Eskiden nefs gizliydi

 *"Eskiden nefs gizliydi. Şimdi o da meydana çıktı. Sokaktaki insanlar hep nefs-i mücessem olmuş haldedir."

(Hüseyin Hilmi Işık Efendi  "rahmetullahi aleyh")

Hatıralar, 1.cild,sf: 435

Şu anda dünyada Benî İsrail ırkı yok

 *" Şu anda dünyada Benî İsrail ırkı yok. Evlenmek yoluyla karıştılar. Tıpkı Eshâb-ı kirâm gibi. Şimdi İstanbul'da İstanbullu kalmadı. Hep şuradan buradan gelen insanlar, birbirleriyle evlendiler. Dolayısıyla Benî İsrail, bir devlet kurmuş değildir. " 

(Hüseyin Hilmi Işık Efendi  "rahmetullahi aleyh")

Nakleden: (Enver Ören "rahmetullahi aleyh")

Hatıralar,1.cild, sf: 435

İmanımız çok kıymetlidir

 İmanımız çok kıymetlidir,onu korumak için, tir tir titremeliyiz.Öyle kötü devirde yaşıyoruz ki, insan her an imanını kaybedebilir. İnsan bir kelimeyle nasıl mümin oluyorsa, bir kelime ile de, o imanı kaybedebilir.Dinin kıymet verdiği bir şeyi tahkir etmek, tahkir ettiğine de kıymet vermek, küfr-i hükmi olur ki,çok tehlikelidir.Hükmen o kişi imanını kaybeder.

(Seyyid Abdullah-ı Dehlevi “kuddise sirruh” hazretleri)

Yahudiler ve Hristiyanlar

 Yahudiler, İsa ve Muhammed aleyhimesselama inanmıyor, Hıristiyanlar ise, hem Peygamber efendimize inanmıyor hem de putlara tapınmaktan bir türlü kurtulamamışlardır.Mesela İsa aleyhisselam; (Ben de, sizin gibi bir insanım. Allah’ın oğlu değilim) dediği halde, İsa aleyhisselamı Allah’ın oğlu sanmışlar, Baba (Allahü teâlâ), Oğul (İsa aleyhisselam) ve Ruh-ül-kuds ismi ile üç ayrı ilaha tapınmaya başlamışlardır.

(Seyyid Abdullah-ı Dehlevi “kuddise sirruh” hazretleri)

İslamiyet insanlık sıfatlarının yok edilmesini emretmiyor

 İslamiyet, gadabın,insanlık sıfatlarının yok edilmesini emretmiyor. Emrediyor demek, İslamiyet’e iftira etmek olur.İslamiyet, böyle emretmiş olsaydı, dinin sahibi olan Muhammed aleyhisselamda bu sıfatlar bulunmazdı. Halbuki; (Ben insanım. Herkes gibi, ben de kızarım) buyururdu. Ara sıra kızdığı da görülürdü. Ama Onun kızması, hep Allahü teâlâ için olurdu.İslamiyet ,kızmamayı değil, kızdığı zaman yumuşak davranmayı emrediyor. Kur’an-ı kerim de, gadap etmeyenleri değil, (Gadaplarını yenen) kimseleri methediyor.

(Seyyid Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

Abdülhakim Efendi hazretlerinin sâyesinde bu hizmetler meydana geldi

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerine her gidişimde, hemen bir *Kitap* verirdi elime. Bakardım, *İslâm* harfleri ile yazılmış. Evet, ben *İslâm Harfleri*’ni tanıyordum o zamanlar.


*Okuma*’sını da biliyordum. Ama Efendi’nin verdiği o kitapları *Türkçe* olsa bile okuyamıyordum. Çünkü *Eski Zaman* türkçesiyle yazılmış. 


Ben okuyamayınca, Abdülhakim Efendi hazretleri bana *Yardım* ediyordu. Ben *Okuyor*’dum, O *Tashîh* ediyordu. Ben okuyordum, O *Düzeltiyor*’du. 


O zamanlar Onunla okuduğumuz *Kitap*’lardan biri de *Mevlânâ Hâlid* hazretlerinin *Dîvân*’ı idi. *Fârisî* idi o da. Bana *Fârisî*’yi de öğretdi Mübârek. 


Her *Kelime*’sini anlatırdı. Ben de kurşun *Kalem* ile kendime göre *Not*’lar alırdım. O *Kitap* şimdi evde, burada. Bugün onu alıp bakdım.


Bana, kaç sayfa *Okumuş*, *Okut*’muş, *Yazdır*’mış, *Anlat*’mış Mübârek, Hiç üşenmemiş. Aldım o *Kitâb*’ı, yüzüme gözüme *Sürdüm* sahîfelerini. 


Abdülhakim Efendi hazretleri *Bizi* yetişdirmek için çok *Emek* verdi kardeşim, çoook. *İbni Âbidîn*’den okuturdu. *Arabî*’yi ne bileceğim ben. 


Onları, böyle yavaş yavaş *Okut*’du, *Öğret*’di. Her şeyi Ondan öğrendik. Velhâsıl Abdülhakim Efendi hazretlerinin sâyesinde bu *Hizmet*’ler meydana geldi.


Elhamdülillah. Bütün bu *Kitap*’lar, hep Onların *Himmet*’leriyle, *Gayret*’leriyle yazıldı kardeşim. Onu tanımasaydık, bu kitaplar meydana gelmezdi.

● ● ● 

İnsanın *Çene*’sinin altında bir mânevî *Zincir* vardır. Bir de *Burnu*’nun üstünde bir mânevî *Zincir* vardır. 


O kimse, kendini yükseltir, *Yukarı* çekmeye çalışırsa, yâni *Kibir*’lenirse, çenesinin altındaki zincir, onu *Aşağı* çeker. O kimse, herkesden *Aşağı* olur. 


Bir kişi de *Tevâzû* sâhibi olsa, kendini *Aşağı* görse, burnunun üzerindeki zincir, onu *Yukarı* kaldırır, yâni *Yüksel*’tir. O kişi, Allahü teâlânın indinde ve insanların gözünde *Büyük* olur.

Eshab-ı kiramın hepsinin isimlerini saygı ve sevgi ile söylememiz bize vaciptir

 Resulullah efendimiz aleyhisselamın yolunda canlarını, mallarını feda eden, Ona yardım eden Eshab-ı kiramın “radıyallahü teâlâ anhüm ecmain” hepsinin isimlerini saygı ve sevgi ile söylememiz bize vaciptir.Onların büyüklüğüne yakışmayan sözler söylememiz, asla caiz değildir. İsimlerini saygısızca söylemek dalalettir, sapıklıktır.

(Seyyid Abdullah-ı Şemdini “kuddise sirruh” hazretleri)

Eshab-ı kiramdan birini dahi sevmeyen, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur

 Eshab-ı kiramdan birini dahi sevmeyen, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur. Ehl-i sünnet itikadında olmayan da, ya kâfir ya da sapık olur.Haramlara önem vermeyenlerin, hafife alanların, İslamiyet’le alay edenlerin imanı gider.

(Seyyid Abdullah-ı Şemdini “kuddise sirruh” hazretleri)

İstiğfar duası çok mühimdir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*İstiğfâr* duâsı çok mühimdir kardeşim. *İstiğfâr* okunan yere, orada oturan insanlara, *Rahmet-i ilâhî* nâzil olur. 


Allahü teâlâ, hepsinin murâdlarını *İhsân* eder, günâhlarını *Afv*’eder. Oturduğu yerler, *Kıyâmet* gününde ona *Şefâat* eder. 


Geçdiği *Sokak*’lar şefâat eder. Molla *Nâmık-i Câmî* hazretleri böyle diyor. Onun için *İstiğfâr* duâsını her gün okumalı kardeşim. 


Peygamber Efendimiz de; *Bu duâ, her derde devâdır. Düşmanların zararından korunmak için de, her gün yüz kere okumalı*, buyuruyor. 


Meselâ, beş vakitde kılınan namazlardan sonra, bir miktâr, *Estağfirullah el azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûme ve etûbü ileyh*, diye okumak lâzım. Kısacık. 


*Seâdet-i Ebediyye*’de yazılı bu hadîs-i şerîf. Muhammed Ma’sûm hazretleri de; *Ben kime tavsiye etdimse, dertlerden kurtuldu*, diyor. Çok tecrübe etdim, buyuruyor. 

● ● ●

*Dünyâ*’nın bir ucundan bize *Mektup*’lar geliyor kardeşim. Diyorlar ki: *Kur’ân-ı kerîm*’de Allahü teâlâ buyuruyor ki:


*Kıyâmet*’e kadar, benim *Râzı* olduğum *Yol*’da olan, bu *Yol*’da çalışan müslümânlar olacak. Bunların *Düşman*’ları *Çok* olacak. 


Fakat o düşmanlar, onlara bir *Şey* yapamıyacak. *Kur’ân-ı kerîm*’de böyle buyurduğuna göre, sizin düşmanlarınız *Çok*’dur, diyorlar bize yazdıkları mektuplarda. 


Hakîkaten *Hıristiyan*’lar bize düşman, *Yehûdî*’ler düşman, *Mezheb*’sizler de düşman. Ama yine de bizim *Kitap*’lar bütün dünyaya yayılıyor. *Allah*’ın büyüklüğü bu. 


Bizim kitaplar, bizim değil ki, o *Büyük*’lerin kitaplarıdır. Bunları okuduğumuz zaman, kalplerimize *Rahmet-i ilâhî* nâzil olur, kalplerimiz *Nûr*’lanır. 


Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerini görmeseydik, hiçbir şeyden haberimiz olmıyacakdı. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri *Veliyy-i kâmil*'dir ve *Seyyid*’dir ve Resûlullahın *Vârisi*’dir.


Efendimiz aleyhisselâmın mübârek kalbinden fışkıran *Nûr*’lar, Onun *Kalb*’ine geldi. Resûlullahın *Feyz*’leri ve *Nûr*’ları, onların kalbine, böyle *Ceyhun nehri* gibi akıyor. 


*Gürül gürül* akıyor. İşte onları *Sevip* de etrâfına üşüşenlere, toplananlara da, o *Feyz*’lerden, o *Nûr*’lardan muhakkak nasîb olur kardeşim

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Ben *Lise*’de iken, okul *Birinci*’siydim. Onun için, her yerde *Ben* konuşayım, herkes *Beni* dinlesin, isterdim. 


Bir *Apartman* görsem, veyâ bir *Araba* görsem, hemen içimden; *Bu, benim olsa*, derdim. Buna, *Enâniyet* denir. Şimdi *Benlik* diyorlar. 


Ama Abdülhakim Arvasi Efendi hazretlerini tanıyınca, bu *Hâl*’ler gayb oldu, gitti. *Kibir* ve *Azamet*, Allaha mahsûsdur. Nitekim Allahü teâlâ; *Gururlu’yu ve Kibirli’yi yakarım!* buyuruyor. 

● ● ●

*İmâm-ı Şâfi’î* hazretlerine; İmâm-ı Mâlik hazretlerini nasıl bilirsin? diye sormuşlar. İmâm-ı Şâfi’î hazretleri cevâben; *O, çok büyük âlimdir*, demiş.


Çünkü bir gün, Ona, *Seksen*’den fazla *Suâl* sordular. Bu suâllerin yarıdan fazlasına; *Bilmiyorum, araşdırayım, öğrenince bildiririm*, diye cevap verdi. 


Onun bu *Bilmiyorum* sözünden, büyüklüğünü anladım, buyurmuş. 


Şimdi herkes, her *Aklı*’na geleni söylüyor, yazıyor. Hâlbuki söylediklerinin ve yazdıklarının *İslâmiyet*’le hiç alâkası yok. *Kendi* kafasından çıkan şeyleri yazıyor.


Biz, bir *Kelime* yazabilmek için, kaç tâne *Kitap* karışdırıyoruz, defâlarca *Tashîh* yapıyoruz. 


Başka yerde, başka bir *Şey* görünce, tekrar değişdiriyoruz. Allah’ın dîninde *Söz* söylemek kolay mı? 

İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bâzı *Mektup*’larında bunu bildiriyor. 


Diyor ki: Bir kimse, senin *Üstâd*’ının bir sözünde bir *Kusûr* bulursa, sen de onu *Beğenir*’sen, onu *Sever*’sen, sen de *Köpek*’den daha aşağı olursun, diyor. Böyle buyuruyor kardeşim

Ben dua edeceğim siz ikiniz amin deyin

Çok mühim tarihi vak'a var, size anlatacağım. Bu hadiseyi yaşayanlar hayatta. Bizim abilerden İbrahim abi profesör. Bu evlendi, Erzuruma tayin oldu. Orada hocalık yapıyor. Hanımı bir gün merdivenlerden bir düşmüş, iki gözü âmâ olmuş. Görmek yok, bitti. Gitmedik doktor, gitmedik hoca bırakmadılar. Bir akşam evde Mübarekler imam, arkada Bülent abi ile Enver abi cemaat, namaz kılıyoruz. Telefon çaldı, selam vermek üzereydiler zaten, selam verdiler, ben aşağıya indim, Mübarekler namaza devam ettiler. Tabi kendini tanıttı, dertliyim, felaket üzüntüdeyim, dedi. Ne oldu, dedim. Hanım merdivenlerden bir düştü, iki gözü kayboldu, hiçbir şey görmüyor. Ne olur bunu Mübareklere arz et, dedi. Şimdi namaz kılıyorlar. Sen kapat telefonu, namazdan sonra söyleyeceğim, dedim. Namaz kıldık, dua ettiler, neydi o telefon, buyurdular. Efendim, Erzurumda İbrahim abi var. Hanımı düşmüş, âmâ olmuş, iki gözü görmüyor. Her çareye başvurmuşlar, hiçbir fayda olmamış. Dua istiyor efendim, dedim. Hay hay. Ben dua edeceğim, siz ikiniz amin deyin, buyurdular. Peki efendim, dedim. Bülent abi ile ikimiz bir başladık amin demeye, Mübarekler dua, biz amin, Mübarekler dua, biz amin.. Epey sürdükten sonra, Allah şifa verir inşaallah, buyurdular. Sabahleyin İbrahim abiden bir telefon ki, telefon kopacak. Sevincinden bağırıyor: Abi! Gözleri açıldı. Abi! Bu gece rüyada Mübarekleri gördü, sonra renkler yavaş yavaş gelmeye başladı, sonra bütün renkler bitti, uyandı ki, ben görüyorum diye bağırmaya başladı dedi. Bir müddet sonra bir kızı dünyaya geldi. Telefon. Abi! Ne oldu? Kız çocuğumuz dünyaya geldi, Mübarekler ismini koyar mı?. Geldim Mübareklere arz ettim. Efendim böyle böyle olmuş dedim, anlattım. Efendim, madem ki ışığa kavuştu, ona güzel bir isim koyalım, Lamia koyalım, buyurdular. Lamia. Işığı görmüş manasına geliyor. Enver Abiler'in "rahmetullahi teala aleyh" sohbetlerinden...