Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından başka din kitabı okumayın

 Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından başka din kitabı okumayın. Çünkü bazı din cahilleri ve azılı din düşmanları, kendi akıllarına ve zamanlarındaki fen bilgilerine göre tefsir ve fıkıh kitapları yazarak, gençleri aldatıyorlar.Aldanan kimsenin imanı gitmediyse (Bid’at sahibi), eğer imanı giderse, (Mürted) olur.Bu bozuk kitapları okuyan, İslamiyet’i değil, bunları yazanların şahsi görüşlerini,

düşüncelerini öğrenir. Bu kitaplar, İslamiyet’i içerden parçalamakta, (Ehl-i sünnet) denilen hakiki Müslümanları yok etmektedir.

(Seyfeddin-i Faruki “kuddise sirruh” hazretleri)

Muhammed aleyhisselama itaat etmek Allahü teâlâ'ya itaattir

 Cenâb-ı Hak, Nisa suresi, yetmişikinci âyetinde, Muhammed aleyhisselama itaat etmenin kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor.Yani Onun Resulüne itaat edilmedikçe Ona itaat edilmiş olmaz. Bunun pek kati ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerimede; (Elbette, muhakkak böyledir) buyuruldu.

(İmam-ı Rabbani “kuddise sirruh” hazretleri)

Allahü teâlâdan bahseden kalmadı

 Herkes fasülyeden, patatesten söz ediyor. Allahü teâlâdan bahseden kalmadı.

(Seyyid Muhammed Emîn hazretleri “rahmetullahi aleyh” )

Kâmil ve yetişmiş olan mürşid

 Kâmil ve yetişmiş olan mürşid o kimsedir ki, iki talebesinden biri doğuda biri de batıda olsa ve ikisi aynı anda vefât etmek üzere olsa, her ikisinin de başında bulunup îmânlarını şeytanın vesvesesinden muhâfaza eder.

(Pîr Muhammed Gencevî hazretleri “rahmetullahi aleyh” )

En zararlı, en tehlikeli şey

 En zararlı, en tehlikeli şey, dinsiz ve mezhepsiz kimselerle ve bunların kitapları, gazeteleri ve her türlü yayınları ile beraber olmaktır.Böyle bozuk kimselerden ve yayınlardan, aslandan kaçar gibi kaçmalıdır.Ehl-i sünnet âlimlerinin veya imanı ve ibadetleri bozuk olmayan hakiki Müslümanların kitaplarını okuyun.

(Seyyid Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

Allahü teâlâ, tövbe edenleri sever

 Kardeşlerim, kadınların, kızların, başı, saçı, kolları, bacakları açık sokağa çıkmaları haram olduğu gibi, ince, süslü, dar, hoş kokulu elbise ile çıkmaları da haramdır.Böyle açık olarak çıkmalarına izin veren, razı olan, beğenen anası, babası, beyi ve kardeşi de, onun günahına ve azabına ortak olurlar.Yani Cehennemde birlikte yanacaklardır.Tövbe ederlerse affolunur, yakılmazlar. Allahü teâlâ, tövbe edenleri sever.

(Seyyid Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh” hazretleri)

Müslüman olmak için (Muhammedün resulullah) demek de lazımdır

 Müslüman olmak için (Muhammedün resulullah) demek de lazımdır. İnsan bunu da söylemedikce, iman etmiş olmaz.İmanın kâmil olması için, nefsin arzularını da red etmek lazımdır. Mesela Casiye suresinin yirmiüçüncü âyetinde mealen; (Nefsinin arzularını ilah edinen kimseyi gördün mü?) buyuruldu.İnsanın maksudu, yani hep arzu ettiği şeyler, onun mabudu olur.

(Seyfeddin-i Faruki “kuddise sirruh” hazretleri)

Tövbe ibadetin önündedir

 Kardeşlerim, tövbe ibadetin önündedir.Bir insan lağıma düşse ve üzerinde pislikler varken, yıkanmadan en kıymetli ve en nefis elbiselerini giyse, uygun olur mu?Olmaz.İşte tövbe etmeden ibadet yapmak da böyledir. Hatta günahtan sonra bir tövbe gerekirse, ibadetten sonra bin tövbe gerekir.

(Seyfeddin-i Faruki “kuddise sirruh” hazretleri)

Bu büyüklerin arzusunu Allahü teâlâ geri çevirmez

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu *Büyük*’lerin arzûsunu, isteğini, Allahü teâlâ *Geri* çevirmez efendim. Meselâ Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri buyurdular ki: *Yabancı dil bilseydim, çok faydalı olurdum*. 


İşte efendim, kaç tâne *Yabancı Dil*’de kitaplarımız basıldı. *Otuz*’dan fazla lisânda kitaplarımız, Abdülhakim Efendi hazretlerinin bu *Arzû*’su ile teşekkül etdi. 


Onun bu *İsteği* ile tecellî etdi ve dünyânın her tarafına *Yayılıyor*. Her yerde, Efendi hazretlerinin *Rûhâniyeti* ile birlikde okunuyor, seviliyor, elhamdülillah. 


*Yabancı dil bilseydim, çok faydalı olurdum*. Kim buyuruyor bunu? Efendi hazretleri gibi bir *Allah dostu*. Cenâb-ı Hak, onun bu arzûsunu *Geri* çevirir mi efendim? 


*Eshâb-ı kirâm* efendilerimiz, Peygamber aleyhisselâma en çok *Tâbi* olan kimselerdir. Bizim inandıklarımıza, onlar bizzât *Şâhit* oldular, *Gördü*’ler çünkü. 


*Cebrâil* aleyhisselâmı gördüler, *Melek*’leri gördüler, hazret-i *Peygamber*’i gördüler. 

● ● ● 

Size iki emânet bırakıyorum. Bu emânetlerin bir tânesi *Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye*’dir. Çünkü onda, *İlim*, *Amel* ve *İhlâs* çok güzel anlatılıyor. 


İlim, amel ve ihlâs elde etmek istiyen, *İlmihâl*’i elinden düşürmesin. Her vesîleyle bir *Satır*, bir *Sayfa* okursa, hem *İlm*’i artar, hem *Amel*’i artar, hem de *İhlâs*’ı artar. 


İkinci emânet, *Enver âbi*’dir. Enver'in neden muvaffak olduğunun sebeplerini size anlatayım. *Enver*'de üç *Haslet* var, bu üç haslet onu *Muvaffak* ediyor. 


Birincisi, bugüne kadar *Berâber* olduk, yakînen tanıyorum, hiçbir zaman, hiçbir arkadaşı bana *Kötülemedi*. Hiçbir zaman kalbine, bir arkadaşa karşı *Kötülük* duygusu gelmedi. 


Onun *Hücre*’lerinde kötülük duygusu *Yok*. Zâten kötülük yapamaz, hattâ onda kötülük *Düşünce*’si bile yok. Onca *İftirâ*’ya uğramasına rağmen, kimseyi bana kötülemedi. 


İkincisi, onda anlatılamaz bir *Sabır* var. Hattâ bizden daha sabırlıdır. *Kızmak* yok, *Telâş* yok. Hadîs-i şerîfde buyruluyor ki; *Sabretmek, ferahlamanın anahtarıdır!* 


*Enver*'in muvaffakiyetinin üçüncü sebebi de şudur: Bir zamanlar savaş âleti *Ok* idi. Ondan sonra *Kılınç*’lar çıkdı. Daha sonra *Tüfek*’ler, *Tabanca*’lar ve *Top*’lar çıkdı. *Atom bombası* yapıldı. 


Ama şimdi atom bombasının yerini alan yeni bir silâh var. O da, *Tatlı dil* ve *Güler yüz*. Buna diplomasi derler. İşte *Enver*, tatlı dili ve güler yüzüyle, hizmetlerimizi bu *Nokta*’ya getirdi. 


Enver âbi, *Kuleli*'den benim *Talebem*’dir. Talebelerimin içinde en çok *Onu* beğenirdim. Onun için, onu kendime *Dâmâd* seçdim. Bütün bu müesseseleri *Ben* kurdum kardeşim.

Tefekkür mühimdir

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Mü’minin birinci vasfı, haddini bilmekdir. *Ben kimim?* diyebilmekdir. *Ben nerden geldim, niçin varım, nereye gidiyorum?* İşte bunu düşündüğü zaman kendine gelir. 


*Tefekkür*, mühimdir bizim dînimizde. Büyüklerimiz; *Biraz tefekkür etmek, bin sene nâfile ibâdetden hayrlıdır!* buyuruyor. 


Allahü teâlânın *Büyüklüğü*’nü düşünmek, Cenneti, Cehennemi düşünmek, *Mahşer* meydanında binlerce sene bekleneceğini düşünmek, insanı *Dünyâ*’dan soğutur, *Âhiret*’e yaklaşdırır.


Bu da, mü’min için *Hayr*’lara vesîle olur efendim. Mü’minin *Memât*’ı, yâni ölümü, dünyâdaki *Hayât*’ından bin kat daha *Güzel*’dir, bin kat daha *Hayr*’lıdır. 


İnsanı, *Çevre*’si bozar kardeşim. İnsanın *Yetişme* şekli çok mühimdir. Nasıl *Yetişir*’se öyle de *Yaşar*. Bâzıları *Fıtrat*’ını tamâmen gayb eder, bunlar müslümân olamaz, *Ebû Cehl* gibi. 


Bâzılarında bu *Fıtrat* yok olmaz, sâdece üzeri *Örtülür*, islâmiyeti görünce *Sever* ve *Kabûl* eder. *Hazret-i Ömer* gibi. 

● ● ● 

*Mübârek geceler* sözünü, Kur’ân-ı kerîmden aldık. Çünkü orada, *Leyle-i mübâreke* buyuruluyor. 


Âhir zamanda insanlar *Tembel* olduğundan, hiç olmazsa böyle birkaç *Gün*, kendilerini *Toplasın*’lar diye, Allahü teâlâ bâzı günlere ve gecelere *Kıymet* vermiş.


Böyle *Gün* ve *Gece*’lerde, duâları kabûl *Edeceği*’ni bildirmiş. Mübârek gece, öğleden sonra başlar, *Fecr*’e kadar devâm eder. 


Bir sâat *İlm* öğrenmek, bütün gece *İbâdet* etmek gibi sevap olur. Bunun da zâten yarım sâati *Yatsı namâzı* tutar. Diğer yarısı da *Yasîn-i şerîf* okunur, *İlmihâl* okunur. 


Efendim, Allahü teâlâ mübârek Ramezân-ı şerîfi bizlerden *Râzı* eylesin. Bizleri şefâatine *Nâil* eylesin. 


Râhat, huzûr, sıhhat, âfiyet içinde ve bu *Hizmet*’lerin içinde *Hayır*’lı Ramezânlar, *Hayır*’lı bayramlar daha idrak etmemizi *Nasîb* eylesin. 


Biz *Duâ* edelim, Allahü teâlâ *Kabûl* eder. Nitekim kendisi; *Benden isteyiniz, veririm!* buyuruyor, ama istemesini bilmek lâzım. 


*Evliyâ-yı kirâm*’dan Ebül Hasan-i Harkânî hazretlerine; Yâ İmâm! Allahü teâlâ; *İsteyiniz vereyim!* buyuruyor, ama istiyoruz vermiyor, demişler. 


Ebül Hasan-i Harkânî hazretleri buyurmuş ki; *Duânızın kabul olmasını istiyorsanız, ağzınıza haram girmesin ve ağzınızdan haram çıkmasın!* Böyle buyurmuş efendim.

KALBİNE BAK!

Hâce Behâeddîn-i Nakşibend Buhârî (kuddise sirruh) buyurdu ki:

Hayatımda en garibime giden olay şu olmuştur: 

Bir gün ak sakallı bir ihtiyar, Kâbe'nin örtüsüne sarılmış, öpüyor, yüzüne sürüyor. Gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Onun bu hâline gıpta ettim. "Sen onun kalbine bak!" diye ilham geldi. Kalbine nazar ettim. Köydeki iki keçi ve birkaç koyunu düşünüyor. Hayret ettim. Oradan Mina pazarına geldim. Baktım bir genç, 50 bin altın değerinde alışveriş yapıyor, hep ticaretle meşgul. "Eyvah!" dedim, bu genç yandı! Bu kadar para pul içerisinde battı. Yine "Sen onun kalbine bak!" diye ilham geldi. Bir de kalbine baktım, her an kalbi "Allah" diyor. "Aman hak hukuk geçmesin, dinime zarar gelmesin" diye tir tir titriyor. "Sübhanallah" dedim. Ya Rabbî, bu kadar varlık içinde, bu "Allah" diyor. Öteki ise, yokluk içinde, Kâbe'nin önünde "keçilerim, koyunlarım" diyor!..