*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
*(Enver âbi)* anlatdı kardeşim. Bizim arkadaşlardan birinde, bir göz hastalığı olmuş. Gitdikçe de ilerliyormuş, doktorlar *(ameliyât)* demişler.
Bu arkadaş da gelmiş, Enver âbiye sormuş, (Ne yapayım?) diye. Enver âbi de; *(Mâdem öyle diyorlar, korkma, tevekkeltü alallah de, gir ameliyâta, inşallah iyi geçer)* demiş.
O da, *(Peki Enver âbi)* demiş ve ameliyat olmuş. O zaman bizim hastânenin yerinde Bulgar hastânesi vardı, orada olmuş. Doktor da o zamânın en mütahassıs doktoruymuş.
Ameliyat sekiz saat sürmüş, narkozla bayıltmışlar. Çünkü çok hassas bir ameliyatmış bu. Bir müddet sonra arkadaş kendine gelmiş. O esnâda doktor varmış yanında.
Arkadaşın ilk cümlesi, *(Şimdi hangi namaz vakti?)* diye sormuş doktora. Doktor şaşırmış efendim. Yanındakine dönmüş, *(Bu ne diyor?)* demiş. Enver âbiye dedim ki:
*(Siz evliyâ mı arıyorsunuz? İşte evliyâ)* dedim. O anda Allahü teâlânın emrini düşünen, kesin *(evliyâ)* dır dedim ve ağladım efendim. Gözyaşlarıyla o arkadaşa *(duâ)* etdim.
*(Îmân)* ni’metinin şükrünü îfâ etmek için *(hubb-u fillah)* ile şerefleneceğiz kardeşim. Yâni birbirimizi seveceğiz. Mü’mini incitmek *(harâm)* dır.
Hele böyle mübârek kardeşlerimizi incitmekden, darılmakdan, münâkaşa etmekden, Allah muhâfaza etsin. Birbirimize *(duâ)* edeceğiz, müslümânlık böyle olur.
İbâdetlerin makbûl olması için bâzı şartlar vardır. Bu şartlar bulunmazsa, o ibâdet makbul olmaz. İbâdetlerin sıhhatli olması için *(üç)* şart vardır. Birincisi *(ilim)* dir. Yâni bilmekdir.
İkinci şart, bu ilme uygun, yâni muvâfık *(amel)* dir. Üçüncü şart da *(ihlâs)* dır. Bir ibâdet farz ise, onu öğrenmek de farzdır. Sünnetse, öğrenmek de sünnetdir.
Hem kendi öğrenecek, hem de çoluk çocuğuna öğretecek. Allahü teâlânın emirlerine sarılacak, nehiylerinden sakınacak. Biri *(sarılmak)*, biri de, *(sakınmak)*.
Emirler ve yasaklar, yâni farzlar ve haramlar. Bir de serbest kalanlar var. Bunlar da *(mubâh)* lardır. Mubâhlar ne haramdır, ne de farzdır. İyi niyetle yapılırsa, çok *(sevâb)* dır.
*(Kibr)* ve *(azamet)*, Allahü teâlâya mahsûsdur. İnsan neyine güvenip de büyüklenir. Büyüklenenleri, hiç acımadan Cehenneme atacağını buyuruyor Allahü teâlâ.
Müslümânın sîmâsında *(feyz)* vardır. Bu sîmâya bakan, bu feyzden istifâde eder. Hiç konuşmasa da, kalbinden yayılan feyz, çevresine çok fâideli olur. Çocukların kalbi, daha günah pisliğine bulaşmadığı için çok *(temiz)* dir.