Her tartışmadan zaferle çıkmaya çalışma..! Kalpleri kazanmak tartışmadan zaferle çıkmaktan daha önemlidir...
(İmam-ı Şafi)
Her tartışmadan zaferle çıkmaya çalışma..! Kalpleri kazanmak tartışmadan zaferle çıkmaktan daha önemlidir...
(İmam-ı Şafi)
DOĞUM YER VE TÂRİHİ İLE NESEBİ
Van vilâyetinin "Başkal'a" kazâsında, 1894 yılında mübarek bir anneden ve âlim, tasavvufta kuvvetli ehl-i kalb bir babadan dünyaya gelmişlerdir. Babası Merhum Şemseddin Efendi, Başkale'de otuz üç yaşında vefat etmiş, kabri Başkale kabristanındadır. Seyyid Cemaleddin Kaddesallahû Sırrıhülaziz Efendi'nin dedeleri Halife Mustafa Efendi, (Rahmetullahi Aleyhimâ) Hakkâri'nin Yüksekova kazasının Sâkitan köyündendir. Neseb-i şerifleri, anne tarafından Abdülkadir-i Geylâni'ye ulaşır. Dedeleri Oniki İmâm'dan, İmâm Ali Rızâ bin Mûsâ Kâzım soyundan olup seyyid oldukları, Irâk'taki mahkeme-i şer'iyye kayıtlarında yazılı olduğu gibi, Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî'nin (Kuddisesırruh) torunu, Seyyid Abdürrezzâk Efendi'nin mübarek el yazısı ile de tasdiklidir. Cemâleddin Kuddisesırruh'un, Ali Radıyallahû Anh'a kadar bütün dedeleri, zamanlarının âlim ve faziletli insanları idiler. Birçoğu zamanının kutbu, devrinin en büyük evliyâsı ve rehberiydi. Dedeleri Seyyid Mustafâ Efendi Kuddisesırruh, Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibendiyye büyüklerinden Seyyid Tâhâ-i Hakkârî'nin oğlu, Seyyid Ubeydullah'ın halîfesiydi. Hanedân-ı Rasûlûllah Sallallahû Aleyhivesellem Efendimiz'in neseb-i âlîlerinden olan Arvâsî âilesi, yaklaşık yedi yüz seneden ilim ve irfan neşretmekte, en üstün insanlık meziyetlerinde numune olmakla tanınmış ve halk arasındaki ayrılıkları gidermekte, millî birlik ve beraberliği sağlamakta büyük vazifeler üstlenmiş ve bunları devam ettire gelmiş mübarek bir ailedir. Medreselerinde birçok ulema, ezkiyâ, müftü ve devlet adamı yetişmesine vesile olan bu kişilerin gayretleri sâyesinde, Türkiye'mizin doğu vilayetleri ve İran, Irak'ın sınır boylarındaki halk, Sünnîlikte devâm etmektedirler.
İLİM TAHSÎLİ VE TEDRÎSLERİ
Seyyid Cemâleddin Efendi Kuddisesırruh, ilk ilmi tahsillerini amcası, Nakşibendî Hâlidî şeyhi, Seyyid Abdûlhakîm Efendi'nin huzurunda, Van'daki Arvasîlerin medresesinde tamamladı. Medrese usül ve tarzı üzere; Arap ve Fars dili ve edebiyatı,(ilm-i sarf, nahiv, bedî, beyân, belâğat, meânî), mantık, münâzara, vad', tefsîr, usûl-i fıkh, kelâm, tasavvuf, münâzara, İlâhî ve tabiî hikmet, fen ve matematik gibi birçok zahirî ve bâtınî ilimlerde, rahle-i tedrisini tamamlayarak, ikmal-i nûsh ederek ilm-î icazetnâmeyi aldılar. Seyyid Cemâl Efendi Kuddisesırruh, İstanbul'a teşriflerinden önce, 3 yıl Mısır'da, El-Ezher üniversitesinde Usûl-û Fıkıh okuyup fakih olarak yetişti. Ayrıca Konya'da, Mesnev-i Şerif'i tamam okudu. Akabinde de Medrestü'l Mütehassisînde Şeyhül İslam Vekili Allame Zâhidü'l Kevserî gibi birçok ulemanın derslerine iştirak ettiler. Seyyid Cemaleddin Kuddisesırruh, sonra Seyyid Abdülhakim Efendi'nin biraderi (Süleymaniye Medresesi Şafii fıkhı müderrisi amcaları) Seyyid Taha Efendi'den okumuş, sonra Van'da Seyyid Muhammed Sıddîk Efendi'den okumuşlardır. Daru'l Fünun Edebiyat Fakültesine kayıt olmuşlar ve 1926 yılında mezun olmuşlardır. Seyyid Cemâleddin Efendi, İstanbul'da iktisat tahsili de yapmışlardır. (Amcaları Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Kuddisesırruh'un tavassutu ile Emekli Sandığında memuriyete başlamışlar) ve emekli olunca da maaş almaksızın Süleymaniyye'ye yakın, Kirazlı Mescid imam hatipliğine devam etmişlerdir. Uzun yıllar ilim neşretmiştir. Arabi ve Farisî'si pek kuvvetli idi. Mesnevi üzerinde eşsiz, derin malûmatı vardı. Cuma namazlarından önce Mesnevi-i Şerif okutmuşlardır. Mesnevi-i Şerîf'i büyük bir vukufiyetle, başta Ankaravi İsmail Rüsûhi Dede Kuddisesırruh Şerhi olmak üzere, Sarı Abdullah Efendi şerhi ve diğer şerhlerden istifade ile birkaç defa okutmuşlardır. Seyyid Cemâleddin Efendi, Kirazlı Mescid'de havas ve avam her kesime umumi sohbet ve dersler yapmışlardır. Kendileri Kenz'ül İrfan, Mesnevi, Gülistan ve Ramuzü'l Ehadis okumuşlar, tefsir ve hadis dersleri vermeye devam etmişlerdir. Ayrıca Beyazid Camisinde de kıymetli vaaz ve hutbeleri ile uzun seneler İstanbul halkını irşat etmişlerdir. Tefsirden Kadı Beyzâvî ve Haşiyeleri, Nesefî, Hazîn okutmuşlar Celâleyn Tefsîrine bilhassa önem vermişler ve derslerde bu tefsiri başından sonuna kadar okutmuşlardır. Hikmet menbaı olan bu dersleri, kayıt altına alınmıştır.
1-Tefsir Notları ESERLERİ
Arapça 2- Hayrü'l Kelam Liseyyid'il Enâm 2.cilt Arapça On bin Hadis-i şerif içeriyor. 3- Hayrü'l Beyân Fi Ahval-i Nebiyyi Ahir Zaman Sallallahû Aleyhivessellem. Siyer ve İslam tarihine dair 2 cilt. 4- Esmaullahil Hüsnâ. 5- Kasîde-i Bürde Şerhi 6- Menâsiki Hac (Haccın Rükünlerine dair) 7- Akaid Risâlesi(Prof.Dr.Ramazan Ayvallı yayına hazırlamış Buhara Yayınlarından basılmıştır.) 8- Mesnevi'den bazı kısımların şerhi 9- Mektûbat-ı Şerif'ten Seçmeler Farsça 10- Namaz Risalesi
AİLESİ
Şemseddin, M. Halid ve Ahmed isimlerinden oğulları ile Lebibe, Ziba, Hasibe isimlerinde kızları ve bunların da çocukları vardır.
VEFÂTI
Ömrünü ilme ve milletine hizmete vakfetmiş mübarek Allah dostu 10.10.1976 da rahmet-i Rahmana kavuşmuşlar. İnnalillahi ve innâ ileyhi râciûn. Naaşı, Bakırköy'deki evinden alınıp öğlen namazına müteakip Eyüp Camii'nden kaldırılıp Eyüp Sultan mezarlığında Murteza Efendi mescidi yanındaki aile mezarlığına defnedilmiştir. Merhum Necip Fazıl Kısakürek ile mezarları yakındır. Vefatının ardından Necip Fazıl Kısakürek, "İstanbul Cemalini kaybetti'' demiştir. Cenâb-ı Hak, cümlemizi şefâatlarına nâil eylesin.
İmam Rabbani’den itibaren tarikat silsilesi
• İmâm-ı Rabbânî (Rahmetullahi Aleyh) • Muhammed Mâ'sum Fârûkî (Rahmetullahi Aleyh) • Muhammed Seyfeddîn (Rahmetullahi Aleyh) • Muhammed Muhsîn Dehlevî (Rahmetullahi Aleyh) • Nur Muhammed Bedeyûnî (Rahmetullahi Aleyh) • Mazhar Cân-ı Cânan (Rahmetullahi Aleyh) • Abdullah Şâh-ı Dehlevî (Rahmetullahi Aleyh) • Ebî Saîd Ahmed (Rahmetullahi Aleyh) • Ahmed Saîd el-Medenî (Rahmetullahi Aleyh) • Dost Muhammed Kandahârî (Rahmetullahi Aleyh) • Muhammed Osman Dâmânî (Rahmetullahi Aleyh) • Muhammed Sirâceddîn (Rahmetullahi Aleyh) • Mevlânâ Muhammed Fadl Aliyy-il-Kureyşî (Rahmetullahi Aleyh) • Şeyh Abdulğafûr El- Abbâsî el Medenî (Rahmetullahi Aleyh) • Şeyh Seyyid Cemâleddin Arvasî (Rahmetullahi Aleyh)
SİLSİLE-İ NESEBLERİ
Seyyid Cemâleddin, ibnü's-seyyid Şemseddin, ibnü's seyyid Mustafa, ibnü's Seyyid Muhyiddin, ibnü's Seyyid Muhammed, ibnü's seyyid Abdurrahman, el- Müştehir bi'l âlimü'l Arvasî ibnü's seyyid Abdullah, ibnü's-seyyid Muhammed, Şehabüddin ibnü's-seyyid İbrahim, ibnü's-seyyid Cemâlüddin, el- Müştehir bi'l-âlimü'r-rabânî, el-âlimü'ddini fi-zamanecah ve şebabe ba'de ebihi tederrese bi kemâli'l-itkân cemiü'l-ulumü'l islamiyye ibnü's-seyyid Kemâleddin, ibnü's-seyyid Muhammed, el- müştehir bi'l Kutbiyye ibnü's-seyyid Kasım, ibnü's-seyyid İzzeddin, ibnü's-seyyid Abdülaziz, ibnü's-seyyid Haci Kasım, el-Bağdadiü'l müştehir bi'l âlimü'l Bağdadî maal hitatü'l Mısrıyye fi zemani Tedrisi fi Camiü'l ezher ibnü's-seyyid Abdülcebbâr, ibnü's-seyyid Cemâlüddin, el-âlimü'ddin hali gavsü's sekaleyn Abdülkadirül Geylânî, ibnü's-seyyid Haydar, ibnü's-seyyid Abdullah, ibnü's-seyyid Kasım, el Müştehir bi'l kutbil Bağdadî fi'l kıt'atil Irakiyeti ibn ebi'l ula ibnü's-seyyid Hasanü't Tahir, ibnü's-seyyid Ebi Abdullah, ibnü's-seyyid Mansur, ibnü's-seyyid Abdülaziz, ibnü's-seyyid Nizar, ibnü's-seyyid Ma'z, ibnü's-seyyid Ahmed, ibnü's-seyyid İsmail, ibnü's-seyyid Murad, ibnü's-seyyid Mehdi, ibnü's-seyyid Abdullah, ibnü's-seyyid Hüseyin, ibnü's-seyyid Muhammed, ibnü's-seyyid Hasan, ibnü's-seyyid Ali, ibnü's-seyyid Muhammed, ibnü's-seyyid Ali Cevad, ibnü's-seyyid Musa, ibnü'l İmam Ali Rıza, ahadü'l eimmeti'l isna aşere bin İmam Musa Kazım, ibn İmam Caferüs-Sadık, ibn İmam Muhammed Bakır, ibnü'l İmam Zeynelabidin, ibnü'l İmam Hüseyin, seyyidüş-Şüheda ibnü'l İmam Ali zevci Fatımatü'z Zehrâ Rıdvanullahi teâla ecmaîn.
NASİHATİMDİR
Günah işleyince hemen kalp ile tevbe ve dil ile istiğfar eyle. Tevbeyi asla geciktirme.
Bir iş yaparken kalbin rahat etmezse, sıkılırsa, çarparsa o işi terk et.
Bütün taatlerini, ibadetlerini kusurlu bil. Hakkı ile yapamadığını düşün.
Çok yeme, az da yeme. Yemekte itidal üzere ol.
Her işte iyi niyet yap. Kalp ile hâlis, Allah-u Teâlâ emrettiği için niyet etmedikçe, hiçbir ibadete başlama.
Faydasız hele zararlı olan şeylerle vakit geçirme.
Arkadaşlarınla lüzumlu şeyleri öğretecek ve öğrenecek kadar görüş, diğer vakitleri ibadet ile kalbi temizleyecek
şeylerle geçir.
Dost, düşman herkesi güler yüzle ve tatlı dil ile karşıla, hiç kimse ile münakaşa etme. Herkesin özrünü kabul et,
kabahatlerini afv et, zararlarına karşılık yapma.
Az konuş, az uyu ve az gül.
Her işi Allah-u Teâlâ’ya havale et. Fakat sebeplerin tesir etmesini Allah-u Teâlâ'dan bekle.
Hiçbir farzı kaçırma ve geciktirme.
Hep kendini düşünme, Allah-u Teâlâ'dan başka kimseye güvenme.
Evlat ve aile ile daima tatlı sözlü ve güler yüzlü ol. Onlarla da zaruret kadar, haklarını ödeyecek kadar görüş.
Kavuştuğun halleri herkese söyleme. Makam ve servet sahipleri ile çok görüşme. Her halinde sünnete uymaya
ve bidatlerden sakınmaya çalış.
Sıkıntılı zamanlarda Allah-u Teâlâ'dan ümidini kesme, hiç üzülme.
Sıkıntılı ve ferahlık zamanlarında, halinde bir değişiklik olmasın. Varlık ve yokluk zamanları halini değiştirmesin.
Selef-i sâlihinin hallerini her vakit oku. Garipleri, fakirleri ziyaret et.
Hiç kimseyi gıybet etme, çekiştirme, gıybet yapana mani ol. “Emr-i mâruf”u ve “nehy-i münker”i, yani nasihati
elden kaçırma.
Fakirlere, mücahitlere mal ile yardım et. Hayır, hasenat yap.
Günah işlemekten çok kork. Fakirlikten korkarak hasislik yapma. Fakir olunca üzülme. Allah-u Teâlâ, servette ihsân eder.
Fakirlere ve bütün din kardeşlerine hizmet et.
Büyüklerimiz kendi nefisleri için değil din kardeşlerine yardım için çalışıp kazanmışlardır.
Mürşid'in sohbetinde, yanında edepli olmaya çalış. Ondan ancak edepli olan istifade eder.
BUNU ASLA UNUTMA…
Seyyid Cemaleddin Arvasi (Parlakışık)
Mektubunuzu aldım ve okudum.
Uzun zamandır evinizde kiracı olarak ikamet etmekteyiz. Bu evde çok rahat ettik. İbadetlerimizi rahatça yaptık. Allahü teâlâ sizden razı olsun. Bizi dünyada rahat ettirdiğiniz gibi ,Cennette de nimetler, köşkler ihsan eylesin.
Evinizi tahliye etmemizi istemişsiniz. Ev sahibi olarak bu sizin tabiî hakkınızdır.Derhal çıkmamız icab eder.Evden çıkarma sebebiniz eğer kiranın az olması ise,kirayı arttıralım ve bu evde oturmaya devam edelim. Başka bir sebeb ile çıkmamızı arzu ediyor iseniz, bize bir hafta mühlet veriniz, yeni bir ev bulalım.
Tekrar selâm eder, duâlarınızı istirham ederim. [1952]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Akıl ve vehim Allah’a yaklaşamaz. Hiç bir şeye benzemeyen ve akılla anlaşılamayan yaratıcıya, gayb yolu ile inanmaktan başka çare yoktur; çünkü görerek, düşünerek anlamaya kalkışmak, iman olmaz. Kendi yaptığına inanmak olur ki bu da iman değildir.
*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
İşin esâsı, sevgi ve muhabbetdir kardeşim. Peygamber Efendimiz; *Kişi kimi severse, âhiretde onunla berâber haşr olunur*, buyuruyor. Ne demek sevmek?
Yâni onun yolunda olmak, onun sevdiklerini sevmek demekdir. Rabbimize şükürler olsun, elhamdülillah biz, Efendi hazretlerinin yolundayız ve tam Onun hayâtını yaşamaya çalışıyoruz.
Buna çok ehemmiyyet veriyoruz, dikkat ediyoruz kardeşim. İnşallah âhiretde de Onun yanında oluruz. *El mer’u mea men ehabbe*. Hadîs-i şerîfdir bu ve bize büyük müjdedir.
Herkes, dünyâda kimi seviyorsa, âhiretde onun yanında olacak. Ne güzel! İnşallah biz de âhiretde o büyüklerin yanında olacağız kardeşim. Bırakmazlar inşallah.
*Kerîm*, yâni kerem ve ihsân sâhibi, kereminden vaz geçmez. *Men dakka bâb-el kerîmi infetehâ*. Efendi’den işitdik biz bunu. Ne demek?
Yâni kerîmin kapısını çalarsanız, muhakkak açılır. İhsân kapısıdır o. O büyükler, istiyene verirler.
Askerî liseyi bitirmişdim, talebeleri sınıflara ayırıyorlardı. Harbiyeye gidecekdik. Ben de sınıfın birincisiydim. Bana; *Sen ne olmak istiyorsun?* dediler.
Ben, *Tıbbiyeye gideceğim*, dedim. *Hay hay, zâten senin gitmen lâzım* dediler. Tıbbiyeye ayırdılar.
1,5 sene *Tıbbiye*’de okudum. Birinci sınıfa *F.K.B.* diyorlar. Yâni Fizik-Kimyâ-Biyoloji. Birinci sınıfda bunları okuduk.
Tıbbiye birinci sınıfda iken, onların içinde ben sınıfın birincisi oldum. İkinci sınıfda da sınıfın birincisiydim. Sene ortası oldu.
Ben *Tıbbiye*’de okurkan, bir sömestre, yâni altı ay kadar anatomide yalnız *Kemikleri* okuduk. Profesör, *Moşe* isminde bir *Fransız* idi.
İkinci sömestrede *Kadavra* dersi vardı. Birgün laboratuvarı merak etdim, gidip bakdım. Masalar var, her masanın üstünde erkek, kadın, çırılçıplak *Ölüler* var.
Kimsesizleri toplayıp getiriyorlar. Talebeler, onların üzerinde öğrenecekler. Ellerine de birer *Bıçak* veriyorlar, ölüleri kesip insan vücûdunda neler var, onu öğrenecekler.
Her hafta Efendi hazretlerine giderdim. Efendi’nin sözlerine bayılırdım. *Bir şeyler söylese de dinlesem*, derdim. Efendi’yi dinlemek çok hoşuma giderdi.
Sene ortasında sömestre tâtili oldu. O hafta Efendi hazretlerine gitdiğimde, bahçede oturuyordu. Ben de gittim yanına oturdum. İkimiz, *baş başa* yalnız olarak oturduk.
Bana, ne okuduğumu sordu. Hâlbuki 1,5 senedir *Tıbbiyede* okuyorum. Daha önce hiç sormadı da mübârek, o gün sordu. *Sen mektebinde ne okuyorsun?* dedi. Ben cevâben dedim ki:
*Kadavra* okuyoruz efendim. Ölüleri keseceğiz, içinde ne var, ne yok, sinirlerini, kemiklerini öğreneceğiz. Altı sene sonra *Tıbbiyeyi* bitireceğim, inşallah *doktor* olacağım, şimdi ikinci sınıfdayım, dedim.
Efendi hazretleri; *Öyle miii, ben sana bir şey söylesem, beni dinler misin?* dedi. Elbette efendim, dedim. *Sen doktor olma, eczâcı ol!* buyurdu. Baş üstüne efendim, dedim.
Ancak annem ve ablalarım, benim eczâcıya geçmeme şiddetle karşı çıkdılar. Annem, üzüntüden düşüp *bayıldı*. Ne yapacağımı şaşırdım.
Kendi kendime; *Yârın erkenden çıkıp, sabah namâzına câmiye gideyim, câmiye ilk gelene, bu işi danışayım*, diye düşündüm.
Ve erkenden *Süleymâniye* câmiine gitdim. Biraz sonra *iri* yapılı, *heybetli* bir bey câmiye geldi. İlk gelen o kimseye sordum:
Dedim ki: Efendim, ben *Tıbbiye*’de okuyorum. Mektebin de birincisiyim. Hocam bana; *Kaydını, Tıbbiye’den Eczâcılığa nakletdir, eczâcı ol*, diyor.
Annem ise; *Hayır, sen doktor olacaksın!* diyor. Ben şaşırdım, şimdi ne yapayım? dedim. O zât; *Senin hocan kim?* dedi. Ben de; Abdülhakîm Efendi hazretleridir dedim.
O zât; *Evlâdım, sen hakîkî bir büyük bulmuşsun. Böyle mübârek hocanın bir sözüne, bin ana fedâ olsun. Hocan ne diyorsa onu yap, hocanın sözünden çıkma!* dedi.
Meğer o zât, Ehibbâ’dan *Cevad bey*’miş. Onun için Cevad bey, benim ilk mürşîdim oldu.
Cevad bey, Efendi hazretlerinin talebelerinden, emekli bir *Paşa* idi. Herkes ondan çekinirdi. Çok heybetli biri idi. Ertesi gün hemen istîdâ yâni dilekce verdim.
Ankara’dan cevap geldi. Diyordu ki: *Sınıfın birincisidir, çalışkandır, bunu eczâcıya geçirmeyiz, doktor olsun istiyoruz!*
Yâni reddetdiler beni. Efendi’ye gitdim. *Efendim, böyle böyle, izin vermiyorlar*, dedim. Mübârek; *Tekrar istîdâ ver!* buyurdu.
Ben tekrar dilekçe verdim, nihâyet kabûl edildi, Eczâcıya geçdim. Birkaç ay içinde üçüncü sınıfa gene birincilikle geçdim.
Efendi hazretleri, zaman zaman; *Ben sizin aranızda misâfirim, artık beni bulamazsınız*, buyururdu. Bu söz hoşuma gitmezdi.
İçimden; *Niye böyle söylüyor ki?* derdim, şimdi anladım. Tabii ya, doğru söylermiş Mübârek. Hakîkaten öyle efendim. Hepimiz dünyâda misâfiriz.
Efendi hazretleri son günlerinde, Ankara’da, *Fârûk Işık* beyin evinde kalırdı. *Nevzât*’ı tanırsınız değil mi? Fârûk beyin oğludur. Rüçhânın da âbisi.
Bir gün, ben Ankarada, oturuyordum evde, Yalnızdım. Kapı çalındı. Yukarıdan, pencereden bakdım ki *Nevzât* gelmiş. *Hilmi âbi, Efendi babam seni çağırıyor*, dedi.
Allah Allah, *Efendi hazretleri İstanbulda, burası Ankara*, dedim. Ben iki hafta evvel İstanbulda idim. Kendileriyle oturdum. Ellerini öpdüm, sohbet etdim, dedim.
Nevzât; *Vallahi bugün bize geldi*, dedi. Kapıdan girince; *Hilmi nerede?* diye beni sormuş Mübârek.
Nevzât; *Efendi babam seni çağırıyor*, dedi. Allah Allah, hemen giyindim, gitdim. Ben içeriye girer girmez, Efendi hazretleri bana; *Hilmi bak! Ben ne hâle geldim?* buyurdu.
Bakdım ki, Efendi hazretleri iki hafta içinde çok değişmiş, zaîflemiş. İstanbul’dayken topluydu. Şimdi, bir *Deri*, bir *Kemik* kalmış.
*Her gün gel, beni boş bırakma!* buyurdular. Vefât edene kadar, 15 gün Efendi’ye hizmet etdim. Gece-gündüz, devâmlı. Aynı odada berâber bulunduk.
Fârûk beyin evi, *Hacı Bayram* câmiinin alt tarafında, ahşap, iki katlı, büyük bir *Ev* idi. Mevsim *Kış* idi. Salonda soba yanıyor, sobanın yanında da *Yer yatağı* yapmışlar.
Efendi hazretleri, sobanın yanında, o yatakda yatıyor. Sobanın karşı tarafında sandalyeler dizili, *Beş-on* tâne. Misâfirler gelirse, orada otursun, diye.
Ziyâretçiler geldiğinde, herkes karşıya, sandalyelere otururdu. Beni ise, kendi yanına, kendi yatağına oturturdu Mübârek. Hâlbuki misâfir gelmesi *Yasak* idi efendim.
*Polis* yasak etmiş. Evin yanında bir de *Polis kulübesi* koymuşlar, gelenleri tesbît etsinler diye. *Polis* vardı kapının dışında.
Bir kadın dokuduğu peştamal kumaşını Resulullah Efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) getirip verdi ve; "Bunu giyesiniz diye kendi ellerimle dokudum" dedi. Böyle bir kumaşa ihtiyacı olan Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onu aldı, izar olarak (belden aşağısına) giyinip yanımıza geldi. Bunu gören bir sahabi Peygember Efendimize: "Ne kadar da güzelmiş" diyerek, o kumaşı istediğini ima etti. Resul-i Ekrem Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) biraz oturduktan sonra evine döndü. Kumaşı katlayıp o adama gönderdi. Eshab-ı kiram, o sahabiye: "Hiç de iyi yapmadın. Peygamber Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) öyle bir kumaşa ihtiyacı olduğu için onu giyinmişti. Üstelik sen, Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisinden bir şey isteyeni geri çevirmediğini bile bile o kumaşı istedin" dediler. O sahabi şöyle karşılık verdi: "Vallahi ben o kumaşı giyinmek için değil, kendime kefen yapmak için istedim" Hadiseyi anlatan Sehl İbn-i Sa'd'ın ifadesine göre, o kumaş bu zatın kefeni oldu.
Bir kadın, (Ya Resulallah, din ve akıl bakımından kadınların noksan olmasının sebebi nedir?) diye sorunca Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:
(Bir erkeğin şahitliğine karşılık, iki kadının şahitliği, akıl noksanlığıdır. Hayzlıyken namaz kılmayıp oruç tutmaması da, din noksanlığıdır.) [Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî]
Yavrum! Annenin yavrusuna karşı yapdığı gibi, dahâ ne zemâna kadar kendine böyle titreyeceksin? Dahâ ne güne kadar, nefsin için üzülecek, sıkıntılara düşeceksin? Yakında, elbet öleceksin! O hâlde, kendini ve herkesi ölmüş bil! Duymaz, kımıldamaz bir taş gibi düşün! Zümer sûresi, otuzuncu âyetinde meâlen, (Sen elbette öleceksin! Onlar da elbette ölecekler!) buyuruldu. Bu kısa zemânda, yapılması gerekli en mühim şey, çok zikr yaparak, kalbi hastalıkdan kurtarmağı düşünmekdir. Çabuk biten bu zemânda, Allahü teâlâyı hâtırlayarak, ma’nevî hastalığa ilâc yapmak en büyük vazîfe olmalıdır. Allahdan başkasına düşkün olan bir gönülden hiç hayr umulur mu?