz. Peygamber sallallahü aleyhi ve selem vefat etti. Git kabrini ziyaret et! Sen de geceyi gündüze katıp buraya geldin*.
Bunları da kim söyledi sana ?
*Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verdi. “Madar, vefatımdan sonra gelir, ona selamımı söyle!” buyurdu*.
Madar bunu duyunca mesrur oldu. Hazret-i Ali, yüzündeki örtüyü kaldırmasını rica etti. Kaldırınca mescidin içi nurla doldu. Madar dedi ki:
*Ey Ali! Beni Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) kabrine götür! Hazret-i Ali onu götürdü. Madar Resulullahın kabrine göğsünü dayayıp yüzünü sürdü. Az sonra da vefat etti*..."
CENAZESİ YIKANIRKEN !...
Üsküdar Selimiye Camii İmam Hatibi Rahmetli Fahri Duran Anlatmış;
Bir Gün Ahmet Mekki Efendi’nin Oğlu Prof. Dr. Ahmet Hikmet Üçışık Geldi, Beni Arabasıyla Vakıf Guraba Hastanesine Götürdü:
”Üstad Necip Fazıl Vefat Etti, Cenazesini Sen Yıkayacaksın! “Dedi, Gittik. Prof. Dr. Süleyman Yalçın, Prof. Dr. Ahmet Hikmet Üçışık ‘la Bir Kişi Daha Vardı, Şimdi Onun Adını Hatırlayamıyorum. Cenazeyi yıkadık, Havluyla Kuruladık, Kefene Sararken Yüzüne Şöyle Bir Baktım… Yanaklarından Aşağı Gözlerinden, Diri İnsan Nasıl Ağlıyorsa, Aynen Öyle Yaş Aktığını Gördüm!…
Kırk Yıllık İmamım Ben! Yüzlerce Cenaze Yıkadım Ben Ama Bir Ölünün Gözünden Yaş Geldiğine Ne Daha Önce Ne Daha Sonra Hiç Rast Gelmedim. Hatırlamıyorum. İşte O Zaman –Zaten Duyguluydum Ama Tekrar- Öyle Duygulandım ki Şöyle Seslendim:
—Üstadım, Ahirete Giderken Bile Bu Milletin Hali Pür Melâline Ağlayarak Gidiyorsun.
Sonra, Bu Durum Çok Dikkatimi Çekti Benim. Üstadı Yerine Tevdi Ettikten Ne Kadar Sonraydı Bilmem.
”Hadis-i Erbain”’de Rastladığım Bir Hadiste, Peygamber Efendimiz Aleyhisselam: " Gaslinden Sonra Gözlerinden Yaş Gelen Kişiyi Kutlayın. Çünkü O Cennetliktir.” Buyuruyordu...
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!
Kapı kapı, yolun son kapısı ölümse;
Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse!
O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrail’e hoş geldin, diyebilmek de hüner...
O dem çocuklar gibi sevinçten zıplar mısın?
Toprağın altındaki saklambaçta var mısın?
Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var;
Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var!
Ufka bakarlar; ölüm uzakta mı uzakta...
Ve tabut bekler, suya inmek için kızakta...
Sultan olmak dilersen, tacı, sorgucu, unut!
Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut!...
__Necip Fazıl Kısakürek_____
"Benim geçmişim bir çöplüktür; çöplüğü de ancak köpekler karıştırır." sözü bir başka güzel. Geçmişini yadsımayan, özü sözü bir, güzel insan. Mekanın cennet olsun.
Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum,
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.
__Necip Fazıl Kısakürek_____
Atlılar put şehrine gediklerden girecek;
Bir şehir ki, orada insan ayak üstü leş.
Yalnız iman ve fikir; ne sevgili ne kardeş;
Bir akıl gelecek ki, akıllar delirecek.
Ve bir devrim, evvela devrimi devirecek.
__Necip Fazıl Kısakürek_____
Bu gece bu odaya çok nûr yağdı
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Bütün kazançlarımız, hep *Abdülhakim Arvasi Efendi* hazretlerinin bereketiyle oluyor kardeşim. Elimize *Beş Kuruş* geçse, Efendi hazretlerinin bereketinden bilmeliyiz.
Bütün mesele, *İstikâmet* dir kardeşim. Yâni *Îmân* da ve *İslâm* yolunda yürümekde *Sebât* etmekdir.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri; *Eşeddül kerâmeti, istikâmetün!* buyuruyor. Ne demek bu?
Yâni en büyük kerâmet, *İstikâmet* dir. Çünkü istikâmeti buldunuz mu, gerisi *Kolay*. Ama istikâmeti bulamazsan, o zaman çok *Zor*.
Çok bahtiyârız kardeşim. İnşallah o *Büyük* lere olan *Sevgi* miz, *Muhabbet* imiz artar da, alacağımız *Feyz* ler çok olur.
Bir insan *Harâm* ile besleniyorsa, aldığı o haram gıdâ, *Kalp* vâsıtası ile ve *Kan Damarları* ile bütün organlara pompalanır. Bütün vücûda *Kirli Kan* gider. Böyle insanlara, ibâdet yapmak *Zor* gelir.
Ama *Helâl* gıdâ ile beslenen mü’minin, bir ârifin kalbi ise, *Îmân* ile, *Allah Sevgisi* ile ve din kardeşinin *Sevgisi* ile doludur.
Böyle olan bir kimse *Zikr* etdiği zaman, kalbinde bulunan o *Feyz* ve *Bereket*, kalbin pompalamasıyla bütün vücûda dağılır.
O *Nûr* un ve o *Feyz* in ulaşdığı her nokta *Şifâ* bulur. İbâdet yapmak kolaylaşır. Binâların kıymeti, içindekilerden *Nûr* yağması ile olur.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri bir mektûbunda; *Bu gece, bu odaya çok nûr yağdı!* buyuruyor. İşte oranın tuğlalarından bir tânesini getirdik.
Onu *Toz* hâline getirip âbilere dağıtacağız. O *Nûr* yağan tozlar, bir mezarda bulunsa, o mezardakine *Kabir Azâbı* olmaz.
● ● ●
*Kibir* ve *Azamet*, Allaha mahsûsdur kardeşim. İnsan neyine güvenip de büyüklenir? Allahü teâlâ; *Büyüklenenleri, hiç acımadan Cehenneme atacağım!* buyuruyor.
Yâsîn sûresinde; *Nü’ammirhü nünekkishü!* buyuruyor Allahü teâlâ. Yâni, birine çok ömür verirsem, onu eski çocukluk hâline döndürürüm, buyuruyor.
Çocukken kuvveti *Yok* du, büyüdü, *Gücü Kuvveti* oldu. Yaşlanınca, o kuvveti *Geri* alındı. Sonra da mezarında bir avuç *Toprak* olacak.
