Duanın icâbet mekânları

 Mübârek yerlerde. Mekke-i mükerremede, Medîne-i münevverede, meşhur mescidlerde,üç mescidde, Muvâcehe-i seâdette, Zemzem kuyusu başında, Safâ'da, Merve'de, Arafat'ta, Müzdelife'de,Mina'da, taş atılan üç yerde,sâlihlerin kabirleri yanında.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Duanın icâbet [kabul] zamanları

 -Duanın icâbet [kabul] zamanları: İcâbet ne demektir? Cevâb vermek demektir. İcâbet zamanları: Kadir geceleri, Kurban Bayramının Arefesi, Ramazanın ibtidâsından nihâyetine kadar, Cum'a günleri ve geceleri ve husûsiyle ikindiden sonra, Fâtiha-i şerîfenin kırâati akabinde, ya’nî Fatiha her ne zaman okunsa, namazda olsun, namazın hâricinde olsun, gece ortalarında, seher vakitlerinde, fecir açılırken ya'nî güneşin doğmasından seksen,doksan,yüz on dakîka evvel, ezan okunurken, ezanla ikamet arası, Hayyale'lerden sonra, kalbleri kırık olanların, musîbete düçâr olanların, fakîrlerin, muharebenin kızıştığı zaman, farz namazlardan sonra, farz olan namazların secdelerinde, kırâat-i Kur'ân akabînde, velev bir sahîfe olsun, bilhassa hatm-i Kur'ân akabinde,mihrabda İmam Fâtihasından sonra, horoz ötünce, iki müslümanın karşılaşmasında, zikir meclislerinde, meyyitin gözleri kapandığı zaman, yağmurlar yağdığı zaman, Zemzem suyunun içilmesi akabinde, ister kuyu başında, ister başka yerlerde içilsin.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Duâ âdâbı

 - Duanın âdâbı: Haramdan ictinâb etmek, bedeninde, yiyeceğinde, içeceğinde, giyeceğinde, meskeninde harâm olmamak, duada ihlâs, dua esnâsında hâtıra bir şey gelmemek. Zirâ nazar-ı ilâhî kalbedir. Duadan önce sâlih bir iş işlemek, ya'nî bir sadaka vermek veya namaz kılmak, âyet-i kerîme okumak, abdestli bulunmak, kıbleye müteveccih olmak, diz çökmek. Namaz kıblesi Kâbe'dir. Dua kıblesi Arş'dır. Duanın evvelinde Cenâb-ı Hakkı senâ etmek. Senânın en efdali Elhamdülillah'dır. Duadan evvel ve sonra salâvat-i şerîfe getirmek. Elleri açmak. Ellerin ayalarını Arş'a doğru çevirmek. Elleri omuz hizasında tutmak. Esmâ-i Hüsnâdan getirmek. Esmâ-i Hüsnâyı şefî' ittihaz etimek [şefaatçi tutmak]. Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerde vârid me'sur dualardan okumak. Me'sûr [eserde gelmiş] dualar daha tesirlidir. Enbiyâ-ı izam (aleyhimüssalâtü vesselâm) ve süleha ile tevessül etmek. Vebtegû ileyhil-vesîlete [Mâide-35]. Ya'nî "Allah'a kavuşmak için vesîle arayın". Günahını itirafla, azm ile cezm ile ve cehd [gayret] ile kalbini hâzır ederek, tahliye-i  kalble, acele etmemek, Allah'a celle celâlühü hüsn-i zan  etmek. Evvel kendine, sonra ebeveynine [ana-babasına] ve akrabalarına dua etmelidir. Yalnız kendi nefsini tahsîs etmemelidir. Güzel ricâda bulunmak, ya'nî faydalı olan şeyi istemek kendine ve müslümanlara nâfi' [faydalı] olan şeyi istemek. Tekrar etmek. Muhâl olan şeyleri istememek. Meselâ, ya Rabbi, babamı dirilt gibi. Beddua etmemek. Her haceti istemeli. Âmin demeli. Duadan sonra yüzünü mesh etmek. Zirâ eller nûr ile doludur. Yüzünü vücûdunu mesh ederse, her tarafa sirâyet eder.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendimiz aleyhisselâm; (Ümmetimin ilk zamanlarının *(fakîr)* likleri efdâldir, son zamanlarının ise *(zengin)* likleri efdâldir) buyuruyor. 


Bir kalb *(Zikr)* ederse, o beden hasta olmaz. Kalb, kanı pompalarken *(Allah Allah)* diye atarsa, bütün hücrelere kadar, bu Allah zikri gider ve her bir *(hücre)* zikreder. Böyle olan kişi, hiç günâh işliyemez. 


Allahü teâlânın dîninin yayılması durursa, veyâ durdurulursa, işte o zaman felâketler arka arkaya gelir. Allah muhâfaza etsin. Bu *(hizmet)* ler olmasa, çok tehlikeli günler gelir. 


*(Emr-i mâruf)* yapmak, umûmî feleketlerin gelmesine mâni olur. Emr-i mâruf yapılmazsa, umûmî felâket gelir. *(Fitne zamânında hiçbir şeye karışmayın)* buyuruluyor hadîs-i şerîfde. 


Diğer bir hadîs-i şerîfde de buyuruluyor ki: (Fitne fesâd zamânında, benim sünnetime sarılan kimseye, yüz *(şehîd)* sevâbı verilir.) 


Resûlullah Efendimizin sünneti demek, ehl-i sünnet vel cemâat mezhebi demekdir. Ehl-i sünnet vel cemâat, bizim yolumuzdur işte, elhamdülillah. 


Buna sarılana, yüz  şehîd sevâbı var. Ya neşredene? Yâni herkese *(yayana?)* Artık hesâbı belli değil. O kadar çok sevap var. 


*(Besmele)*, ne kadar mühim efendim. Bismillâhillezî lâ yedurru ma’asmihî şey’ün fil ardı velâ fissemâi vehü-vessemî’ül alîm. Mânâsı şöyle: 


*(Bismillâhillezî)*, bu, öyle bir Besmele ki, *(lâ yedurru)* zarar vermez, *(ma’asmihî)* bunu okuyana, *(şey’ün)* hiç bir şey, *(fil ardı)* karada, *(velâ fissemâ)* ve havada. 


Yâni bir kimse bu Besmele duâsını, yâni Bismillâhillezî duâsını okursa, o kimseye, yerde ve gökde hiçbir şeyden zarar gelmez.


Nitekim efendim, İmâm-ı Rabbânî hazretleri talebelerine buyuruyorlar ki: (Bu gece, buraya bir *(felâket)* gelecek, herkes bu *(duâyı)* okusun!)


Ne okusun? Bismilâhillezî lâ yedurru ma’asmihî şey’ün fil ardı velâ fissemâi vehüvessemî’ül alîm. Hepsi, bunu okuyor. Fakat bir tânesi *(unutup)* okumuyor. 


O unutunca, *(harâmîler)* oraya geliyor, bunu soyup soğana çeviriyorlar. Öbürlerine ise dokunmuyorlar. Ötekilerin hepsi kurtuluyor. 


Bir müslümân, her hangi bir vâsıtaya ve tayyâreye binerken de, bunu mutlaka okumalıdır. Okursa, Allah onu her türlü zarardan korur efendim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bugün, *(ehl-i sünnet)* îtikâdında kalanların hepsi, Eshâb-ı kirâmın soyundandır kardeşim. Eshâb-ı kirâm, dünyânın her yerine yayıldılar. 


Eshâb-ı kirâm efendilerimiz, öyle *(şerefli)* kimselerdir ki, Allahü teâlâ onları, Resûlüne *(arkadaş)* olarak yaratdı. Her biri, çeşitli yerlerden gelip toplandılar. 


Meselâ Selmân-ı Fârisî hazdetleri, *(Îran)* dan; Bilâl-i Habeşî, *(Afrika)* dan gelip, sahâbî oldular. Bu şerefi kazandılar.


Hâlbuki Efendimiz aleyhisselâmın en yakın akrabâları, amcaları, *(îmân)* etmedi. Eshâb-ı kirâma, bu şeref bile yeter. 


Peygamber Efendimizin *(kabir)* resmi diye bir resim satılıyor. Bu resim, aslında Bursada, Osmânlı Sultânlarından birine âitdir. Peygamber Efendimizin *(kabr-i şerîfi)* ile hiç alâkası yok. 


Çünkü oranın resmini çekme imkânı yokdur. Sebebine gelince, kabr-i şerîfin dışında, kapısız, penceresiz bir *(duvar)* var. 


Onun dışında, gene kapısız ve penceresiz bir *(duvar)* daha var. Onun da dışında *(settâre)* denilen bir örtü, onun dışında da bilinen demir parmaklıklar var. 


Yâni kabr-i şerîf görülmüyor. Sâdece, tepede küçük bir *(hava)* deliği gibi bir boşluk var. Oradan 500 sene evvel, bir *(kuş)* düşmüş ve ölmüş. 


Onun çıkarılması ve oranın temizlenmesi için, beş yaşlarında küçük bir *(kız)* çocuğunu, belinden bağlamışlar, tepedeki o delikden aşağıya indirmişler. Orayı görmek, yalnız o çocuğa nasîb olmuş. 


Bu yolun sünneti, *(çile)* çekmekdir efendim. Başda Efendimiz aleyhisselâm, hayâtı boyunca hep çile çekdi. Bize ve kitaplarımıza çok *(sıkıntı)* verdiler. Sıkıntı verenler de çok sıkıntı çekeceklerdir. 


Hem sünnete uygun olması, hem de hizmetlerimizin *(kabûl)* olacağının ve bu hizmetlerin devâm edeceğinin alâmeti bakımından, bu sıkıntılar, bizim için bir *(ni’met)* dir kardeşim. 


Allah, hepsine hidâyet versin. Tabii bizim yüzümüzden kimsenin sıkıntı çekmesini istemeyiz. Biz işimize bakarız. İşimiz nedir? İslâma hizmet. O hizmet nedir? Kitaplarımızın dağılması, gazetemizin yayılması. 


Birine bir kitap vermek veyâ kitap verilmesine sebep olmak o kadar *(sevâb)* dır ki, bunu yapana, gökdeki kuşlar, karadaki hayvanlar, denizdeki balıklar; *(Yâ Rabbî, bu kulunu affet)* diye duâ ederler. 


Bizim dînimizin iki esâsı vardır. Biri *(öğrenmek)*, diğeri *(öğretmek)*. Dînimizin en büyük düşmanı cehâletdir. Onun için nerede ilim varsa, *(din)* oradadır. Nerede din varsa, *(ilim)* oradadır. 


İlimsiz din olmaz. Onun için ilim öğrenmek çok büyük *(ibâdet)* dir, çok büyük *(sevâb)* dır kardeşim. Hizmetlere katılan arkadaşlarımızın alnından *(öpmek)* lâzım. 


Allahü teâlânın dîni yayılıyorsa, dînin yayılmasına hizmet ediliyorsa, bu hizmet devam etdiği müddetçe, o yere umûmî belâ, umûmî felâket gelmez efendim.

Hazret-i Ebû Bekr'in (radıyallahü anh) ilk hutbesi

Hazret-i Ebû Bekr'in (radıyallahü anh) sakal-ı şerifi

 - Hazret-i Ebû Bekr'in (radıyallahü anh) ilk hutbesi: " Ey insanlar, sizin en iyiniz olmadığım halde sizin başınıza geçmiş bulunuyorum. Vazîfemi yollu yoluna ifâ edersem, bana yardım ediniz. Yanılırsam, bana doğru yolu gösteriniz. Doğruluk emânet, yalancılık hıyânettir. İçinizdeki zaif, hakkını alıncaya kadar, benim nazarımda kuvvetlidir. İçinizdeki kuvvetli, ondan başkasının hakkı alınıncaya kadar zaifdir. Bir millet Allah yolunda cihâddan fâriğ olursa [yapmazsa] , o millet zillete düçâr olur. Bir millette fenâlık revâc bulursa, o milletin hepsi belâya uğrar. Ben Allaha ve Peygambere isyân edersem, sizin de bana itâatiniz lâzım gelmez. Haydi namaza. Cenâb-ı Hak cümlenizi rahmetine lâyık eylesin!"

[Son halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyatı, 2.cild,sf:403] 

Peygamber efendimizin ayrılığından ağaç ağlıyordu

 - Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ayrılığından ağaç [Hannane ismi verilen tahta] ağlıyordu. Ey zavallı, Sen ise hiç umursamıyorsun. Halbuki sağsın ve eğer sen adam isen bu yaşayışın ardır, utanman lâzımdır.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Ehl-i Beyt sevgisi

 - Ehl-i Beyt sevgisi, seâdet sermâyesini mucibdir. Zirâ bu muhabbetin [sevginin] sekerât [can verme] zamanında hüsn-i hâtemeye çok fâidesi vardır. 

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Nefsini bilen Rabbini bilir ne demektir?

 - Yâ Rabbi bize hakkı hak olarak göster ve hakka uymamızı ihsân eyle. Bâtılı bâtıl olarak göster ve ondan uzak olmağı ihsân eyle! İnsan her şeye muhtâcdır. Allahu teâlâ ganiyy-i mutlaktır. İnsan kendisini bildi, ya'nî kendisinin her şeye muhtâc olduğunu ve Cenâb-ı Hakkı ise kendisine muhtâc olunan bilirse, Cenâb-ı Hakkı Razzak,  kendisini merzuk ve mahlûk, Cenâb-ı Hakkı Hâlık ve sâire bilirse, işte: "Nefsini bilen Rabbini bilir" bu demektir.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)

Kim, nerede ıslah olur?

 -Din kitablarında der ki: Fenâ adamların salahı  [iyi edilmesi] habishânede, çocukların salahı mektebde, kadınların salahı evdedir. 

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Zevce, evlâd ve kölenin en büyük ni'meti

 -Zevcenin [hanımın] en büyük ni'meti, kocasının kendisinden râzı olmasıdır. Evlâdın en büyük ni'meti, babasının kendisinden râzı olmasıdır. Kölenin en büyük ni'meti efendisinin kendisinden râzı olmasıdır.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)