MÜZEKK-İN NÜFUS DERSLERİ
Şimdi aziz: Aklı olana şu sözüm yeter. Şirkin kaynağı midedir. Her ne fesat koparsa, karında kopar. Her ne iyilik olursa, oda bu karından olur. Zira, karın tok olunca, bütün azalar açılır ve acıkır, yani fesat başları baş kaldırarak fesada başlar. Fakat, kırk gün aç kalırsa, bütün âza doyar ve dilsiz olur. Yukarıda, bunlardan bahsedilmişti. Şimdi, tokluğun zararlarını işittin, gel bu defa da açlığın faydalarını anlatalım.
Hak sübhanehu ve teâlâ, ne zaman ki nefsi yarattı, ona sordu:
— Bildin mi, ben kimim ve sen kimsin?
Nefs, cevap verdi:
— Sen sensin, bende benim!
Nefs, Allahu teâlânın huzurunda senlik- benlik davasında bulunduğundan beri bu dâvayı bırakmamıştır. Bunun üzerine, Hak celle ve âlâ, nefse hışım etti ve o hışmın parıltısından cehennem yaratıldı. Buyurdu ki, cehennemi üç bin yıl yaksın ve ısıtsınlar, öyle karardı ve karanlık oldu ki, cehennemin içinde göz gözü görmez oldu ve iyice ısındı. Hak teâlânın buyruğu ile nefsi cehennemin içine attılar, orada bin yıl yandı.
Sonra, cehennemden çıkararak Hakkın huzuruna götürdüler yine soruldu:
— Ey nefs! Bildin mi sen kimsin, ben kimim?
Nefs, yine cevap verdi:
— Ben benim ve sen sensin!
Hak teâlâ buyurdu, bin yıl daha cehennemde yaktılar, yine aynı soru soruldu ve aynı cevap alındı, götürüp bin yıl daha yaktılar, cehennemde azap ettiler, aynı cevabı tekrarladı. Görüyor musun? Nefs-i emmâre üç bin yıl cehennemde yandığı halde senlik- benlik dâvasından vaz geçmedi. Bu defa, Hak teâlâ gıdasının kesilmesini irade buyurdu.
Gıdasını kestiler. Aradan üç gün geçmeden, nefs feryada başladı:
— Beni Rabbime götürün!
Cehennem ehli buna şaştı, kaldılar. Kendi kendilerine:
— Bu ne acayip sırdır ki, bu nefs üç bin yıl cehennemde yandı, türlü türlü azaplar gördü de bir kere (RABBÎM SENSİN) demedi. Senlik- benlik dâvasından vaz geçmedi.
Üç gün gıdası kesilmekle (BENÎ RABBİME GÖTÜRÜN, BANA MEVLAM GEREKTİR, BAŞKA HİÇBİR ŞEY GEREKMEZ) demeye başladı.
Cehennem mâlikleri, Hak teâlâya niyaz ettiler:
— İlâhi! Sen, allâm-ül-guyûbsun. (Gaipleri bilicisin.) Şu nefs, cehennemde üç bin yıl yandı da hiç kimseye baş eğmedi. Şimdi, üç gün aç kalınca (BENİ RABBİME GÖTÜRÜN.) diye feryada başladı, dediler.
Hak teâlâ, huzuruna getirilmesini irade buyurdu ve nefse sordu: .
— Yâ nefs! Bildin mi? Ben kimim ve sen kimsin?
Nefs, bu defa şu cevabı verdi:
— Ent-el Mevlâ ve ene abdük-el za'if (Sen, benim Mevlâmsın. Ben, senin zayıf kulunum) dedi.
Bunda, acayip sırlar vardır. Birisi de budur ki, kişi nefsini bilmelidir. Onun kötü ve çirkin sıfatları arasında üstünlük taslama ve başkaldırma bulunduğunu da öğrenmelidir. Açlığın ise, nefsi islâh etmeye sebep olduğunu, Allahu Teâlâ’yı bilmeye ve kendisinin aczini anlamağa kâfi geldiğini daima hatırlamalı, serkeşlik edip başkaldırmanın Hak teâlânın hışmına ve kahrına sebep olduğunu her an göz önünde bulundurarak nefsini islâh etmek çarelerini araştırmalıdır.
Rabbini bilmek, nefsini bilmeye mevkuftur (bağlıdır);
Bu kısım genc-i mahfi âşıka mâruftur. (Gizli sırra sahip âşıklar bilir)
Nefs, aç olmayınca benlik dâvasını bırakmaz, kulluğa bel bağlamaz, Allahu teâlâya muti olmaz. Bu konuda söz çoktur, eğer hepsini yazarsak kitap gayet uzun olur. Maksat, bu gerçeği bilmek ve açlığın nefsi, emmârelikten kurtarıp serkeşlikten de koruduğunu ve nefse Mevla’sını bildirdiğini hatırlatmaktır. Hak teâlânın nefse bu şekilde muamele yaptırmasından muradı, nefsi açlıktan başka hiçbir şeyin acze düşüremeyeceğini ve kulluk makamına getiremeyeceğini bildirmektir.
Şunu da iyi bil ki, az yemek gönlü saflaştırır, nefsin karanlık ve bulanıklığını giderir. Kişinin zihni pâk ve kuvvetli olur. Gönül yumuşak olur, gönlü yumuşak olanın eli açık olur. Az yiyen kişiler, ibadet ve tâatlerin den zevk ve lezzet bulurlar. Zikirden, tesbihten, namaz ve oruçtan ve bütün hakkani işlerden sefa alırlar. Bütün bâtıllardan kaçınır, nefsini dilediği gibi çeker çevirir ve kendileri nefislerine asla uymazlar. Açlık, kişinin gafletini giderir, kin, cimrilik, haset, nifak, hiyânet bırakmaz. Az yiyenler, alçak gönüllü ve merhametli olurlar, gece- gündüz hakkı zikrederler, dillerinde daima hayır kelâm olur, gözlerinde ve gönüllerinde hikmet bulunur, kendi acizliklerini bilirler, ölümü unutmazlar, günahlarından ötürü pişman olurlar ve çok açlık çeken kişiler ârifi billah da olurlar, çok açlık çektiklerinden dolayı kendilerine mârifet kapıları açılır. Az yiyen kişiler, nefsani gıdalardan kesilir ve ruhanî gıdalara erişirler, gönüllerine hakkın muhabbeti dolar, o muhabbetin nuru beyinlerine çıkar. Nitekim, yukarıda çok yemenin de gafleti ve karanlığı yürekten beyine çıkartarak akıl nurunu hafiflettiği ve aklın tasarrufunu bedenden alarak nefse teslim ettiği ve bütün tasarrufun nefsin eline geçtiği belirtmiştik.
Evet; az yemekle gönüle hakkın muhabbeti dolar, bu muhabbetin nuru varıp beyini de nurlandırır, ondan imdat alır ve kuvvetlenir ve bunun neticesi olarak bedenden nefsin tasarrufu alınır ve akla verilir ve artık tasarruf tamamen akılda olur. Böyle olunca da bu nur beyinden bütün azaya yayılır. Nitekim, çok yemenin buharının da aynı şekilde beyne yayıldığı ve oradan bedene dağıldığı ve ibadete engel olduğu yukarıda anlatılmaya çalışılmıştı. Bu takdirde, bütün tasarruf nefiste olduğu gibi, Allah muhabbetinin nuru beyinden bütün azaya yayılınca da bunun tam aksi olur ve bu defa tasarruf nefsten akla geçer, bütün âza ibadet ve tâ’atte kuvvetli olur ve ibadetten başka bir şeyden zevk ve sefa bulmaz.
Bir yandan da karanlığın yolu bağlanıp işlemez olur ve artık o gönüle karanlık gelmez. Muhabbetullah nuru ile bir nazarda, iki cihanda ne varsa bakar ve hepsini görür. Zira, basiret gözü açılır ve ona gizli hiçbir şey kalmaz. Bu sebeple, Resûl-ü ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz: "Amellerin efendisi açlıktır." buyurmuşlardır. Aziz: Bütün bu saadetler hep az yemekten elde edilir. Bütün mihnetler de çok yemekten başa gelir. Hak teâlâ, İsa aleyhisselâma buyurdu: (Eğer, beni görmek istersen aç ol!) O halde, ebedî saadeti isterseniz, açlığı irade ediniz. Şu birkaç günlük ömrü, az yemekle ve nefis mücahedesi ile geçiriniz, ki gidip orada cennet nimetleri ile doyasınız, Allâhın cemâli ile müşerref olup, sultanlık bulasınız.
Aleyhissalâtü vesselâm efendimiz buyurmuşlardır ki:
“Cennet kapılarını vurmakta tembellik etmeyiniz ki, cennet kapıları sizlere açılsın.”
Ashab-ı kiram sordular:
— Yâ Resûlallah! Cennet kapılarını vurmak nasıl olur? Şimdilik cennet kapıları görünür yerde değil ki, gidip vurabilelim.
Efendimiz saadetle buyurdular:
— Cennet kapılarını vurmak açlık ve susuzlukla olur. Açlığa ve susuzluğa dayanın, nefsinizle cihad edin ki, Hak teâlâ sizlere cennet kapılarını açsın.
Bir diğer Hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur:
“Açlık ve susuzluğa karşı nefsinizle cihad eyleyin. Açlığa ve susuzluğa dayananlara, Allah yolunda cihad etmiş gaziler gibi ecir verilir.”
Şeyh Seni ibn-i Abdullah Tüsterî rahmetullahi aleyh buyurmuşlardır ki: “ Tokluktan cahillik ve mâsiyyet hâsıl olur ama açlıktan ilim ve marifet hâsıl olur.” Seni ibn-i Abdullah hazretleri, on beş günde bir yemek yerlerdi. Ramazan aylarında ise, bütün ramazan boyunca yalnız bir kere yerdi. Fakat, her gece bir yudum su içerdi.
Ebû Ali Dekkak rahmetullahi aleyh buyurmuştur ki: “Zahirini mücahede ile süsleyenin, batınını da Hak teâlâ müşahede nurları ile süsler.” Yine buyurmuşlardır ki: “Yüksek makamlara vasıl olmanın sebepleri, açlıktır.”
Şimdi ey aziz kardeş: Açlığa kendini alıştır ve bunu mutlaka âdet et! Nefsine, riyazet ve mücahedeyi öğret ki, mücahede insanı müşahedeye erdirir. Şunu, muhakkak olarak bil ki, açlık Nebilerin hasletidir. Tokluk ise, kafirlerin, münafıkların ve hayvanların hasletidir.
Şeyh Sâfi rahmetullahi aleyh buyururlar ki: “Bir kişi, yemeğe BİSMİLLAH diye başlasa ve o yemeği ibadet etmeğe kuvvet bulmak niyeti ile yerse ve sonunda EL-HAMDÜLİLLÂH derse, o yemek nura dönüşür. Eğer, nefsinin hazzı için yerse, ne kadar az olsa da o yemek karanlıklara tebdil olunur.” Az yemenin acayiplikleri çoktur. İnşa’allahu teâlâ sırası geldikçe onlardan da bahsedeceğiz.
(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)