Dağ ve taşlardaki hayvanlar inandı da bâzıları hâlâ anlıyamadı

 Tokatlı Ali Osman Efendi hazretleri ”rahmetullahi aleyh“ ;Bir gün talebeleri ile Ladik'e ders vermek için gidiyordu. Talebelerinden birinin kalbine vesvese gelip hocası için; "Bu da insan biz de insanız." gibi bir düşünce geldi. Yolları bir ormandan geçiyordu. Bu sırada bir kurt, Ali Osman Efendi hazretlerinin önüne gelip iki ön ayaklarını havaya kaldırıp, arka iki ayağı üzerine durunca; "Dağ ve taşlardaki hayvanlar inandı da bâzıları hâlâ anlıyamadı." buyurdu. O talebe düşüncesinden dolayı hemen tövbe etti.

Sultan Süleymân vefât edip yerine Selîm Han tahta çıktı

 Midilli'li Ali Efendi ”rahmetullahi aleyh“ hazretleri,Bir gün talebelerine sohbeti sırasında şöyle buyurdu: Şam'da Kırklar makâmı denilen yerde, Peygamber efendimiz aleyhisselam,dört büyük halîfe Aleyhimürrıdvân ile bütün velîler toplandı. Hızır aleyhisselâm, Peygamber efendimize; Sultan Süleymân vefât edip yerine Selîm Han tahta çıktı, dedi , diye bildirdi. Birkaç gün sona Midilli'li Ali Efendi ”rahmetullahi aleyh“ hazretlerinin işâret ettiği gibi Sultan Süleymân Han ”rahmetullahi aleyh“ hazretleri vefât etti, yerine Selîm Han ”rahmetullahi aleyh“ hazretleri tahta çıktı.

(Şakâyık-ı Nu'mâniyye Zeyli (Atâî); s.214)

Niçin kız doğurdun dememelidir

 Bir adamın ister erkek, ister kız bir çocuğu doğarsa, önce Allahü teâlâya şükür ve senâ etmeli ve bunu Hakk'ın bir hediyesi bilmelidir. Fakir veya âile efrâdı kalabalık da olsa bundan sıkılmamalıdır. Mümkündür ki bu doğan çocuğun başında saâdet var ve rızkının çoğalmasına sebeb olacaktır. Koca, zevcesine "Niçin kız doğurdun?" diye konuşmamalıdır. Zîrâ bu kadının elinde olmayan bir şeydir. Bir adamı elinde olmayan bir şeyden dolayı kötülemek veya azarlamak cehâletten ileri gelir. Yeni doğan çocuğa güzel isim vermelidir..

(Kınalızâde Ali bin Emrullah hazretleri ”rahmetullahi aleyh“ )

Akıl ve şehvet

 "Melekler şehvetsiz akılla, hayvanlar akılsız şehvetle yaratıldı. İnsan ise hem akıl hem de şehvetle yaratıldı. Kim ki aklı şehvetine galip gelirse, o meleklerden daha hayırlıdır. Kim ki şehveti aklına galip gelirse, hayvanlar ondan daha hayırlıdır"

 [Mecmu'ul Fetava 15/248]

Her işin ve her sözün, nefis muradı üzerinedir

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Ey biçare: Senin de gönlünün yüzü dönmüştür. Zira, her işin ve her sözün, nefis muradı üzerinedir. Nefsinin muradı için: (Allahın kuluyum.) dersin. Nefsinin muradı için: (Velilere müridim ve muhibbim) dersin. Nefsinin muradı için, ya cennet ümit eder veya cehennemden korkarsın. Îhlâs ile olan amelde hiçbir karşılık ve menfaat beklenmez. Aşağıda, riyâ ile ihlâstan bahsedildiği zaman riyanın ve ihlâsın ne olduğunu anlar ve öğrenirsin.


Ey aziz: Eğer, senin muradın da nefis için değil ve hak için ise, sen de hak yolunda nefsine hoş gelen şeylerden geçmelisin. Resûl aleyhisselâma gerçek ümmet olmak dilersen, onun sünnetlerine hakkı ile uymalısın. Bidatleri terk etmelisin. Gerçi, bid'at-i hasenedir dersin ama şunu hiç düşünmezsin ki, bidatlerin başlaması azgınlıktır. 


Karnın doyuncaya kadar yemek yemek bid'at değil mi? Bağırsaklarını doldurur, rahat nefes bile alamazsın. Firavun gibi giyinir, Ebû-Cehil gibi yer ve içer, Şeddâd gibi yüksek evlerde oturursun. Sert ve kibirli konuşursun. Ey acaba, senin sünnet üzere neyin vardır? insaf et, lâf sırasına gelince Bayezid-i Sâni kesilirsin ama sende fakirlerin renginden bir renk görünmez. Fakirlerin rengi, miskinliktir ve alçak gönüllülüktür, eksikliktir. 


Suret bağlarından geçmek, can ve dili terbiye etmek, bütün nefs isteklerini terk etmek ve bu âlemde dost hevası üzerinde yürümektir. Oysa, bunların hiçbirisi de sende yoktur. Demek ki, senin ettiğin bir kuru dâvadan ibarettir. Dâvadan ne çıkar? Manasız dâva bâtıldır.

Manasız dâva bâtıldır

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 

Ey aziz: Eğer, senin muradın da nefis için değil ve hak için ise, sen de hak yolunda nefsine hoş gelen şeylerden geçmelisin. Resûl aleyhisselâma gerçek ümmet olmak dilersen, onun sünnetlerine hakkı ile uymalısın. Bidatleri terk etmelisin. Gerçi, bid'at-i hasenedir dersin ama şunu hiç düşünmezsin ki, bidatlerin başlaması azgınlıktır. 


Karnın doyuncaya kadar yemek yemek bid'at değil mi? Bağırsaklarını doldurur, rahat nefes bile alamazsın. Firavun gibi giyinir, Ebû-Cehil gibi yer ve içer, Şeddâd gibi yüksek evlerde oturursun. Sert ve kibirli konuşursun. Ey acaba, senin sünnet üzere neyin vardır? insaf et, lâf sırasına gelince Bayezid-i Sâni kesilirsin ama sende fakirlerin renginden bir renk görünmez. Fakirlerin rengi, miskinliktir ve alçak gönüllülüktür, eksikliktir. 


Suret bağlarından geçmek, can ve dili terbiye etmek, bütün nefs isteklerini terk etmek ve bu âlemde dost hevası üzerinde yürümektir. Oysa, bunların hiçbirisi de sende yoktur. Demek ki, senin ettiğin bir kuru dâvadan ibarettir. Dâvadan ne çıkar? Manasız dâva bâtıldır.


(Eşrefoğlu Rumi hazretleri)

Din ilmi herkesten öğrenilmez

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*Din* ilmi ve *Ehl-i sünnet* bilgileri, *Mürşid-i kâmil*’den öğrenilir kardeşim, *Kitap*’dan öğrenilmez. Niye kitapdan öğrenilmez? 


Çünkü kitaplarda, *Hak* ve *Bâtıl* karışıkdır, çeşitli *Rivâyet*’ler vardır. Hangisi doğru? Herkes bunu anlıyamaz. Bunu ancak *Mürşid-i kâmil*’ler anlar. Yâni *Din*, mürşid-i kâmilden öğrenilir.


Kendisi yoksa, *Kitap*’larından öğrenilir. *Rastgele* kimselerden din öğrenilmez. Çünkü hadîs-i şerîf var. Meâlen; *İslâmiyeti, büyük âlimlerin ağızlarından alınız!* buyuruluyor. 


Yâni onların *Sohbet*’lerinden veyâ *Kitap*’larından öğreniniz. 


*Küfr* çok çabuk yayılır kardeşim. Hele bu zamanda küfr, *Sel* gibi akıyor. *Câhil* müslümân ise, o sele kapılmış bir saman *Çöpü* gibi. Nasıl kurtulacak? Bir yere sığınması lâzım. 


Bir *Kaya* kovuğuna, bir *Ağaç* oyuğuna girerse, yâhut da bir *Kütüğe* yapışırsa, kurtulabilir. İşte bu kaya kovuğu, bu ağaç oyuğu, bu kütük, bizim *Arkadaş*’lardır. Yâhut da bizim *Kitap*’lardır. 


Yâni o saman *Çöpü*, bizim *Âbiler*’den birine rastlarsa veyâ bizim *Kitap*’lardan birini okursa, kurtulur efendim. Yoksa mümkün değil, *Sel* alır götürür. 


*Abdülhakim Arvasi Efendi* hazretlerinin bir *Cep* saati vardı. Namaz vakti yaklaşınca o *Saat*’i çıkarırdı. Bir de *Ziyâ* beyin verdiği namaz vakitlerini bildiren küçücük bir *Bloknot* vardı. 


Her bir *Yaprak*, bir günün namaz *Vakit*’lerini bildiriyor, *İslâm* harfleriyle yazılmış. *Efendi* hazretlerinin bir elinde o *Bloknot*, diğer elinde cep *Saati*. 


Arada bir bakıyorlar, namâza *Beş* dakîka var, biraz sonra *İki* dakîka kaldı, sonra *Bir* dakîka kaldı, en sonunda, *Tamaam, vakit oldu*, der ve namâza kalkardı Mübârek.

İbni Teymiye tasavvufu inkâr eder

 İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:

(İbni Teymiye, tasavvufu inkâr eder, evliyaya, ariflere dil uzatırdı. Kitaplarını okumaktan, yırtıcı hayvandan kaçar gibi kaçmalıdır.) [Tabakat-ül-kübra]

İşin temeli kalbdir

 Kardeşlerim, Allahü teâlâ hepimize, kendinden başka şeylerden yüz çevirip, kendisine dönmek nasip eylesin!İşin temeli kalbdir. Kalb, Allahü teâlâdan başkasına tutulmuş ise, yıkılmış demektir. Bir işe yaramaz. Niyet doğru olmadıkça, hayırlı işlerin, yardımların ve âdete uyarak yapılan ibadetlerin, yalnız hiç faydası olmaz.Kalbin, Allahü teâlâdan başka hiçbir şeye düşkün olmaması lazımdır. Yani her yapılan şey, O emrettiği, O beğendiği için yapılmalı. Onun razı olmadığı her şeyden kaçınmalıdır. Her şey Onun için olmalıdır.Dünyada iki gram altın için iki ton toprak elenir. Ahirette de böyledir. Niyet altın gibidir. Çok amel değil, ihlaslı amel lazımdır. O kadar amelde hep niyet aranır, niyete bakılır, Allah için olanlar seçilir diğerleri atılır.Kardeşim, hem kalb temizliği, hem de bedenin salih işler yapması, birlikte lazımdır. Beden salih ameller yapmaksızın, (Kalbim temizdir, sen kalbe bak) demek boştur. Kendini aldatmaktır.İbadet yapılmadan kalb temiz Olmaz. Bu dünyada, bedensiz ruh olmadığı gibi, beden ibadet yapmadan ve günahlardan kaçınmadan, kalb, temiz olamaz.Aman kardeşim, zamanımızın birçok dinsizleri, sapıkları, ibadet yapmayıp, kalblerinin temiz olduğunu, hatta keramet sahibi olduklarını söyleyip, saf Müslümanları aldatıyor. Allahü teâlâ, gençlerimizi böyle sapıklara inanmaktan korusun!Amin.

(Seyyid Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

Suretlerin değişmesi

 MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ 


Bütün ölülerin kabirlerinden doğrulup kalktıkları vakit, biz ne suratla kalkacağız, ondan hiç haberimiz yoktur. Şunu iyi bilmelidir ki, dünyadan ne sıfat ile gitmişsek, aynı sıfatla kalkacağız. Zira. Mu’ az ibn-i Cebel radıyallahu anh, Resûl-ü ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimizden sordu:  

— Yâ Resûlallah! Haber ver o günden ki, İsrafil aleyhisselâm sûru üfler, ölenlerin hepsi mezarlarından doğrulup kalkarlar. Acaba bu hal o gün nice olacaktır?  

Hâtem-en-Nebiyyin efendimiz hazretleri, saadetle buyurdular:  

— Ne azim günden sordun yâ Muaz!  

Mübarek gözlerinden yaşlar akıtarak devam eylediler:  

— Siz, o gün kabirlerinizden kalkıp muhtelif cemaatler halinde bir yere varırsınız ki, o yerin adı SAHİRE' dir. Benim ümmetim on bölük olur ve her biri bir suretle mahşer yerine gelirler. Kimi, dolunay gibi yüzü nurlu olur. Kimisi maymun, domuz suretinde bulunur. Bazıları, baş aşağı ve yüzleri yerlerde sürünerek gelirler. Bir kısmı, dillerini çiğneye çiğneye, göğüsleri üzerine sarkmış, ağızlarından irinler akarak gelir. Kimisi, elleri ve ayakları kesik, ateşten ağaçlara asılmış gibi ve köpek leşinden daha fena kokar halde gelir. Kimi sağır olarak, kimisi de katrandan cübbeler giymiş halde gelirler.  


Ey aziz: Bu suretlere dönen ve belâlara uğrayan insanlar da bizim gibi “Lâ ilahe illallah Muhammedün Resûlullah” derlerdi. Günde beş vakit namaz kılarlardı. Yılda bir ay oruç tutarlardı. Cuma namazı ile yılda iki kere bayram namazlarını da kılarlardı. Gücü yeten hacca giderdi. Fakat, o kötü, çirkin ve yaramaz huyları, onların ibadet ve tâ'atlerini ve bütün güzel amellerini hiç etmiştir. Bunların ne sebeple böyle değişik şekillere döndükleri ve bu belâlara neden uğradıkları sorulacak olursa, onun cevabını da vereyim ve gerçeği sana bildireyim ki, var sen de ona göre davran ve bu gibi kötü huyların ve sıfatların varsa terk et, yoksa El-hamdülillah de ki, Mevlâ seni bu kötü ve çirkin huylardan ve sıfatlardan korumuştur.


Bilmiş ol ki, yüzleri ayın on dördü gibi nurlu ve parlak olan, buraklara bindirilen, önlerinden ve arkalarından melekler koşuşturan, tekbir ve salâvat ile mahşer yerine getirilenler peygamberler, Hak velileri ve muhlislerdir. Yani, amellerini ihlâs ile yapanlar ve bu ihlâstan hiç ayrılmayanlardır.  


1 - Maymun yüzüne dönmüş olarak getirilenler, dedikoducular yani bir kişiden işittiklerini, başka bir kişiye söyleyenlerdir.  


2 - Domuz yüzüne dönmüş olarak getirilenler, haram yiyenler.  


3 - Baş aşağı ve yüzleri yerlerde sürünerek getirilenler, parasını faize verenler, yani faiz yiyenlerdir.  


4 - Gözleri kör olarak getirilenler, hükmünde zulmederek haksızlık edenlerdir. Haksızlık edenler, ister evlerinde bulunanlara haksızlık etmiş olsun, isterse kadı, naip veya bey olsun, madem ki hükmünde meyli haksızlıktır, o kimseler zalim muamelesi görürler.  


5 - Kulakları sağır olarak getirilenler, yalnız kendi amellerini görüp beğenen ve kendisini iyi bir insan olarak tanıyan ve: (Benim gibi kişi nerede vardır?) diyenlerdir. Aleyhissalâtü vesselâm efendimiz hazretleri: “İyi amellerde gururlanmaktan, Allahu teâlâya sığınırız.” buyurmuşlardır.  


6 - Dillerini çiğneye çiğneye getirilenler, halka nasihat ettikleri halde kendileri tutmayanlar, sözleri işlerine uymayanlar, birine olan kin ve garezi üzerine yanlış fetva verenlerdir.  


7 - Elleri kesik olarak getirilenler, komşularını incitenlerdir.  


8 - Ateşten ağaçlara asılı halde getirilenler, halkı alaya alan ve herkesle eğlenenlerdir.  


9 - Köpek leşi gibi kokarak getirilenler, nefislerine uyanlar ve nefislerinin muradını gözetenler; malının, koyununun ve sığırının zekâtını ve öşrünü vermeyenlerdir.  


10 - Katran cübbe giydirilerek getirilenler, kibirlilik edenlerdir.  


Bunlar, bu saydığımız hallerle mahşer yerine getirildikten sonra, Hak celle ve âlâ, bunların her birinin cehennemin derekelerine (çukurlarına) sürülmelerini ve orada azap ve işkence görmelerini irade buyurur ve bu emri ilâhi derhal yerine getirilir. Şeyh Sâfi rahmetullahi aleyh hazretlerine: “Abese Sûresinde “O gün insan kardeşinden, ana ve babasından kaçar.” buyurulmuştur. Halk, kıyamet gününde birbirinden neden kaçar?” diye sordular.


Hazret-i Şeyh buyurdu ki: “Onların gönülleri, dünyada iken değişmiş her biri, bir türlü canavar sıfatı ile sıfatlanmışlardır. Sağlıklarında, çalışarak bu çirkin ve kötü sıfatları gidermediler. Nihayet, mahşer yerine bu suretle getirildiler, halk bunları korkulu birer canavar suretinde gördüğü için, onlardan kaçar. Bazı Hadis-i şeriflerde de böyle buyurulduğuna göre, bu cevap gerçeğe uymaktadır.”  


İmam-ı Gazali rahmetullâhi aleyh de ÎHYA-Î ULÛM'unda şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde bu halk, yirmi bölük olacak ve her biri birer canavar suretinde görünecektir. Yalnız, bir bölük ay ve güneş gibi yüzleri nurlu ve parlak olarak haşrolacaktır.  


Ey biçare: İçini ve dışını arıtmaya bak! Suretin bir türlü, siyretin bir türlü olmasın ki, kaç keredir tekrarlıyorum, için dışına döner, gizlilerin aşikâr olup rezil olursun. Şimdi ey aziz: Yukarıda da geçti, duydun. Beni-İsrail zamanında birçoklarının suretleri değişti. Kimi maymun, kimi domuz gibi oldular. Eğer, senin suretin şimdilik değişmediyse, gönlünün sureti değişmiştir ama senin haberin yok, ileride haberin olacak ve çaresiz olacaksın. 


Beni-İsrail zamanında, birçoklarının suretleri sağlıklarında değişmişti. Haberlerde gelir ki, bir gün Musa peygamber aleyhisselâm bir yerden geçerken gördü ki, bir kâfir bir domuzun boynuna bir ip takmış, çekip götürüyor. Domuz, Musa aleyhisselâmı görünce yaklaşmaktan çekindi ve olduğu yerde kalakaldı. O kâfir, elindeki değnekle domuza birkaç kere vurdu ve evine götürmek istedi. Domuzun hali Musa aleyhisselâmın dikkatini çektiğinden seslendi:  

— “Yâ kâfir, bırakıver şu domuzu. Görelim neyler?”  

Kâfir, domuzu serbest bıraktı ve domuz geldi Musa aleyhisselâmın ayağına düştü ve gözlerinden yaşlar akıtarak yüzünü ayağına sürdü. 

Kâfir dedi ki:  

— “Yâ Musa! Bilir misin bu kimdir? Bu, senin dostun idi ve sen onu çok severdin. Senin yakınlarından idi. Biraz önce, benimle konuşur ve bana nasihat ederken, birdenbire şekli değişti ve bu hale geldi. Ben de tuttum, boğazına bir ip taktım götürüp keseceğim.”  

Musa aleyhisselâmın yüreği yandı ve derhal ellerini açarak hakka niyaz etti ki, onun suretini yine insana döndürsün.  

Hitab-ı izzet geldi:  

— “Yâ Musa! Onun bu suretini değiştirmeyiz. Sen bilmiyorsun ama ben biliyorum. Onun gönlü, sana doğru değildi. Senden söz öğrenir, gider halka söylerdi, onunla nefsinin isteklerini temin ederdi O, daima senin ve benim sözlerimizi nefsine âlet ederdi. Senin yanına gelip gitmesi de nefsinin muradı içindi. Bunun için kendisine hışım ettim ve onun suretini döndürdüm. Bu suretle ölsün, gitsin.”  

Şimdi ey aziz: Bu kıssadan, ilmi nefislerine âlet eden âlimlere haylice korku vardır.  

(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

İSLÂM MEDENİYETİ

“Dünyâ tarihlerinin sözbirliği ile överek yazdığı gözleri kamaştıran islâm medeniyetini, Kur’ân-ı kerime uyanlar meydâna getirdi. Bugün Avrupa, Amerika ve Rusyada fen ilerledi, dev sanayi kuruldu. Ay yolculuğuna başlandı. Fakat, hiçbirinde huzûr sağlanamadı. Patronların isrâfı ve sefâheti, işçilerin sefâleti giderilemedi. Komünistlerde devlet, milleti sömürdü. Milyonlarca insan, buğaz tokluğuna, aç, çıplak çalıştırıldı. Zâlim, kan dökücü bir azınlık, bunların sırtından yaşadı. Sarâylarda zevk ve safâ sürüp, her kötülüğü yaptılar. Kur’ân-ı kerîme uymadıkları için râhata, huzûra kavuşamadılar. 


Medeni olmak için, fende, teknikte onlara benzemek, onlar gibi çalışmak, başarmak lâzımdır. Çünkü, Kur’ân-ı kerim ve hadîs-i şerîfler, fende, sanatta ilerlemeyi emrediyor. Meselâ, ibni Adî ve Münâvînin ‘rahmetullahi teâlâ aleyhimâ’ bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, fende ilerliyen, sanat sâhibi olan kulunu elbette sever) ve (Hâkim-i Tirmüzî) ve (Münâvî)deki hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, kulunun sanat sâhibi olduğunu görmeyi elbette sever) buyuruluyor. 


Fakat, medeni olmak için, yalnız bunu başarmak yetişmez. Kazanılan nimetlerin, adâletle paylaşılması, çalışanın emeğine kavuşması lâzımdır. Bu adâlet de, ancak Kur’ân-ı kerime uymakla elde edilir. Bugün Avrupa, Amerika ve Rusya, islamiyete uygun olarak çalışdıkları işlerinde, kazanıyorlar. Fakat, kazançlarını Kur’ân-ı kerîmdeki adâlet esâslarına göre paylaşmadıklarından râhata, huzûra kavuşamıyorlar. Sınıf mücâdelesinden kurtulamıyorlar. 


İslamiyete uymayanlar, asla mesut olamaz. Uyanlar, müslüman olsa da, olmasa da, inansa da, inanmasa da, uydukları kadar, dünyâda faydasını görür. İnanarak uyanlar ise, hem dünyâda, hem ahirette faydasını görürler. Dünyâda, rahat, huzur içinde yaşarlar. Ahirette de, saadet-i ebediyeye, sonsuz nimetlere kavuşurlar. Bu sözün doğru olduğunu tarih de, günlük olaylar da, açıkça göstermektedir. Bundan anlaşılıyor ki, müslümân olsun olmasın, İslâm dininin gösterdiği yolda ilerlemeyenler, ayrıldıkları kadar, zarara, felakete sürüklenirler.


Allaha iman, Allah korkusu ve islâm dini, maddi meselelerde âciz kalan insanlara ümit ve çalışma azmi verecek sebeplerdir. Ekonomik ve teknik terakkîlerin faydalı olabilmesi için, manevî kuvvete de ihtiyaç olduğu görülmektedir.”


[Hak Sözün Vesîkaları]