Asâlet nedir?

 Asâlet, kişinin ecdâdının ümerâ ve vüzera cinsinden olması değildir. Belki asâlet bir cevherdir ki, insanın zâtında bulunan selîm fıtrattır. Bed nefs [kötü] olan adam halkın ayıblarını saymak istedikte, kendinde bulunan yaramazlıkları saymağa başlar. Zirâ o ayıblar onun fehmine akrebdir [anlayışına daha yakındır].

(Mevlânâ Abdurrahman Câmî "kuddise sirruh")

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Allahü teâlânın dînini anlatmakda, islâmiyeti yaymakda iki *(Ecir)*, yâni iki *(Sevap)* vardır kardeşim. Birincisi, *(Emr-i mâruf)* yapmakdır. 


Yâni birine bir dînî kitap vermekdir. Bu, emr-i mâruf sevâbıdır. *(Emr-i mâruf)* sevâbı, *(Cihad)* sevâbından kat kat daha *(Fazla)* dır.


İkinci *(Ecir)* ise, eğer sizin emr-i mâruf yapdığınız kişi, bununla *(Amel)* ederse, o amel edenin kazandığı bütün *(Sevap)* ların bir misli de size gelir. 


Ancak *(Emr-i mâruf)* yapmak, yâni islâmiyeti *(Teblîğ)* etmek, herkesin kabul edeceği mânâsına gelmez. 


Çünkü Peygamberimiz, senelerce islâmiyeti anlatmasına rağmen, *(On sene)* de, inananların sayısı *(Yüz kişi)* yi zor buldu. 


*(Küfr)* den sonra en büyük günâh, *(Kibir)* dir kardeşim.


Allahü teâlâ; *(Büyüklük bana mahsûsdur, bunda kim bana ortak olmak isterse, onu Cehenneme atarım)* buyuruyor. 


Ancak, *(Kibir)* başka, *(Vakar)* başkadır. Mü’min, herkesin yanında vakarlı olur. Yâni müslümân, dâima *(Yeni)* ve *(Temiz)* giyinir, herkes tarafından sevilir. 


Büyükler; *(Bâ dostânra mürüvvet, bâ düşmanân müdârâ)* buyurmuş. Ne demek bu? 


Yâni, dostlara doğru söylemeli, *(Mert)* çe konuşmalı, ama düşmanları, güler yüz ve tatlı sözle *(İdâre)* etmelidir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Taleb-ül ilmi farîzatün alâ külli müslimin ve müslimetin)*. 


Ne demek bu? Yâni müslümânların, *(Erkek)* olsun, *(Kadın)* olsun, ilim öğrenmesi *(Farz)* dır, diyor Peygamber Efendimiz. 


Ben, *(Yedi)* yaşımdan beri okuyorum efendim, hâlâ okuyorum, *(Kitap)* okumadan duramıyorum, gece gündüz okuyorum. 


Bir gün Efendi hazretleri buyurdular ki: *(Yabancı dil bilseydim, çok fâideli olurdum)*. Şimdi, bütün yabancı dillerde kitaplarımız dünyâya yayılıyor. 


Sabâh erkenden *(Dergâh)*a giderdim efendim. Kapı kapalı olurdu. Kapının dışında, Mevlânâ Hâlid hazretlerinin *(Dîvân)* ından, yüksek sesle okumaya başlardım. 


Efendi hazretleri sesimi işitirmiş ve yardımcısı olan Şâkir Efendi’ye; *(Bizim bülbül geldi, kapıyı aç!)* buyururmuş. 

● ● ●

Ben Ankara’da *(Vazîfe)* li idim. Efendi hazretleri *(İstanbul)* da idi. 


Cumartesi Pazar tâtilinden istifâde ederek, Ankara’dan her fırsatda gelir, *(Efendi)* nin o güzel *(Sohbet)* leriyle şereflenirdim. 


Bâzan *(Tren)* le gelirdim. Hattâ bir keresinde tren çok kalabalıkdı. Öyle ki, kompartımanlar tamâmen *(Dolu)* olduğu gibi, koridorlarda bile *(Yer)* yokdu. 


Ama Efendi hazretlerini *(Görmek)* için her *(Sıkıntı)* ya katlanırdım. Meselâ, hani trenlerde, iki *(Vagon)* u birleşdiren, üst üste gelen yassı *(Demir)* ler vardır ya, işte o demirlerin üzerinde geldim. 


Ama Efendi hazretlerine *(Kavuşma)* hayâliyle hiç bir râhatsızlık duymadım. Efendi hazretlerinin *(Huzûru)* na girdiğimde, bakdım ki, çoraplarını çıkarmış.


Mübârek ayakları açık vaziyetdeydi ve yerde uzanmış yatıyordu. Bana; *(Sen sandalyede otur)* dedi. Kendisi yerde *(Kaylûle)* yapıyordu.

Gıybet kanser gibidir

 Gıybet kanser gibidir. Zinadan daha büyük günahtır. En kolay işlenen çok büyük günahtır. Gıybet aileyi parçalar, toplumu çökertir, cemiyeti felakete götürür.  Çünkü kolay işlenen bir günahtır

Enver Ören ''Rahmetullahi Aleyh''

Osmanlı padişahları dini muhafaza ettiler

“Osmanlı padişahları dindar insanlardı, dîni muhafaza ettiler, dînin direği idiler. Sultan Abdülhamid hal’ oluncaya kadar muhafaza ettiler.”


Esseyyid Abdülhakim Arvâsî  “kaddesallahu teâlâ sirreh”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Âhir zamanda, sabahleyin evinden *(Müslümân)* olarak çıkanlar, akşam evlerine *(Kâfir)* olarak dönecekler. Bunu, hadîs-i şerîf bildiriyor efendim. 


Veyâhut da, akşam *(Müslümân)* iken, sabahleyin *(Kâfir)* olarak yatağından kalkacak. O arada *(Îmân)* gitmiş, *(Kâfir)* olmuş. Neden? 


Çünkü gece *(Eylence)* lerinde, bâzı yayınlarda, radyoda, televizyonda din ile, islâmiyet ile *(Alay)* edilen bir şeye *(Gülmüş)* olsa, *(Îmân)* gider efendim.


Mâzallah *(Küfre)* girer. İşte hadîs-i şerîf, bunu bildiriyor bize. Ama *(Tam İlmihâli)* okuyan ve ona uyan arkadaşlar, korkmasınlar efendim. Uymıyanlar korksun. 


Abdülhakîm Efendi hazretleri, *(Vefât)* ına yakın beni hep *(Yatağı)* nda oturturdu. Vefâtından bir *(Gün)* evvel de, ben yine yanındaydım. Bir ara kendi kendine, gâyet *(Yavaş)* bir sesle buyurdu ki: 


*(Arş-ı âlâ’yı görüyorum, ne güzel, ne güzel. Kendimdeyim, şuurlu konuşuyorum. Şuurum yerinde, bilerek söylüyorum)* buyurdu. Bunu, sâdece ben duydum efendim


*(İnde zikrissâlihîn tenzîlürrahme)*. Yâni, evliyânın *(İsmi)* anıldığı yere *(Rahmet)* yağar. Bütün arkadaşlar müsâit zamanlarda toplanıp, *(Kitap)* okusunlar. Kitap okumak *(Şart)* dır kardeşim. 


Dînimizi öğreneceğiz. İslâmiyetin en büyük düşmanı *(Cehâlet)* dir. Peygamber Efendimiz ne buyuruyor; *(Beşikden mezara kadar ilim öğreniniz)*. İlim öğrenmek farzdır. 


Farzları öğrenmek *(Farz)*, vâcibleri öğrenmek *(Vâcib)*, sünnetleri öğrenmek *(Sünnet)*, harâmları öğrenmek de *(Farz)* dır. Öğreneceğiz ki, sakınacağız.

Ruh bir mahlûk-ı ilâhîdir

 Ruh bir mahlûk-ı ilâhîdir. Meleklerden daha çoktur. Her bir melekle beraber bir ruh vardır. Melekler cismânî küdüretten [zulmetten] müberrâdır. Çeşitli şekiller alabilirler. Kâinât silsilesinin vâsıta ve vesıleleridirler. Mükerremdirler. Allahu teâlânın emrine isyan etmezler. İlâhî sedirler [elçiler]dirler. Allahu Teâlâ ile kullar arasında haberleşmede sâdıklardır.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî)

Mevcûdât ve Ma'dumât

Bütün âlem, ya'nî mevcûdât, ma'dumâta [yokluklara] göre, bir zerrenin bir deniz yanındaki yeri gibidir. Mevcûdât mütenâhîdir [sonludur]. Madumât nihâyetsizdir.

Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


İnsan, bu dünyâda yaşadığı müddetçe, ister istemez *(Günâhı)* artar efendim, ister istemez. Çünkü *(Kirli)* hava her tarafı sardı. 


Eskiden *(İbâdet)* ler ayrıydı, *(Günâh)* lar ayrıydı, *(Küfr)* ler de ayrıydı. Eskiden helâl haram düşünülürdü, günah işlememeye çalışılırdı.


Buna dikkat edilirdi. Ama şimdi, *(Îmân)* ve *(Küfr)* düşünülüyor efendim. Eskiden günâha girmek *(Korku)* su vardı. Şimdiyse *(Kâfir)* olmak korkusu sardı ortalığı. 


Çok tehlikeli efendim. Ama *(Çâre)* si belli. Nedir o? İyi *(Kimse)* lerle görüşeceğiz. Çünkü hadîs-i şerîfde; *(Kişinin dîni, arkadaşının dîni gibidir)* buyuruldu. 


İslâm âlimleri, çok *(Kıymet)* li insanlardır kardeşim. Onlar Peygamber Efendimizin vârisleridir. *(El ulemâ-ü vereset-ül enbiyâ)* buyuruluyor. 


*(Vâris)* olan âlim ise, hem bu *(İlim)* leri iyi bilecek, hem de *(Vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye)* denilen Peygamberimizin vilâyetinden, *(Hisse)* si, yâni *(Payı)* olacak. 


*(İslâmı)*, kalbimize analarımız, babalarımız yerleşdirdi. Onun için, onların *(Kulu)* ve *(Kölesi)* oluruz. *(Hazret-i Alî)* öyle söylüyor. 


İnsan, kendisine bir *(Kelime)* öğretenin, *(Kulu)* yâni *(Kölesi)* olur. Onun için anamızın, babamızın, hocamızın, üzerimizde *(Hakkı)* olanların, kulu ve kölesiyiz kardeşim. 


Allahü teâlâya kavuşduran *(Yol)*, Allahü teâlâya kavuşduran *(Kapı)*, Allahü teâlânın sevdiklerinin *(Sohbeti)* dir. Eshâb-ı kirâm, o kemâlâta nasıl kavuşdular? 


Efendimizin *(Sohbeti)* ile. Evliyâ-yı kirâm da, Efendimizin *(Vâris)* leridir. Onlar, *(Vereset-ül enbiyâ)* dır. 


Öyleyse Allahü teâlâya kavuşduran kapı, o büyüklerin *(Kapısı)* dır. Yâni onların *(Sohbeti)* dir. Biz *(Kapı)* diyoruz, ama kapıdan maksad ne ise, o anlaşılır. 


Asıl maksad da *(Sohbet)* dir. Yâni onların sohbetleri, Allahü teâlâya kavuşduran *(Kapı)* dır, yâni *(Yol)* dur 


Onun için ne buyuruyor hazret-i Mevlânâ. *(Bize gel, bize gel, nasıl olursan ol, bize gel. Bizim kapımız ümitsizlik kapısı değildir)* buyuruyor.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*(Muhyiddîn-i Arabî)* hazretlerine; Bu makâma ne ile, nasıl kavuşdun? demişler. Cevâbında; *(Evliyâyı çok sevmekle)* buyurmuş. 


Meselâ bir yerde, bir *(Evliyâ)* zâtın aleyhinde konuşuluyorsa, hemen o *(Velî)* yi müdâfaa edermiş. 


Efendimiz aleyhisselâm buyuruyorlar ki: *(Güzel ahlâkı tamâmlamak için geldim)*. Bir şeyin en iyisi veyâ en kötüsü söylenince, o şeyin *(Hepsi)* anlaşılır. 


*(İbâdet)* lerin en iyisi, *(Güzel ahlâk)* dır. Güzel ahlâk denilince, bütün *(İbâdet)* ler anlaşılır. Evâmiri yapmakla emrolunduk, *(Emr)* leri yapacağız. 


Âyet-i kerîmede; *(Yalnız şirki affetmem)* buyuruluyor. Çok çeşidli *(Küfr)* vardır. Ama *(Şirk)* denince, bütün küfrler anlaşılır. Bu, bir edebiyat kâidesidir. 


Efendi hazretleri, bizi *(Huzûr)* una kendisi çağırırdı. O çağırmasaydı biz gidemezdik. Bize, her *(Şeyi)* o öğretdi. 


Tek maksadımız, islâmiyete *(Hizmet)* dir kardeşim. Bu iş, *(Sen-ben)* dâvâsı değildir. Asıl iş, *(Niyet)* de. Amellere verilecek karşılık, *(Niyete)* göredir. 


İki kişi aynı *(Ameli)* işler, niyete göre amellerin *(Cezâ)* sı değişir. Burada cezâ demek, *(Karşılık)* demekdir. 


Karşılığı, *(Niyete)* göre değişir. Bir safda iki *(Kişi)*, yan yana namaz kılar. Birinin niyeti *(Hâlis)* dir, ötekininse, hâlis niyetden haberi yok. 


Onun ibâdetiyle, öbürünün ibâdeti arasında *(Dağ)* lar kadar *(Fark)* vardır. Ama görünüşde, ikisi de aynı. 


Elhamdülillah, bütün *(Dünyâ)* ya, bütün *(Müslümân)* lara hizmet ediyoruz kardeşim, tek niyetimiz bu. 


Bu *(Niyet)* oldukdan sonra Allahü teâlâ *(Yardım)* eder. Allahü teâlâ, bizleri o *(Büyük)* lerin şefâatinden mahrum eylemesin kardeşim.

Duâ üç kısımdır

 -Duâ üç kısımdır:

Birincisi, acele duadır. Ya'nî dil ile olup, umûmiyetle hâsıl olmuyor.

İkincisi fiilî duadır. Tarlayı ekip buğday beklemek gibidir ki, yüzde doksanı müstecâbdır. 

Üçüncüsü istidadî duadır. Çocuğun ana rahminde tamamlanıp ruhun gelmesine müsteid olması gibidir ki, hemen hemen kâmilen hâsıl olur.

(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî kuddise sirruh)