Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bu *Îmân’ın* devâmı, *Hubbu fillaha* ve *Buğzu fillaha* bağlı kardeşim. Onun için birbirimizi seveceğiz. Allah düşmanlarını sevmiyeceğiz. 


Ben, çantamda hep *Kitap* taşırdım, birilerine *Vermek* için. Bâzen verirdim, beni terslerlerdi efendim. 


Bizde var, biz biliyoruz bunları, başkasına ver! derlerdi. Çok kırılırdım. Sonra Allahü teâlâ sizleri yaratdı.


Benim çanta *Hiç* kaldı bunun yanında. O kadar çok *Kitap* satışları geliyor ki, Rabbime nasıl *Şükr* edeceğimi bilemiyorum kardeşim. 


Dünyânın panzehiri *Âhiretdir*. Çünkü bizim *İlmihâlin* daha birinci sayfasında var bu. 


Din, insanların dünyâda *Râhat* ve *Huzûr* içinde yaşamaları, âhiretde de *Cennete* gitmeleri için gelmişdir. En son gelen dînin ismi, *İslâmiyetdir*, diye yazıyor.


Dünyâda *Râhat* ve *Huzûr*, ancak *İslâmiyetde* var, *Ehl-i sünnet* olmakda var. Âhiretde Cennete girmek de yine islâmiyetle mümkün. 


Bu zamanda, *Hâl* ile emr-i mâruf, *Kâl* ile, yâni *Söz* ile olandan daha tesîrlidir kardeşim. *Muhabbet* olmasaydı, şu koca kâinatda hiç bir şey yaratılmazdı. Hiç. 


Peki niye? Çünkü Allahü teâlâ, Peygamber aleyhisselâma *Âşıkdır*. Her mü’min, her evliyâ, hattâ peygamberler de, Allahü teâlâya *Âşıkdır*.


Allahü teâlâ da Peygamber Efendimize aleyhisselâm *Âşıkdır*. Allahü teâlâ, kendisine yapılan hakâretleri *Affediyor*, ama Sevgili Habîbine yapılanı *Affetmiyor*. 


Ona zerre kadar *Benzerlik*, Cennetin kapısını açar. Onun için çok *Şanslıyız* kardeşim, çok *Bahtiyârız*. Böyle kıymetli, böyle üstün bir Peygamberin *Ümmeti* olmakla şereflenmişiz, bu ne ni’met!

Dine hizmet eden aziz olur

 Enver abi buyurdular ki;

Burada bir arkadaşımız var, onu buradan görüyorum. Allah rahmet eylesin, hanımı vefat etti. Hanımı vefat etmeden birkaç saat evvel, o arkadaş buraya telefon etti ve; bizim hanım çok ağır. Ne yapayım, dedi. Ben de Hocamıza telefon ettim, dua ettiler, Allah selamet-i iman versin, buyurdular. Bu kadıncağız vefatından üç-dört dakika evvel, kocasına diyor ki; Şimdi, şu anda seyyid Abdülhakim efendi hazretlerini görüyorum. Bana diyor ki; Kızım korkma ölümden, gözünden çapak alacak kadar duyacaksın, hiç duymayacaksın. Bu arkadaşımıza; senin hanım ne iş yapardı, diye sordum. Kitap hizmeti yapanlara yemek verirdi, dedi. Mübarekler buyurdular ki; Efendim, Allahü tealanın dinine hizmet eden mücahide bir bardak su veren, asla, ne kabir azabı ne ölüm acısı, ne mahşer azabı, hiç çekmeyecektir. Onlar Arşın altında gölgeleneceklerdir. Bu, Kıyamet ve Ahiret kitabında yazıyor. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyorlar ki; Bir âlime bir bardak su veren için melekler nida edeceklermiş. Ey, filan âlime bir bardak su veren, gel gel. Sana bugün azap yok. Müjdeler çok. Biz yeter ki, kendimizden vazgeçelim. Bizim için bütün faziletlere, bütün devletlere, bütün nimetlere, bütün güzelliklere en büyük engel, bizim kendimizdir, nefsimizdir.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendimiz aleyhisselâm; *Men hademe hudime*, buyuruyor. Peygamber aleyhisselâm bir şey buyurdu mu, kıyâmete kadar *Geçerlidir* o. Âyet-i kerîme de öyle değil mi? 


Kıyâmete kadar geçerlidir. İşte, bir din kardeşine *Hizmet* eden, bir bardak *Su* veren, mutlaka karşılığını görür efendim. Nasıl görür? Allahü teâlâ ona, birini *Hizmet* etdirir. 


Yapdığı boşa gitmez, daha *Dünyâda* görür. Allahü teâlâ bize, Onun kullarına *Hizmet* etmeyi nasîb etdi elhamdülillah. Böyle mühim bir *Vazîfe* verdi, ne büyük *Şeref* kardeşim! 


Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin, bedduâsı var talebelerine. *Kim, birinden bir şey isteyip de alırsa, ona şefâat etmiyeceğim*, buyurmuş. 


Çünkü ben, talebelerimi, *Veren* kişilerden seçdim, *Alan* kimselerden değil. *Kim isteyip de alırsa, ona şefâat etmiyeceğim*, buyuruyor. 


Herhangi bir işe, *Bismillâh irrahmân irrâhîm* diyerek başlıyan kimse, mutlaka *Muvaffak* olur, *Kârlı* çıkar. İyi ama, Besmele çekip de muvaffak olamıyanlar var, zarar edenler var.


Hattâ ölenler var. Şimdi biri kalkıp: *Ben Besmele çekdim, ama başıma neler neler geldi*, derse, böyle söylemek câhillikdir efendim. İslâmiyeti bilmemekdendir. 


Bizim *Kitapları* okuyan, böyle söylemez. Çünkü o başına gelenler, onu, daha *Beter* şerlerden kurtardı, haberi yok. Çünkü onun başına bu *Sıkıntılar* gelmeseydi, âhiretde bunun *On* mislini, *Bin* mislini çekecekdi. 


Biz Rabbimizden, şu olsun, bu olsun, bana şunu ver, bunu ver, diye talepde bulunmuyoruz. *Yâ Rabbî, benim hakkımda hayrlısı neyse, öyle olsun*, diyoruz. 


Eğer dileğimiz olmazsa, üzülmüyoruz, *Bizim için hayrlısı buymuş*, diyoruz. Bu Büyükleri tanımak ve sevmek *Kerâmetdir* kardeşim. Onların yolunda yürümek ayrı bir kerâmet.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Çok bahtiyârız kardeşim. Eğer o *Büyük* leri görmeseydik, ne olurduk? Hiç! Allahü teâlâ, *Ehl-i sünnet* îtikâdında olmıyana, hele *Kâfir* ve *Müşrik* olana, kendi *Sevgi* sini vermez. 


Nasıl ki musluğa gidersiniz, *Su içmek* için, yâhut karpuzu kesersiniz, *Karpuz yemek* için. İşte bunun gibi Allahü teâlâ da kendi sevgisini, Peygamber aleyhisselâmın *Vâsıtası* ile verir. 


Veyâ o büyük Peygambere *Tâbi* olan, ehl-i sünnet vel cemâat *Îtikâd* ında olan büyük zâtların *Kalbinden* verir. Aynen muslukdan *Su içer* gibi. 


Siz *Havuz* dan belki alamazsınız, ama *Musluk* dan içersiniz. O hâlde, o havuzun musluğuna kavuşan kimseden daha *Şanslı*, daha *Bahtiyâr* kim vardır? 


İşte Allahü teâlâ, bize böyle bir *Musluğu* nasîb etdi. Bunun için dünyânın en *Bahtiyâr* insanlarıyız kardeşim. Tasavvufu *Yediyüz* kişi târif etmiş, bir büyük *Zât* da diyor ki: 


Ben, bu yediyüz târifin özetini çıkardım. O da şu: *Vaktin kıymetini bilmek, tasavvufun kendisidir*, diyor o mübârek zât. 


Tasavvufun bir târifi de, *Kimseyi incitmemekdir*, kardeşim. Nitekim, Efendi hazretlerinin vasiyetnâmesinin son cümlesi, *Kimseyi incitmeyin*. Öyle buyuruyor Mübârek. 


En korkduğumuz şey, *Îmânsız* olmak kardeşim. Çünkü insan bilemez îmânsız olup olmadığını. *Îmânım Var* der, ama îmân *Gitmiş*, haberi yok.

ER-RAZZÂK Celle Celâluhu

ER-RAZZÂK Celle Celâluhu 

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Efendimiz aleyhisselâm; *Ümmetim fesâda uğradığı zaman sünnetimi ihyâ edene, yüz şehîd sevâbı verilir*, buyurdu. Hadîs-i şerîf bu. 


İşte bizim kitapları *Okuyan* da, *Dağıtan* da, yüz *Şehîd sevâbı* alır kardeşim. Üstelik, kazâya kalan namazları varsa, bunları vaktinde kılamamanın *Cezâsından* da kurtulur. 


Arefe günü, Arafat meydanında *Duran* ve haccı *Kabûl* olan kimsenin de bu günâhı affolur. Bu *Büyükleri* tanımasaydık, onları görmeseydik, hâlimiz *Nice* olurdu kardeşim? 


Efendi hazretleri, bâzen lâmbayı söndürürdü ve bize dönüp; *Benden sonra, işte böyle olursunuz!* buyururdu. 


İnsan, kendi başına kitap okuyabilir. Buna, *Kitap okumak* derler. İyidir, fâidelidir. Ama biri okur, diğerleri dinlerse, buna *Sohbet* denir. 


Sohbetde bütün *Kemâlât* mündemicdir. Her türlü *Feyz* ve *Bereket*, sohbetdedir, birlik ve berâberlikdedir. 


Allahü teâlânın ihsân etdiği bu doğru *Îmân* çok kıymetlidir efendim, çok *Mübârek* dir. Ama *Düşmanı* da çokdur.


Bir şey ne kadar *Kıymetli* ise, *Düşmanı* da o kadar çok olur. Peki, onu nasıl koruyacağız? *Kıymetini* bilmekle ve *Şükr* etmekle. 


Onun şükrü de, birbirimizi sevmekle olur. Birbirimizi çok *Seveceğiz*. Çünkü *Îmân* ni’metinin korunması, birbirimizi *Sevmeye* bağlı. 


Diğer yollarda, *Üstâdın* yanına gitmek, görüşmek, el sıkmak, el öpmek gibi *Merâsim* ler vardır. Fakat bizim büyüklerimizin yolunda böyle şeyler *Yokdur* efendim. 


Sâdece o zâtın *Büyük* olduğuna inanmak, onu *Sevmek* ve bir de sohbetinde bulunmak yeterlidir. *Yakın* olmak, *Uzak* olmak, kadın erkek, küçük büyük, hiç farketmez. En iyi tarafı da budur:

EL-VEHHÂB Celle Celâluhu

EL-VEHHÂB Celle Celâluhu

EL-KAHHÂR Celle Celâlühü


    EL-KAHHÂR Celle Celâluhu

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Rabbimize ne kadar *Şükr* etsek azdır kardeşim. Allahü teâlânın bir kuluna en büyük *İn’âmı*, *İhsânı*, en büyük *İkrâmı*, en büyük *Ni’meti*, ona, *Îmân* nasîb etmesidir. 


Eğer bir *Mü’min*, Allahü teâlânın verdiği bu büyük *Ni’metin* kıymetini bilmezse, yâni *Şükr* etmezse, Allahü teâlâ o *Ni’meti* ondan alır. Kur’ân-ı kerîmde var bu. 


Allahü teâlâ; *O ni’meti alırım ve ona acı azap yaparım!* buyuruyor. Peki, nasıl şükredeceğiz? Allahü teâlânın ihsân etdiği bu *Îmân* ni’metinin şükrü, ancak mü’minlerin birbirlerini *Sevmesi* ile yapılabilir. 


Öyleyse birbirimizi *Seveceğiz* kardeşim, birbirimizin *Kusûrunu* görmiyeceğiz. 


Efendimiz aleyhisselâm; *Dîn-ül mer’i, dîn-ül halîlihî*, buyuruyor. Yâni insanın dîni, dostunun dîni gibidir. 


Yâhut da, *Dîn-ül mer’i, dîn-ül ahîhi*. Yâni insanın dîni, arkadaşının dîni gibi olur. Hani derler ya; Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyliyeyim. 


Bizim bu *Kitaplar*, ehl-i sünnet âlimlerinin kelâmlarıdır kardeşim. Biz kendimizden bir şey katarsak, *Pırlanta* ların arasına, *Cam* parçalarını, *Çakıl* taşlarını koymuş oluruz. 


Köşeli parantezlerimiz var. Onlar da, Efendi hazretlerinden işitdiklerimizdir, yâhut da bu büyüklerden birinin *Sözüdür*. Bize âit tek *Kelime* yokdur efendim.


Benim ömrüm, Efendi hazretlerinden duyduklarımın, ondan öğrendiklerimin *Vesîkası* nı, *Kaynağı* nı, *Senedi* ni aramakla geçdi. 


Biliyorum, ama yazamıyorum. Çünkü, *Delîlin nedir, vesîkan nedir?* diyecekler. 


Onun için, *Bin* den fazla kıymetli *Kitap* karışdırdık, aradık, *Bunu kim buyurmuş?* diye. Onun için binlerce islâm âliminin ismi geçiyor bizim *Tam ilmihâl* kitâbında.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Eshâb-ı kirâm aleyhimürrıdvân, *Bir* veyâ *İki Dakîka* Peygamber aleyhisselâmın huzûrunda bulunsalardı, o huzûrdan çıkdıklarında *Hikmet* konuşurlardı. Ne demek hikmet? 


Yâni hangi *İlim* dalında konuşsa, onun anlatdıklarını, o *İlmin* mütehassısları ve profesörleri anlıyamazlardı. Akılları ermezdi. *Hikmet*, kalpden kalbe akan bir *İlim* dir. 


Yoksa, *Ağız* dan çıkan, *Beyin* den çıkan şeyleri anlatmak değildir. O ilim, bir paket hâlindedir. Bir *Kalp* den bir *Kalbe* akar. Ve o paketin içinde bütün *İlimler* vardır. 

 

Hattâ *Müctehid* olurlardı efendim. O bir iki dakîka içinde, *İctihâd* makâmına yükselirlerdi. Çünkü o, *Ledün ilmi* dir, kalpden kalbe *İntikal* eder, yâni akar.


O bakımdan Eshâb-ı kirâmı anlamak ve anlatmak  mümkün değildir. Bu, şuna benzer. Bir *At*, bir *İnsanı* ne kadar anlıyabilir? Aynen bunun gibi. 


Yine *Mektûbâtı* okumıyan, *İmâm-ı Rabbânî* hazretlerini tanımıyan, *Eshâb-ı kirâmın* büyüklüğünü anlıyamaz kardeşim. *Eshâb-ı kirâmı* en iyi anlatan, İmâm-ı Rabbânî hazretleri olmuşdur. 


En iyi *Târif*, onun târifidir. Onun için *Mektûbâtı* çok okumalıyız kardeşim. *Eshâb-ı kirâmı* tanımıyan, Peygamber Efendimizi tanıyamaz. Çünkü Onun talebeleridir. 


Çok insanlar, burada *Felâkete* gidiyor. Eshâb-ı kirâmdan herhangi biri, en büyük *Günâhı* işlese bile, Eshâb-ı kirâm olmakdan *Çıkmaz*, yâni o dereceden *Aşağı* düşmez. 

● ● ●

Ebû Ubeyde bin Cerrâh radıyallahü anh, bir *Gazâ* dan geliyordu. Bol *Ganîmet* ile, çok *Para* ile dönüyordu. Eshâb-ı kirâm bunu işitip, karşılamaya çıkdılar. 


Efendimiz aleyhisselâm onları böyle görünce; *Hayrdır, Ebû Ubeydeyi mi bekliyorsunuz?* diye sordular. Eshâb; Evet yâ Resûlallah, dediler. 


O zaman Efendimiz aleyhisselâm buyurdular ki: Siz bundan sonra *Fakîr* olmazsınız. Ben sizin, fakîr olacağınızdan korkmuyorum. 


Bilâkis elinize çok *Para* ve çok *İmkân* geçip de, bundan önceki ümmetlerde olduğu gibi, birbirinizi *Kıskanır* hâle geleceğinizden korkuyorum, buyurdular.