*Hüseyin Hilmi bin Saîd hazretleri buyuruyor ki:*
Bir gün gelecek, herkes birer birer öbür tarafa gidecek. Cenâb-ı Hak hepimize hayrlı ölümler nasîb etsin. Başkalarının en büyük huzûrsuzluğu, *Ölüm korkusu*’dur.
Hâlbuki biz, *Hani, nerde o gün?* diyoruz. Mevlânâ’nın *Şeb-i arûs* dediği gibi. Nerede o gün? Efendi hazretlerine, Peygamber Efendimize, Allaha kavuşmak.
Bundan daha *Güzel* bir şey olur mu? Bundan daha *Güzel* bir gün olur mu?
Bir mü’min bir mü’mine *Selâm* verirken, o anda kalbinden, bütün peygamberlere de, bütün meleklere de, Evliyânın hepsine de selâm veriyorum, diye düşünürse, bunların hepsi, o mü’minin selâmına *Cevap* verirler.
Ancak o anda, bâzı melekler *Kıyâm*’da, kimi de *Secde*’de olduğundan, bunlar cevap veremez. Bütün meleklere diye düşündüğünden, bunların yerine de *Allahü teâlâ* cevap verir.
Abdülhakim Arvasi Efendi hazretleri, bize bunu böylece anlatır ve peşinden; *Keşke diğer meleklerin yerine de Allahü teâlâ cevap verseydi*, buyururdu.
Efendim, bir *Tefsîr*’de okudum. Bir mü’min kabre girdiği zaman, Allahü teâlâ ona Cennetden bir *Hûri* gönderecek.
*Cennet hûrisi*, o mü’mine; Sen dünyâda iken şunu şunu sevindirdin, ferahlandırdın, o günden beri seni bekliyorum, diyecek.
O mü’min, o hûrinin gerdanlığına bakacak nasıl bir şey diye. O arada, gözü *İncilere* takılacak. Elini uzatacak, fakat her an kopabilir.
Gerdanlığa hafifce dokununca, *İp* kopacak efendim. Zâten *kopsun* diye bağlanmış. Parmağıyla hafif dokununca, *İp* kopacak ve bütün *İnciler* kabre dağılacak.
Mü’min çok üzülecek, utanacak, mahcup olacak, çok sıkılacak. Bu sefer utancından, eğilip tek tek o *İncileri* toplıyacak. Son *İnci’yi* aldığı zaman, kabir hayâtı bitecek.
Halbuki aradan yüzlerce, belki binlerce sene geçti. Sırf o mümin kabirde *Meşgûl* olsun, sıkılmasın, biraz da *Utansın* diye efendim. Bütün incileri toplar, kabir hayâtı da biter.