*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
*Dîn*’ini bilmiyen, *Ona* göre yaşamıyan bir kimse, dünyâ işlerinde *Muvaffak* olamaz. Dünyâda muvaffak olsa bile, mutlaka sonu *Hüsrân*’la biter.
Ya *Hanım*’ından, ya *Çocuğu*’ndan, ya da *Kendi*’nden, kesinlikle *Râhat* edemez. Çünkü hadîs-i şerîf var, *Dünyâda râhatlık yokdur!* diye.
Mü’mine râhatsızlık, *İbâdet* gibi gelir. Kâfire râhatlık, *Felâket*’dir. Birine *Sevap*, diğerine *Azap* var. Ne tâlihsiz insanlar ki, hem dünyâda, hem de âhiretde *Azap* görecekler.
Dünyâya *Gönül* bağlamamalı. Yolcu, yolu *Tâmir *etmekle uğraşmaz. Meselâ *Hacca* giden bir kişi, orada; şu *Ev*’i, şu *Apartman*’ı alayım! diye düşünmez. Çünkü bir müddet sonra *Geri* dönecek.
Dünyâ hayâtı da böyle. İnsan vücûdu çok büyük bir varlık. Darwin bile; *Gözün yapısını düşündükçe hayretimden tepem atacak gibi oluyor!* demişdir.
İnsanın *Vücûdu* bile böyle olursa, ya *Rûh*’u? Rûh, bir anda *Şark*’dan *Garb*’a gider.
Allahü teâlâ *Cevher*’i, *Elmas*’ı çöplüğe koymaz. Eğer *Kalb*’iniz, Rabbimiz tarafından sevilmeseydi, seçilmeseydi, bu *Büyük*’leri tanımak, size *Nasîb* olmazdı.
Kalplerin zindeliği, *Zikr-i ilâhî* ile olur. Ben çok yoruluyorum, ama *Kalb*’imiz zinde elhamdülillah. İmâm-ı Rabbânî hazretleri *Mektûbât*’da buyuruyor ki: *Seâdet*’lerin başı, bir *Büyük* tanımakdır.
Allahü teâlânın *Sevdiği* kullarını sevince, onlardan *Feyz* alınır, *İstifâde* edilir. Onlardan feyz alındığı nasıl belli olur? Onun bir *Alâmet*’i var. O da *Dünyâ*’yı sevmemekdir.
Dünyâyı *Sevmemek*, eskiden daha *Zor*’du. Çünkü eskiden dünyâda da biraz *Nûr* vardı. Yâni sevilecek bir *Tarafı* vardı. Ama şimdi hiç kalmadı.