Ebû Bekr-i Sıddîk ile Alî bin Ebî Tâlibin “radıyallahü anhümâ” Münâzarası

Ebû Bekr-i Sıddîk ile Alî bin Ebî Tâlibin “radıyallahü anhümâ” Münâzarası:


Birgün Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin hücre-i mubârekelerinin [evlerinin] kapısına geldikde, Alî bin Ebî Tâlib “kerremallahü vecheh” hazretleri de gelmişdi. Ebû Bekr “radıyallahü anh” geri durup, Alîye “radıyallahü anh” buyurdu ki, yâ Alî! Evvelâ sen dâhil ol [eve gir]. Hazret-i Alî buyurdu ki: Yâ Ebâ Bekr! Önce sen gir ki, her iyilikde önde olan, her hayrlı işde önde olan, herkesi geçen sensin. Ebû Bekr hazretleri buyurdu ki: Sen önce gir yâ Alî! Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dahâ yakın sensin.


Hazret-i Alî buyurdu ki: Yâ Ebâ Bekr! Ben o kimsenin önünde nasıl giderim ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Ümmetimden Ebû Bekrden dahâ üstün bir kimse üzerine güneş doğmadı.)


Ebû Bekr “radıyallahü anh” buyurdu ki: Ben bir kimsenin önüne nasıl geçeyim ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Fâtıma-tüz-zehrâyı “radıyallahü teâlâ anhâ” sana verdiği gün, (Kadınların en iyisini, erkeklerin en iyisine verdim) buyurdu.


Alî “radıyallahü anh” buyurdu: Ben o kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, (İbrâhîm aleyhisselâmı görmek istiyen Ebû Bekrin yüzüne baksın!) buyurdu.


Ebû Bekr “radıyallahü anh” buyurdu: Senin önüne geçemem. Çünki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Âdem aleyhisselâmın hilm sıfatını ve Yûsüf aleyhisselâmın ahlâkını görmek isteyen, Aliyyül mürtedâya baksın!)


Hazret-i Alî buyurdu: Ben bir kimsenin önünce geçemem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Yâ Rabbî! Beni en çok seven ve Eshâbımın en iyisi kimdir.)


Nidâ erişdi ki; (Yâ Muhammed “aleyhisselâm”! Ebû Bekr-i Sıddîkdır) buyuruldu.


Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce varamam ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (İlmi bir kimseye veririm ki, Allahü teâlâ onu sever. Ben de onu severim.) Ya’nî o Aliyyül mürtedâdır. [Ya’nî ilm şehrinin kapısı sen oldun.]


Aliyyül mürtedâ buyurdu: Ben o kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Cennetin kapıları üzerinde, Ebû Bekr habîbullah yazılıdır.)


Ebû Bekr “radıyallahü anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Hayber gününde bayrağı sana verdi, buyurdu: (Bu bayrak Melik-i gâlibin, Alî bin Ebî Tâlibe hediyyesidir.)


Alî “radıyallahü anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Yâ Ebâ Bekr! Sen bana gören göz ve işitir kulak gibisin.)


Ebû Bekr “radıyallahü anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Kıyâmet günü, Alî, Cennet hayvanlarından birine binmiş olarak gelir. Cenâb-ı Hak buyurur ki, Yâ Muhammed “aleyhisselâm”! Senin baban İbrâhîm Halîl, ne güzel babadır. Senin kardeşin Alî bin Ebî Tâlib ne güzel kardeşdir.)


Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki; (Kıyâmet günü, Cennet meleklerinin reîsi olan Rıdvân adındaki melek, Cennete girer. Cennetin anahtârlarını getirir. Bana verir. Sonra Cebrâîl aleyhisselâm gelip, yâ Muhammed! Cennetin ve Cehennemin anahtârlarını Ebû Bekr-i Sıddîka ver. Ebû Bekr, istediğini Cennete, dilediğini Cehenneme göndersin der.)


Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki; (Alî bin Ebî Tâlib, kıyâmet günü benim yanımdadır.


Havz ve kevser yanında benimledir. Sırat üzerinde benimledir. Cennetde benimledir. Allahü teâlâyı görürken benimledir.)


Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Eğer Ebû Bekrin îmânını, bütün mü’minlerin îmânı ile tartsalar, Ebû Bekrin îmânı ağır gelir.)


Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Ben ilmin şehriyim. Alî bunun kapısıdır.)


Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Ben sâdıklığın şehriyim. Ebû Bekr, bunun kapısıdır.)


Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Kıyâmet günü Alî bin Ebî Tâlib, bir güzel ata bindirilir. Görenler, acabâ bu hangi Peygamberdir, der. Allahü teâlâ, bu, Alî bin Ebî Tâlibdir, buyurur.)


Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Ben ve Ebû Bekr, bir toprakdanız. Tekrâr bir olacağız.)


Ebû Bekr “radıyallahü anh” buyurdu: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Allahü teâlâ buyurur ki: Ey Cennet, senin dört köşeni, dört kimse ile bezerim. Biri, Peygamberlerin üstünü Muhammed “aleyhisselâm”dır. Biri, Allahdan korkanların üstünü Alîdir. Biri, Fâtıma-tüz-zehrâdır, kadınların üstünüdür. Dördüncü köşesindeki de, temizlerin üstünü Hasen ile Hüseyndir.)


Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu: Ben bir kimse önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: (Sekiz Cennetden şöyle ses gelir. Ey Ebû Bekr! Sevdiklerin ile birlikde gel! Hepiniz Cennete giriniz!)


Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri buyurdu ki: Ben bir kimsenin önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Ben bir ağaca benzerim! Fâtıma, bunun gövdesidir. Alî budağıdır. Hasen ve Hüseyn, meyvâsıdır.)


Alî “radıyallahü anh” buyurdu: Ben bir kimse önünce gitmem ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Allahü teâlâ Ebû Bekrin bütün kusûrlarını afv etsin. Çünki O, kızı Âişeyi bana verdi. Hicretde bana yardımcı oldu. Bilâl-ı Habeşîyi benim için alıp âzâd etdi.)


O iki server bu münâzaraya devâm ederlerken, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, hücre-i şerîflerinden [evlerinden] seslenip, buyurdular ki: (Ey kardeşlerim, Ebû Bekr-i Sıddîk ve Aliyyül mürtedâ “radıyallahü anhümâ”! Artık içeri girin. Cebrâîl aleyhisselâm gelmişdir ve haber verir ki, yedi kat göklerin ve yedi kat yerlerin ehli size nazar etmekde toplanmışlardır. Eğer siz kıyâmete kadar birbirinizi medh etseniz, Allahü teâlâ yanındaki kıymetinizi anlatamazsınız.) İkisi birbirine sarılıp, birlikde Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûruna girdiler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bunlara teveccüh edip, buyurdular ki, (Allahü teâlâ ikinize de yüzbinlerle rahmet etsin. İkinizi sevenlere de yüzbinlerle rahmet etsin. Ve düşmanlarınıza da, yüzbinlerle la’net olsun!) Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, (Yâ Resûlallah! Ben Alînin düşmanına şefâ’at etmem.) Alî “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, (Yâ Resûlallah! Ben Ebû Bekrin düşmanına şefâ’at etmem. Başını kılınç ile bedeninden ayırırım.) Ebû Bekr “radıyallahü anh” dedi ki, (Ben senin düşmanlarına kevser havzından su vermem.) Alî “radıyallahü anh” da dedi: (Ben senin düşmanlarını sırat üzerinden geçirmem.)


NÜKTE: Eğer melekler; (Yâ Rabbî! Yeryüzünde fesâd çıkaracak ve kan dökecek olan insanları niçin yaratıyorsun) [Bekara sûresi 30.cu âyet-i kerîmesi meâli] demeseler idi, Âdem aleyhisselâmın ilmi meydâna çıkmaz idi. Eğer Nemrûd ateş yakmasa idi, İbrâhîm Halîl aleyhisselâm hazretlerinin şerefi meydâna çıkmaz idi. Eğer Ebû Cehlin câhillik inâdı ve inkârı olmasa idi, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin menâkıb-ı şerîfleri ayân olmazdı [açığa çıkmazdı]. Eğer şeytânın vesvesesi olmasa idi, Aliyyül mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin merdliği âşikâre olmazdı.


Eğer râfizîler olmasa idi, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerinin fazîletleri ayân olmazdı [açığa çıkmazdı].


Buyurulmuşdur ki, Müceddidiyye yolunun büyüklerinin silsilesinin nisbet-i küllîleri Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine ulaşır. Nisbet-i cüz’iyyeleri Aliyyül mürtedâ “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine varır. Bu münâsebetle, bu bâbda, onların ahvâlinden, bir mikdâr zikr olunur. Ma’lûm olsun ki, adı geçen meşhûr dedem, Seyyid Muhammed, (Bâbâ) denilmekle meşhûr olmuşdur. Onlar hazret-i Molla İlyâsdan kemâle erişip, onlardan me’zûn olmuşdur. Onlar hazret-i Dervîş ahî Hüsrev Şâhîden, onlar Mevlânâ Sun’ullah Güze Kenânîden, onlar Mevlânâ Alâ’üddîn-i Mektebdârdan, onlar Mevlânâ Sa’deddîn-i Kaşgârîden, onlar Mevlânâ Nizâmüddîn-i Hamûşdan, onlar Hâce Alâ’üddîn-i Attârdan, onlar Hâce Behâeddîn-i Nakşibendiden, onlar Emîr Gilâlden, onlar Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsîden, onlar Hâce Alî Râmîtenîden, onlar Hâce Muhammed İncirfagnevîden, onlar Hâce Ârif-i Rivegerîden, onlar Hâce Abdülhâlık Goncdüvânîden, onlar Hâce Yûsüf-i Hemedânîden, onlar Hâce Ebû Alî Farmedîden, onlar Şeyh Ebûl Kâsım Gürgânîden, onlar Şeyh Ebûl Hasen Harkânîden, onlar Sultân-ül-ârifîn Bâyezîd-i Bistâmîden, onlar Ca’fer-i Sâdıkdan, onlar Kâsım bin Muhammed bin Ebû Bekr-i Sıddîkdan, onlar hazret-i Selmân-ı Fârisîden ve onlar Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden ve onlar, risâlet penâhî “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden me’zûn olmuş, kemâle erişmişlerdir. Şeyh Ebûl Kâsım bir nisbet ile de Şeyh Ebû Osmân Magribîden ve onlar Ebû Alî Kâtibden ve onlar Ebû Alî Rodbârîden ve onlar Cüneyd-i Bağdâdîden ve onlar Sırrı Sekâtîden ve onlar Ma’rûf-i Kerhîden ve onlar Dâvüd-i Tâîden ve onlar Habîb-i Acemîden ve onlar Hasen-i Basrîden ve onlar hazret-i Aliyyül mürtedâdan, onlar hazret-i risâlet penâhdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kemâle gelmişlerdir. Ca’fer-i Sâdık “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin bir nisbeti de yüksek dedeleri hazret-i Muhammed Bâkırdan, ona da kendi babaları hazret-i Alî Zeynel’âbidînden, ona da kendi babaları Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden, ona da kendi babaları emîr-ül mü’minîn hazret-i Alî “kerremallahü vecheh”den gelmekdedir.

(Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn)

Kadınların teravih namazı için camiye gitmesinde mahzur var mıdır?

 Kadınların teravih namazı için camiye gitmesinde mahzur var mıdır?

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gün, *Dergâh* ın bahçesinde, Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleriyle oturuyorduk. Bir kanepede *Yan yana* idik. Az sonra, bir *Bey* girdi içeri. Tabii, *Efendi* nin yanında oturunca, ben kalkdım.


Öbür kanepeye geçdim. Beş on *Dakîka* konuşdular. Sonra o *Bey* kalkdı ve gitdi. Efendi, beni çağırdı ve *Sen bunu tanıyor musun?* dedi. Tanımıyorum efendim, dedim. 


Buyurdu ki: Buna *Mazhar Tobur* derler, kimyâ muallimidir. Ben ona; *Talebeye bol not ver!* diyorum. O, inadına *Kıt not* veriyor. Beni dinlemiyor. Onu, oradan tâyin ederler! dedi. 


Hakîkaten buyurdukları gibi oldu. O sene, *Zonguldak* da bir sanat mektebine *Tâyin* etdiler onu. Yâni, *Lise* den aldılar, *Orta* mektebe verdiler. 

● ● ● 

Peygamber Efendimize sormuşlar; *İnsanların en kıymetlisi kimdir?* diye. Efendimiz, bu suâle iki kelimeyle cevap vermiş; İlim *Öğrenen* ve öğrendiğini başkalarına *Öğreten* dir, buyurmuş. 


Yalnız *Öğrenmek* le olmuyor. Öğrendiğini de *Öğretecek*. Asıl lâzım olan da budur. Elhamdülillah, biz öğretiyoruz kardeşim. Birine bir *Kitap* vermek, *Öğretmek* demekdir işte. 


Peygamber Efendimizin bize *Müjde* si bu. Öğrenecek ve öğretecek, yâni yayacak. Nasıl yayacak bu zamanda? *Kitap vermekle!* Ne mutlu ilim öğrenene ve Allahın kullarına öğretene, yâni yayana. 


Emîn olun ki, *İslâma Hizmet* edenler vefât ettiklerinde, *Melek* ler onların cenâzesini taşırlar. Ehl-i sünnet yolunu, yâni Peygamber Efendimizin yolunu *Yaymak*, Allahın kullarına bildirmek, en büyük *İbâdet* dir. 


Yâni bir müslümâna bir *Kitap* verseniz, o da okusa, istifâde etse, en büyük *İbâdet*, en büyük *Sevap* olur. Bize, ehl-i sünnet yolunu öğreten büyüklerimizden Allah *Râzı* olsun kardeşim. 

● ● ● 

Habîb, yâni *Seven*, mahbûba yâni *Sevilene* teslîm olmalıdır. O ne derse, dinler ve *Peki* der. Başkasını dinlemeğe *Tahammül* edemez. Hepimiz, *Efendi hazretleri* nin himâyesindeyiz, elhamdülillah. 


Onların *Feyzi* ve *Nûru* hepimizin kalbine akıyor inşallah. Ne kadar akıyor? *Muhabbeti* kadar. Muhabbeti çok olana, *Feyz* de çok gelir. Muhabbeti az olana, *Feyz* de az gelir. 


Onlardan *Feyz* alan, dünyâyı unutur. Bu dünyâyı unutdu mu, Allahü teâlânın *Muhabbeti* o kalbe yerleşir. Hiç kimsenin görmediği şeyleri *Görür*, hiç kimsenin işitmediği şeyleri *İşitir*.


Hiç kimsenin bilmediği *Mârifet* leri söyler. Allahü teâlânın *Sevgisi* bir kalbe yerleşirse, böyle olur. Ne mutlu bize ki, bunları okuyoruz. Bunları okumak, işitmek de büyük bir *Mazhariyet* dir kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Amerika’da *Otoban* lar var, aynen *Ahtapot* gibi, herkes numaralara bakıyor. Bir şaşırdın mı mahvoldun. Aynı *Nokta* ya gelmek için, bütün *Gün* dolaşıp durursun. 


Onun için, *İstikâmet* kadar mühim bir *Şey* yok kardeşim. Allahü teâlâya hamdolsun ki, *Efendi hazretleri* ne rastladık da, bize istikâmetimizi gösterdiler, önümüzü açdılar. Ne kadar *Şükr* etsek azdır. 

 

Okyanusu, *Yüzerek* geçemezsin. Tek başına *Kayıkla* da geçemezsin. Geçmeye kalkarsan, bir *Fırtına* çıkar, bir *Köpek balığı* çarpar, boğulup gidersin. 


*Herkese Lâzım Olan Îmân* kitâbımızda otuz kırk tâne gayr-i müslimin müslümân oldukları yazılı. *Niçin müslümân oldular?* diye de *Başlık* atmışız. Bunların çoğu da önemli kimseler. 


Kimi *Doktor*, kimi de *Kurmay Albay*. Avrupalı hıristiyanlar bunlar. Bir tânesi, birinci cihân harbinde, *Müslümân* bir Pâkistânlı ile *Ahbap* oluyor. Birbirlerine gidip geliyorlar. 


O müslümân, bir gün bu ahbâbının evine, ziyârete gidiyor, ona islâmiyeti anlatıyor. O da diyor ki: *Senelerdir arkadaşız, sizin müslümânlığınıza bayıldım, çok seviyorum*, diyor. 


Pâkistânlı da ona; *Öyleyse müslümân olsana kardeşim, dünyâ ve âhiret seâdetine kavuşursun, seni sevdiğim için söylüyorum*, diyor. 


O da diyor ki: Ben *Müslümân* lığı çok seviyorum ama günde *Beş* defâ *Namaz* kılmak, bana *Zor* geliyor. Bunun bir *Çâresi* yok mu? Ben müslümân olacağım, ama bana bir *Çâre* söyle, diyor. 


Onun evinin duvarında, örtülü bir *Şey* asılıymış. Pâkistânlı merak edip, ona soruyor; *Bu nedir?* diyor.


O da diyor ki: Bu, *Keman* dır, ben her gün vazîfeden gelince, bunu *İki sâat* çalarım, yorgunluğum gider. Çalmazsam, o *Gece* uyuyamam. Bu, benim *İlâcım*, diyor.


Pâkistânlı; *Bizim de öyle yorgunluklarımız oluyor, bizim ilâcımız da günde beş kere namaz kılmakdır*, diyor. Günde beş kere namaz kılınca, yorgunluk, üzüntü kalmıyor, diyor. 


O da; *Sahi mi?* diyor. Pâkistânlı; *Evet, istersen tecrübesini yap, ama evvelâ müslümân olman lâzım!* diyor. O da arkadaşına inanıyor, râhata kavuşmak için *Îmâna* gelip, müslüman oluyor. 


Nitekim Peygamber Efendimize souyorlar; *İnsanların en kıymetlisi kimdir?* diye. Efendimiz, bu suâle cevaben; *En kıymetli insan, ilim öğrenen ve öğrendiğini başkalarına öğretendir*, buyuruyor.

Namazda duyulan lezzet

 "Namazda duyulan lezzette nefsin payı yoktur."

(Muhammed Ma'sûm Fârûkî )

“kaddesallahu teâlâ sirreh”

Düşünceleri yalnız yiyip içmek olacak

 Peygamber efendimiz (sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem) buyurdular:

“Bir zaman gelecek ki, ümmetimde müslimanlığın yalnız adı kalacak. Mü'min olanlar, yalnız birkaç İslâm âdetini yapacak. İmânları kalmıyacak. Kur'ân-ı kerîm yalnız, okunacak. Emirlerinden, yasaklarından haberleri bile olmıyacak. Düşünceleri yalnız yiyip içmek olacak. Allahü teâlâ'yı unutacaklar. Yalnız paraya tapınacaklar. Kadınlara köle olacaklar. Az kazanmak ile kanâat etmiyecekler. Çok kazanınca doymayacaklar.”


(Riyâdün Nâsihîn)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir defâsında Efendi hazretleri *Sohbet* ederken buyurdu ki: Fâtih Câmiinin bahçesindeki sergide *Ma’lûmât-ı Nâfi’a* kitâbını gördüm. Param olsaydı alırdım, çok kıymetli bir *Kitap* dır, onu okuyun, buyurdu. 


Ben sessizce, kimseye görünmeden dışarıya çıkdım ve koşa koşa *Fâtih Câmii* ne geldim. Kitaplar satılmadan yetişmek için devâmlı *Koşdum*. Bakdım ki, *Kitap* lar duruyor.


*Nefes nefese* hemen alırsam *Pahalı* verir diye, biraz ileride dinlenip, öyle gitdim. O kitapların hepsini satın aldım ve gene koşa koşa *Efendi hazretleri* ne geldim. 


Bu defâ da, Efendiyi bir an evvel *Sevindirmek* için koşuyordum. Nihâyet gelip, Efendiye *Kitap* ları arz ettim. İçlerinden birini bana verdiler. İşte bu kitapdan, bizim *Fâideli Bilgiler* kitâbı meydâna geldi. 

● ● ● 

Bir gün de, Efendi hazretlerinin dergâhına, ikindi namâzına gitdim. Mübârek *Yalnız* dı odada. Bana; *İkindiyi kıldın mı?* dedi. Hayır efendim kılmadım, dedim. 


*Hadi gel, gidelim de mescitde berâber kılalım!* dedi. Çıkdım, abdest alıp geldim. Efendiyle berâber mescide girdik. *Sünnet* leri kıldık. İkimiz *Farzı* kılacağız.


Bana ne dedi biliyor musunuz? *Hadi, sen imâm ol*, buyurdu. Çok şaşırdım. Ben Efendiye imâm olacağım, hiç olmaz denir mi? *Başüstüne efendim!* dedim. 


Berâber namaz kıldık, ben *İmâm* oldum, Efendi *Müezzin* oldu. Yâ Rabbî, ne iltifât, ne iltifât, görülmemiş şey. Ancak o namâzı *Nasıl kıldım*, bilmiyorum. *Titriye titriye*, korka korka. 


Efendi’ye imâm olmak. Bu da bir *İltifât*. Kim bilir, bunlar hep, Efendi hazretlerinin kalbindeki bize olan *Muhabbet* in eseridir. Muhabbet olmazsa bunlar olur mu? 


Sonra bana; *Namazdan sonra nereye gideceksin?* dedi. Ankara’ya efendim, dedim. Efendiyi görmek için, Ankara’dan bir günlüğüne gelirdim kardeşim

● ● ● 

Sâlih olan mü’min, *Ehl-i sünnet* îtikâdındadır. Ehl-i sünnet îtikâdında olana *Sünnî* denir. Böyle kimse, dört *Mezheb* den birine uyar ve her hareketinde islâmiyete tâbi olur. 


Ecdâdımız, istirâhatlerini, menfaatlerini *Fedâ* ederek, dînimizin bu güzel *Emir* lerini bildirmek ve torunlarının *Dinleri* ni korumak için, çok kıymetli *Kitap* lar yazmış.


Ve bizlere *Yâdigâr* bırakmışlar. Bir hadîs-i şerîf var. Efendimiz aleyhisselâm buyuruyorlar ki: *Siz dîninizi, islâm âlimlerinin ağızlarından alınız, öğreniniz!* 


İşte biz de, elhamdülillah dînimizi, hakîkî *İslâm âlimleri* nden öğrendik kardeşim. Bu, ne büyük bir *Ni’met*, bu ni’mete nasıl *Şükr* edilir.

Kalb iki hâlden birisindedir

 Kalb iki hâlden birisindedir. Yâ, îmân edilecek şeylere îmân etmiş, bağlanmışdır. Veyâhud, o îmân edilecek şeyleri inkâr etmekdedir.

Îmân edip bağlanmanın alâmeti, îmân edilecek şeylere kalbin râzı olmasıdır. Ve onun sebebiyle göğsün açılması ve ferâhlamasıdır. Küfr ve inkârın alâmeti, tasdîk edilecek şeyleri kalbin sevmemesi ve o sebebden göğsün daralmasıdır. 3/51

(Mektûbât-ı Rabbâni,3/51)

Kur'an-ı kerîmi herkes anlayamaz

Seyyid Abdülhakim Efendi "kuddise sirruh" buyurdu ki, (ibâdet, emrleri yapmak demekdir. Kur 'ân-ı kerîmi, hutbeyi okumak ibâdetdir. Bunlarin ma' nâsini anlamak emr olunmadi. Bunları anlamak, ibâdet degildir. Kur'ân-ı kerîmi anlamak için, yetmisiki yardımcı ilmi ve sekiz temel ilmi ögrenmek lâzımdir. Ancak, bundan sonra, Kur'ân-ı kerîmi anlamaga isti'dâd hâsıl olup, cenâb-ı Hak, ihsân ederse, anlıyabilir. Herkes anlamalidir demek, dîne müdâhene etmek olur. Kur'an-ı kerîmi anlamak için, isti'dâdi çok olan on sene, orta olan elli sene çalışmak lâzımdır.

Bizim gibi az olanlar ise, yüz sene de çalışsak anlıyamayz. İslâmiyyetde ilm diye, fâideli bilgilere denir. Faideli ilm, se'âdet-i ebediyyeyi elde etmeğe, ya' nì Allahù tealânin rızâsını kazanmaya vesile olan ilmdir ki, bunlara, (islâm bilgileri) denir).

Musîbet duâsı

Rebi’ rahmetullahi aleyh şöyle anlatır: 


Ca’fer-i sâdık “radıyallahü anh” halîfe Mensûrun yanına geldiğinde, dudaklarını kıpırdatıyor, bir şeyler okuyordu. 


Mensûrun kızgınlığı yavaş yavaş geçdi.Hattâ onu yanına çağırıp, güler yüzlü ve hoşnûd davrandı. 


Oradan ayrılınca, Ca’fer-i sâdıka “radıyallahü anh” halîfe sana çok kızmışdı, sen gelip dudaklarını oynatdıkca, onun kızgınlığı yavaş yavaş söndü. Hangi düâyı okuyordunuz, diye sordum. 


Dedem hazret-i Hüseynin “radıyallahü anh” düâsını okuyordum. Bu düâ şöyledir buyurdu: 


“Yâ uddetî inde şiddetî ve yâ gavsî inde kürbetî ührüsnî biaynikelletî lâtenâmü ve ekfinî bi rüknike ellezî lâ yerâmu”. 


[Ey, zorlukda dayanağım ve ey sıkıntıda hakîkî mededkârım! Dâimî görmekliğin ile beni koru ve nihâyetsiz kudret ve kuvvetinle bana kâfi’ ol!] 


Rebi’ rahmetullahi aleyh demişdir ki, bu düâyı ezberledim. Bana ne zemân bir musîbet gelse, bu düâyı okur, kurtulurdum.


Şevahid-ün Nübüvve syf. 357