BEN VARIM!
Müşrikler toplanmış, intikam istiyorlardı.
24 bin kişilk mücehhez bir ordu, bir aydır ablukada idi Medîne.
Hendekler kazılmıştı Medîne’nin etafında,
Hendekler engel müşriklere.
Müşrîkler engel açlık ile imtihan edilen müslimanlara.
Bir Amr vardı;
“bin kişilik bir orduya bedel”
denilen bir cengaver.
Hem de 90 yaşına bakmadan gelmiş Medîne önlerine.
Bedir”de yaralanmış,
İntikam peşinde;
Bedr’in intikamı peşinde idi.
Müşriklerin umûmî taarruza geçtiği bir sırada,
Geçivermiş atı ile hendeği.
Artık hendeğin gerisinde,
Efendimiz Aleyhisselatü vesselamın ve müslimanların tam önünde.
Meydan okumakta müslimanlara,
Er istiyordu kendisi ile döğüşecek, karşısında.
Buyurdu etrafına Efendimiz “sallallahu teala aleyhi vesellem”
-Bu mel’unun karşısına var mı çıkacak?
-Ben çıkarım ya Resulallah! diye kükredi genç bir arslan.
-Sen otur! buyurdu Efendimiz. Ve tekrar seslendiler;
-Bu mel’unun karşısına var mı çıkacak?
Sükûtta eshâb-ı kirâm. Lakin korkaklıktan âzâde,
Meydan okuyanın kim olduğunu iyi bilmekteler.
Şımarmakta müşrik. Alay edercesine, meydan okuyarak bir daha;
-Cennetlik olmak isteyen yok mu?
Ayağa kalktı tekrar o genç arslan, ve seslendi;
-Ben çıkarım ya Resûlullah!
Bir daha;
-Sen otur! buyurdu Efendimiz.
-Var mı çıkacak?
Dayanamadı arslan, tekrar kalktı;
-Ben varım ya Resûlullah!
-Gelen Amr’dır !
-Amr olsa da çıkarım ya Resulûllah! dedi.
Çıkardı üzerinden zırhını Efendimiz, verdi ona.
Ve dua etti, muvaffakiyeti için Allahu te’âlâya.
Kocaman, bir dev adam, doksan yaşlarında,
Gencecik bir arslan meydan okumasına karşılık vererek meydanda.
Adeti imiş Amr’ın, rakibinin üç isteiğini kabul edermiş, döğüş başlamadan.
Genç dedi ki;
-Müsliman olmanı isterim.
- Buna imkan yoktur!
-Öyle ise döğüşten çekil!
- Bütün Arap kadınlarının benimle alay etmelerine tahammül edemem!
-O halde döğüşelim!
Der demez, saldırıya geçti Amr. Gururlu idi, piyade olan rakibi ile kendisi at üzerinde olarak döğüşmeyecek kadar hem de.
Atından atlayıverdi yere ve bir kılç darbesi ile kesiverdi ayaklarını atının.
Tanıyamamıştı zırh içindeki rakibini, Amr.
- Sen kimsin?
- Ali bin Ebi Talib'im!
- Vay... Dostumun oğluymuş. Senin ağzın süt kokuyor be çocuk. Haydi sen git de başkası gelsin. Ben senin kanınla kılıcımı boyamak istemem!
diye küçümsedi Ali’yi (kerremallahu vecheh)
-Ben de seninle döğüşmeye tenezzül etmem. Ama kılıcımı senin kılıcınla ölçeceğim.!
Kükreyerek saldırdı Amr, kılıcını çekerek Hazret-i Ali'nin üzerine hücum etti. Bir vuruşta kalkanını ikiye böldü. Hatta yaraladı da alnından Hazret-i Ali'yi.
Sıra Allah'ın arslanına gelmişti.
Öyle bir vurdu ki arslan, Hazret-i Alİ (kerremallahu vecheh)
omzundan aşağı ikiye ayırıverdi koca Amr’ı.
Er meydanında yankılandı Allah’ın Arslanı’nın sesi;
-Allahu Ekber!
Artık dört bir taraftan yükselmeye başlayan tekbirler,
hendeğin karşısındaki müşriklere korku salmaya yetmişti;
-Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber!..
Ardından yetişiverdi nusret-i ilâhî;
Şiddetli bir fırtına çıkıverdi, kâfirlerin yiyecek depolarını yerinden söküp attı, alt üst etti karargahlarını.
Kaçtılar, arkalarına bile bakmadan, bırakarak meydanlarda;
en namlı cengaverlerini…
gururlarını…
her şeylerini...
"Ey iman edenler! Allah'ın nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmiş de biz onların üzerine rüzgar ve
sizin görmediğiniz ordular göndermiştik." (Ahzab suresi, 9.)
24 bin kişilk mücehhez bir ordu, bir aydır ablukada idi Medîne.
Hendekler kazılmıştı Medîne’nin etafında,
Hendekler engel müşriklere.
Müşrîkler engel açlık ile imtihan edilen müslimanlara.
Bir Amr vardı;
“bin kişilik bir orduya bedel”
denilen bir cengaver.
Hem de 90 yaşına bakmadan gelmiş Medîne önlerine.
Bedir”de yaralanmış,
İntikam peşinde;
Bedr’in intikamı peşinde idi.
Müşriklerin umûmî taarruza geçtiği bir sırada,
Geçivermiş atı ile hendeği.
Artık hendeğin gerisinde,
Efendimiz Aleyhisselatü vesselamın ve müslimanların tam önünde.
Meydan okumakta müslimanlara,
Er istiyordu kendisi ile döğüşecek, karşısında.
Buyurdu etrafına Efendimiz “sallallahu teala aleyhi vesellem”
-Bu mel’unun karşısına var mı çıkacak?
-Ben çıkarım ya Resulallah! diye kükredi genç bir arslan.
-Sen otur! buyurdu Efendimiz. Ve tekrar seslendiler;
-Bu mel’unun karşısına var mı çıkacak?
Sükûtta eshâb-ı kirâm. Lakin korkaklıktan âzâde,
Meydan okuyanın kim olduğunu iyi bilmekteler.
Şımarmakta müşrik. Alay edercesine, meydan okuyarak bir daha;
-Cennetlik olmak isteyen yok mu?
Ayağa kalktı tekrar o genç arslan, ve seslendi;
-Ben çıkarım ya Resûlullah!
Bir daha;
-Sen otur! buyurdu Efendimiz.
-Var mı çıkacak?
Dayanamadı arslan, tekrar kalktı;
-Ben varım ya Resûlullah!
-Gelen Amr’dır !
-Amr olsa da çıkarım ya Resulûllah! dedi.
Çıkardı üzerinden zırhını Efendimiz, verdi ona.
Ve dua etti, muvaffakiyeti için Allahu te’âlâya.
Kocaman, bir dev adam, doksan yaşlarında,
Gencecik bir arslan meydan okumasına karşılık vererek meydanda.
Adeti imiş Amr’ın, rakibinin üç isteiğini kabul edermiş, döğüş başlamadan.
Genç dedi ki;
-Müsliman olmanı isterim.
- Buna imkan yoktur!
-Öyle ise döğüşten çekil!
- Bütün Arap kadınlarının benimle alay etmelerine tahammül edemem!
-O halde döğüşelim!
Der demez, saldırıya geçti Amr. Gururlu idi, piyade olan rakibi ile kendisi at üzerinde olarak döğüşmeyecek kadar hem de.
Atından atlayıverdi yere ve bir kılç darbesi ile kesiverdi ayaklarını atının.
Tanıyamamıştı zırh içindeki rakibini, Amr.
- Sen kimsin?
- Ali bin Ebi Talib'im!
- Vay... Dostumun oğluymuş. Senin ağzın süt kokuyor be çocuk. Haydi sen git de başkası gelsin. Ben senin kanınla kılıcımı boyamak istemem!
diye küçümsedi Ali’yi (kerremallahu vecheh)
-Ben de seninle döğüşmeye tenezzül etmem. Ama kılıcımı senin kılıcınla ölçeceğim.!
Kükreyerek saldırdı Amr, kılıcını çekerek Hazret-i Ali'nin üzerine hücum etti. Bir vuruşta kalkanını ikiye böldü. Hatta yaraladı da alnından Hazret-i Ali'yi.
Sıra Allah'ın arslanına gelmişti.
Öyle bir vurdu ki arslan, Hazret-i Alİ (kerremallahu vecheh)
omzundan aşağı ikiye ayırıverdi koca Amr’ı.
Er meydanında yankılandı Allah’ın Arslanı’nın sesi;
-Allahu Ekber!
Artık dört bir taraftan yükselmeye başlayan tekbirler,
hendeğin karşısındaki müşriklere korku salmaya yetmişti;
-Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber!..
Ardından yetişiverdi nusret-i ilâhî;
Şiddetli bir fırtına çıkıverdi, kâfirlerin yiyecek depolarını yerinden söküp attı, alt üst etti karargahlarını.
Kaçtılar, arkalarına bile bakmadan, bırakarak meydanlarda;
en namlı cengaverlerini…
gururlarını…
her şeylerini...
"Ey iman edenler! Allah'ın nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmiş de biz onların üzerine rüzgar ve
sizin görmediğiniz ordular göndermiştik." (Ahzab suresi, 9.)
ŞÜKÜR
ŞÜKÜR
İmâm-ı Rabbânî “kaddesallahu teala sirreh” hazretlerinin Mektûbât-ı Şerîfini, ehl-i sünnet ‘âlimlerinin bâhâ biçilemez kıymetteki fıkıh ve akâid kitablarını terceme ederek ve bu eserlerin ışığında pek kıymetli talebeler yetiştirmiş, küfrün her renge büründüğü bir zamanda o kıymetli talebeleri ile ihlas ile gece gündüz ehl-i sünneti neşr etmeye, takviye etmeye gayret etmiş, ömrünü sünnet-i seniyyeye ittiba’ ve şeyh-i muktedâya iktidaya sarf eylemiş
“Numûne-i âlimân-ı nakşibendân” olan asrımıza ışık tutmuş ol zata,
Allahu teâlâ nihayetsiz kerem hazinesinden ziyade ihsan buyursun.
Âmin.
Kabrini, sevdikleri ile birlikte olma yerine açılan bir kapı eylesin.
Amin.
Bizleri dahi ona her daim duacı eylesin.
Amin.
ADL-İ İLÂHÎ
Zamanımızın fâdıllarından bir zat şöyle buyurmuştu:
“Hak teâlâ, acabâ muvakkat, hattâ çok kısa sayılan bir ömrde işlenen küfre, niçin sonsuz azâb edeceğini bildirdi?Muvakkat suça, sonsuz azâb etmek, Allahü teâlânın adli ile bağdaşır mı?
Düşünürdüm. Şimdi yakînen anlıyorum ki, İslam düşmanlarının işledikleri cürüm, yalnız kendilerinde kalmıyor, milyonlarca, milyarlarca müslimânın küfrüne, günâha girmesine sebeb oluyorlar. İşte bu yüzden adl-i ilâhînin tecellisi, onların bu sonsuz Cehennem azâbına çarpmalarıdır.”
“Hak teâlâ, acabâ muvakkat, hattâ çok kısa sayılan bir ömrde işlenen küfre, niçin sonsuz azâb edeceğini bildirdi?Muvakkat suça, sonsuz azâb etmek, Allahü teâlânın adli ile bağdaşır mı?
Düşünürdüm. Şimdi yakînen anlıyorum ki, İslam düşmanlarının işledikleri cürüm, yalnız kendilerinde kalmıyor, milyonlarca, milyarlarca müslimânın küfrüne, günâha girmesine sebeb oluyorlar. İşte bu yüzden adl-i ilâhînin tecellisi, onların bu sonsuz Cehennem azâbına çarpmalarıdır.”
İZ
Zamanımızın fâdıllarından bir danesi buyurdu ki;
“Ehl-i Sünnet o kimsedir ki, bir yerde bir sâat kalsa, orada hayrlı bir iz bırakır”
Ya bir yere tohum eken ve onu bir ömür boyu besleyen?..
“Ehl-i Sünnet o kimsedir ki, bir yerde bir sâat kalsa, orada hayrlı bir iz bırakır”
Ya bir yere tohum eken ve onu bir ömür boyu besleyen?..
İRŞÂD
İrşâd-ı hakîkî odur ki;
bir mürşid-i kâmilin, yukarıdan aldıklarını aşağıya, aşağıdakileri de yukarıya ulaştırmasıdır.
Ya’ni Resûl-i Ekrem “sallallahu teala aleyhi ve sellem“ Efendimize olan ittiba’ ve muhabbetleri ile ve sünnet-i seniyyeyi yaşamadaki hassasiyet ve dikkatleri hasebiyle Allahu tealanın onlara ihsan buyurduğu ilm ve ahvâli, kulluğun hakîkatine kavuşmaya talibli olanlara vasıta olmaklığıdır.
bir mürşid-i kâmilin, yukarıdan aldıklarını aşağıya, aşağıdakileri de yukarıya ulaştırmasıdır.
Ya’ni Resûl-i Ekrem “sallallahu teala aleyhi ve sellem“ Efendimize olan ittiba’ ve muhabbetleri ile ve sünnet-i seniyyeyi yaşamadaki hassasiyet ve dikkatleri hasebiyle Allahu tealanın onlara ihsan buyurduğu ilm ve ahvâli, kulluğun hakîkatine kavuşmaya talibli olanlara vasıta olmaklığıdır.
RA’FET
Zamanımızın fâdıllarından bir dânesi buyurmuşlardı ki;
“Ra'fetin rahmetden ince bir farkı vardır. Ra'fetde en çirkin, afv edilmez sanılan günâhlara da merhâmet vardır.”
“Ra'fetin rahmetden ince bir farkı vardır. Ra'fetde en çirkin, afv edilmez sanılan günâhlara da merhâmet vardır.”
DERT VE BELÂ
İmâm-ı Rabbânî “kaddesallahu teala sirreh” hazretleri 2. cild, 99. mektûbda buyurdular ki;
“Derd ve belâ görünüşde musîbetdir. Aslında ise, kulu Allahü teâlâya yaklaşdıran vesîlelerdir.”
“Derd ve belâ görünüşde musîbetdir. Aslında ise, kulu Allahü teâlâya yaklaşdıran vesîlelerdir.”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)