Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*İyilik yapma* nın çok çeşitleri vardır. Allahü teâlâ, en çok *Sevâbı*, iyilik edenlere verir. Ama *İyiliğin* de azı var, çoğu var. Eshâb-ı kirâm efendilerimiz, Peygamber Efendimize sordular:


Yâ Resûlallah, en çok sevap kime verilir? dediler. Peygamber aleyhisselâm; *Farzlardan sonra en çok sevap, din kardeşine iyilik edene verilir!* buyurdu. 


*İyilikler* in en büyüğü, en üstünü, insanları *Ateş* de *Yanmak* dan kurtarmakdır. İşte biz, bunu yapıyoruz kardeşim. Bu zamanda *Dînini bilen* çok az, *Tatbîk eden*, daha az. 


Bu zamanda *Küfr*, âdetâ *Sel gibi* akıyor kardeşim. Eskiden insanlar, *Günâha girmemek* için gayret sarfederdi. 


Sabah evden çıkarken; *Yâ Rabbî, bu gün akşama kadar, hiç günâh işlemeden yaşamayı bana nasîb et!* diye duâ ederlerdi. 


Şimdiyse *Küfr tehlikesi* var efendim. İnsan, sabah *Îmânlı* olarak evinden çıkıyor, akşam eve, *Kâfir* olarak dönüyor, Allah korusun. 

● ● ● 

Ben, Efendi hazretlerinden *Bir şey* öğrendim. O da bana yetdi. Nedir o? *Hak* nedir, *Bâtıl* nedir. Bu *Doğru*, bu *Yanlış*. Bu *Dost*, bu *Düşman*. Bunları öğrendim efendim. 


İnsanın, hayâtda en büyük dostu, *Allah* dır celle celâlüh. En büyük düşmanı da kendi *Nefsi* dir. Hattâ nefs, *Allaha* bile *Düşman* dır kardeşim. 


Cenâb-ı Hak, onu *Öyle* yaratmış. *Kendine Düşman* yaratmış. Her isteği, islâmiyetin beğenmediği şeylerdir. Allahü teâlânın emirleri hâricinde ne yapıyorsak o, *Nefs’e* âitdir. 


Âhiret de, ameller, ibâdetler ikiye ayrılacak. *Allah için* yapılanlar, *Nefs için* yapılanlar. 


Kendi *Nefsi için* yapılanlar, terâzînin *Sol* tarafına, *Allah için* yapdıkları da *Sağ* kefeye konulacak. Tartılınca, netîce buna göre olacak. 


Yâni sağ taraf ağır gelirse, *Cennete*, sol taraf ağır gelirse *Cehenneme*. Her şey açık, herşey meydanda. 


Herkes, her işini, hür *İrâdesi* ile yapar, netîcesine de katlanır. Mektûbât’ta; *İnsan, evlâdını bile kendi nefsi için sever!* buyuruyor.

Büyüden kurtulmak için!

Sual: Kendisine büyü yapılmış olan bir kimse, bu yapılan büyüden kurtulmak için neler okuyabilir veya neler yapabilir?

Cevap: Bu konu hakkında Fevâid-i Osmâniyye kitabında buyuruluyor ki:

“Sihir ve cadı, yani büyü afetlerinden kurtulmak için, üç kerre Salevât-ı şerife okumalı, sonra yedi Fâtiha, yedi Âyet-el-kürsî, yedi Kâfirûn suresi, yedi İhlâs-ı şerif, yedi Felak ve yedi Nâs sureleri okuyup kendi üzerine veya hasta üzerine üflemelidir. Bunları tekrar okuyup, büyülenmiş olanın odasına, yatağına, evin her yerine, bahçesine üflemelidir. İnşaallahü teâlâ, büyüden halas olur, kurtulur. Buna karşılık ücret almamalıdır. Bütün hastalıklar için de iyidir.”

Büyü yapılmış olan kimse, Mevâhib-i ledünniyyede bildirilen âyet-i kerimeleri, duaları ve  Teshîl-ül-menâfi kitabı sonundaki Âyât-i hırzı sabah namazı ve ikindi namazlarından sonra, yedi gün birer kerre okur ve boynuna asarsa, şifa bulur.

Bir miktar suya, Âyet-el-kürsî, İhlâs ve Mu'avvizeteyn okumalı. Büyülenmiş kimse bundan üç yudum içmeli, kalan ile gusül abdesti almalıdır, şifa bulur. İbni Âbidînde ve Mevâhib-i ledünniyyede deniyor ki:

“Sidr ağacının yeşil yaprağından yedi adedi iki taş arasında ezilip su ile karıştırılır. Üzerine Âyet-el-kürsi, ihlâs ve Kul-e'ûzüler okunur. Üç yudum içip, gusül edilir.” Sidr, Lotus denilen yabani kiraz, kâzib abanoz ağacıdır. Mekâtîb-i şerîfede deniyor ki:

“Hacetlere kavuşmak için, iki rekat namaz kılıp, sevabını Silsile-i aliyyenin ruhlarına hediye etmeli, bunların hürmeti için diyerek dua etmelidir.”

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Bir gün, bir yerde oturuyorduk. Bir ara dışarıdan *Köpek havlama* sesi işitdik. Sanki bir şeyler söylüyordu. Kim bilir *Ne diyordu* hayvancağız? 


İnsan ve Cin’den başka her *Canlı*, mânevî şeyleri *Görür* ve *Duyar* kardeşim. Ama insanlar duymazlar. İnsanlar, değil mânevîsini, *Maddî* sini bile duyamıyor, göremiyor. 


Biz hepimiz çok *Şanslı* yız kardeşim. Çok bahtiyârız. Niçin? Çünkü *Sâhip* siz değiliz. Bir sâhibimiz var. Yâni en büyük *Şeref*, en büyük *Ni’met*, bir yere bağlı olmakdır. 


Çünkü *Bağlı olmak* demek, sana biri *Sâhip* çıkıyor, seni kurtaracak demekdir. Ama *Bağsız* ve *Bağım* sız oldun mu, kimin eline düşeceğin belli olmaz. 


Ya *Şeytân* ın, ya *Nefs* in, ya da bir *Kötü arkadaş* ın eline düşersin. İşte bizim en büyük *Şansımız*, bu *Büyük* lere, *Allah dostları* na bağlı olmamızdır efendim. 

● ● ● 

Allahü teâlâ, *Hastalığı*, ancak sevdiklerine verir efendim. Sevmediklerine vermez. *İmâm-ı Gazâlî* hazretlerinin bir *Bedduâ* sı var. Kimyâ-i seâdetde var bu. 


İmâm-ı Gazâlî hazretleri buyurmuş ki: Eğer birine *Bedduâ* etmek istiyorsanız, onun hakkında üç şey isteyin.  Çok *Para*, çok *Sıhhat*, çok *Ömür*. 


Hâlbuki bunların *Üçü* de istenecek şeyler. Nitekim herkes dünyâda bu üçü için yaşıyor. Çok *Para* kazanayım, çok *Yaşıyayım* ve hep *Sıhhat* li olayım! Herkes bunlar için yaşıyor. 


Bunun hikmetini soruyorlar *İmâm-ı Gazâlî* hazretlerine. O da buyuruyor ki: *Bu üçüne sâhip olan kimse, Allah diyemez!* Niçin? Çünkü herşeyi tamam. İhtiyacı yok ki. 


*Parası* var. Bir yeri ağrımıyor. Niye *Allah* desin ki? Bir *Sıkıntı* sı yok. Duâ etmek hâtırına bile gelmez. İnsan, bir sıkıntıya düşünce *Allah* der, *Duâ* eder. Onun hiçbir sıkıntısı yok ki, niye Allah desin, duâ etsin?

DERD

İnsanın sâir mahlûkattan üstünlüğü işte bu derdde ve rahatsızlıkta olmasıdır. İnsanı yücelten budur. 


Beyt:

Meleklerde aşk var, ama derd yoktur,

İnsandan başka derde lâyık ferd yoktur.


Mektûbât-ı Ma'sûmiyye

3.cild, 38.mektûb

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Büyüklerimiz; *Birşeyi inkâr eden, ondan mahrûm kalır!* buyurmuşlar. Cenneti *İnkâr* eden de, Cennetden *Mahrûm* kalır. Sevmek de *Lâf* la olmaz, bunun isbâtı lâzım. 


Ne ile isbât edecek? *İcraat* la. Peki, icraatı var mı? Yâni *İtâat* ediyor mu? Onu *Seviyor* mu? Seven, sevdiğine itâat eder. Etmiyorsa, *Sevmiyor* demekdir. *İsbâtı* bu işte. 


İnsan, *Birini* seviyorsa, *Sevdiği* kadar da *Korkması* lâzım efendim. *Korkusu* yoksa, *Sevgisi* de yokdur. Meselâ Allahü teâlâdan en çok korkanlar, *Âlimler* dir.  


Tanımak mühim kardeşim, çok *Tanıyan*, çok *Korkar*. Allahü teâlâyı en çok *Kim* tanıyordu? *Peygamber Efendimiz*. Ondan en fazla *Korkan* da yine Peygamberimiz. 


Yâni kim, ne kadar çok *Sever* se, o kadar çok *Korkar*. Eğer korkmuyorsa, sevgisi yokdur veyâ o sevgi, nefsânîdir, *Rahmânî* değil. 


Seviyor, ama *Allah için* değil, bir *Menfaat için* seviyor. Bu sevginin hiç *Fayda* sı yok. 


Allah için *Sevgi* nin karşılığı, Allah için *Korkmak* dır. Yoksa, işime son verecek, veyâ başka bir sebeple olursa, hiç *Önemli* değil. Ona sevgi denmez zâten. 

● ● ● 

Efendim bir evliyâ zâta sormuşlar, demişler ki: *Âhiretde, seni annen mi hesâba çeksin, baban mı, seç birini, deseler, ne cevap verirsin?* Böyle demişler. 


O mübârek zât da; *İkisini de kabûl etmem!* demiş. *Ne annemi, ne de babamı kabûl etmem!* 


Peki, senin hesâbını *Kim* görsün? dediklerinde, *Rabbim görsün!* buyurmuş. Sebebini sormuşlar. Şöyle cevap vermiş: 


Annemin şefkati, babamın merhameti; Rabbimin merhametinin yanında, *Deniz* de, bir *Damla* bile etmez. Çünkü O’nun merhameti, *Sonsuz* dur. 


Annemin babamın merhametiyse bir *Damla*. Siz olsanız, hangisini tercîh edersiniz? demiş. Biri *Sonsuz*, biri *Damla*. O bir damlayı da, bütün mahlûklarına dağıtmış. 


Bütün *Canlılar* ın, yavrularına karşı olan şefkati, merhameti, bu bir *Damla* nın içinde. Rabbim varken, yakışır mı bir *Kul* dan yardım istiyeyim, buyurmuş.

Yâdigâr mektûblar 24.mektub

 Selâmün aleyküm kıymetli kardeşim Sâim Bey

Mahsûs selâm edib Ramezân-ı şerîfi tebrik ederim.Kerîmeniz hanımın sıhhat ve selâmetle büyümesine,sâlihât-ı nisâdan olmasına duâ ederim.

Bursa'da Fışkırık Câmi-i Şerîfi imam ve hâtîbi M. Kâmil Orhanlı bizim Almanya'da tahsilde bulunan Bülend'in [Ünal] arkadaşı imiş. Kendisine bir müddet evvel bir Tam İlmihâl hediyye edeceğimi va'd etmişdim. Lûtfen kendisine benim tarafımdan bir Tam İlmihâl götürüb hediyye vermenizi ve selâmımı söylemenizi ricâ ederim. Bedelini size öderim. Onun cemaatinden arzu eden varsa satacağınızı, kitabın yayılmasına gayret etmesini kendisine söyleyiniz.

Orada tanıdığınız müslimân avukata lûtfen söyleyiniz. Evvelce Cihangir'de Cihan Eczâhânesi'nde kalfa olarak çalışan ve halen Bursa'da Sabah Eczâhânesi'nde birâderi yanında kalfa olarak çalışan Tâceddin Eralp'den cem'an bin yedi yüz lira alacağım var. 300 liralık bonosunu icrâya vermişdim.Geçen sene evine hacze gitdik. Bütün eşyâsı mahcûz olduğu için bir şey alamadık. İkinci bonusu 1400 liralık olub icrâya verilmemişdir. Eğer avukat bu parayı sulhen veya mahkeme ile alırsa masrafı çıkdıkdan sonra mütebâkisinin yarısını avukata vermeyi düşünüyorum. Lûtfen anlayınız, bu paranın tahsili mümkin olur mu? Size eziyet vermiş oluyorum.

Lehülhamd Ramezân-ı şerîfi râhat ve neş'eli geçirdim. Hepimiz iyi ve râhatız. Hacı Bölüker'e ve iplikçi Mehmed Ali Bey kardeşime, fabrikatör Kâmil Bey'e, Cevdet Bey'e ve Çekirge'de muhallebici Hacı Kâmil Bey'e ve diğer din kardeşlerime selâm ederim. Din ve dünyâ seâdetinize âcizâne duâ eder, duâlarınızı beklerim efendim.

Kardeşiniz Hüseyn Hilmi Işık

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


*İmâm-ı Rabbânî* hazretleri, bir mektûbunda; *Men tûtiyem!* buyuruyor. Ne demek bu? Yâni *Ben, bir papağanım, hocamdan ne duyduysam onu söylerim!* diyor. 


Hocam ne buyurduysa, onu anlatırım. *Ben papağanım*, nasıl kendimden söyliyebilirim, diyor. O, böyle derse, bize ne demek düşer. Öyleyse en büyük *İzzet* ve *Şeref*, o büyüklerden *Nakil* yapmakdır. 


Bir *Cümle* de olsa, kendinden söylemek *Tehlikeli* efendim. Ama nakleden, *Güven* dedir, *Emniyet* içindedir. Korkmaz, endîşe etmez. Neden? 


*Nakl etdi* çünkü. Ama kendinden söyliyen, hesâbını verecek. Ya *Yanlış* söylediyse, Allah korusun. Nakletmekde bu *Korku* yok efendim. 


Büyüklerin *Sohbeti*, hamama giden adama benzer. Nasıl ki hamama giden, istese de istemese de, *Terler* ve *Kirleri* dökülür, *Temiz* lenir. 


İşte o *Büyük* lerin sohbetine giden, istese de, istemese de, bilse de bilmese de, *Mânen* temizlenir, pâklanır. Kalbinden *Dünyâ sevgisi* çıkar, yerine *Allah sevgisi* dolar. 


*Sohbet*, bir arada bulunmakdır, konuşmak *Şart* değil kardeşim. Hiç konuşulmasa da, *Feyz* alınır. 


*Kâfirler* Cehennemde *Sonsuz* yanacak. Niçin? Duyup da *İnkâr* etdikleri için. Bir gün bana sordular. Dediler ki:


Meselâ bir *Fransız*, yâhut da bir *Yazar*, Peygamberimizi *Medh* ediyor, işte şöyle başarılıdır, dünyânın en üstün insanıdır, diyorlar, bunlar *Cehenneme* girecek mi? dediler. 


Ben de onlara; *Elbette girecek!* dedim. *Hem de sonsuz yanacak!* Niçin? Çünkü bizim dînimizin aslı, bilmek değil, *İnanmak* dır kardeşim. *Sevmek* dir. 


Herkes bilebilir, *Yahûdî* ler de biliyordu Peygamberimizin büyüklüğ ünü. Anlatıyorlardı da. Şöyle *Fazîletli*, böyle *Kıymetli!* diyorlardı. 


Ama bu dediklerine, *Kendi* leri inanmadılar, *İnkâr* etdiler. Bildikleri hâlde inkâr etdiler. *Münkir*, yâni inkâr eden, *Cehennem* likdir kardeşim.

Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretlerinden sohbetler

 *Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*


Muvaffak olmanın sırrı, *İhlâs* dır kardeşim. İhlâs, *Samîmiyet* demekdir, insanlardan değil de, *Allah* dan beklemekdir. İnsanı *Sıkıntı* ya sokan, ihlâs noksanlığıdır. 


Büyüklerden biri, vefât ederken, son olarak üç defâ *İhlâs, İhlâs, İhlâs* demiş ve vefât etmiş. İhlâs o kadar mühim. İhlâs, Allaha *Gönül* bağlamak ve *O’nu* unutmamakdır. 


Öyleyse, her şeyi *O’ndan* bileceğiz. Tekrar *O’na* döneceğimize, yakînen inanacağız. *İhlâs* da budur zâten. Allahü teâlânın bizi her an *Gördüğü* ne, hattâ içimizden geçenleri *Bildiği* ne inanmak. 


Her şeyi yaratan, ancak *Allahü teâlâ* dır. Ondan başka her *Şey*, ancak bir *Vâsıta* dır. Fâil-i muhtâr, yalnız *O’dur*. O yaşatmasa, hiç kimse yaşıyamaz. 


*Hava* nın dengesini bozsa, herkes *Ölür* efendim. Güneş, dünyâdan bir *Milim* uzaklaşsa, yâhut da dünyâ, yörüngesinden bir *Milim* sapsa, *Kıyâmet* kopar. 


*Îmân* nasıl belli olur? Bir kişide îmân *Var* mı, *Yok* mu, nasıl anlaşılır? *Hubbu fillah* ile ve *Buğzu fillah* ile anlaşılır efendim. 


Bir mü'min, Allahın düşmanıyla *Dost* olursa, Allahın dostlarına da *Düşman* lık ederse, çok tehlikeli. 


Öyle *Îmân* makbûl değil efendim. Allahü teâlâ kabûl etmez öyle îmânı. Çünkü *Hubbu fillah* şart, *Buğzu fillah* da şart. 


*Îmân* ın kabûlü için bu ikisi *Şart* dır efendim. Îmân etmek çok *Kolay* dır, ama onu muhâfaza etmek çok *Zor* dur Onu korumak zordur. Çok dikkatli olmak lâzım. 


*Îmân* ın düşmanı çokdur. En başda kendi *Nefs* imiz. Allahü teâlâ, nefsimizin *Îmân* etmesini şart kılsaydı, bir *Asır* da, bir-iki *Kişi* ancak kurtulurdu. Yâni *Yüz* senede, *İki kişi* zor kurtulurdu. 


Ama Allahü teâlâ çok *Merhamet* lidir. Bizi, en iyi *O* biliyor. Onun için, sâdece *Kalb* in inanmasını *Kâfi* görmüş efendim. Kalp *Îmân* etdi mi, tamam. Onu, *Mü’min* kabûl ediyor. 


*Îmân* ımızı korumak için *Râbıta* da mühim efendim. Nedir râbıta? Hâtırlamakdır. Râbıta, o *Büyük* zâtları hâtırlamakdır, *Onları düşünmek* dir. Yâhut *Onları* hâtırlatan şeylerle *Berâber* olmakdır.

MÜNTEHABÂT EZ MEKTÛBÂT-I MA’SÛMİYYE

 Üçüncü cild, 16.cı mektûbda diyor ki, (Kulun Rabbine en yakın olduğu hâli nemâzdadır. Hadîs-i şerîfde diyor ki, (Kulun Rabbine en yakın olduğu hâl, nemâzdaki hâldir.) ve (Nemâzda, kul ile Rabbi arasındaki perdeler kalkar.) İslâmiyyetin dışındaki bütün yollar, şeytânların yoludur).


17.ci mektûbda diyor ki, (Bu yolda mürşid olmadan ilerlemek çok zordur. Bu yolun esâsı, sohbet ve muhabbetdir. Sohbete kavuşuncaya kadar, sünnete uymalıdır. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Unutulmuş bir sünneti meydâna çıkarana, yüz şehîd sevâbı vardır.) (Lâ ilâhe illallah)ı bin ile beşbin arasında çok okuyunuz! Kalbi temizlemekde çok fâidelidir).


19.cu mektûbda diyor ki, (Eshâb-ı kirâmın hepsi, vilâyetin en yüksek derecesinde idiler).


24.cü mektûbda diyor ki, (Şehîdler yıkanmaz. İtminân-ı nefs, îmân-ı hakîkîdir. Zevâlden mahfûzdur).


29.cu mektûbda diyor ki, (Bu büyükleri seven, bunlarla berâber olur. (Cinni ve insanları, beni tanımaları için yaratdım) buyuruldu).


33.cü mektûbda diyor ki, (Rûhları görmek, kemâl değildir. Kemâl, mâsivâyı (mahlûkları) bilmemekdir).


34.cü mektûbda diyor ki, (Hükûmet adamlarının zulmleri, amellerimizin cezâsıdır).


36.cı mektûbda diyor ki, (Uzakdan muhabbet de feyz getirir. Zarûret olmadan, insanlarla görüşmek zararlıdır).


37.ci mektûbda diyor ki, (Feyzler, muhabbet mikdârı ile gelir).


42.ci mektûbda diyor ki, (Her yerden gelen feyzler, insanın mürşidinden gelir).


44.cü mektûbda diyor ki, (Evliyâ ölmez. Bir evden, başkasına nakl eder. Allahın rahmetine güvenmeli, kendi ameline değil).


45.ci mektûbda diyor ki, (Mektûblaşmak, uzakdan teveccühe sebeb olur).


47.ci mektûbda diyor ki, (Bu yolumuz, tarîkatların en kısasıdır ve elbette kavuşdurur. Yolumuzun aslı sohbetdir. Muhabbet yolu ile, uzakdan da feyz alınır. Kelime-i tevhîd ile zikri soruyorsunuz. Bunu bildiriyorum).


48.ci mektûbda diyor ki, (Hindistândaki feyz, başka yerlerde yokdur. Geceleri, ağlamakla ve istigfâr ile aydınlatınız).


55.ci mektûbda diyor ki, (Kâfirlerle görüşmek, (Tefsîr-i kebîr)de uzun yazılıdır. Kâfirle görüşmek, üç dürlü olur. Birincisi, onun küfrünü beğenir. Bunun için sever. Bu muhabbet yasakdır. Çünki, onun dîninden râzı olmuşdur. Küfrü beğenen kâfir olur. Böyle muhabbet, îmânı giderir. İkincisi, herkesle iyi geçinmek için, kâfire dost görünmekdedir. Bu muhabbet memnû’ değildir. Üçüncüsü, ikisi ortasıdır. Onlara meyl eder, yardım eder. Dîninin bâtıl olduğunu bilerek, akrabâlık, iş arkadaşlığı sebebi ile dostluk yapar. Bu muhabbet küfre sebeb olmaz ise de, câiz değildir. Çünki bu muhabbet, zemânla dînini beğenmeğe sebeb olur.)


86.cı mektûbda diyor ki, (Her şeyi unutup, hep zikr yapmak, başlangıcda zordur. Bu zikre (Yâd-ı gird) derler. Sonra, zikr, kalbin sıfatı olur. Bu hâle (Yâd-ı daşt) denir).


87.ci mektûbda diyor ki, (Herşey ezeldeki takdîr ile olmakdadır. Râzı ve teslîm olmak lâzımdır. Müslimân, (Akl-ı fe’âl)e inanmaz).


88.ci mektûbda diyor ki, (Nafaka-ı ıyâl vâcibdir. Bu niyyet ile nafaka kazanmak, zikr olur).


89.cu mektûbda diyor ki, (Mahlûkları unutuncaya kadar zikr yapınız.


Kendinizi unutuncaya kadar kelime-i tayyibeyi tekrâr ediniz).


139.cu mektûbda diyor ki, (İnsana (Âlem-i sagîr) denir ki,âlem-i halk ve âlem-i emrden hâsıl olmuşdur. Âlem-i sagîrde olan, âlem-i asgârda da vardır. Âlem-i asgâr, insanın kalbidir. Kalb, ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla temizlenir).


141.ci mektûbda diyor ki, (Mümkinde bulunan her hayr ve kemâl vücûb mertebesinden gelmişdir).


142.ci mektûbda diyor ki, (Tâlibân-ı Hak, bu nezâr-ı fâizül envârda füyûz ve envâra kavuşur).


153.cü mektûbda diyor ki, (Bu yolda ilerlemek, sohbet ile olur).


156.cı mektûbda diyor ki, (Mü’minin kemâli, kâmil olmadığını anlamakdır).


203.cü mektûbda diyor ki, (Dünyâdaki müşâhedeler, serâb gibidir. Hepsi zıllerdir. Nemâz mü’minin mi’râcıdır).


206.cı mektûbda diyor ki, (Düâ, rızâya münâfî değildir).


217.ci mektûbda diyor ki, (Kabrde, rûh beden ile birleşerek, his hâsıl olur. Hâl, ilmden şereflidir ve kemâle erenlerde bulunur. Vilâyet, fenâ ve bekâdır).


218.ci mektûbda diyor ki, (Muhabbet esâsdır).


219.cu mektûbda diyor ki, (Şeytân her şekle girer. Yalnız, Peygamberimizin şekline giremez).


221.ci mektûbda diyor ki, (İnsan, âhıretde, dünyâda iken sevdiğinin yanında olacakdır).


MUHAMMED MA’SÛM-İ FÂRÛKÎ hazretlerinin üç cild fârisi (MEKTÛBÂT) kitâbından seçdiğimiz mektûbların özetleri, yukarıda yazıldı. Bunlardan biri üzerinde geniş bilgi edinmek istiyenin özet başındaki mektûb numarasını,(MÜNTEHABÂT EZ MEKTÛBÂT-I MA’SÛMİYYE) kitâbında bularak, bu sıra numaralı mektûbu okumalıdır. Bu kitâbı, (HAKÎKAT KİTÂBEVİ) basdırmışdır.


Velhamdü lillâhi Rabbil’âlemîn.

MÜNTEHABÂT EZ MEKTÛBÂT-I MA’SÛMİYYE

İkinci cild, 11.ci mektûbda diyor ki, (Hak teâlâ, insanları başıboş bırakmadı. Emrler ve yasaklar verdi. Nefsine uyarak, emrlere uymazsa gazab-ı ilâhiyyeye sebeb olur. Azâblara düçâr olur. Aklı olan, fânî lezzetlere dalarak, ebedî lezzetleri kaçırmaz. Evvelâ, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği gibi îmân eder. Sonra farzlara ve harâmlara uyar. Farzların en mühimmi, nemâzdır ki, dînin direğidir ve mü’mini kâfirden ayırır. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Her gün beş vakt nemâz kılana Cennet kapıları açılır, Allahü teâlâ ile arasındaki perdeler kalkar) ve (Beş vakt nemâza devâm eden, sırât köprüsünden şimşek çakar gibi geçecek ve sâbık denilen Evliyâ ile haşr olacakdır) buyuruldu. Zekâtı, emr olunan kimselere vermelidir ve Ramezân orucunu seve seve tutmalı ve şartları bulununca Kâ’beye giderek hac yapmalıdır. Hadîs-i şerîfde, (Hac ve umre fakîrliği ve günâhları yok eder) buyuruldu. İslâmın binâsının beş direğinden birincisi, kelime-i tevhîdi söylemek, ya’nî, LÂ İLÂHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RESÛLULLAH demekdir. Îmânı düzeltdikden ve emrlere, yasaklara uydukdan sonra, (Tarîka-i sôfiyye)ye bağlanmak lâzımdır. Ma’rîfet-i ilâhiyyeye bununla kavuşulur ve nefsin şerrinden bununla korunulur. Ma’rifet-i ilâhiyye, (fenâ fillah) ile hâsıl olur. Ya’nî, kul, kendini yok bilmelidir).


12.ci mektûbda diyor ki, (Tevbe ediniz. Afv ve magfiret isteyiniz!).


26.cı mektûbda diyor ki, (Aslının adem ve şer olduğunu düşünmelidir. İnsanın kemâli, asldan emânetdir. Bunun için, kelime-i tevhîdi çok okumalıdır. Dünyâ yokluk âlemidir. Varlık âhıretdedir. Nefse tapınmağa son vermelidir).


29.cu mektûbda diyor ki, (İstihâre yapıp, kalbde hâsıl olana tâbi’ olunuz! Fenâ düşünceler sebebi ile hayrlı işleri terk etmeyiniz. İ’mel vestagfir!).


33.cü mektûbda diyor ki, (Dünyâ istirâhat yeri değildir. Tâ’at ve ibâdet için çalışmalıdır. Dünyâda sıkıntı çekmek, âhıretde râhat etmeğe sebeb olur. Vaktleri fikr ve zikr ile ma’mûr etmelidir. Kalbin huzûru için, çok kelime-i tevhîd söyleyiniz! Bin ile beş bin arası olmalıdır. Her nemâzdan sonra ve yatarken Âyet-el kürsî, istigfâr ve İhlâs ve Kul e’ûzüleri ve her sabâh ve akşam yüz kerre (Sübhânallah ve bi-hamdihi) ve on def’a Lâ havle okuyunuz! Her sabâh, (Allahümme mâ esbeha bî min ni’metin ev bi-ehadin min halkıke fe minke vahdeke lâ şerîke leke fe-lekel hamdü ve lekeşşükr) okumalı, akşamları mâ esbeha yerine mâ emsâ demelidir ve her gün, (Estagfirullah el’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüverrâhmânürrahîm el hayyül kayyûm ellezî lâ yemûtü ve etûbü ileyh Rabbigfir lî) okumalıdır. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bu istigfârı, hergün yirmibeş kerre okuyanın evine, şehrine hiç zarar gelmez) ve hâcetlere kavuşmak için, beşyüz kerre (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah) okumalıdır).


36.cı mektûbda diyor ki, (Resûlullahın yapdığı ibâdetleri yapmak için, kimseden izn almak lâzım değildir. Hâcetlere kavuşmak, tehlükelerden kurtulmak için izn almak iyi olur. Peygamberin ve Evliyânın rûhları, her yerde, cesed şeklinde görünür. Kabrleri hiç boş kalmaz. Kabrlerinde diridirler. Fekat bu, dünyâ hayâtı değildir. Hatm düâsına Peygamberi katmak şart değildir. Fekat fâidesi vardır. İmâm-ı Alî, kimseye la’net etmedi. La’net etmek ibâdet değildir. Şeytâna la’net edilmez. Şerrinden korunmak için, istigfâr olunur. Kimsenin îmân ile öldüğüne hükm olunmaz. Hüsn-i zan olunur. Kâ’benin aslı Evliyâyı ziyârete gider. Binâsı gitmez. Hiçbir velî Peygamberin derecesine yükselmez. Hızır aleyhisselâmın Peygamber olması haberi dahâ kuvvetlidir.


Peygamberlerin adedi kat’î ma’lûm değildir).


37.ci mektûbda diyor ki, (Akşam yemeği bulunmıyan fakîrin dilenmesi halâldir. Leş ve domuz eti yimek de böyledir. Zarûret olunca harâmlar, halâl olur).


38.ci mektûbda diyor ki, (Allah ile kul arasında en büyük perde, kulun nefsidir. Mürşid-i kâmile muhabbet, feyz gelmesine sebebdir).


51.ci mektûbda diyor ki, (Diri kimsenin kabrini hâzırlaması mekrûhdur. Peygamberimiz doyuncaya kadar yimezdi. Yemeğe besmele ile başlamak sünnetdir. Resûlullahın gözleri uyur, kalbi uyumazdı. Nefîs elbise de giyerdi. Resûlullah, Pazartesi günü öğleden sonra vefât etdi. Salıyı çarşambaya bağlıyan gece defn olundu).


59.cu mektûbda diyor ki, (Fenâ ve bekâ kelimelerini evvelâ Ebû Sa’îd-i Harrâz söylemişdir. Bir sâat düşünmek, bin sene ibâdetden hayrlıdır. Tarîkatlar, imâm-ı Ca’fer Sâdıka bağlıdır. İmâma, babalarından hazret-i Alînin nisbeti, analarından hazret-i Ebû Bekrin nisbeti gelmişdir).


61.ci mektûbda diyor ki, (Ulemânın ma’rifeti, nazar ve istidlâl iledir. Evliyânın ma’rifeti, keşf ve şühûd iledir. Fenâ derecesi yüksek olanın îmânı kâmil olur).


63.cü mektûbda diyor ki, (Sünnetler yerine kazâ kılmak lâzımdır. Kazâ nemâzı olmıyan, sünnet yerine kazâ kılarsa, sünneti kılmış olur. Sünnet olarak niyyet etmesi lâzım değildir. Sünnet sevâbına kavuşmak için, sünnet olarak da niyyet edilir).


71.ci mektûbda diyor ki, (Karanlık geceleri ağlamak ile ve istigfâr ile aydınlatınız. Dünyâ arzûlarından kurtulmak için, kelime-i tevhîdi çok okuyunuz!).


72.ci mektûbda diyor ki, (Keşflerden, tecellîlerden kurtulup, cehâlet ve hayrete varmalıdır. Bunun için kelime-i tevhîdi çok okumalıdır).


75.ci mektûbda diyor ki, (Vefât edenlere düâ ve Fâtiha okumalıdır).


77.ci mektûbda diyor ki, (Mevtâlara yetmiş bin kelime-i tevhîd okumak fâidelidir).


80.ci mektûbda diyor ki, (Belâlardan kurtulmak için, istigfâr okuyunuz. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Çok istigfâr okumak, insanı sıkıntıdan kurtarır. Nemâzlardan sonra yetmiş kerre okumalıdır.) İmâm-ı Rabbânî, 174.cü mektûbda diyor ki, (Kelime-i Temcîd, ya’nî Lâ havle okumak, insanı cinden ve sihrden korur.).)


83.cü mektûbda diyor ki, (Dînin sâhibine uymak ve üstâdı sevmek, insanı feyz almağa kavuşdurur. Bu ikisinden biri olmazsa, hâller ve kerâmetler bir şeye yaramaz. İstidrâc olurlar. Kazâ ve kader üzerinde konuşmamalıdır. İnsanın her işi Allahın takdîri ve irâdesi ile olmakdadır. Takdîr, halk ve îcâd demekdir. Mu’tezile ve Kaderiyye, câhil ve alçak olduklarından kazâ ve kaderi inkâr etdi. İnsan kendi kuvveti ve ihtiyârı ile, işlerini yaratıyor dedi. Bunlar, ateşe tapanlardan dahâ fenâdır. Önce insan birşey yapmak ister. Sonra Allahü teâlâ bunu halk eder. İnsanın irâdesine, istemesine (kesb) denir. Cebriyye mezhebinde olanlar, irâde ve ihtiyârı inkâr etdi. İnsanları mecbûr sandı. Bu sözleri küfrdür. Mürciyye bunlardandır. Mel’ûndurlar. İnsanda ihtiyâr olmasaydı, Allahü teâlâ zâlim demezdi. Allahü teâlâ kerîmdir. İnsana yapamıyacağı şeyi emr etmemişdir. Kaderiyye fırkası kazâ ve kaderi inkâr ediyor. Cebriyye fırkası irâde ve ihtiyârı inkâr ediyor. Her ikisi de ehl-i bid’atdir. İrâde başkadır, râzı olmak başkadır. Allahü teâlâ küfrü ve günâhları irâde ediyor, fekat râzı değildir. Ezeldeki takdîr, insanın kendi ihtiyârı ile yapacağını gösteriyor. Ezeldeki takdîr, ihtiyârı göstermeseydi, Hak teâlâ muhtar olmaz, mecbûr olurdu).


88.ci mektûbda diyor ki, (Karanlık geceleri zikr ve fikr ile ve ağlıyarak ve istigfâr ederek nûrlandırınız!).


89.cu mektûbda diyor ki, (Şevk ve taleb, müjdedir. Talebi mürşide bildirmelidir. Sohbet, feyz almağa sebebdir. Sohbet nasîb olmazsa, yalnız muhabbet de feyze kavuşdurur. Bid’at sâhibleri ile sohbet etmeyiniz! Hadîs-i şerîfde, (Bid’at sâhibleri, Cehennemin köpekleridir) buyuruldu).


91.ci mektûbda diyor ki, (Nefsin zararı, şeytânın zararından çokdur.


Nefs, itminândan sonra hepsinden üstün olur. Tesavvufdan maksad, insanın aslının adem olduğunu anlamasıdır).


106.cı mektûbda diyor ki, (Sohbete kavuşuncaya kadar, (Lâ ilâhe illallah) okuyunuz. Bunun yarısı mâsivâyı nefy eder. Yarısı da ma’bûdu isbât eder ki, tesavvufdan maksad budur. İyi kötü herkes, hayrlı iş yapar. Sıddîklar, günâhdan sakınır. Güzel elbise, müntehîlere zarar vermez. Büyükler, zînetli elbise giymişlerdir).


108.ci mektûbda diyor ki, (Var olan yalnız Allahü teâlâdır. Âlem, hakîkatde yokdur. Bir görünüşdür. Vücûd hayrlara kaynakdır. Adem şerlerin menşe’idir. Noktanın dâire şeklinde görünmesi gibidir).


110.cu mektûbda diyor ki, (Şeytân, bid’at sâhiblerine ağlamak ve korku verir ve ibâdet yapdırır. Bunun için, bid’at sâhiblerinin ibâdetleri kabûl olmaz. Günâhlar, üç sâat yazılmaz. Tevbe edilirse hiç yazılmaz. Hadîs-i şerîfde diyor ki, (Elini göğsüne koy. Kalb, halâl ile sâkin olur. Harâm ile çarpıntı yapar.) Evliyâ, tatlı dili ve güzel ahlâkı ile ma’lûm olur. Dosta, düşmâna tatlı dil, güler yüz göstermelidir).


113.cü mektûbda diyor ki, (Yürek dediğimiz bu kalb, gönül dediğimiz kalbin yuvasıdır. Gönüle (Hakîkat-i câmi’a) da denir ki, âlem-i emrdendir. Zikr ederken, zâtı düşünmeli, hiçbir sıfatını düşünmemelidir. Rûh, göğsün sağ tarafına tealluk eder. Murâkaba, intizâr demekdir. Râbıta zikrden dahâ fâidelidir. Zikr nasıl yapılır?).


123.cü mektûbda diyor ki, (Dedikoduyu, ya’nî nemîmeyi dinlemek, nemîme yapmakdan dahâ fenâdır. Doğruluğunu araşdırmamalıdır).


124.cü mektûbda diyor ki, (İnsan, ibâdet yapmak için yaratıldı. Az bir ibâdet ile ebedî se’âdet ele geçer. Çok zikr yapmalıdır).


125.ci mektûbda diyor ki, (Sâlih niyyet ile yapılan her iş zikr olur).


137.ci mektûbda diyor ki, (İnsanda on latîfe vardır. Beşi âlem-i halkdan, beşi âlem-i emrden. Nefs, âlem-i halkdandır. Bunların reîsi, nefsdir. Tesavvuf, nefsi islâh içindir. Evvelâ levvâme, sonra mülheme, nihâyet mutme’inne olur).


140.cı mektûbda diyor ki, (Farzların kurbu, nâfilelerin kurbundan dahâ kâmildir. Fekat, bunun şartları vardır. Farzların kurb hâsıl etmeleri için, nâfileleri yapmak şartdır).