Yemekten sonra birinin elini açıp dua etmesi ve diğerlerinin âmin demesi hakkında ne bir hadîs ve ne de selef-i sâlihînden bir haber işitilmiştir. Fakat beis olmaması umulur.
(Berika, Âfâtü’l-Batn)
Yemekten sonra birinin elini açıp dua etmesi ve diğerlerinin âmin demesi hakkında ne bir hadîs ve ne de selef-i sâlihînden bir haber işitilmiştir. Fakat beis olmaması umulur.
(Berika, Âfâtü’l-Batn)
İmam Mücâhid hazretleri buyurdular ki, Nasıl melekler çok ve her biri bir işle vazifeli ise, İblis’in soyundan çok sayıda şeytan vardır. Meselâ Şibr, musibetlere isyan edilmesi; Aver, zina; Mebsut, yalan; Dâsim, gazap; Hanzeb, namaz, Velhân, abdest hususunda insana vesvese vererek günaha sevkederler.
(Berika, Bid’at ve Vesvese bahsi)
Hüseyin Bin said hazretleri buyurdular ki:
Hazreti Muaviye’yi (radiyallahü teala anh) sevmemek, kötü bilmek, günahtır. Fakat umumiyetle sevmeyen kişilerin bid’at sahibi olduğu görülmektedir.Hazreti Muaviye’yi iyi bilmek, bu zamanda Ehl-i sünnetin neredeyse alâmetlerinden olmuştur.
Hüseyin Bin said hazretleri buyurdular ki:
Büyükleri sevenlere düşmanlar zarar veremezler. Evliyâ menkıbeleri muhabbeti artırır. İnsan vefât ederken zihninde bulunan din ve dünya bilgilerinin tamamı silinir. Ancak kalbe işlemiş olan bilgiler unutulmaz.
Yemîn ya harf ile veya kelime ile olur. Allahü teâlânın isminin başında (be, te, ve) harflerinden biri söylenip, ismin sonu esre okunursa yâni billâhi, tallâhi, vallahi denirse yemin olur. Yemin, yalnız Allahü teâlânın isimleri ile olur. Başka şeylerle müslüman yemini olmaz.
(Alâüddîn-i Haskefî hazretleri,
İbrâhim Halebî hazretleri)
(rahmetullahi aleyhimâ)
Kendi mezhebinde yapamadığı bir işi başka mezhebi taklîd ederek yaptığında o mezhebde bu iş için olan farzları, vâcibleri de yapması, müfsidlerinden (o şeyi bozan şeylerden), haramlarından sakınması lâzımdır. Bunun için o mezhebdeki lâzım olan şeyleri de öğrenmesi gerekir.
(Abdülganî Nablüsî hazretleri, Abdurrahmân Silhetî hazretleri) (rahmetullahi aleyhimâ)
Kur'ân-ı kerîmde; "Bilenlerden sorun" buyruldu. Bunun için müctehide sormak, bir mezhebi taklîd etmek, bağlanmak vâcib oldu. Bir mezhebi taklîd etmek, o mezhebde olduğunu söylemekle olur. Söylemeksizin kalb ile niyyet ederek de olur. Mezhebe uymak, mezheb imâmının sözlerini okuyup öğrenip, yapmak demektir. Öğrenmeden, bilmeden ben Hanefîyim, Şâfiîyim demekle o mezhebe girilmiş olmaz. Böyle olanlar, hocalara sorarak, ilmihâl kitablarından öğrenerek ibâdet yapmalıdır.
(İbn-i Âbidîn “rahmetullahi aleyh” hazretleri)
Dört mezhebden birine uymayan iş bâtıldır. Bir mezhebi taklîd eden, bağlanan için delîl, mezheb imâmının sözleridir.
(Abdülganî Nablüsî “rahmetullahi aleyh” hazretleri)
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Bir mürşid-i kâmilden istifâde edebilmek için, o zâtın, Peygamber aleyhisselâmın *(vârisi)* olduğunu, Allahü teâlânın sevdiği bir *(Velî)* olduğunu bilecek.
Böyle inanırsa, istifâde eder. Bizim sohbetimiz de onların *(kırıntı)* sıdır. Çünkü, hep o büyüklerden, onların sözlerinden anlatıyoruz kardeşim. Kendimizden bir şey eklemiyoruz.
Kötü kişilere, (Allah râzı olsun) demiyecek miyiz? Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri, *(diyeceğiz)* buyurdu. Allah râzı olsun demek, (Allah, senin bu hâlinden râzı olsun) demek değildir.
Biz bunu söylerken, *(Allah seni, râzı olduğu hâle soksun)* mânâsına niyet edip de söyliyeceğiz.
İhlâs elde etmek, Allahü teâlânın dostlarından *(feyz)* almakla olur. Eshâb-ı kirâm, Peygamber Efendimizden feyz aldılar, hepsi ihlâslı oldu. Onlar da kendi talebelerine *(feyz)* verdiler.
Onların talebeleri de, kendilerinden sonrakilere feyz verdiler. Feyz, akmak demekdir. O da, kalbden kalbe olur. Hiç anlaşılmadan feyz akar.
Nasıl ki güneş ışınları *(hava)* dan akar, elektrik *(tel)* den akar. Bunlar, birbirine hiç benzemez. Feyz akışı da onlara benzemez.
Diğer tarîkatlerde intisâb etmek, yanına gelerek olur. Nakşî yolunda ise, uzakdan *(sevmesi)* de yetişir.
Nakşî büyükleri için *(feyz)* vermekde, (uzak-yakın), (ölü-diri), (kadın-erkek), (yaşlı-çocuk) farkları olmaz.
*(Diri)* olan mürşid-i kâmil, *(ölü)* lere de feyz verebilir. Vefât etmiş olan bir mürşid-i kâmil, yaşıyanlara da feyz verebilir.
Bir kadın, Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin talebesi olmayı istermiş. Kocasına, *(Git söyleyiver, beni de mensublarından saysın)* dermiş. Kocası da söylemeyi unuturmuş.
Bir gün kadın ölmüş. O vakit kocasının aklına gelmiş ve Tâhâ-i Hakkârî hazretlerine gelip, durumu anlatmış. O gece, bu adam rüyâsında, ölen hanımını görmüş.
Hanımı kendisine; *(Senelerdir istediğime bugün kavuşdum)* demiş.
Evliyâ-yı kirâm, râhat ve huzûr kaynağıdır kardeşim. Resûlullahın mübârek kalbinden çıkan *(feyz)* ler, onların kalbleri vâsıtasıyla yayılır. Kimlere yayılır? Onları sevenlere yayılır.
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Peygamber Efendimiz, sahâbe-i kirâmdan Sa’d ibni ebî Vakkâs hazretlerine buyurdular ki:
*(Yâ Sa’d, duâlarının kabûl olmasını istiyorsan, ağzına dikkat et. Ağzına harâm girmesin, ağzından harâm çıkmasın.)*
Ağıza haram girmesini anlıyoruz. Nedir onlar? Yemesi ve içmesi haram olan şeylerdir. Peki, ağızdan çıkan haramlar nedir? Onlar da gıybet, iftirâ, dedikodu ve yalan söylemekdir.
Öyleyse ağzımıza haram girmeyecek ve ağzımızdan haram çıkmıyacak kardeşim.
*(İşte bu ikisine dikkat ederseniz, duâlarınız kabûl olur)* buyuruyor Efendimiz aleyhisselâm. Ebül Hasan Harkânî hazretleri de, talebelerine bunu böyle beyân buyuruyor.
*(Müslümâna gelen her şey ni’metdir, hayrdır)* buyuruyor. Müslümânları parayla dahî doyuran, sevâba kavuşur. Allahü teâlâ hepimize seâdet-i dâreyn ihsân eylesin kardeşim.
*(Hepiniz, bir sürünün çobanı gibisiniz)* hadîs-i şerîfdir. Herkes çobandır ve emri altındakilerden mes’uldür. Öğretmen talebeden, işyeri sâhibi işçilerden mes’uldür
*(İhlâs)* sız yapılan ibâdet makbûl değildir. Namaz, insanı kötülüklerden korur, ama *(ihlâs)* la olursa korur. Allahü teâlâ ihlâsı emrediyor. Kehf sûresinin son âyet-i kerîmesinde;
*(Allahü teâlânın rızâsına kavuşmayı istiyorsanız, her şeyi yalnız Allah rızâsı için yapın)* buyuruluyor. Allahü teâlânın rızâsı kazanılırsa neye kavuşulur? Cennete.
Cennete kavuşmak istiyen, Allahü teâlânın rızâsına dikkat edecek, yâni ihlâslı olacak. Allahü teâlâ bu âyet-i kerîmede *(ihlâsı)* emrediyor. Câhiller, ibâdeti spor için, gösteriş için yapar.
İhlâssız amel insanı kurtarmaz, ancak ihlâsla yapılanlar kurtarır. İhlâssız olursa, yalnız borcu ödenir. Hiçbir şeye kavuşamaz. Velhâsıl sevap kazanmak için, *(ihlâs)* şartdır.
İhlâsla ibâdet yapılırsa, Allahü teâlâ *(Cenneti)* va’d ediyor. İhlâs elde etmek için ne yapacağız? İslâm âlimlerinin, evliyânın hayâtlarını okuyacağız.
Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri, (Bir üniversiteliye cevap) yazısında, *(Evliyânın sözünde Rabbânî te’sîr vardır)* buyuruyor.
Abdülhakim Efendi hazretleri bana *(Reşâhâtı)* okuturdu. Bâzen yanlış okurdum, düzeltirdi, gülerdi. Çok merhametliydi. Sabırla bana öğretirdi.
İbâdetini ihlâssız yapan, bir gün sapıtabilir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, İbnissâkkayı misâl veriyor. İbnissâkka, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin talebelik arkadaşıymış.
O kadar büyük âlim, sonra İstanbul’a gelmiş sefîr olarak, kötü arkadaşlara uymuş irtidât etmiş, yâni *(mürted)* olmuş, dînden çıkmış. Demek ki, ihlâsı yokmuş.
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
*(Allahümmerzuknî hubbeke ve hubbe men yuhibbüke ve hubbe amelin yukarribünî ilâ hubbike.)*
Yâni yâ Rabbî, bana kendi sevgini ver, seni sevenlerin sevgisini ver ve sevdiğin amellerin sevgisini ver. Yâni o amelleri yapmayı bana sevdir yâ Rabbî.
Mehmed Mâsum hazretleri; *(En başarılı mü’min, büyüklerin şadırvanına musluk olabilendir)* buyuruyor. Yâni büyüklerden nakledendir.
Eğer kendinden söylüyorsa, ona yaklaşma. Büyüklerin şadırvanından su veriyorsa, yâni ona *(musluk)* olmuşsa, ona yapış. O, doğru yoldadır.
Birini sevmenin üç alâmeti var kardeşim. Biri, sevdiğin zâtı sevenleri seveceksin, Onu sevmiyeni sevmiyeceksin. Bu, çok mühim.
Meselâ bir kimse, hocanı *(tenkîd)* ediyorsa, sen de bunu bildiğin hâlde onunla berâber olabiliyorsan, hiç (seviyorum) deme, *(yalancı)* durumuna düşersin. Çünkü hubbu fillâh ve buğzu fillâh diye bir şey var.
Sa’d ibni ebî Vakkâs hazretleri, Efendimize diyor ki: (Yâ Resûlallah! Sen, Allahın sevgili Peygamberisin. Allahü teâlâ senin her duânı kabûl ediyor, duâ et de, Allahü teâlâ benim duâlarımı kabûl etsin.)
Böyle diyor Efendimize. Resûlullah Efendimiz ne buyuruyor? Mübârek parmağı ile, mübârek ağzını gösterip;
*(Yâ Sa’d, duânın kabûl olmasını istiyorsan, ağzına dikkat et. Ağzına harâm girmesin, ağzından harâm çıkmasın)* buyuruyor.
*(Abdülhakim Arvasi Efendi)* hazretlerini yeni tanıdığım günlerde, yâni henüz lise çağında iken, bir gün dergâha gitdim. Huzûruna girince; (Efendim, ben bu gece sabaha kadar hiç uyuyamadım) dedim.
Efendi hazretleri; *(Hayrdır inşallah, ne oldu?)* buyurdular. Dedim ki: (Efendim, Hazret-i Alî ile hazret-i Muâviye arasındaki muhârebeleri düşündüm. O kadar Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn şehîd düşmüşler.
Birinin ictihâdı şöyle, diğerininki böyle. Acabâ hangisi haklıydı? Sabaha kadar bunu düşündüm efendim. Sonunda Hazret-i Alî’nin ictihâdının doğru olduğunu anladım) dedim.
Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri bana bir bakdııı, bakdııı, bakdııı, sonra da *(Allah Allaaah!)* buyurdu. *(Hilmi, bu iş sana kadar düşdü mü?)* dedi.
(Yâni bütün ehl-i sünnet âlimleri, bu kadar din imâmları ve müctehidler, bu işi hâlledemediler de, sen bu işi hâlletmek için bütün gece uykusuz kaldın öyle mi?) dedi.
Sonra da bana acıyarak bir bakdı ve; *(Vâh vaaaâh! Hilmi, senin hâline çok acıdım)* buyurdu.