Bir yıl Şam'da öyle bir kıtlık oldu ki; âşıklar aşkı unuttular. Ekinler, hurma ağaçları dudaklarını ıslatamadılar. Ne kadar eski pınar varsa, kaynamaz oldu. Öksüzün gözyaşından başka su kalmadı. Hâl bu merkezde iken, birgün, yanıma bir dostum geldi. Bir deri bir kemik kalmıştı. Hâlbuki paralı, zengin, şan ve şeref sâhibi, hem de iri yapılı bir insandı.
Hâlini görünce sordum:
- Güzel huylu dostum, ne felâkete uğradın?
Dostum kızdı ve şöyle dedi:
- Sebebini bilmiyorsan, ne gaflet. Niçin soruyorsun?
- Biliyorum, pekâlâ. Fakat kıtlıktan ne korkun var? Senin her şeyin var. Başkası açlıktan helâk olsa, sana ne?
Bir âlim olan dostum, bana mânidar bir bakışla baktı ve şöyle dedi:
- Sahilde olup da dostlarının denizde boğulmakta olduklarını gören bir insanın kalbi, müsterih olmaz. Beni fakirlerin kederi sarartmıştır. Akıllı insan, ne kendi âzâsında, ne de başkalarının âzâsında yara görmek ister. Hastanın yanında oturan bir insan sıhhatte de olsa keyifli olabilir mi? Dostları zindanda bulunan kimse, gülistanda nasıl eğlenir?
(Gülistan'dan)