Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendim, bir gün evde, yukarıki odada oturuyordum. Kapının zili çaldı. Enver bey inip açdı, sonra gelip; *(Efendim arkadaşlar kitap satışından gelmişler, satış raporunu getirmişler)* dedi. 


*(Açın, okuyun)* dedim. Okudu, çok sevindim efendim. Çok kitap satmışlar, dağıtmışlar. Çok *(Memnun)* oldum, çok *(Duâ)* etdim.


Hattâ pencereyi açıp, o arabaya bakdım. Arkadaşı da gördüm. Enver beye; *(Gidin, çok sevindiğimi ve duâ etdiğimi o arkadaşa söyleyin)* dedim. 


Ve ayrıca; *(Arabayı sürerken dikkat etsin. Melekler kanatlarını, o arabanın altına döşüyorlar)* diye söyleyin dedim. 

● ● ●

Efendi hazretleri; *(Biz Mektûbâtı teberrüken, yâni bereketlenmek için okuruz, kitâbın heryerini anlıyamayız)*, buyururdu. 


İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bir talebesine *(Sevgi)* ve *(Muhabbet)* le bakdıkları anda, o talebenin kalbi *(Zikr’e)* başlarmış. 


Bir kişi o kadar *(Zengin)* olsa ki, bütün dünyânın herşeyi onun olsa, malının hepsini *(Sadaka)* olarak dağıtsa, bundan aldığı *(Sevap)*, unutulmuş bir *(Sünneti)* meydana çıkarmanın sevâbına yetişemez. 


Hele *(Farz)* sevâbıyla hiç kıyaslanamaz. İşte bizim *(Kitap)* larımızın yayılmasıyla, *(Farz)* lar yayılıyor kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Vaktiyle çok *(Zengin)* bir adam varmış efendim, böyle kalın demirlerden odalar, hazîneler yapdırmış. İçlerini de tıka basa *(Altın)* la doldurmuş, devâmlı da *(İlâve)* ediyormuş. 


Arada bir gider, o altınları *(Sever)* miş, *(Okşar)* mış. Bir gün yine gidiyor, o demirden, çelikden yapılmış hazînelerden birinin içine giriyor. Orada altınları *(Okşuyor)*, *(Seviyor)*, *(Öpüyor)*.


Derken nasıl oluyorsa *(Çelik kapı)* birden kapanıyor. Adam *(İçerde)* kalıyor. İçerden de açılmıyormuş. Adam bağırıyor, çağırıyor. 


*(Duyan)* yok, *(Bilen)* yok, *(Soran)* yok. Adam, o altınların içinde bağıra bağıra *(Ölüp)* gidiyor efendim. Dünyâ *(Sevgi)* si bu işte. 


*(Ehibbâ)* dan Hâlid Turan bey vardı, Allah rahmet eylesin, Menemen’e götürdüler onu da. Efendi hazretleri de orda. O da benim gibi uyuyamıyormuş. 


Efendi hazretlerine gitmiş; *(Efendim, ben geceleri hiç uyuyamıyorum, ne yapayım?)* demiş. Efendi hazretleri, pek söylemez böyle şeyler. 


Ama o gün, ona söylemiş. Buyurmuş ki: *(Bizi düşün, o vakit uyursun.)* Hâlid Turan bey kendisi anlatıyor. Artık Efendi’yi düşünüp, râhatça uyuyordum, dedi. 


Yaa, uyumak da bir *(Ni’met)* efendim. Uyuyabilmek bir *(Seâdet)*. Nice kimseler var ki, rahat uyuyamıyorlar. 


Peygamberimiz aleyhisselâm buyuruyor ki: *(Bütün mü’minler adâletle değil, ihsân-ı ilâhîyle Cennete girecekler.)* 


Eshâb-ı kirâm; *(Yâ Resûlallah, siz de mi?)* diye sordular. Efendimiz aleyhisselâm; *(Evet, ben de öyle)* buyurdu. 


Neden? Çünkü Mehmet Masûm hazretleri, Mektûbâtında buyuruyor. Allahü teâlâ, bu dîn-i mübîni, bir *(Şey)* için göndermişdir. O da şu: 


Sen, bir *(Hiç)* sin. Biz bir *(Hiç)* iz, bunu anlamamız için göndermişdir. Öyle buyuruyor Mehmed Mâsum hazretleri. Kul, *(Hiç)* olduğunu anlamadığı müddetçe huzûrlu olamaz efendim.

Kimseye minnet etme!

 🕳️Aklı başında bir insan isen, bir lokma ekmek için alçak dünyaya baş eğip muhtac olma. Git, değirmen gibi, sen de ekmeğini taştan çıkar. Al­nının teriyle kazan ve kimseye minnet etme!"


Hacı Bayram-ı Velî (rahmetullahi teâlâ aleyh)

Resulullah Efendimiz Aleyhisselutu vesellem’in Enes Bin Malik radiyallahuanh’a öğrettiği dua.

Resulullah Efendimiz Aleyhisselutu vesellem’in Enes Bin Malik radiyallahuanh’a öğrettiği dua.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Hiç kimse, hiç kimseye bir şey yapmaz, ancak *(Kendi)* ne yapar. Kötülük edenler, birini üzenler, incitenler, *(Helâl)* lık dilemezlerse, âhiretde *(Cezâ)* sını görürler.


Yâni yine *(Kendi)* lerine etmiş olurlar. Allahü teâlânın iyilik murâd etdikleri, hep *(İyilik)* yaparlar. Çünkü yaratılışdan öyledirler. *(Hilkat)* leri, iyilik yapmak üzerinedir.


*(Kötülük)* yapamazlar. Bütün düşünceleri, *(İyilik)* etmek üzerinedir. Bâzıları da hep *(Kötülük)* yapmayı düşünürler, bunlar da *(İyilik)* yapamazlar. 


*(Arkadaş)* ımız iyi olursa, bu *(Nefs)* in şerrinden kısmen kurtuluruz. En azından yapdığımız işin *(Kötü)* olduğunu biliriz. 


Bunu bilmek de bir *(Fazîlet)* dir. Tersi de olur Allah korusun. İşlediğimiz *(Günâhı)* beğenmek de olabilir. 


İnsan, işlediği günâhı beğenirse *(Küfr’e)* girer, çok tehlikeli. Yapdığının *(Günâh)* olduğunu bilmesi, gene fazîletdir. 


Çünkü *(Tövbe)* yolu açık. Ama, *(Bunda ne var ki canım?)* derse, felâket olur. Niçin? Çünkü *(Îmân)* gider, Allah korusun. 


Âhiretde *(Zaman)* mefhûmunu kaldırıyor Cenâb-ı Hak. Orada zaman yok. Zaman, *(Dünyâ)* da idi. Orada yok. 


Gene orada *(Gün)* ler var, ama güneşin doğup batmasıyla alâkası yok. Oraya *(Mahsus)* bir tarzda günler var. 


Orada zaman yok. Onun için meselâ Efendimiz aleyhisselâm *(Mîrâc)* da, hazret-i *(Osmân)* ın koşarak Cennete girdiğini gördü. 


Hâlbuki hazret-i Osmân henüz *(Dünyâ)* da. Zamanlı olduğu için dünyâda yaşıyor. Ama orda, yâni âhirette *(Zaman)* yok. 


Onun için, Efendimiz aleyhisselâm, *(Mîraç)* gecesinde dünyâdan çıktı, *(Âhiret)* e karıştı ve Allahü teâlâyı âhirette *(Görmüş)* oldu. 


Hazret-i Osmânı da *(Cennet)* e girerken gördü. Onu da âhirette görmüş oldu. Çünkü bu dünyâ *(Hayâl)*, yâni bir *(Görüntü)*. 


Bu görüntünün aslı, âhiretde. Hazret-i Osmân’ın gerçek hayâtı, *(Âhiret)* de. Burda zaman çok uzadığı için *(Ölüm)* ü bekliyor. 


Niye bekliyor? Öldükden sonra *(Âhiret)* e gitsin de, o gerçek hayâtda *(Cennet)* e girsin, diye.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlâ, müslümânlara *(Hizmet)* edenleri çok *(Sever)* kardeşim. Şimdi biz de, Türkiye’deki ve bütün dünyâdaki müslümânlara *(Hizmet)* ediyoruz. 


*(Dünyâ)* larına hizmet etmek kıymetli, *(Âhiret)* lerine hizmet etmek daha *(Kıymet)* li. 


Onların Cennete gitmelerine ve *(Küfr)* den, *(Cehennem)* den kurtulmalarına hizmet ediyoruz elhamdülillah. Bütün âbiler, bu sevâba *(Ortak)* dır kardeşim. 


Yeter ki, *(Allah)* için yapsın. Fakat elhamdülillah bizim âbilerin hepsi *(Allah için)* çalışıyor. Hepsi bu *(Sevâba)* kavuşacak inşallah. 


*(Kıyâmet)* de, karşımıza çıkacak bu *(Hizmet)* ler. Efendi hazretlerini seven, Ona *(Bağlı)* olan kimsede, muhakkak bir *(Kıvılcım)* vardır. 


*(Efendi)* hazretlerinin *(Nûr’u)*, onun kalbine bir kıvılcım verir. 


Efendi hazretleri, *(Sofra)* da bâzen, tabağındakilerin yarısını yerdi, bir parça kalırdı. Onu da bana uzatırdı ve *(Al, bunu sen tamâmla)* derdi. 


Elhamdülillah, onunla *(İftihâr)* ediyorum kardeşim. Ne büyük ni’met. Bir *(Mürşid-i kâmil)* in yediği yemeğin bakiyesi bana *(Nasîb)* olurdu. 


Onların yemeklerinde *(Feyz)* vardır muhakkak. Bir gün de gitdim yine *(Efendi)* ye, ikindi namâzına. Efendi hazretleri yalnızdı odada. 


Bana; *(İkindiyi kıldın mı?)* dedi. Hayır efendim, daha kılmadım, dedim. *(Hadi gel, gidelim de berâber mescitde kılalım)* dedi. 


Çıkdım, abdest aldım geldim. *(Efendi)* nin peşinde mescide girdim. Sünnetleri kıldık. İkimiz *(Farzı)* kılacağız. Bana döndü; *(Hadi, sen imâm ol)* buyurdu. 


Şaşırdım efendim. Ben *(İmâm)* olacağım Efendiye. Hiç olmaz denir mi? *(Başüstüne efendim)* dedim. Berâber namaz kıldık.


Ben *(İmâm)* oldum, Efendi *(Müezzin)*. Ancak, o namâzı nasıl kıldım bilmiyorum. Titreye titreye, korka korka. 


Efendi’nin imâmı olmak bir *(İltifât)*. Bunlar, hep Efendi hazretlerinin *(Kalp)* lerindeki muhabbetin *(Eseri)* dir kardeşim. 


*(Muhabbet)* olmazsa, bunlar olur mu? Efendi hazretleri, sonra bana; *(Namazdan sonra nereye gideceksin?)* dedi. Efendim, Ankara’ya, dedim.

Hüzün ve gam

 Bir kimse de ki hüzün ve gam vardır, onda cem'iyyet ve huzûr râyihası vardır. Hâcegân'ın (kaddesallahu teâlâ ervahahüm), işi [hali,tavrı] ekseriyâ böyle idi.

(Mevlânâ Abdurrahman Câmî kuddise sirruh)

Asâlet nedir?

 Asâlet, kişinin ecdâdının ümerâ ve vüzera cinsinden olması değildir. Belki asâlet bir cevherdir ki, insanın zâtında bulunan selîm fıtrattır. Bed nefs [kötü] olan adam halkın ayıblarını saymak istedikte, kendinde bulunan yaramazlıkları saymağa başlar. Zirâ o ayıblar onun fehmine akrebdir [anlayışına daha yakındır].

(Mevlânâ Abdurrahman Câmî "kuddise sirruh")

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlânın dînini anlatmakda, islâmiyeti yaymakda iki *(Ecir)*, yâni iki *(Sevap)* vardır kardeşim. Birincisi, *(Emr-i mâruf)* yapmakdır. 


Yâni birine bir dînî kitap vermekdir. Bu, emr-i mâruf sevâbıdır. *(Emr-i mâruf)* sevâbı, *(Cihad)* sevâbından kat kat daha *(Fazla)* dır.


İkinci *(Ecir)* ise, eğer sizin emr-i mâruf yapdığınız kişi, bununla *(Amel)* ederse, o amel edenin kazandığı bütün *(Sevap)* ların bir misli de size gelir. 


Ancak *(Emr-i mâruf)* yapmak, yâni islâmiyeti *(Teblîğ)* etmek, herkesin kabul edeceği mânâsına gelmez. 


Çünkü Peygamberimiz, senelerce islâmiyeti anlatmasına rağmen, *(On sene)* de, inananların sayısı *(Yüz kişi)* yi zor buldu. 


*(Küfr)* den sonra en büyük günâh, *(Kibir)* dir kardeşim.


Allahü teâlâ; *(Büyüklük bana mahsûsdur, bunda kim bana ortak olmak isterse, onu Cehenneme atarım)* buyuruyor. 


Ancak, *(Kibir)* başka, *(Vakar)* başkadır. Mü’min, herkesin yanında vakarlı olur. Yâni müslümân, dâima *(Yeni)* ve *(Temiz)* giyinir, herkes tarafından sevilir. 


Büyükler; *(Bâ dostânra mürüvvet, bâ düşmanân müdârâ)* buyurmuş. Ne demek bu? 


Yâni, dostlara doğru söylemeli, *(Mert)* çe konuşmalı, ama düşmanları, güler yüz ve tatlı sözle *(İdâre)* etmelidir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Taleb-ül ilmi farîzatün alâ külli müslimin ve müslimetin)*. 


Ne demek bu? Yâni müslümânların, *(Erkek)* olsun, *(Kadın)* olsun, ilim öğrenmesi *(Farz)* dır, diyor Peygamber Efendimiz. 


Ben, *(Yedi)* yaşımdan beri okuyorum efendim, hâlâ okuyorum, *(Kitap)* okumadan duramıyorum, gece gündüz okuyorum. 


Bir gün Efendi hazretleri buyurdular ki: *(Yabancı dil bilseydim, çok fâideli olurdum)*. Şimdi, bütün yabancı dillerde kitaplarımız dünyâya yayılıyor. 


Sabâh erkenden *(Dergâh)*a giderdim efendim. Kapı kapalı olurdu. Kapının dışında, Mevlânâ Hâlid hazretlerinin *(Dîvân)* ından, yüksek sesle okumaya başlardım. 


Efendi hazretleri sesimi işitirmiş ve yardımcısı olan Şâkir Efendi’ye; *(Bizim bülbül geldi, kapıyı aç!)* buyururmuş. 

● ● ●

Ben Ankara’da *(Vazîfe)* li idim. Efendi hazretleri *(İstanbul)* da idi. 


Cumartesi Pazar tâtilinden istifâde ederek, Ankara’dan her fırsatda gelir, *(Efendi)* nin o güzel *(Sohbet)* leriyle şereflenirdim. 


Bâzan *(Tren)* le gelirdim. Hattâ bir keresinde tren çok kalabalıkdı. Öyle ki, kompartımanlar tamâmen *(Dolu)* olduğu gibi, koridorlarda bile *(Yer)* yokdu. 


Ama Efendi hazretlerini *(Görmek)* için her *(Sıkıntı)* ya katlanırdım. Meselâ, hani trenlerde, iki *(Vagon)* u birleşdiren, üst üste gelen yassı *(Demir)* ler vardır ya, işte o demirlerin üzerinde geldim. 


Ama Efendi hazretlerine *(Kavuşma)* hayâliyle hiç bir râhatsızlık duymadım. Efendi hazretlerinin *(Huzûru)* na girdiğimde, bakdım ki, çoraplarını çıkarmış.


Mübârek ayakları açık vaziyetdeydi ve yerde uzanmış yatıyordu. Bana; *(Sen sandalyede otur)* dedi. Kendisi yerde *(Kaylûle)* yapıyordu.

Gıybet kanser gibidir

 Gıybet kanser gibidir. Zinadan daha büyük günahtır. En kolay işlenen çok büyük günahtır. Gıybet aileyi parçalar, toplumu çökertir, cemiyeti felakete götürür.  Çünkü kolay işlenen bir günahtır

Enver Ören ''Rahmetullahi Aleyh''