DÜNYA

“(Ma’rifetnâme)de yazılı hadîs-i şerîflerde buyuruyor ki, (Mes’ûd o kimsedir ki, dünyâ onu terk etmezden önce, o dünyâyı terk etmişdir), (Arzûsu âhıret olup, âhıret için çalışana, Allahü teâlâ dünyâyı hizmetci yapar), (Yalnız dünyâ için çalışana, yalnız kaderinde olan kadar gelir. İşleri karışık, üzüntüsü çok olur), (Âhıretin sonsuz olduğuna inanan kimsenin, bu dünyâya sarılması, çok şaşılacak şeydir), (Dünyâ sizin için yaratıldı. Siz de âhıret için yaratıldınız! Âhıretde ise, Cennetden ve Cehennem ateşinden başka yer yokdur), (Paraya, yiyeceğe tapınan kimse helâk olsun!), (Sizlerin fakîr olacağınızı düşünmiyor, bunun için üzülmiyorum. Sizden önce gelmiş olanlara olduğu gibi, dünyânın elinize bol bol geçerek, Allahü teâlâya âsî ve birbirinize düşman olmanızdan korkuyorum), (Mal ve şöhret hırsının insana zararı, koyun sürüsüne giren iki aç kurdun zararından dahâ çokdur), (Dünyâyı terk eyle ki, Allahü teâlâ seni sevsin. İnsanların malına göz dikme ki, herkes seni sevsin!), (Dünyâ, geçilecek bir köprü gibidir. Bu köprüyü ta’mîr etmekle uğraşmayın. Hemen geçip gidin!), (Dünyâya, burada kalacağınız kadar, âhırete de, orada kalacağınız kadar çalışınız!)
Dünyâ zıll-i zâildir. Ona güvenen nâdimdir. O seninle kalsa da, sen onunla kalmazsın. Dünyâdan çıkmadan önce, kalbinden dünyâ sevgisini çıkar. Dünyâ lezzetlerine aldanmıyan, Cennet ni’metlerine kavuşur. İki âlemde azîz ve muhterem olur. Dünyâ harâbdır. Şerbetleri serâbdır. Ni’metleri zehrli, safâları kederlidir. Bedenleri yıpratır. Emelleri artdırır. Kendini kovalıyandan kaçar. Kaçanı kovalar. Dünyâ bala, içine düşenler de sineğe benzer. Ni’metleri geçici, hâlleri değişicidir. Dünyâya ve buna düşkün olanlara inanılmaz. Çünki, bunlarda vefâ ve safâ bulunmaz. Fânî olanın sevgisini kalbinden çıkar ki, bâkî olanı alasın. Kendini bilen kişinin bu dünyâya düşkün olmasına şaşılır. Şakîler dünyâya sarılır. Sa’îdler bâkî olana sarılır. Bedeninle dünyâda ol, kalbinle âhıreti bul! Nefsin arzûlarını terk eden pâk olur, âfetlerden selâmet bulur. Allahü teâlânın râzı olmadığını terk edene, Allahü teâlâ ondan iyisini ihsân eder. Dünyâyı anlıyan, onun sıkıntılarından üzülmez. Dünyâyı anlıyan, ondan sakınır. Ondan sakınan, nefsini tanır. Nefsini tanıyan, Rabbini bulur. Mevlâsına hizmet edene, dünyâ hizmetçi olur. Dünyâ insanın gölgesine benzer. Kovalarsan kaçar. Kaçarsan, seni kovalar. Dünyâ, âşıklarına mihnet yeridir. Lezzetlerine aldanmıyanlara, ni’met yeridir. İbâdet edenlere kazanç yeridir. İbret alanlara hikmet yeridir. Onu tanıyanlara selâmet yeridir. Ana rahmine nisbetle, Cennet gibidir. Âhırete nisbetle çöplük gibidir. Yediyüzseksenaltıncı [786] sahîfeye bakınız!
Ölümden önce olan herşeye dünyâ denir. Bunlardan, ölümden sonra fâidesi olanlar, dünyâdan sayılmaz. Âhıretden sayılırlar. Çünki dünyâ, âhıret için tarladır. Âhırete yaramıyan dünyâlıklar, zararlıdır. Harâmlar, günâhlar ve mubâhların fazlası böyledir. Dünyâda olanlar ahkâm-ı islâmiyyeye uygun kullanılırsa, âhırete fâideli olurlar. Hem dünyâ lezzetine, hem de âhıret ni’metlerine kavuşulur. Mal iyi de değildir, kötü de değildir. İyilik, kötülük, onu kullanandadır. O hâlde, mel’ûn olan, kötü olan dünyâ, Allahü teâlânın râzı olmadığı, âhıreti yıkıcı yerlerde kullanılan şeyler demekdir. Kendini ve Rabbini unutup, lezzetlerine, şehvetlerine düşkün olanlar, yolda hayvanının süsü ile, palanı ile, otu ile uğraşıp, arkadaşlarından geri kalan yolcuya benzer. Çölde yalnız kalıp, helâk olur. İnsan da, ne için yaratılmış olduğunu unutup, dünyâ zînetlerine aldanır, âhıret hâzırlığı yapmazsa, ebedî felâkete sürüklenir. Dünyâ sevgisi âhırete hâzırlanmağa mâni’ olur. Çünki, kalb onu düşünmekle, Allahı unutur. Beden, onu elde etmeğe uğraşarak ibâdet yapamaz olur. Dünyâ ile âhıret, doğu ile batı gibidir ki, birine yaklaşan, ötekinden uzak olur. Bir kimse, ibâdetini yapmaz ve geçiminde, kazancında Allahü teâlânın emrlerini ve yasaklarını gözetmezse, dünyâya düşkün olmuş olur. Allahü teâlâ herkesin kalbini bundan soğutur. Bunu kimse sevmez.

Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye

Himmet-i evliyâ bize yâr iken

Himmet-i evliyâ bize yâr iken
Şâh-ı Nakşibendî ser-hünkâr iken
Seyyid Tâhâ, Sıbgatullah var iken
"Kâbe kavseyn"e dek seyrânımız var.
~~~~Salih Baba Divanı~~~~

Bu Hamdi’ye çok eylediler zulumü

Hamid Hamdi-i Vanî el Malatî( 1873-1955)
Nam-ı diğer Fatih dersiamlarından Müfti-i Vanî. Doğduğunda omzunda, sırtında ve alnında bir takım yazıların varlığı sebebiyle yazıların sırrını çözmek gayesiyle babası onu İstanbul’a götürür. Fakat büyümeye bağlı olarak zamanla bedeninden silinen yazıların sırrı anlaşılamaz. Van’da rüşdiyeyi birincilikle bitiren Hamid efendi İslami ilimler eğitimi için Seyyid Fehim Arvasi’nin( kuddise sirruhu) rahle-i tedrisinde bulunur. Sultan 2.Abdulhamid Han tarafından Hindistan,Hicaz gibi yerlerde din hizmeti için görevlendirildi.1915 yılında Van Hukuk Müşaviri ve Hoşab(Güzelsu)Müftüsü iken Ruslar destekli Ermeni komitacıların eşi ve çocuklarına yaptığı akıl almaz vahşete ve katliama bizzat tanık oldu. Üç yıllık bir hicretten sonra 1918’de Malatya’ya yerleşti yeniden evlendi. Hukuk, tıp, kimya, tarih, tefsir ve tasavvuf alanında kitap ve risaleler te’lif etti. Mürşidi Seyyid Fehim Arvasi’ye hitap ettiği aşağıdaki dörtlük yaşadığı çileyi anlamaya bir nebze yardımcı olmaktadır.
“Gel yetiş seyyid Fehim tut elimi
Bu Hamdi’ye çok eylediler zulumü
Kaldır nikab perdesini görem yüzünü
Cemalin şem’ine sürem yüzümü
Ben bu şem’e eremedim ne çare.”
Malatya’da medfun bulunan Hamîd efendiye Allahu Teala’dan rahmet diliyoruz.Mekanı cennet, komşuları sadat olsun.

DİLERSE

İngiltere'de yaşayan Somali'li fakir bir kadın, yardım almak için bir radyo istasyonunu arar.
Bu radyo programını dinleyen ateist bir İngiliz, bu müslüman kadınla dalga geçmeye karar verir ve kadının isim ve adresini aldıktan sonra sekreterini çağırarak ona büyük miktar gıda ve yardım malzemeleri alıp kadına götürmesini ister.
Ve sekretere; 
_"Eğer kadın gıdayı kimin gönderdiğini sorarsa, ona şeytandan olduğunu söyle"_
diye emreder.
Sekreter, kadının evine geldiğinde, kadın mutlulukla gelen malzemeleri kabul eder.
Sekreter ona:
_"Bunları kimin gönderdiğini bilmek istemiyor musun ?"_
diye sorduğunda;
Fatima isimli okuma yazma bilmeyen bu kadın malzemeleri gönderen ateist İngiliz düşünürü *Dr. Timothy Winter*'in müslüman olup adını *Abdülhakim Murad* olarak değiştirmesine vesile olacak şu hârika cevâbı verir :
"Hayır, ilgilenmiyorum. Çünkü *Allah* bir şeyin olmasını istediğinde şeytanlar bile ona itaat eder" der.

Besmele çekmeyi ihmal etmemeli

Bismillahillezî lâ yedurru ma’asmihî şey’ün fil erdı ve lâ fissemâi ve hüvessemî’ul alîm. Bu duada, karada, denizde, havada, yani nerede olursa olsun, bir mümin, başladığı herhangi bir işte Besmele çekerse, ona bir zarar gelmeyeceği bildiriliyor. Herhangi bir vasıtaya [uçağa, gemiye, otobüse] binerken Besmele çeken hiç korkmasın! O halde, her işe başlarken Besmele çekmeyi ihmal etmemelidir.

1958 yılında basılmış Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye kitabı 1.kısım 2.baskı

1958 yılında basılmış Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye kitabı 1.kısım 2.baskı

Bu kitab Hüseyin Hilmi Işık hocamız tarafından Saim Şensöz beğe hediyye edilmiştir.


Bu resimde hocamız Hüseyin Hilmi Işık efendinin Saim Şensöz beğe hediye ettiği 1958 yılı 1.kısım 2.baskı ilmihalin başına yazdığı hediyye takdim yazısı ve imzasıdır.

Burada hocamız Hüseyin Hilmi Işık efendi "Kıymetli kardeşim Saim Şensöze âciz hediyemdir.

27-9-958 

Kimya Yüksek Mühendisi Albay Hilmi"  yazmakta ve imzası bulunmaktadır.

YÂDİGÂR MEKTÛBLAR (46. MEKTUB)

Bu mektub Hüseyn Hilmi Işık efendi tarafından talebesine yazılmıştır.
Ve aleyküm selâm kıymetli talebem Ali
Mektubunuza ve bilhassa duâlarınıza çok teşekkür ederim. Bağlum'u ziyaretinize ve [Abdülhakîm] Efendi hazretlerine ve [orada medfun bulunan] anneme duâlarınıza çok memnûn oldum.Hem onlar sizden istifâde etmiş,hem de siz Efendi hazretlerinden çok istifâde etmişsiniz.

Kardeşim, bu zemanda dünyânın her tarafı berbad.Hele orası pek feci! Sizin orada nefsinize ufak bir muhalefetiniz,size dağlar kadar sevâb kazandırır. Ben de sizin gibi fakültede okurken kızlar etrafımızda cıvıl cıvıl dolaşırlardı. Efendi Hazretlerinin teveccühleri bizi korudu.Cenâb-ı Hak,sizin yardımcınız olsun.

Bu günler çabuk geçer.İnsan yapdığı ile kalır.Sonra pişman olmak fâide vermez. Çok dikkatli ve uyanık olunuz. Sabr ediniz. Subay olunca helâlinden herşeye kavuşursunuz. Nefs çok şeyler ister.Fakat çabuk bıkar.Sonra daha fenâsını ister. Ve insanı felâkete sürükler.Aman kardeşim,nefse aldanmayın.Sonra insan dünyada ve âhirette mahcûb olur.Allahü teâlâ müslümanlara dünyâ zevklerinin helâl yolunu göstermiştir. Aklı olan helâl yoldan zevklenir.

Sapık olan ahbâb ve akrabâ ziyaret edilmez.Onlar dost değil,düşmandır.Onlarla görüşme! Darılırsa darılsın! Allahü teâlâyı darıltmamalıdır.Seâdet-i Ebediyye'nin 42'nci maddesini iyi okuyunuz.

Din ve dünyâ seâdetinize duâlar eder,duâlarınızı beklerim efendim.

Kaynak: Yadigar Mektublar
Sahife no: 57

Katı-ı tarîk (Allahu teâlânın yolunu kesenler)

Bir nevi' katı-ı tarîklik vardır ki, bunlar Allahu teâlânın yolunu kesen,katı'-ı tarîk-i ilâhî olanlardır.Bunlar şol kimselerdir ki,bu derece âlim olmadıkları ve irşâda ehil bulunmadıkları halde,kendilerini lâyık ve halka pişvâ [önder] ve dinde müslümanları irşâd hususunda kâfi ve kâmil bilip ileri atılanlardır.Bunların cezâsına dünya mütehammil değildir. Bunların cezâsı, yevm-ül cezâda verilecektir. Gemlenip ya'ni ağızlarına ateşten gem vurulup yüzü koyun sürüklenerek melâike tarafından cehenneme atılacaklardır. Şimdi bu derece âlim ve irşâda ehil kimse yoktur.

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin (kuddise sirruh), Cezâ evleri umûm müdürü Baha Arıkan'ın İslâm hukuku ile alâkalı suâllerine vermiş olduğu,başka bir yerde bulunması çok zor olan doyurucu cevâblarından bir bölüm)

Tarîkat ve Tasavvuf

Bu bir zamandır ki,şerîatin şeâiri [İslam dîninin şiârları,alâmetleri] muhtefî [örtüldü]. Tarîkatin ana caddesi boşaldı.İnsanın vücûdunda nefs-i emmâre hâkim ve galib olup ,şeytanın askerleri her tarafta hükmünü icrâ etmektedir.Hakîkat ilimlerinin alâmet ve işâretleri ters dönmüş,ya da yok olmuş,tarîkat yolları kapanmış ve bitmiştir. Tasavvufun ma'nâsı bozuldu,ismi kaldı. Erkânı [direkleri] kırıldı,resmi kaldı. Hattâ isim ve resim bile tebdîl ve tahvîle [değişikliğe] uğradı. Ehli olmayanlar tasavvufu dıştan güzel görünen,hattâ felsefeden alınmış kıymetli bir şey sandılar. O ise hakîkatler kaynağıdır. Görenler bildiler,anladılar. Görmeyenler ise,ya taklîd sahrasında kaldılar yahûd da şübhe ve tereddüdde bocaladılar. Belki inkâr çukurlarına yuvarlandılar.

İslâm gayreti taşıyanlar,bu azîz ve parlak dînin yücelmesini ,ahkâmının yükseklere kaldırılmasını ve bu arada hakîkî dîn kardeşler,sırdaş olacak dostlar aramak istediler. Bu münâsebetle dînin umûmi fâidelerini beyân ve ayan edecek ve hakîkat gelininin yüzündeki örtüyü kaldıracak büyük zâtlar aradılar.

(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (kuddise sirruh) hazretlerinin mektubundan bir bölüm)

RÛH

İbni Battâl: "Ruhun hakîkatinin bilinmemesindeki hikmet, insanın aczinin izhârıdır. Zirâ rûhun mevcûdiyeti kat'i olmakla beraber hakîkati bildirilmedi. Bunda Hâlik-ı kâinât sübhânehü ve teâlânın hakîkatini idrâkte acze işâret vardır. Buna daha bâriz bir misâl de, insanın kendi kendisini idrâkten âciz olmasıdır" buyurdu.
(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (Kuddise sirruh) hazretlerinin ruh risalesinden bir bölüm)