Şeş ciheti başdan başa kaplamış
Gelir her taraftan hû-yı muhabbet
Hâl-i hindû askerini toplamış
Sarmış haddin ile mûy-ı muhabbet
Bülbüle çekdirir âh ile zarı
Pervaneye dâim gösterir nârı
Mecnun'un Leylâ'sı Mansûr'un darı
Ezelden böyledir hûy-ı muhabbet
Pirimden arz etmiş hûb-cemâlini
Gönlüne dere etmiş hep kemâlini
Dilinden şerh eyler her bir hâlini
Dağılır Sami'den bûy-ı muhabbet
Gâh kendini gizler girer ebcede
Gâhi ebru ile ayn-ı esvede
Gâhi de aks eder şâb-ı emrede
Anlardan gösterir rûyu muhabbet
Gâhi sultân olur gâhi dilenci
Gâhi doğru olur gâhi yalancı
Gâhi tüccar olur gâhi talancı
Gezer ili hem çarşıyı muhabbet
Gâh ahdine vefasını gösterir
Gâh Salih'e safâsını gösterir
Gâh şiddetle cefâsını gösterir
Yaklaştıkça yârin köyü muhabbet
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri ve anatomi
Bir gün Abdülhakim Arvasi Efendi Hazretleri hastalanmış. Bir doktor getirmişler. Doktora, otur da biraz hasbihâl edelim, sonra muâyeneni yaparsın, demiş. Efendi Hazretleri doktora güzelce bir anatomi dersi vermiş. Adam bakmış, bakmış; Efendim, siz bunları nereden biliyorsunuz? Bizim ders kitâblarımız var, bizim işimiz bu zâten. Siz bir din adamısınız, din hocasısınız. Bunların hepsi tıpla ilgili bilgiler. Siz bunları nereden biliyorsunuz, demiş. Efendi Hazretleri Doktora; Ellibin cild kitâb okudum, bunların içerisinde anatomi de vardı, buyurmuş...
Seyyid Abdülhakim Arvasi Efendi Hazretleri <<kaddesallahü esrârahüm>>, Zâhir ve bâtın ilmlerinde kâmil ve dört mezhebinde fıkh bilgilerinde mâhir, veliy-yi kâmil idi.
Seyyid Abdülhakim Arvasi Efendi Hazretleri <<kaddesallahü esrârahüm>>, Zâhir ve bâtın ilmlerinde kâmil ve dört mezhebinde fıkh bilgilerinde mâhir, veliy-yi kâmil idi.
"BİR SAHABE'Yİ SEVMEMEK"
"Her insanın vücûdunda binlerce damar vardır. Bu damarların hepsi, Peygamber Efendimiz'in Eshâb-ı Kirâm'ına karşı muhabbet üzere bulunsa, Yalnız bir tanesi, Eshâb-ı Kirâm'dan birine karşı Düşmanlık, Sevgisizlik üzere olsa, Ölüm zemânında Emir gelir ve Cânını O bir damardan alırlar.
Bunun bozukluğu sebebiyle ; Dünyâdan İmânsız gider."
Ebû Ali Dekkâk (Radıyallâhü Teâlâ Anh)
[Sevâd-ı A'zam]
Bunun bozukluğu sebebiyle ; Dünyâdan İmânsız gider."
Ebû Ali Dekkâk (Radıyallâhü Teâlâ Anh)
[Sevâd-ı A'zam]
Hudânın lutfu ihsanı şerî'ât
Hudânın lutfu ihsanı şerî'ât
Marîzin cümle dermanı şerî'ât
Dahi hem "küntü kenz" in mebdeinden
Giyüben şekl-i nûrânî şerî'ât
Dahi Hayy isminin hem mazharıdır
Odur hem ümm-i rûhânî şerî'ât
Müdebbir isminin hem cevheridir
Behiştin hûrî gılmânı şerî'ât
Kalem şakk oldu ilm ü hikmetinden
Yazıldı cümle elvân-ı şerî'ât
Yazıldı levh-i mahfuza serâser
Kamu esrarı ayanı şerî'ât
Dahi Musa'ya nutk etti seçerden
Asadan yardı ummanı şerî'ât
Ki ismail kıluben inkıyadı
Erişti kebşi kurbân-ı şerî'ât
Dahi esrarı nûr-u Mustafâ'dır
Kılan izhâr-ı Kur'ân'ı şerî'ât
Dahi mi'râca teşrîfinden Ahmed
Delîli akl-ı furkân-ı şerî'ât
Hicablar ref olup "Nurun alâ nur"
Hitab-ı nûr-u Rabbânî şerî'ât
Hem otuz iki harfin aslıdır ol
Kelâmın bahri ummanı şerî'ât
Ki ansız bir nebî gelmez zuhura
Asası elde burhanı şerî'ât
Hakîkat hafızı dîv-i recîmden
Alır berzahdan inşânı şerîât
Hakîkat ehlinin hem muktedâsı
Kamu ebrârın îmânı şerî'ât
Hakîkat lübbü esrâr-ı kelâmdır
Zuhura getiren anı şerî'ât
Hakîkat ruhudur hem evliyanın
Dahi ecsâm ile canı şerîât
Hakîkat mazharı hem ism-i zâttır
Sıfatın cümle burhanı şerî'ât
Hakîkat gerçi kim şems-i Huda'dır
O şemsin mâh-ı tâbânı şerî'ât
Hakîkat ehlinin yoktur nişanı
imaret eden ekvânı şerîât
Hakîkat kenzinin mîftâhı oldur
Dahi hem hısnı derbânı şerî'ât
Hakîkat ehlinin düşmanı çoktur
Olubdur şâh-ı merdânı şerî'ât
Anı bilmezse kimse Hakkı bilmez
Usâtın dârül emânı şerîât
Hakîkat âlemi kenz-i hafîdir
Açıktır cümle meydân-ı şerî'ât
Hakîkat semtine ilkâ eder ol
Kamu ehl-i muhibbânı şerî'ât
Cemî-i âlemi kılmış ihata
Dahi hem arş-ı rahmânî şerîât
Yürütür hükmünü şark ile garba
Hudânın emri fermanı şerîât
Hakîkat hâlidir hem evliyanın
Kamu efâli ayanı şerî'ât
Kulûb-ı evliyadır âşiyânı
Kurulmuş tahtı sultânı şerîât
Sakın her mürşide varma hazer kıl
Görürsen anda noksân-ı şerî'ât
Sakın nefsim hevâya tâbi olma
Sen anı sanma kim fânî şerî'ât
Varıp dergâh-ı Sâmîde gulâm ol
Kılan icra O'dur şân-ı şerî'ât
Hakîkat Mürşid-i Rabbânî Ol'dur
Kamu hubbu suhandanı şerî'ât
Hakikatten beyân eyler meânî
Kamu tevîli tıbyânı şerî'ât
Dahi ismi Muhammed Şeyh-i
Sâmî Lisânından eder ceryan şerî'ât
Recâsı Salih'in budur Pirinden
Kılam icrâ-yı hakkânî şerî'ât
Marîzin cümle dermanı şerî'ât
Dahi hem "küntü kenz" in mebdeinden
Giyüben şekl-i nûrânî şerî'ât
Dahi Hayy isminin hem mazharıdır
Odur hem ümm-i rûhânî şerî'ât
Müdebbir isminin hem cevheridir
Behiştin hûrî gılmânı şerî'ât
Kalem şakk oldu ilm ü hikmetinden
Yazıldı cümle elvân-ı şerî'ât
Yazıldı levh-i mahfuza serâser
Kamu esrarı ayanı şerî'ât
Dahi Musa'ya nutk etti seçerden
Asadan yardı ummanı şerî'ât
Ki ismail kıluben inkıyadı
Erişti kebşi kurbân-ı şerî'ât
Dahi esrarı nûr-u Mustafâ'dır
Kılan izhâr-ı Kur'ân'ı şerî'ât
Dahi mi'râca teşrîfinden Ahmed
Delîli akl-ı furkân-ı şerî'ât
Hicablar ref olup "Nurun alâ nur"
Hitab-ı nûr-u Rabbânî şerî'ât
Hem otuz iki harfin aslıdır ol
Kelâmın bahri ummanı şerî'ât
Ki ansız bir nebî gelmez zuhura
Asası elde burhanı şerî'ât
Hakîkat hafızı dîv-i recîmden
Alır berzahdan inşânı şerîât
Hakîkat ehlinin hem muktedâsı
Kamu ebrârın îmânı şerî'ât
Hakîkat lübbü esrâr-ı kelâmdır
Zuhura getiren anı şerî'ât
Hakîkat ruhudur hem evliyanın
Dahi ecsâm ile canı şerîât
Hakîkat mazharı hem ism-i zâttır
Sıfatın cümle burhanı şerî'ât
Hakîkat gerçi kim şems-i Huda'dır
O şemsin mâh-ı tâbânı şerî'ât
Hakîkat ehlinin yoktur nişanı
imaret eden ekvânı şerîât
Hakîkat kenzinin mîftâhı oldur
Dahi hem hısnı derbânı şerî'ât
Hakîkat ehlinin düşmanı çoktur
Olubdur şâh-ı merdânı şerî'ât
Anı bilmezse kimse Hakkı bilmez
Usâtın dârül emânı şerîât
Hakîkat âlemi kenz-i hafîdir
Açıktır cümle meydân-ı şerî'ât
Hakîkat semtine ilkâ eder ol
Kamu ehl-i muhibbânı şerî'ât
Cemî-i âlemi kılmış ihata
Dahi hem arş-ı rahmânî şerîât
Yürütür hükmünü şark ile garba
Hudânın emri fermanı şerîât
Hakîkat hâlidir hem evliyanın
Kamu efâli ayanı şerî'ât
Kulûb-ı evliyadır âşiyânı
Kurulmuş tahtı sultânı şerîât
Sakın her mürşide varma hazer kıl
Görürsen anda noksân-ı şerî'ât
Sakın nefsim hevâya tâbi olma
Sen anı sanma kim fânî şerî'ât
Varıp dergâh-ı Sâmîde gulâm ol
Kılan icra O'dur şân-ı şerî'ât
Hakîkat Mürşid-i Rabbânî Ol'dur
Kamu hubbu suhandanı şerî'ât
Hakikatten beyân eyler meânî
Kamu tevîli tıbyânı şerî'ât
Dahi ismi Muhammed Şeyh-i
Sâmî Lisânından eder ceryan şerî'ât
Recâsı Salih'in budur Pirinden
Kılam icrâ-yı hakkânî şerî'ât
Dâd elinden ey gönül kıldın bana cevr ü itâb
Dâd elinden ey gönül kıldın bana cevr ü itâb
Yandırıp râz-ı derûnum bağrımı kıldın kebâb
Çokları nûr-ı cemâlinle müşerref eyledin
Ağladıkça ben kaçındın yüzüne çekdin nikâb
Her belâ çevgânına karşı tutup bu boynumu
Bu vücûdum şehrini baştan başa kıldın harâb
İstedikçe vuslatı ferdaya saldın sen beni
Hasret-i hicran odundan var mı artık bir azâb
Serseri gezme cihanda sen sana gel ey gönül
Bir gün olur başına döner bu etdiğin dolâb
Pîr-i Sâmî Hazretine ilticaya gelmişem
Sun bize vahdet meyinden bir kadeh memlû şarâb
Sırr-ı vahdet âlemine eyle mahrem bizleri
İyd-ı vuslat günleridir aradan kalksın hicâb
Sâlih'em Leylâ-sıfat bir dilberin Mecnûnuyum
Perdeyi yüzden götür ey mazhar-ı âlî-cenâb
Yandırıp râz-ı derûnum bağrımı kıldın kebâb
Çokları nûr-ı cemâlinle müşerref eyledin
Ağladıkça ben kaçındın yüzüne çekdin nikâb
Her belâ çevgânına karşı tutup bu boynumu
Bu vücûdum şehrini baştan başa kıldın harâb
İstedikçe vuslatı ferdaya saldın sen beni
Hasret-i hicran odundan var mı artık bir azâb
Serseri gezme cihanda sen sana gel ey gönül
Bir gün olur başına döner bu etdiğin dolâb
Pîr-i Sâmî Hazretine ilticaya gelmişem
Sun bize vahdet meyinden bir kadeh memlû şarâb
Sırr-ı vahdet âlemine eyle mahrem bizleri
İyd-ı vuslat günleridir aradan kalksın hicâb
Sâlih'em Leylâ-sıfat bir dilberin Mecnûnuyum
Perdeyi yüzden götür ey mazhar-ı âlî-cenâb
Hazret-i pîrimden olaldan münib
Hazret-i pîrimden olaldan münib
Zahir oldu çok alâmetler acîb
Ten senin bu can senin cânân senin
Benliğim kaldır aradan ya Mucîb
Yûsuf-ı cananıma irgür meni
Hüsn-i ruhsârına eyle andelib
Dest-i pîrimden içirip badeyi
Cür'a-i vahdet meyinden kıl nasîb
Defter-i uşşâka kayd et adımı
Hürmetine Mefhar-i âlem Habîb
Pîr-i Sâmî Hazretin yâ Rabbena
Bu derûnum derdine eyle tabîb
Senden özge yok enîsim yâ İlâh
Salih'i bırakma bu yerde garîb
Zahir oldu çok alâmetler acîb
Ten senin bu can senin cânân senin
Benliğim kaldır aradan ya Mucîb
Yûsuf-ı cananıma irgür meni
Hüsn-i ruhsârına eyle andelib
Dest-i pîrimden içirip badeyi
Cür'a-i vahdet meyinden kıl nasîb
Defter-i uşşâka kayd et adımı
Hürmetine Mefhar-i âlem Habîb
Pîr-i Sâmî Hazretin yâ Rabbena
Bu derûnum derdine eyle tabîb
Senden özge yok enîsim yâ İlâh
Salih'i bırakma bu yerde garîb
Söz ile bir kalbe doğmaz ledünni
Söz ile bir kalbe doğmaz ledünni
Bütün azaları dil olmayınca
Nefs-i emmârenin bilinmez fendi
Gönül şehri bahr-ı Nîl olmayınca
Söz ile bulunmaz bir sâdık muhîb
Derde düşmeyince aranmaz tabîb
Her bir şükûfeye konmaz andelîb
Madem ki içinde gül olmayınca
Her bir âşık vâsıl olmaz yârına
Berdâr olmayınca vuslat darına
Pervâne-veş düşüp aşkın nârına
Mansur gibi yanıp kül olmayınca
El çek mâsivâdan bırak bu câhı
Râz-ı derûnundan eylegil âhı
Cânân illerinin açılmaz râhı
Varıp bir kâmile kul olmayınca
Pîr-i Sâmî gibi sâhib-irşâdı
Bulup kapısında kılak feryadı
Hiç birimiz bulamazık necatı
Bizim delîlimiz Ol olmayınca
Salih bu sözlerin yalan olamaz
Her beşer süratli insan olamaz
Her bir kimse ehl-i irfan olamaz
Kırk yerden yarılmış kıl olmayınca
Bütün azaları dil olmayınca
Nefs-i emmârenin bilinmez fendi
Gönül şehri bahr-ı Nîl olmayınca
Söz ile bulunmaz bir sâdık muhîb
Derde düşmeyince aranmaz tabîb
Her bir şükûfeye konmaz andelîb
Madem ki içinde gül olmayınca
Her bir âşık vâsıl olmaz yârına
Berdâr olmayınca vuslat darına
Pervâne-veş düşüp aşkın nârına
Mansur gibi yanıp kül olmayınca
El çek mâsivâdan bırak bu câhı
Râz-ı derûnundan eylegil âhı
Cânân illerinin açılmaz râhı
Varıp bir kâmile kul olmayınca
Pîr-i Sâmî gibi sâhib-irşâdı
Bulup kapısında kılak feryadı
Hiç birimiz bulamazık necatı
Bizim delîlimiz Ol olmayınca
Salih bu sözlerin yalan olamaz
Her beşer süratli insan olamaz
Her bir kimse ehl-i irfan olamaz
Kırk yerden yarılmış kıl olmayınca
Berzahda kalır ermez ise bu garîb insân
Berzahda kalır ermez ise bu garîb insân
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
Âh eyle gönül belki Huda eyleye ihsan
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
Bu ikisidir zübde-i esrâr-ı hakikat
Bir kâmile irgür var ise sende hamiyyet
Bu ikiden izhâr olur esrâr-ı hüviyyet
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
ister isen vuslatı derûn ile ara
Kıllet ile zillet ile derd ile ara
Nutkeyler olara erse seng ile hârâ
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
Tevrat ile İncil ü Zebur Kâf ile ara
Bu derde düşen zümre-i esnaf ile ara
Bunlar ile erişirsin vuslat-ı yâra
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
Esmalarına emr edip ol Kadir ü Mennân
Bir "Ahsen-i takvim" le yaratıldı bu inşân
Ol surete nefh eylediği Nefha-i Rahman
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
Bil fer'indir âlemde olan nûr ile ervah
Hep cümle maâdin ile zî-rûh olan eşbâh
Aynı da değil gayrı değil ol buna agâh
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
Ger ister isen sözlerime hücceti bürhân
Meydânda durur Hazret-i Sâmî gibi sultân
Cân ile gözü sem'i sözü vech ile yeksan
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
Bundan geri Salih dahi sen olma mükedder
Sami gibi bir sultânı hem kıldı müyesser
Takdîr-i ezel sana da olmuştur mukadder
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
Âh eyle gönül belki Huda eyleye ihsan
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
Bu ikisidir zübde-i esrâr-ı hakikat
Bir kâmile irgür var ise sende hamiyyet
Bu ikiden izhâr olur esrâr-ı hüviyyet
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
ister isen vuslatı derûn ile ara
Kıllet ile zillet ile derd ile ara
Nutkeyler olara erse seng ile hârâ
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
Tevrat ile İncil ü Zebur Kâf ile ara
Bu derde düşen zümre-i esnaf ile ara
Bunlar ile erişirsin vuslat-ı yâra
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
Esmalarına emr edip ol Kadir ü Mennân
Bir "Ahsen-i takvim" le yaratıldı bu inşân
Ol surete nefh eylediği Nefha-i Rahman
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
Bil fer'indir âlemde olan nûr ile ervah
Hep cümle maâdin ile zî-rûh olan eşbâh
Aynı da değil gayrı değil ol buna agâh
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
Ger ister isen sözlerime hücceti bürhân
Meydânda durur Hazret-i Sâmî gibi sultân
Cân ile gözü sem'i sözü vech ile yeksan
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
Bundan geri Salih dahi sen olma mükedder
Sami gibi bir sultânı hem kıldı müyesser
Takdîr-i ezel sana da olmuştur mukadder
Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ
Taha Üçışık amca ve Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri
Siz, Efendi hazretlerini gördünüz mü?
İki seneye yakın. Ben idrak edemedim; ama o beni idrak etti. Hatta hakkımda söylediği bir söz var: “Bundan iyilik görmeyen kalmayacak, dokunan yanacak” diye. Evet, bir yerde iyi, bir yerde çok tehlikeli bir adam yaptı beni. Onun için ben böyle kabuğuma çekilirim kimseye zarar vermemek için.
Baran dergisine vermiş olduğu röportajdan iktibastır...
İki seneye yakın. Ben idrak edemedim; ama o beni idrak etti. Hatta hakkımda söylediği bir söz var: “Bundan iyilik görmeyen kalmayacak, dokunan yanacak” diye. Evet, bir yerde iyi, bir yerde çok tehlikeli bir adam yaptı beni. Onun için ben böyle kabuğuma çekilirim kimseye zarar vermemek için.
Baran dergisine vermiş olduğu röportajdan iktibastır...
Salih Baba nasıl Salih Baba oldu ?
"Nakşi tarikatı Halidi kolundan zulcenaheyn şeyh Sami-il Erzincani hazretlerinin müridlerinden olan Salih Baba'nın tarikata intisabının ve şiir söylemeye başlamasının ilgi çekici bir menkıbesi nakledilir:
Piri Sami (Sami-il Erzincani) hazretlerinin, Salih baba ile adaş Muezzin Salih (veya bir gözü kör olduğu için Kör Salih) diye anılan bir müridi vardı. Bu zat, ara sıra demkeşlik yapar, Ermeni meyhanelerinde içki içer, dergaha dönüşünde de şeyhine görünmemek için köşe bucağa gizlenirdi. Böyle bir içki aleminin sonunda, geldiği dergahın sohbethanesine girmeyip mahçup ve ezik bir halde sofadan:
"Kuleden, kuleden, sesin aldım kuleden,O senin kaşın gözün beni sana kul eden"
beyitlerini okuyunca Piri Sami hazretleri:
- Gel Salih, senin her ayıbın hünerdir, diye buyurmuş ve bu hitab üzerine iç aleminde bir değişiklik olmuş ve bundan sonra asla içmemiştir.
Tesirli bir sesle sohbet zeminine göre beyit soyleyen bu Muezzin Salih ile çekingen, ümmi, içine kapalı bir çilingir ustası olan Salih (Salih Baba), aynı mahalle sakini olarak birbirlerine hal hatır sorar, arkadaşlık ederlerdi. O sıralarda Salih usta, şeriatsız hallere saptığından battal olmuş bir tarikata mensuptu ve tarikatın hali sebebiyle de oradan manen gıdalanamıyordu. İki Salih, bir gün aralarında konuşurlarken, Muezzin Salih, Salih ustaya:
- Bir gün sen bizim şeyhin sohbetine gel, bir gün ben de senin şeyhinin sohbetine geleyim, hangisinin sohbetinden lezzet alır, içimizde ısınma olursa ikimiz de o şeyhin tarikatına girelim, teklifinde bulunur.
Bunun uzerine Salih usta Kırıtlıoglu dergahında (Piri Sami hazretlerinin dergahı) bir gün sohbet dinlemiş. İkinci gün kendi şeyhinin sohbetinde bulunacakları yerde yeniden Piri Sami hazretlerinin sohbetinde bulunmuşlar. Asıl maya ve cevheri şeriata baglılık olan halis tarikatın yüksek nimet ve tasarrufunu taşıyan bu ulu şeyhin tuzağına gönüllü olarak yakalanan Salih usta da boylece bir daha eski tarikatına dönmemiş, zahirde bağ gibi görünen çürük alakasından ayrılıp kopmaz ve eskimez bağlarla yeni şeyhine bağlanmıştır.
Bu şekilde Kırıtlıoglu dergahına intisap eden Salih usta sesiz, mahcup ve bilgisiz bir kimse olarak sohbethanenin arka tarafinda köşe bucak gizlenir, kimse ile temas etmeye çekinir bir vaziyette, kendi halinde oturur, gölge misali gelir ve giderdi.
Salih usta için biteviye hareketsiz gecen günlerin birinde, Yunus Emre, Niyazi Mısri ve Kuddusi Baba gibi büyüklerin hikmetli şiirlerinden beyit ve kitaların okunmakta oldugu sohbethanedeki muritlerin bir kısmı:
- Bizim kolun büyüklerinde de şair olsaydı da, onların şiirlerini okusaydık, deyince, Piri Sami hazretleri:
- Bu bir himmet işidir, şiiri bizim Salih bile soyler, diyerek eliyle arka tarafında sinmiş olan Salih'e işaret edince, Salih o anda varidat ile dolarak irticalen şiir söylemeye başlamış ve yine o anda "fena"ya kavuşmuştur. Piri Sami hazretleri, kendisine:
- "Yeter Salih", deyinceye kadar şiir soylemeye devam eden Salih Baba, bu emirden sonra da başladığı gibi, kesilmiştir.İşte Salih Baba böyle Salih Baba olmuş bu Piri Sami hazretlerinin bu kerametinden sonra bu güzel tasavvuf şiirlerini söylemiştir.
Mezhepsize mezhepsiz demek
Sual: (Mezhepsize mezhepsiz demek, ona hakaret olacağı için caiz olmaz) deniyor. Günümüzde birçok mezhepsiz âlim var. Mezhepsize mezhepsiz demek niye caiz olmuyor? Mesela Mason Abduh’a mezhepsiz dense dinen caiz olmaz mı?
CEVAP
Aklı olmayana akılsız, dini olmayana dinsiz, parası olmayana parasız demek ne kadar normalse, mezhebi olmayana da mezhepsiz demek o kadar normaldir.
Mason Abduhcular, mezhepsiz olmayı fazilet biliyorlar ve mezhepsiz olduklarını da gizlemiyorlar. Mezhepsiz olmayı büyüklük sanıyorlar. (Biz mezhep taklit etmeyiz, tahkik ederiz) diyerek bir mezhebe uymuyorlar, kendi anladıklarına uyuyorlar. Her mezhepteki hükümlerden akıllarına yatanları alanlar olduğu gibi, mezhep hükümlerine hiç tenezzül etmeyip, âyet ve hadisten kendi anladıklarına uyanlar da vardır. Böylece katmerli mezhepsiz olduklarını gösteriyorlar. İslam âlimleri, bu işe telfîk diyor ve haram olduğunu bildiriyorlar.
Bütün mezhepsizler, kendilerini mutlak müctehid olarak gösteriyorlar. Mezhepte müctehidliği bile kabul etmiyorlar. Kabul etseler, bir mezhebe göre hüküm verecekler, mezhepten kurtulamayacaklar, yani istedikleri gibi süper mezhepsiz olamayacaklar. İmam-ı Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed gibi büyük âlimler bile, kendilerinin mutlak müctehid olduklarını söylememişler, mezhep içinde ictihad etmişlerdir. Süperler, mezhep içindeki ictihadla bile yetinmeyip, mezhepler üstü ictihad yapmaya kalkıyorlar.
Yabancı birkaç mezhepsizin ismini verelim: Ahmet Kadiyani, Behaullah, Efgani, İbni Hazm, İbni Rüşd, İbni Sebe, Şevkanî, Elbanî, Abduh, İbni Abdülvehhab Necdi, Ebu Zehra, İkbal, Sıddık Hasan Han, Reşat Halife, Reşit Rıza, S. Sabık, Mevdudî, Yusuf Kardavî, Zuhaylî...
Yerli mezhepsizlerin listesinin de verilmesi isteniyor. Bir ölçü verirsek, bunları bilmek kolaydır. Kim bu mezhepsizleri büyük âlim olarak bildiriyorsa, onların da mezhepsiz olduğu anlaşılmış olur. İyi bilinmeli ki, yerli mezhepsizler bunlardan çok ileri geçmiştir.
İsimsiz tarif olmaz
Sual: Yazılarınızda (Mezhepsiz, Vehhabî, Rafızî) gibi ifadeler çok geçiyor. İnsanları böyle kötülemek uygun mudur?
CEVAP
Biz kimseyi kötülemiyoruz. İsimsiz iş, isimsiz eşya, isimsiz tarif olmaz. Dini olmayana dinsiz, aklı olmayana akılsız, mezhebi olmayana mezhepsiz demek, onları kötülemek olmadığı gibi, Ehl-i sünnet olana Sünnî, Vehhabî olana Vehhabî, Rafızî olana Rafızî demek kötülemek değil, kimliklerini, durumlarını bildirmek, yaptıkları işi tarif etmek olur. Mesela Efganî, Abduh ve Kardâvî gibi kimseler, (Bizim mezhebimiz yok) diyorlar. Onlara, kendi söyledikleriyle, kendi kimlikleriyle hitap etmek yani (mezhepsiz) demek yalan ve iftira olmaz, sözlerini, kimliklerini belirtmek olur.
(Allah'ın eli, kolu var, gökte oturuyor) diyenler Vehhabîdir, Eshab-ı kirama saldıranlar Rafızîdir. Biz, Rafızîlere Vehhabî veya Vehhabîlere Rafızî demiyoruz. Biz sadece, onların kendi söylediklerini, yaptıklarını naklediyoruz.
CEVAP
Aklı olmayana akılsız, dini olmayana dinsiz, parası olmayana parasız demek ne kadar normalse, mezhebi olmayana da mezhepsiz demek o kadar normaldir.
Mason Abduhcular, mezhepsiz olmayı fazilet biliyorlar ve mezhepsiz olduklarını da gizlemiyorlar. Mezhepsiz olmayı büyüklük sanıyorlar. (Biz mezhep taklit etmeyiz, tahkik ederiz) diyerek bir mezhebe uymuyorlar, kendi anladıklarına uyuyorlar. Her mezhepteki hükümlerden akıllarına yatanları alanlar olduğu gibi, mezhep hükümlerine hiç tenezzül etmeyip, âyet ve hadisten kendi anladıklarına uyanlar da vardır. Böylece katmerli mezhepsiz olduklarını gösteriyorlar. İslam âlimleri, bu işe telfîk diyor ve haram olduğunu bildiriyorlar.
Bütün mezhepsizler, kendilerini mutlak müctehid olarak gösteriyorlar. Mezhepte müctehidliği bile kabul etmiyorlar. Kabul etseler, bir mezhebe göre hüküm verecekler, mezhepten kurtulamayacaklar, yani istedikleri gibi süper mezhepsiz olamayacaklar. İmam-ı Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed gibi büyük âlimler bile, kendilerinin mutlak müctehid olduklarını söylememişler, mezhep içinde ictihad etmişlerdir. Süperler, mezhep içindeki ictihadla bile yetinmeyip, mezhepler üstü ictihad yapmaya kalkıyorlar.
Yabancı birkaç mezhepsizin ismini verelim: Ahmet Kadiyani, Behaullah, Efgani, İbni Hazm, İbni Rüşd, İbni Sebe, Şevkanî, Elbanî, Abduh, İbni Abdülvehhab Necdi, Ebu Zehra, İkbal, Sıddık Hasan Han, Reşat Halife, Reşit Rıza, S. Sabık, Mevdudî, Yusuf Kardavî, Zuhaylî...
Yerli mezhepsizlerin listesinin de verilmesi isteniyor. Bir ölçü verirsek, bunları bilmek kolaydır. Kim bu mezhepsizleri büyük âlim olarak bildiriyorsa, onların da mezhepsiz olduğu anlaşılmış olur. İyi bilinmeli ki, yerli mezhepsizler bunlardan çok ileri geçmiştir.
İsimsiz tarif olmaz
Sual: Yazılarınızda (Mezhepsiz, Vehhabî, Rafızî) gibi ifadeler çok geçiyor. İnsanları böyle kötülemek uygun mudur?
CEVAP
Biz kimseyi kötülemiyoruz. İsimsiz iş, isimsiz eşya, isimsiz tarif olmaz. Dini olmayana dinsiz, aklı olmayana akılsız, mezhebi olmayana mezhepsiz demek, onları kötülemek olmadığı gibi, Ehl-i sünnet olana Sünnî, Vehhabî olana Vehhabî, Rafızî olana Rafızî demek kötülemek değil, kimliklerini, durumlarını bildirmek, yaptıkları işi tarif etmek olur. Mesela Efganî, Abduh ve Kardâvî gibi kimseler, (Bizim mezhebimiz yok) diyorlar. Onlara, kendi söyledikleriyle, kendi kimlikleriyle hitap etmek yani (mezhepsiz) demek yalan ve iftira olmaz, sözlerini, kimliklerini belirtmek olur.
(Allah'ın eli, kolu var, gökte oturuyor) diyenler Vehhabîdir, Eshab-ı kirama saldıranlar Rafızîdir. Biz, Rafızîlere Vehhabî veya Vehhabîlere Rafızî demiyoruz. Biz sadece, onların kendi söylediklerini, yaptıklarını naklediyoruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)