İ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KIYMETSİZ YAZILAR İkinci Kısm- – A, İ, U, O, Ö –

 – A, İ, U, O, Ö –


● Ârifde, ilmi nisbetinde, yokluk ve kendinden geçmek artar. Yakınlığı nisbetinde dûr olur. [Uzakda görür]. 4/111.


● Ârifin kendini kusûrlu görmek büyük ni’metdir. 6/214.


● Âriflerin kalbleri, Hak teâlânın büyüklüğünün tecellîsinde kendinden geçmişdir. 4/125.


● Ârif, kendi yokluğuna âlim [kendi yokluğunu bilir] ve kemâl sıfatlarına âlim olunca [bilince], matlûbun kapısı açılır. 5/82.


● Ârif, aslına kavuşdukdan sonra, rücû’ ederse [geri dönerse] irşâd ile şereflenir. 4/219.


● Ârifin bâtını [kalbi, rûhu] zâhirinden ve bütün mahlûklardan uzakdır. Zâhirin gafleti, bâtına sirâyet eylemez. 5/5.


● Âşık-ı sâdık [sâdık olan âşık], Peygambere uymakda sağlam [azîmli] olandır. 5/99.


● Âşıkdaki kemâlât, Allahü teâlânın kemâlâtından bir nûrdur, şu’âdır. 6/71.


● Akllı odur ki, bu dünyâdaki sayılı nefesleri ile ebedî hayâtı ele geçire. 6/211.


● Âlem-i asgar [en küçük âlem] insanın kalbidir ki, zât ile münâsebeti diğerlerinden fazladır. 6/139.


● Âlem-i sagîr insandır ki, âlem-i halk ile âlem-i emrden meydâna gelmişdir. 6/139.


● Âlem-i kebîr, Arşın altında ve Arşın üstünde olanlara denir. 6/139.


● Âlem-i halkın yakınlığı asldır. Âlem-i emrin yakınlığı zıllidir. 5/1.


● Âlem-i emrin âlem-i halkdan çok bakımdan üstünlüğü var ise de, umûmî üstünlük âlem-i halkadır. 6/2.


● Âlem-i misâl, âlem-i şehâdet gibi mevcûdâtdandır. Vehm ve hayâlin dışında vardır. 4/182. [İslâm Ahlâkı: 559, Kıyâmet ve Âhıret: 376.]


● Âlem-i misâlde, akldan geçenlerin ve ma’nâların dahî bir sûreti vardır. 4/182. [İslâm Ahlâkı: 559, Kıyâmet ve Âhıret: 376.]


● “Fesâd zemânında ibâdet etmek, bana hicret etmek gibidir.” Hadîs-i şerîf. 6/68, 1/85. [Mektûbât Tercemesi: 135.]


● İbâdetin en iyisi zikrdir. Ve zikrin üstünlüğü, Allahü teâlâda fânî olmakdır. 4/51. [Kıyâmet ve Âhıret: 163.]


● İbâdetde lezzete bağlanmıyalar. İbâdet ederken lezzet hâsıl olur ise, ni’metdir. 4/92.


● İbâdetin kabûl olması, üstünlüğü, ma’rifete bağlıdır. 5/61. [Kıyâmet ve Âhıret: 99.]


● İbâdetin kabûle yakın olanı, kulun varlığı arada olmıyanıdır. 4/187.


● İbâdetden maksad, zahmet ve güçlük çekmekdir ki, nefs ile düşmanlıkdır. 4/92.


● İbâdın kulûbü, [kulların kalbleri], Hak teâlânın tasarrufundadır. Murâdına [isteğine] göre çevirir. 5/121.


● İbâreler ve işâretler, zıllere ve sıfatlara bağlıdır. Aslın zuhûrunda kalmazlar. [Asl zuhr edince, ibâre ve işâretler kalmaz.] 4/144.


● Abdülhâlık Goncdüvânî, silsile-i hâcegânın başıdır. Hızır aleyhisselâmdan ilm almışdır. 5/36. [Se’âdet-i Ebediyye: 512.]


● Abdülkâdir Geylânînin, “ayaklarım, Evliyânın hepsinin ensesi üzerindedir” [sözü], kendi zemânındaki evliyâya mahsûsdur. 6/24.


● Abdülkâdir Geylânî, emr-i ma’rûf ve nehyi anil münker eylemiş ve korku olunca da câiz buyurmuşdur. 4/29. [Se’âdet-i Ebediyye: 89.]


● Abdüllah ibni Mubârek, müstehabları yapmakda gevşek davranan, sünnetleri yapamaz. Sünnetleri yapmakda gevşeklik de, farzların yapılmasını zorlaşdırır. Farzlarda gevşek davranan da, ma’rifete kavuşamaz, buyurdu. 5/110. [Fâideli Bilgiler: 169, Cevâb Veremedi: 349.]


● Abd [kul], irâdesini sarf etmekde muhtârdır. Allahü teâlâ, yaratmakda muhtârdır. 5/137.


● Abd-i makbûl [makbûl kul], birkaç günlük hayâtı tâ’at ile geçirip, gaflet ile geçirmez. Geçim ve ni’met ile meşgûl olmaz. [Dünyâ ni’metlerini keyfine göre kullanmaz.] Bunların netîcesi pişmânlıkdır. 4/209.


● Abdin [kulun] Rabbi ile arasındaki perde, nefsidir. Âlem değildir. Kulun murâdı nefsidir. 6/110.


● Ubûdiyyet [Allahü teâlânın emrinden râzı olmak], zâhirî ve bâtınî olup, bâtınîsi de muhtelifdir. En çabuk ulaştıranı Nakşibendiyyedir. 5/10.


● Ubûdiyyet, Hak teâlâya muhabbet ve bunun alâmeti, ahkâm-ı islâmiyyeyi yerine getirmekdir. 4/230. [Se’âdet-i Ebediyye: 959.]


● Ubûdiyyet, kendi irâdesinden kurtulup, Hak teâlânın murâdı ile olmakdır. 4/80. [Hak Sözün Vesîkaları: 334.]


● Ubûdiyyetin hakîkati, nefsin arzûları için olan tedbîrlerden geçip, Cenâb-ı Hakka tevekkül etmekdir. 4/79.


● Ubûdiyyetin bir kısmı beden ile tahsîl olunur. [Zâhirî a’zâ ile, maddî kuvvetler ile], diğer kısmı kalb ve rûha bağlıdır. 5/10.


● Ubûdiyyet, zillet [kendini hakîr bilmek] ve yokluk ve teslîm ve onun emrlerine bağlanmakdır. 5/4.


● Osmân “radıyallahü anh”, Enes “radıyallahü anh”ın yolda, bir bakışını [bir kadına bakışını] keşf etdi. 6/19.


● Adem, diğer ta’bîrle yoklukdur. Kadîm değildir. Ve kâinâtın aslıdır. 4/230. [Se’âdet-i Ebediyye: 959.]


● Ademât-i mukayyede [kaydlı yokluklar], ilm-i ilâhîde mevcûddur. 4/230. [Se’âdet-i Ebediyye: 959.]


● Ademin aslı ve menşe’i ilâhî kemâlâtdır ki, ilmde ortaya çıkmışdır. [Ma’rifet ile anlaşılabilir.] 4/230. [Se’âdet-i Ebediyye: 959.]


● Adem-i mukayyedin [kaydlı (şartlı) ademin] mutlak ademe bağlanması, nefsin fenâsından sonradır. 4/152.


● Adem-i mutlak ki [mutlak adem ki] sırf şerdir. Allahü teâlânın varlığına karşılık olmağa mecâli yokdur. [Karşılık olamaz.] 4/148.


● Adem sûretinde sâlikin örtünmesi, fenâ sûretinde sönmesi vardır. Örtünmüş [gizlenmiş olan] ortaya çıkıp, geri döner. 4/12.


● Adem, ism-i ilâhînin varlığının gelişinden ibâretdir ki, ârifin mebde-i te’ayyünü [te’ayyününün başlangıcı]dır. 4/12.


● Ademin [yokluğun] tarîkatdaki ma’nâsı, kendini ve kendi vasflarını anlamamakdır [idrâk etmemekdir]. 4/165.


● Ademden hakîkî fenâya geçeler ki, zılden asla kavuşalar. 6/82.


● Adem [yokluk] ki, cezbe cihetinde fânî olmakdır. Sâhibinin geri dönüşü câizdir. Zîrâ henüz tarîkatdedir. Ve cezbesi, sülûke zam olmamışdır [bağlanmamışdır]. 5/109.


● Adem, cezbe ile peydâ olmuş bir fenâdır. Fenâ, maksad olan varlığın istîlâsıdır. Yoklukda ârifin vasflarının örtünmesi, fenâda bu vasfların yok edilmesi vardır. 4/182. [İslâm Ahlâkı: 559, Kıyâmet ve Âhıret: 376.]


● Ademi [yokluğu] veyâ mecnûn olmağı istemek, münâsip değildir. 5/36. [Se’âdet-i Ebediyye: 512.]


● Azâb-ı kabr [kabr azâbını, kabrde azâb] çekenlerin na’ra ve çığlıklarını, insandan ve cinden başka bütün mahlûkât işitir. 4/182. [İslâm Ahlâkı: 559, Kıyâmet ve Âhıret: 376.]


● Arşın üstü rûhlar âlemidir. Bu âlemde âlem-i emr latîfeleri vardır ki beşdir. 5/135.


● Arşa işâret eylemek, onun kayyumuna [varlıkda tutana] işâretin aynıdır. 4/5.


● Areftü Rabbî bi-cem’il izdâd. [Bütün zıdları cem’ etmesi ile Rabbimi bildim.] 6/181.


● Urûc [yükselmek], Hakka dönmeğe derler. Nüzûl [iniş], halka teveccühe [dönmeğe] derler. Seyr-i ilallah ve seyr-i fillah, urûc ederken olur. Seyr-i anillahı billah ve seyri eşyâ billah, nüzûl yaparken olur. 6/137.


● Urûcda teveccüh Hak teâlâya olup, halk ile münâsebeti yokdur ki, uzlet ehli böyledir. 6/220.


● Uzlete ülfetden ziyâde râgıb olalar. [Uzlete, yalnızlığa, insanlara karışmakdan dahâ çok rağbet etmelidir.] Zâhir ilmlerden de uzak olmamalıdır. 6/50.


● Uzlet, yümünlü ve bereketlidir. Halkın hukûku ve Allah rızâsı için sohbet, uzlete mâni’ değildir. 5/29.


● Aşk-ı ilâhî, bâtının [rûhun] nasîbidir ki, bedende te’sîrleri gözükmez. 5/69.


● Aşkda merhamet yokdur. Katl eder ve diyet isterler [öldürürler, karşılığını isterler]. Ya’nî ibâdeti kaldırmazlar. 4/151.


● Aşk-ı ma’şûk [ma’şûkun aşkı, sevgisi] gizlidir. Âşığın aşkı [sevgisi] ise, açık olup, coşar ve gürler [gürültülüdür]. 4/54.


● Aşk ve derd, insana diğer mahlûkat içinde üstünlük sağlamışdır. 4/114.


● İkâb [cezâlandırma] ve âhıret azâbı, kulun kesbi karşılığındadır. 5/137.


● Akl-ı fe’âl ki, filozoflar dokuzuncu seyyare derler.


Ve günlük hâdiseleri ona isnâd ederler. Böyle birşey yokdur. 6/87.


● Akllarının esîri olanlar [akllarına uyanlar], bu muhabbetin kıymetini bilmezler. 6/173.


● Aklî delîller, kanâat hâsıl etmekden başka, birşey bildirmez. 4/230. [Se’âdet-i Ebediyye: 959.]


● Alâüddîn-i Attâr, zemânının kutb-ı irşâdı olmuşdur. 5/36. [Se’âdet-i Ebediyye: 512.]


● İllet-i ma’nevî [ma’nevî hastalık], mâsivâya bağlanmakdan ibâretdir. 4/105.


● İllet-i ma’nevîye [ma’nevî hastalığa], çok zikr ederek, ilâc taleb edeler. 6/153. [Cevâb Veremedi: 362.]


● İlm için, rü’yet-i basar ve kalb [kalb gözü açık olması] şart değildir. 5/102.


● İlm, âlim ile berâberdir. 4/88.


● İlm ve bilmek mahalli sadrdır [göğüsdür]. 6/225.


● İlm-i husûlî sâhibi, zevk ve şevkdedir. Ve sohbeti zevk verir. 4/88.


● İlm-i zarûrînin mahalli kalbdir ki, te’alluk edeninin gayr-i cismânî olmasına mâni’ değildir. 6/62.


● İlm, hâl’in başlangıcıdır. İlm, havâs ve avâm içindir. Hâl, vecd ve kemâl ehlinin husûsiyetidir. 6/217.


● Ayn-el-yakîn [görerek bilmek], eser perdesi olmadan müessiri görmekdir. Ve görülende yok olmakdır. Ateşi müşâhede [görmek] gibi. 6/137.


● İlm ve amel ihlâssız makbûl değildir ki, rûhsuz beden gibidir. 6/189.


● İlm ve amel, islâm kitâblarında beyân edilmişdir. İhlâs, sofiyyeye hizmete bağlıdır. 6/189.


● Gaybdan haber vermek, kalbden geçenleri bilmek gibi hârik-ul’âde şeyler, ehl-i istidrâcda da bulunur. 4/182. [Kıyâmet ve Âhıret: 376, İslâm Ahlâkı: 559.]


● Bir vâsıta ile birşeyi bilmek konusunda ukalâ [akl erbâbı] demişlerdir ki, ma’lûm olan vâsıtadır, şey’in kendi değildir. 4/183.


● İlm-i ilâhî mücerred bir inkişâfdır. Ma’lûmun [bilinenin] görülmeden anlaşılmasıdır. 4/230. [Se’âdet-i Ebediyye: 959.]


● İlm sıfatı, ayrıca sıfatdır. Te’alluk etdiği mâsivâdır. [Mâsivâ ile alâkalıdır]. Zât mertebesine ulaşamaz. Ve ilm ki zâtın kemâlidir. Mâsivâya te’alluk etmekden üstün ve yüksekdir. 5/105.


● İlm-i ezelî, eşyâya varlıklarından önce te’alluk eden ilmdir. 6/17.


● İlm-i mümkin, ma’lûm olan şeylerin sûretinin, âlimin nefsinde hâsıl olması iledir ki, âlimin değişmesine sebebdir. 4/156.


● “Gâfil âlimlerden, yaltakcı hâfızlardan, câhil tesavvufculardan kaçınmak lâzımdır.” 5/110. [Fâideli Bilgiler: 169, Cevâb Veremedi: 349.]


● Eşyâ ilmi ki, aslında kâmil bir sıfatdır. Bağlanma olursa kötüdür. 4/156.


● Gayreti yüksek olan, devâmlı matlûbu arzû eder. Yok olacak olan şeye rağbet etmeğe değmez. 6/106.


● Tabî’at ve riyâzî ilmlerin incelikleri ile meşgûl olmak, en şerefli vakti zâyi’ ve mâlâya’nî ile meşgûl olmak ve belki akâidde gevşeklik meydâna getirir. Bu ilmlere bağlılık bir üstünlük olsa, onu, dîn-i islâmın sâhibi ihmâl eylemez ve selef-i sâlihîn yüz çevirmezlerdi. Onlar rağbet etmeyince, bunlarda kemâl dahî yokdur. 4/85.


● Ulviyyet ve süfliyyet [yüksek varlıklar ve aşağı varlıklar] ve cümle mahlûkât, nûr-i Muhammedîden “sallallahü aleyhi ve sellem” halk oldu. 4/113.


● Birkaç günlük ömr ki, ebedî mülk onun ile alınır. Çok kıymetlidir. Onu boşuna sarf eylemiyeler. 4/38.


● Birkaç günlük ömrü, en mühim işlere sarf edeler. Geceleri ihyâ etmeği, seherleri ağlamağı ganîmet bileler. 4/30.


● Ömr, her ân geçmekde, ecel-i müsemmâ yaklaşmakdadır. Bu kısa fırsatda, çok zikr ile meşgûl olmalıdır. 6/87.


● Ömer “radıyallahü anh”, hıristiyân kâtib kabûl etmedi. Câiz değildir, dedi. 6/55. [Hak Sözün Vesîkaları: 348.]


● Ömerin gadabından korkunuz. Çünki, Allahü teâlâ gadab eder. 5/152.


● İhlâssız amel, rûhsuz kalıb gibidir ki, kabûl olması mümkin değildir. 4/31.


● Amel vaktinde ecr taleb etmek, kendini ecrden mahrûm eylemekdir. 4/61.


● Her amel ki, Allah rızâsı için ise, zikre dâhildir. 4/160.


● Kötü işler hâtırıma geliyor korkusu ile hayr ameli terk etmek câiz değildir. Amel et, tevbe et. 5/29.


● Ameli terk eylemeyeler ve ondan istigfârı dahî terk eylemeyeler. 6/186.


● Umûma azâb vâki’ oldukda, sâlihler magfiret ve rıdvana mazhar olur, hadîsi. 4/29. [Se’âdet-i Ebediyye: 89.]


● Anâsır-ı selâsenin [üç unsurun] nasîbi, vilâyet-i mele-i a’lâya kadardır. Unsur-ı hâk’in [toprak unsurunun] nasîbi, nübüvvet mertebesinin kemâlâtındandır. 4/205.


● Avâm, hakîkat ehlinden yüz çevirirler. Ve mahlûkâtın ahvâlini bilmiyen, dahâ yüksek olan işleri bilmez derler. 4/50. [Hak Sözün Vesîkaları: 328, Kıyâmet ve Âhıret: 161.]


● Avâmın bâtını zâhiri ile karışıkdır. Ve zâhirin gafleti bâtına sirâyet eder. 5/5.


● Avâmın ma’rifeti ile havâsın ma’rifeti bir değildir. 4/88.


● Avâmın ve ehassül-havâsın îmânı [başdakilerin ve sondakilerin îmânı] gaybî olup, ortadakiler şühûd lezzeti ile doymuşlardır. 4/124.


● Îsâ aleyhisselâmın mebde-i te’ayyünü kudret sıfatıdır. 4/88, 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Îsâ aleyhisselâm, bu ümmetin imâmına uyup, arkasında nemâz kılsa gerekdir. 4/182. [İslâm Ahlâkı: 559, Kıyâmet ve Âhıret: 376.]


● Ayn [birşeyin esâsı], şey’in hakîkat ve mâhiyyetinden ibâretdir. 5/116.


● Ayn-ı sâbite ile tahakkuk, Evliyâlık kemâlâtındandır. 5/9.


● Ayn-ı sâbite, sâlikin mebde-i te’ayyünidir. Ve vilâyet ona kavuşmağa bağlıdır. 5/130.


● Ayn ve eserin yok olmasına başlamak, vilâyet-i kübrânın başlangıcındadır. Ve yok olmanın kemâli, onun sonundadır. Zîrâ zıllerden ve enfüsün bağlarından çıkmak, ayn ve eserin yok olmasını îcâb etdirir. Vilâyet-i kübrânın başlangıcındadır. 6/137.

KIYMETSİZ YAZILAR (Birinci Kısm)– A, İ, U, O, Ö

 – A, İ, U, O, Ö –

● Âişe-i Sıddîka âlime ve müctehîde idi. Eshâb-ı kirâm, müşkilâtda ona mürâce’at ederlerdi. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● Âişe-i Sıddîka, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât edinceye kadar, makbûleleri ve sevgilileri idi. Onun evinde ve kucağında vefât edip ve orada defn edildi. 2/36. [Eshâb-ı Kirâm: 222.]


● Âişe-i Sıddîka, ilm ve ictihâdda Fâtımadan ve Fâtıma zühd ve dünyâdan kesilmekde, ondan dahâ ileridedir. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● Âişe-i Sıddîkanın fazîleti. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● Âdetler, ahkâm-ı islâmiyye için delîl olamazlar. 1/54. [Mektûbât Tercemesi: 90.]


● Âdetlere ve rüsûma [üsûllere] uymakdan ele birşey geçmez. Kalbin selâmetini istemelidir. 1/133. [Mektûbât Tercemesi: 177.]


● Ârif için rücû’dan sonra istidlâle ihtiyâc gelir. [Bu âleme indikden sonra, delîlleri araşdırmağa ihtiyâc gelir.] 3/32.


● Ârif kendini kâfirden aşağı bilir. Zîrâ âlem-i emr latîfeleri ayrılmışdır. 1/222. [Mektûbât Tercemesi: 274.]


● Ârif-i tâm-ül-ma’rife, efrâd-i âleme kül menzilesindedir. [Tâm irfân sâhibi olan ârif, âlemin ferdlerine göre (hepsi) menzilesindedir. (Mahlûkat teferruât, o ise bu işin özüdür.).] 2/74.


● Ârif, aslın-aslına kavuşunca, Allahü teâlânın yaratmasından gayri birşey bilmez. [Hâlık yaratıcı, kendisi mahlûkdur.] 3/110.


● Âlem, vücûd-i zıllî ile [zılden bir mevcûdiyyet olarak] hâricde vardır. Evhâm ve hayâlât değildir. 1/217. [Mektûbât Tercemesi: 261.]


● Âlem, Allahü teâlâdan gayri şeylerin [bütün mahlûkların] ismidir. 3/57. [Se’âdet-i Ebediyye: 116.]


● Âlem-i kebîrde her ne varsa, âlem-i sagîr [insan] ve âlem-i asgarda [kalbde] da vardır. 3/45. [Se’âdet-i Ebediyye: 914.]


● Âlem-i halk, anâsır-ı erbe’adan [dört esâs maddeden] ibâretdir. 1/264. [Mektûbât Tercemesi: 348.]


● Âlem-i halk altı günde halk olunmuşdur. Arşın yaratılışı dahâ evveldir. 2/76. [Se’âdet-i Ebediyye: 915.]


● Âlem-i halkın ötesi âlem-i emrdir. Âlem-i emrin ötesi, şu’ûnların ve ismlerin dereceleridir, mertebeleridir. 2/76. [Se’âdet-i Ebediyye: 915.]


● Âlem-i emre lâ mekânî [mekânsız âlem] derler. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Âlem, Allahü teâlânın varlığına alâmetdir. Âlemde zâhirî kemâlât görünmekdedir. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]


● Âlem-i sagîr ve kebîr, Allahü teâlânın ismlerinin ve sıfatlarının tezâhür etdiği [ortaya çıkdığı] yer ve şu’ûn ve zâtî kemâlâtın aynasıdır. Zât ve sıfât-i ilâhiyyeye delîl olmuşlardır. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]


● Âlem her anda yok olup, misli vücûda gelmesi Mektûbâtda îzâh olunmuşdur. 1/199. [Mektûbât Tercemesi: 237.]


● Âlemin nizâmı, dînî emrlere bağlıdır. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Âlem-i misâl, bütün âlemlerden dahâ genişdir. Bütün âlemlerdeki varlıkların sûreti onda vardır. 2/58. [Se’âdet-i Ebediyye: 79.]


● Âlem-i şehâdetdeki güneş ışığının ve ay ışığının âlem-i misâldeki nûrlara üstünlüğü vardır. 1/210. [Mektûbât Tercemesi: 251.]


● Allahü teâlâdan başka hiçbir maksadı kalmayınca, o zemân Allahü teâlâdan gayriye ibâdetden kurtulur. Âhiret maksadları sevâb ise de, mukarrebler indinde günâhdır. 1/110. [Mektûbât Tercemesi: 161.]


● Mâsivâya bağlanmakdan kurtulunca, Allahü teâlâya ibâdet kolay olur. 1/77. [Mektûbât Tercemesi: 122.]


● Bir ibâdet ki, korku ve sevinç ile olursa, kendi için olur. 1/77. [Mektûbât Tercemesi: 122.]


● İbâdete lâyık, nasıl olduğu bilinemiyen Allahü teâlâdır ki, bizim akl ve fehmimiz, onu idrâk edemez. Ve keşf ve şühûd gözümüz [beden ve kalb gözümüz] Onun azametini ve celâlini görmekden hayrete düşer. Böyle îmân, ancak gayb yolu ile olur. Gaybî olmıyan îmân, kendi düşündükleridir ki, Hak teâlânın mahlûkudur. Ve şerîk eylemişlerdir. Gayba îmân, o vakt müyesser olur ki, vehm oraya gidememelidir. 2/8. [Se’âdet-i Ebediyye: 753.]


● İbâdet yapmakdan maksad, kulların menfe’atleri içindir. 1/73. [Mektûbât Tercemesi: 11.]


● İbâdet ile âdet. 1/231. [Mektûbât Tercemesi: 283.]


● İbâdetin ma’nâsı. 1/110. [Mektûbât Tercemesi: 161.]


● İbâdet, insânın kırılması ve alçalmasıdır. 1/64. [Mektûbât Tercemesi: 101.]


● İbâdetden maksad, yakîne kavuşmak [ele geçirmek] dir. 1/97. [Mektûbât Tercemesi: 145.]


● Abbâs radıyallahü anhın fazîleti. 2/36. [Eshâb-ı Kirâm: 222.]


● “Abbâs bendendir, ben Abbâsdanım.” Hadîs-i şerîf. 2/36. [Eshâb-ı Kirâm: 222.]


● Abdülkâdir Geylânî, vilâyet-i Muhammediyyeyi son noktasına ulaşdırmışdır. 1/293. [Mektûbât Tercemesi: 465.]


● Abdülkâdir Geylânînin yükselmesi, ekserî Evliyâdan yüksek olduğundan, kerâmeti fazladır. 1/216. [Mektûbât Tercemesi: 259.]


● Abdülkâdir Geylânî hutbede, Hızır aleyhisselâma, “Ey isrâil oğlu, gel, Muhammed aleyhisselâmın kelâmını dinle” buyurdu. 2/55. [Kıyâmet ve Âhıret: 182.]


● Abdülkâdir Geylânînin kendini medh sözü, sekr sözüdür. 3/118.


● Abdülkâdir Geylânî oniki imâmdan sonra, vilâyet yolunun merkezine getirildi. 3/124.


● Abdüllah ibni Mübârek, harâmdan bir altını sâhibine geri vermek, yüz altın sadakadan efdaldir, buyurdu. 2/66. [Se’âdet-i Ebediyye: 97.]


● Abdüllah ibni Mubârek buyurdu ki, Mu’âviyenin “radıyallahü anh” atının burnuna giren toz, Ömer bin Abdül’azîzden efdaldir. 1/207. [Mektûbât Tercemesi: 244.]


● Abdürrahmân bin Avf, Cennete sahâbîlerin fakîrlerinden beşyüz sene sonra girecekdir. 1/283. [Mektûbât Tercemesi: 413.]


● Abd [kul], fi’lini diledikden sonra, Hak teâlâ, onu yaratır. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Abd-i makbûl [makbûl kul], Allahü teâlânın rızâsına râzı olandır. Kendi rızâsına tâbi’ olan, kendine kuldur. 2/88. [Se’âdet-i Ebediyye: 1035.]


● Abdin fi’li [kulun işi], Hak teâlânın yaratması ve kulun kesbinden ibâretdir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Abdin [kulun] hareketine, Hakkın kudreti i’tibâriyle halk [yaratmak], kulun kudreti nisbetiyle kesbi denir. 1/289. [Mektûbât Tercemesi: 442.]


● Abdin [kulun] kudreti, ahkâm-ı islâmiyye ile teklîf edilenlerin uhdesinden gelecek kadardır. [Onları yapacak kadardır.] 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● Abd [kul], kendi ihtiyârı ile kesb eder. Kulun kasdından sonra, Hak teâlâ, dilerse, yaratır. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Abdin [kulun] ihtiyârı za’îfdir dedikleri, Hak sübhânehunun ihtiyârının kuvveti i’tibârı iledir. Yoksa, emrlerin yerine getirilmesine kâfî değil ma’nâsına değildir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Abdin [kulun] fi’linde, kulun te’sîri yokdur, fâil, ancak Hak sübhânehudur demek küfrdür. 1/289. [Mektûbât Tercemesi: 442.]


● Abd [kul], bir arzûsunu ele geçirmekde, islâmiyyetden dışarı çıkarsa, islâmiyyetin hudûduna tecâvüz ederse, o maksûd onun mabûdu ve ilâhı olur. Eğer arzû edilenin ele geçirilmesinde, islâmiyyetin yasak etdiği şey irtikâb olunmazsa o kul müşrik olmaz. Ve o şeye meyli, maksûd kabûl edilmemişdir. 3/3. [Se’âdet-i Ebediyye: 906.]


● Abdiyyet makâmı, iyilikleri sâhibinden bilmek ve kendini kötü görmekdir. 1/234. [Mektûbât Tercemesi: 286.]


● Abdiyyet makâmı, vilâyet kemâllerinin en üstünüdür. 1/249. [Mektûbât Tercemesi: 307.]


● Osmân “radıyallahü anh”ın hilâfeti sahâbenin icmâ’ı ile sâbitdir. 3/24. [Hak Sözün Vesîkaları: 265.]


● Osmân “radıyallahü anh”ın vilâyet ve nübüvvet yolundan münâsebeti, Nûh aleyhisselâmadır. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Osmân “radıyallahü anh”, vilâyet ve nübüvvet yüklerini taşıdığı için (zinnûreyn) denir. Çünki, Ebû Bekr ve Ömer “radıyallahü anhüm” nübüvvet, Alî “radıyallahü anh” vilâyet yükünü taşımakdadır. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Osmân “radıyallahü anh”ın ve şeyhaynın efdaliyyetlerini inkâr eden, kâfir olmaz. Bid’at sâhibi ve sapık olur. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Ucb, öldürücü zehrdir. Ve öldürücü hastalıkdır. Sâlih amelleri yok eder. 2/53. [Se’âdet-i Ebediyye: 429.]


● Aczini anlamak, idrâkdir. 3/123. [Se’âdet-i Ebediyye: 919.]


● Adem-i hâriciye [hâricî yokluğa] zıd olan, hâricî varlıkdır. Sübût-i vehmî değildir. 3/60.


● Adem, şer ve naksın başlangıcı ve cümle kötülüklerin en kötüsü olarak görünmekdedir. 1/134, 234. [Mektûbât Tercemesi: 177, 286.]


● Adem, vücûdün aksi ve zıddıdır. 2/98. [Se’âdet-i Ebediyye: 930.]


● Adem, yokluk aynasında vücûdî kemâlât zuhûr eder. Ayna olmak, işte budur. 1/234. [Mektûbât Tercemesi: 286.]


● Adem, hiç yokdur ki, hiçbir mertebede sâbit değildir. (Var değildir.) Varlığı i’tibârîdir. 3/80.


● Adem hâricde yokdur. İlmde var kabûl edilmişdir. 3/58.


● Adem, her ne kadar yokdur. Ammâ, eşyânın tafsîlinin kaynağıdır. 2/99. [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]


● Adem-i mutlak [mutlak yokluk], ilm-i ilâhîde teferru’âtı ile bulunup, bu yokluğun noksanlıklarından herbiri ilm mertebesindeki aks eden kemâlâtın karşılığı olmuşdur. Ve her bir kemâl karşılığındaki yoklukda aks ederek görünmüşdür. 3/58.


● Adem [yokluk] vehmen hissetmek derecesinde ortaya çıkıp, istikrar kazanır. [Anlaşılır]. 3/58.


● Adem mukâbilindeki vücûd [Yokluğa tekâbül eden varlık], Allahü teâlânın vücûd sıfatı olmayıp, zıl ve aksleridir. 3/64.


● Adem-i mukayyedin [kaydlı ademin] mutlak ademe bağlanması, tecellî-i zâtın te’sîri iledir. 2/94.


● Adem, Resûlullahdan (ev ednâ) makâmında kaldırıldı. 3/123. [Se’âdet-i Ebediyye: 919.]


● Azâb-ı Cehennem [Cehennem azâbı], geçici olsun, devâmlı olsun, küfre ve küfr sıfatlarına mahsûsdur. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Âhıret azâbı, çok şiddetli ve devâmlıdır. Ve dünyânın hayâtı çok kısadır. Dünyânın güzelliğine ve tadına aldanmamalıdır. Bir insanın kıymeti, dünyâ ile ölçülse idi, dünyâlığı çok olan kâfirler herkesden azîz olurdu. Dünyânın görünüşüne aldanmak aklsızlıkdır. 1/98. [Mektûbât Tercemesi: 146.]


● Arşa olan zuhûr, zıllıyetden yüksekdir [uzakdır.]. Kimsede bu kâbiliyyet yokdur. 2/11.


● Arş-ı ilâhî, âlem-i halk ile âlem-i emr arasında geçiddir. 2/76. [Se’âdet-i Ebediyye: 915.]


● Arşa olan zuhûrun onda biri ârifin kalbinde yokdur. 1/220. [Mektûbât Tercemesi: 266.]


● Arş-ı ilâhî o azameti ile berâber, mekânlı olduğundan rûha nisbet ile, hardal dânesi kadar değildir. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]


● Urûclar ve zuhûrlar, mahlûkların hakîkatlerinin sonuna kadardır. 1/263. [Mektûbât Tercemesi: 346.]


● Urûcda mertebelerin sonu, nemâzın hakîkatıdır. 3/77. [Se’âdet-i Ebediyye: 941.]


● Azîmet, harâmla mubâhların fazlasından sakınmak; ruhsat, harâmlardan sakınmakdır. 1/216. [Mektûbât Tercemesi: 259.]


● Askerin, beytülmâldan ma’âş alması, cihâda mâni’ değildir. [Cihâd sevâbını gidermez.] 2/69. [Se’âdet-i Ebediyye: 289.]


● Askerlik ganîmetdir. Bir sâati, diğer makâmlarda bulunmanın çok sâatinden iyidir. 3/83.


● Aşk olmasaydı, aşk gamı olmasaydı, bu kadar güzel söz ortaya çıkmazdı. 3/118.


● Akl-ı me’âş, kısa görüşlüdür. Ma’nevî hastalıkları [âfetleri], hastalık kabûl eylemez. 1/219. [Mektûbât Tercemesi: 265.]


● Akl-ı me’âş, zenginliğe rağbet eder ve dünyâ erbâbına rağbet eder. [Bunlara rağbet edenlerin aklı, akl-ı me’âşdır.] 1/219. [Mektûbât Tercemesi: 265.]


● Akl-ı me’âd, ileri görüşlüdür. Evliyâ ve Enbiyâda bulunur. [Onların nasîbidir.] 1/219. [Mektûbât Tercemesi: 265.]


● Akl-ı me’âd, şerh-ı sadrdan sonra, mutmainne sadra inince, ona bağlanır. [Nefs mutmainne olunca, akl-ı me’âd ona bağlanır.] 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Akl, hissin ötesi olup, his ile idrâk edilmiyeni idrâk etdiği gibi, nübüvvet gücü de, akl gücünün ötesi ve üstüdür. Akl ile anlaşılamıyan, nübüvvet gücü ile idrâk edilir. 3/23. [Fâideli Bilgiler: 454.]


● Akl, ancak his edilenleri [beş duyu ile] idrâk edebilir. Görülenlerde misâli olmıyan işleri, akl idrâk edemez. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Aklı olan dünyâya bağlanmaz; düşkün olmaz ki, dünyâ sırf yoklukdur. 3/12.


● Akl hüccetdir, ammâ eksikdir. Hüccet-i bâliga [tam hüccet] Peygamberlerin gönderilmesidir. 3/44. [Se’âdet-i Ebediyye: 756.]


● Aklın ötesi demek, akl anlıyamaz demekdir. Yoksa orada, akl zıddına hükm eder değildir. 3/112.


● Aklın anlıyamadığı işleri, ilâhî nûrdan gayri ile bilmek mümkin değildir. 3/44. [Se’âdet-i Ebediyye: 756.]


● İnsanların aklları, yaratıcıyı isbâtdan âcizdir. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Akl, tasfiye ve tezkiyeden sonra, ilâhî makâm ile münâsebet kurar. Fekat, yanılmak ve unutmak ondan ayrılmaz. Vâhime, mütehayyile, gadab ve şehvetden ayrılmaz. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Aklın tasfiye ve tezkiyesi, sâlih amellerin yapılmasına bağlıdır. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Akl erbâbı, ya’nî felsefeciler, nefsden ba’zan rûhu, ba’zan kalbi kasd eder. Onlar nefs-i emmâreyi mücerred mefhûmlardan [âlem-i emrden] sayarlar. Kalb ve rûhun ismini bilmezler. 3/91.


● Ukalâ [akla tâbi’ olanlar], ma’lûm için, zihnde sûret hâsıl edip, onun meydâna gelmesi zihndedir. İlmde değildir, derler. Son devr sofiyyesine göre, o sûret ilmde hâsıldır. 3/114.


● Allahü teâlânın bir kulundan yüz çevirdiğinin alâmeti [sevmediğinin alâmeti], onun mâlâya’nî ile meşgûl olmasıdır. “Hadîs-i şerîf”. 2/60. [Se’âdet-i Ebediyye: 480.]


● İlm iki kısmdır. İlm-i ahkâmı fıkh, ilm-i i’tikâdı kelâm [ahkâmı bildiren fıkh ilmi, i’tikâdı bildiren kelâm ilmi], ilmleri kendinde toplamışdır. 1/268. [Mektûbât Tercemesi: 383.]


● İlm, inkişâfdan [tekâmülden] ibâretdir. Bu inkişâf ihâta ile olursa, ilm-i husûlîdir [çalışarak ele geçen ilmdir]. 3/114.


● İlm, ma’lûmun sûretinden ibâretdir ki, bunun ilmde husûlî ve hulûlî [girmesi, hulûl etmesi] ne ma’nâya olur, [ne ma’nâsı olur.]. 3/114.


● İlm-i husûlî ve ilm-i hudûrî bir vaktde cem olur. İki ilm-i hudûrî cem’ olmaz [birlikde olmaz]. 1/306. [Mektûbât Tercemesi: 490.]


● İlm-i husûlînin zât-ı teâlâya [Allahü teâlânın zâtına] âid olması muhaldır. Onun ilm-i hudûrîsi, müte’allık olur. [Alâkalı olur.] 3/21.


● İlm-i husûlî âfâka [insanın dışındaki âleme], ilm-i hudûrî enfüse [insanın içindeki âleme] te’alluk eder. 3/60.


● İlm-i husûlî eşyânın sûretini bilmekdir. Şey’in sûreti şey’in gayridir. 2/47.


● İlm-i şey [birşeyin ilmi], o şeyin sûretinin aklda hâsıl olmasıdır ki, o şeyin aynı değildir. 3/110.


● İlm-el-yakîn [ilm ile bilmek], eserden müessire istidlâldir. [Eserden delîl ile eser sâhibini anlamakdır]. Dumanı görüp, ateşe hükm etmek gibi. 3/100.


● Hakk-el-yakîn [bizzat içinde yaşayarak bilmek], müessir ile hakîkatlenmekdir ki, bekâ makâmıdır. 1/277. [Mektûbât Tercemesi: 407.]


● İlm, ayn ve hakk-ül-yakîn için meşâyıhın ta’rîfleri, imâm-ı Rabbânî indinde, bu ta’rîflerin hepsi, ilm-ül-yakîndir. 3/123. [Se’âdet-i Ebediyye: 919.]


● İlm-el-yakîn ile ayn-el-yakîn birbirine perdedir. İlm esnâsında görmek yokdur. 1/277. [Mektûbât Tercemesi: 407.]


● Yakînler, meşâyıh indinde, zât-i ilâhîye nisbet ile, imâm-ı Rabbânî indinde âyetlere (delîllere)dir. 3/123. [Se’âdet-i Ebediyye: 919.]


● Ayn-el-yakîn, imâm-ı Rabbânî indinde, dumanın ateşe olan hâlidir. 3/100.


● Hakk-el-yakîn, dumanı görüp, ateşin varlığına hükmetmekdir. 3/123.


● Ayn-ül-yakîn ve hakk-ül-yakîn, âfâk ve enfüsün ötesidir. 3/100.


● İslâmiyyet ilminin sûreti, zâhir âlimlerin nasîbidir ki, Kitâb ve Sünnetin hükmleri ile alâkalıdır. İslâmiyyet ilminin hakîkati, ulemâ-i râsihînin nasîbidir ki, Kitâb ve Sünnetin müteşâbih kısmı ile alâkalıdır. 2/18.


● İlm-i ledünnî, ifâdasında [feyz almakda], Hızır aleyhisselâmın rûhâniyyeti vâsıtadır. “Muhammed Pârisâ” 2/55. [Kıyâmet ve Âhıret: 182.]


● İlm-i ilâhî, hayât şânının altındadır. Lâkin, ilm için zât mertebesinde bir şân vardır ki, hayât ve diğer sıfatlar için yokdur. Bu, ilm-i hudûrî de değildir. 3/79.


● İlm-i ilâhînin zâtî güzelliği, diğer sıfatlarda yokdur. 3/100.


● İlm-i ilâhî. /113.


● İlm-i ilâhî değişen cüzlere te’alluk eder ise de [alâkalı ise de], Allahü teâlânın ilm sıfatında değişiklik olmaz. Değişiklik, birini diğerinden sonra bilince olur. Ammâ, cümleyi bir anda bilmekle değişikliğe ve sonradan olmağa tehammülü yokdur [böyle şey olmaz]. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● İlm-i ilâhînin eşyâya bağlantısı ilm-i hudûrîdir. 3/114.


● İlm-i ahvâl [hâllerin ilmleri], herkese verilmemişdir. 3/16.


● “Ümmetimin âlimleri, isrâil oğullarının Peygamberleri gibidir” şerefi ile müşerref olan, râsih ilmli âlimlerdir. 2/13. [Se’âdet-i Ebediyye: 754.]


● “Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir” hadîs-i şerîfindeki ilm, islâm bilgileridir ki, zâhiri ve hakîkati vardır. 2/18.


● “Ulemânın mürekkebi şehîdlerin kanından dahâ ağırdır.” Hadîs-i şerîf. 3/47. [Se’âdet-i Ebediyye: 400.]


● Zâhir âlimlerin nasîbleri, i’tikâdı düzeltdikden sonra, ahkâm-ı islâmiyye ve ameldir. Bâtın âlimlerinin nasîbi bununla berâber, hâller ve zevkler ve ma’rifetlerdir. Ulemâ-i râsihînin nasîbi, esrâr-ı dekâyıkdır ki [ince sırlardır ki] müteşâbihâtda işâret vardır. 1/54. [Mektûbât Tercemesi: 90.]


● Ulemâ-i râsihîn, vilâyet yollarını kat’iderek, Peygamberlerin husûsiyeti olan da’vet makâmına kavuşmuşlardır. 3/50. [Se’âdet-i Ebediyye: 763.]


● Ulemâ-ı râsihîn, özü kabuk ile bir araya getirerek ve hakîkati sûrete getirmiş, müteşâbihâtdan zevk almışlardır. 2/18.


● Ulemânın ilmleri, nübüvvet kandilinden alınmış, sofiyyenin ma’rifetleri ise, keşf ve ilhâmdır. 2/55. [Kıyâmet ve Âhıret: 182.]


● Zâhir âlimlerine fenâ ve bekâ nasîb olmamış, vilâyet-i hâssa vâki’ olmamışdır. 3/89.


● Dünyâ âlimlerinin ki, gayretleri alçak dünyâ içindir. Ve sohbetleri, öldürücü zehrdir. Ve fesâdları yayılır. 1/73. [Mektûbât Tercemesi: 111.]


● Dindâr âlimler, makâm ve riyâset sevgisinden geçmiş ve tervîc-i din [islâmiyyeti yaymakdan] ve islâmiyyeti kuvvetlendirmekden gayri birşey istemezler. 1/53. [Mektûbât Tercemesi: 89.]


● Ulemâ’i sû’ [kötü âlimler] insanları dalâlete sevk etmekde kâfî olup, iblis işsiz ve boş kalmakdadır. 1/213. [Mektûbât Tercemesi: 256.]


● İlmi, dünyânın mâl ve mevkı’ine vesîle kılanlara, şiddetli azâb vardır. 1/73. [Mektûbât Tercemesi: 111.]


● Riyâzî ilmler, mantık ve emsâli ile meşgûl olmak için cevâz vardır. Ammâ, onları ele geçirmekden maksad, ahkâm-ı islâmiyyeyi bilmek için olmak şartdır ve yoksa câiz değildir. 1/73. [Mektûbât Tercemesi: 111.]


● Alî “radıyallahü anh”, hilâfeti zemânında ve emri altında, kendi bağlılarından, yardımcılarından büyük bir topluluk arasında buyurmuşdur ki, muhakkak Ebû Bekr ve Ömer, cümle ümmetin en üstünüdür. İmâm-ı Zehebî, bunu seksenden çok kimseden rivâyet eylemişdir. 2/36. [Eshâb-ı Kirâm: 222.]


● Alî “radıyallahü anh”ın mücâdelesi, bâgîler, âsîler ile savaş farz olduğundan idi. 2/96. [Se’âdet-i Ebediyye: 505.]


● Alî “radıyallahü anh” buyurdu ki, birâderlerimiz bize bâgî oldular. Kâfir ve fâsık değildirler. 2/96. [Se’âdet-i Ebediyye: 505.]


● Alîye “radıyallahü anh” Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, “Sen, Îsâya “aleyhisselâm” benzemekdesin. Ona yehûdîler o derece düşmanlık etdiler ki, annesi Meryeme iftirâ etdiler.” 2/32. [Se’âdet-i Ebediyye: 427.]


● Alî “radıyallahü anh” vilâyet yolundan kavuşanların önderi ve başkanıdır. Bu yolda feyz herkese Onun aracılığı iledir. 3/124.


● Alî radıyallahü anh buyurdu ki, bütün ilmler besmelenin “B” sinde, belki “B” nin noktasında toplanmışdır. 1/201. [Mektûbât Tercemesi: 240.]


● Alîye “radıyallahü anh” kusûr isnâd eylemek, çirkinliğin en kötüsüdür. 1/80. [Mektûbât Tercemesi: 127, Eshâb-ı Kirâm: 263.]


● Alî “radıyallahü anh”, Sıddîk “radıyallahü anh”dan efdaldir diyen, ehl-i sünnetden ayrılır. 1/202. [Mektûbât Tercemesi: 240.]


● Alî “radıyallahü anh”, vilâyet ve nübüvvet taraflarından Îsâ aleyhisselam ile münâsebetlidir. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Umdet-ül-islâm fârisî fıkh kitâbıdır. 1/193. [Mektûbât Tercemesi: 229.]


● Ömer “radıyallahü anh”, “Rabbinin azâbı elbette vardır. Onu önliyecek yokdur.” âyetini işitince, aklı gidip, deveden düşdü. 1/302. [Vettûrî. 7. Âyet.] [Mektûbât Tercemesi: 482.]


● Ömer “radıyallahü anh”, Ebû Bekr “radıyallahü anh”dan sonra, ümmetin efdalidir. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Ömer “radıyallahü anh”, vilâyet-i Muhammediyyeye vâsıl ve kemâlât-ı Muhammedî onda hâsıl oldu. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Ömer “radıyallahü anh”ın vilâyeti, İbrâhîm aleyhisselâma, nübüvvet tarafından Mûsâ aleyhisselâmadır. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Ömer “radıyallahü anh” hakkında Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”: “Benden sonra Peygamberlik bitmeseidi, Ömer Peygamber olurdu,” buyurdu. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Ömer “radıyallahü anh”ın vefâtında, Abdüllah ibni Ömer, ilmin on bölükde dokuz bölüğü öldü, buyurdu. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Ömer “radıyallahü anh” ile, Hak sübhânehunun kelâmı, çok zemân aynen vâki’ oldu. 2/51.


● Ömer “radıyallahü anh” hakkında. 2/99.[Se’âdet-i Ebediyye: 515.]


● Ömer “radıyallahü anh” buyurdu ki, geceleri uyumayıp, cemâ’ati [sabâh nemâzını] terk etmekden ise, uyumak iyidir. 1/114. [Mektûbât Tercemesi: 164.]


● Amr ibni Âs’ın “radıyallahü anh” yanılması, Veysel Karânî ve Ömer Mervânînin doğru işinden efdaldir. 1/120. [Mektûbât Tercemesi: 168.]


● Umre ve nâfile hac, bir farzın terkine ve bir memnu’un icrâsına sebeb oluyor, mâlâya’nî oluyorlar. 1/123. [Mektûbât Tercemesi: 169.]


● Amelin mükâfâtı işleyene olduğu gibi, vâdı’ına ve binnetice Peygambere “sallallahü aleyhi ve sellem” de olur. 2/57.


● Amel eylemeyip, suçunu dahî kabûl etmeyip, pişmân olmıyan, kullukdan uzakdır. 3/17. [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Amellere verilen ecr, ameli işliyene göre değişir. 1/305. [Mektûbât Tercemesi: 489.]


● Amelin sevâbı, niyyetin düzgün olmasına bağlıdır. 3/28.


● Avâm, müntehînin bâtınından nasıl haber alır ki, müntehînin bâtınının zevkinden, kendi zâhiri bile haberdar değildir. 2/43.


● Avâm, Şeyh-i Genc-i şekeri, oğlunun vefâtında üzülmediği için, üstün bilirler. Hâlbuki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, İbrâhîmin vefâtında ağladı ve çok üzüldü. 1/272. [Mektûbât Tercemesi: 387.]


● Avâm indinde, cesedi ihyâ [gelişdirmek] büyük işdir. Havâs indinde [büyükler yanında] kalbi ihyâ mu’teberdir. 2/92. [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]


● Avâmın seyyiâtı, îşâna hasenât olur. 2/56.


● Avâmın îmânı ile havâsın îmânı farklıdır. 3/123. [Se’âdet-i Ebediyye: 919.]


● Avâm işiterek veyâ delîl ile gayba îmân etmişlerdir. Sondakilerin en üstünleri, gayblar gaybını, celâl ve cemâl perdelerinin arkasında mütâle’a eylemişlerdir. Ortadakiler, zılleri asl zan etmişlerdir. 2/8. [Se’âdet-i Ebediyye: 753.]


● Hasta ziyâreti sünnet, hastanın kimsesi yoksa vâcibdir. 1/265. [Mektûbât Tercemesi: 349.]


● Fıtr bayramında, yimek, içmek, senelerce nâfile oruc tutmakdan dahâ fâidelidir. 1/52. [Mektûbât Tercemesi: 87.]


● Îsâ aleyhisselâm gökden inip, Muhammed aleyhisselâmın dîni ile amel edecekdir. 2/67 [Se’âdet-i Ebediyye: 54.], 1/109. [Mektûbât Tercemesi: 161.]


● Îsâ aleyhisselâmın, mele-i a’lâ ile münâsebeti vardır. 3/114.


● Îsâ aleyhisselâm gökden inip, ictihâdı, İmâm-ı a’zamın ictihâdına uygun olacakdır. 2/55, 1/282. [Mektûbât Tercemesi: 413.]


● Îsâ aleyhisselâm vilâyetde, Mûsâ aleyhisselâm nübüvvetde çok yüksek mertebededirler. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Ayn-ı sâbiteye te’ayyün-i vücûbî derler. 3/33.


● Ayn-ı sâbite, Allahü teâlânın ismlerinin zılli, aksi ve nûrudur. 3/33.


● Ayn ve eserin fenâ esnâsında yok olması, vilâyet-i Muhammediyyeye “sallallahü aleyhi ve sellem” mahsûsdur.


Diğer vilâyetlerde yalnız ayn yok olup, eseri yok olmaz. 1/287. [Mektûbât Tercemesi: 426.]


● Ayn ve eserin yok olmasından murâd, görünüşün yok olmasıdır. Mahlûkâtın vücûdu yok oluyor demek, ilhâd ve zındıklıkdır. 3/109.

KIYMETSİZ YAZILAR (Birinci Kısm) – A, E, İ, Ü –

● Âbâ ve ecdâd [baba ve dede]ların îmânını taklîd etmek, îmân-ı taklîdîdir ki, mu’teber değildir. 1/29 [Mektûbât Tercemesi: 47.]


● Abdestde, ayak parmakları arasını sol elin küçük parmağı ile tahlîle murâat [riâyet] edeler. 3/41 [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]


● Âdâba riâyetsiz hizmetin fâidesi yokdur.


● Âdem aleyhisselâmın hilkatinden [yaratılmasından] beri yedi bin yıl temâm olmadı. 2/58 [Se’âdet-i Ebediyye: 79.]


● Âdem aleyhisselâm su ile toprak arasında iken, Resûlullah ilm-i ilâhîde Peygamber idi. 1/56 [Mektûbât Tercemesi: 92.]


● Âdem aleyhisselâmın mebde-i te’ayyünü tekvîn sıfatıdır.


● Âdem aleyhisselâm âlem-i şehâdete gelmezden mukaddem [madde âlemine gelmezden önce] vücûda gelen zuhûrât-ı misâliyesi. [Görünen misâlleri]. 2/58 [Se’âdet-i Ebediyye: 79.]


● Âdem aleyhisselâmdan evvel geçen Âdemlerin vücûdları âlem-i misâlde idi. Âlem-i şehâdetde [madde âleminde] ilk mevcûd olan Âdem aleyhisselâmdır ki, sıfatı cemiyyet üzere mahlûkdur. Çok vasflar sâhibidir. 2/58 [Se’âdet-i Ebediyye: 79.]


● Âhıret dâr-ı cezâdır [karşılık yeridir]; dâr-ı teklîf değildir [emrlerin verildiği, mükellef kılınan yer değildir]. 1/259 [Mektûbât Tercemesi: 323.]


● Âhiret mevcûdâtının [âhıret varlığının] mebde-i te’ayyünleri, kemâlât-ı mufassala-i zâtiyye-i mukaddeseler olup, [varlığa başlangıç olan kemâlât [olgunluk], mukaddes zâtın açılmış, mukaddese-i zâtiyyesi olup,] ism ve sıfatları değildir. 3/114


● Âhıret mu’âmelâtı [âhıret işleri] zıllerden değildir. 1/261 [Mektûbât Tercemesi: 343.]


● Âhıretde azâbın ve mükâfâtın devâmlı olduğunu bilenlerin nazarında, birkaç günlük belâ ve mihnet, devâmlı râhata sebeb olduğundan, ayn-i râhatdır [râhatın tâ kendisidir]. İnsanların dedi-kodularına bakmazlar. 2/99 [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]


● Âhıret azâbı hakkında Peygamberlerin sözbirliği var iken, felsefecilerin sözlerine i’tibâr olunmaz. Bu azâb aklî değil, hissîdir. [Bizzat tadılacak şekldedir.] 3/101 [Se’âdet-i Ebediyye: 68.]


● Âhıretin yaratılış ve mevcûdiyyetine, dünyânın yaratılış ve mevcûdiyyetini mukâyese etmek mümkin değildir. 3/79.


● Âhıreti verip dünyâyı almak ve Hakdan halka yüz çevirmek cünûn ve sefâhetdir, [delilik ve aklsızlıkdır]. 1/28 [Mektûbât Tercemesi: 46.]


● Âgâhlık [uyanıklık], Allahü teâlâ ile bâtının huzûrundan ibâretdir. İlm-i huzûrîye benzer ki devâm lâzımdır. 3/16


● Ayakların zinâsı, islâmiyyetin yasak etdiği yere (harâmlara) gitmek. Gözlerin zinâsı, islâmiyyetin yasakladığına[harâmlara] bakmakdır. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]


● Aynada hoşa giden sûretin görünmesi, hâricde hakîkî görmek gibi te’sîr eder. 3/63 [Se’âdet-i Ebediyye: 925.]


● İbrâhîm aleyhisselâm, Habîbullahın ümmetine dâhil olmağı temennî buyurmuşdur. 3/122.


● İbrâhîm aleyhisselâmın şânının yüksek oluşu, Hak teâlânın düşmanlarından teberrî etmek [kaçınmak] vâsıtasıyladır. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● İbrâhîm aleyhisselâm Halîlullahdır. 3/88


● İbrâhîm aleyhisselâmın vilâyeti, vilâyet-i İsrâfildir. 3/114.


● İbrâhîm aleyhisselâmın mebde-i te’ayyünü, ilm sıfatıdır. 3/88.


● İbrâhîm aleyhisselâmın mebde-i te’ayyünü, te’ayyün-i evvel-i vücûdîdir. 3/88.


● İbrâhîm aleyhisselâmın mebde-i te’ayyünü hulletdir ki, te’ayyün-i evvel olan hubbın muhîtidir. [Muhabbetin muhîtidir.] Ve o merkez ve muhîtin temâmı ki, sûreti misâlîde dâire gibidir. Te’ayyün-i evveldir. Onun en şerefli ve ilk eczâsı merkezdir ki, sevgi (hub)den ibâretdir. Muhît-i dâire o merkezin zıllı gibi ve ondan ileri gelmekdedir. O muhîte te’ayyün-i sânî demek mümkindir. Ammâ, keşf ile görülmekde, bu te’ayyün iki değildir. Hubbî ve hulletî [muhabbeti ve dostluğu] içine almış olarak birdir. Te’ayyün-i sânî, nazar-ı keşfîde, te’ayyün-i vücûdîdir ki, te’ayyün-i evvel-i hubbînin zıllı gibidir. Zıll-ı şey çok olur ki, kendini asl şey gibi gösterip, sâliki kendine cezb eder. Te’ayyün-i evvel, te’ayyün-i vücûdî veyâ te’ayyün-i hubbî zan olunur. 3/122.


● İbrâhîm bin Şeybân, meşâyıh tabakasındandır. 1/99 [Mektûbât Tercemesi: 148.]


● Ebû Bekrin “radıyallahü anh” fazîleti, îmânda ve çok mal vermekde, nefsini bu yolda hizmetci etmekde, öncekilerin öncesi olması yoluyladır. 2/99 [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]


● Ebû Bekr “radıyallahü anh”, Enbiyâdan sonra, insanların en efdalidir. 1/202 [Mektûbât Tercemesi: 240.]


● Ebû Bekrin “radıyallahü anh” îmânı, ümmetin îmânı ile ölçülse, ziyâdedir [ağır gelir], hadîs-i şerîfindeki ziyâdelik, îmânın parlaması ve nûru i’tibâriyledir. Fazlalık, kâmil sıfata âiddir. 1/256 [Mektûbât Tercemesi: 318.]


● Ebû Bekrden Fârûkun inhitâtı, Resûlullahdan Ebû Bekrin inhitâtından ziyâdedir. [Ömer “radıyallahü anh”ın Ebû Bekr “radıyallahü anh”dan farkı, Ebû Bekrin “radıyallahü anh” Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” farkından dahâ fazladır.] 1/251 [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Ebû Bekr “radıyallahü anh” hakkında, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdular ki:

“Ömerin tekmil hasenâtı, Ebû Bekrin bir hasenesidir.” 1/251 [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Ebû Bekr “radıyallahü anh” hakkında, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdular ki: “Hak teâlânın bana ihsân eylediği, esrârın temâmını, Sıddîkın kalbine dökdüm.” 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Ebû Bekr-i Sıddîk ki, Enbiyâdan sonra efdal-ı beşerdir. [Peygamberlerden sonra insanların en üstünüdür.] Onun dahî başı bir Peygamberin ayağı altındadır. 1/248. [Mektûbât Tercemesi: 305.]


● Ebû Bekr “radıyallahü anh”ın fazîleti. 1/256 [Mektûbât Tercemesi: 318.]


● Ebû Bekr “radıyallahü anh” isti’dât [kâbiliyyet] ve taklîdleri vâsıtasıyle, Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” derhâl tasdîk eyledi. 1/107 [Mektûbât Tercemesi: 157.]


● Ebû Bekr “radıyallahü anh”, makâm-ı İbrâhîmin fevkindeki makâm-ı hâssaya dâhil oldu. 3/122.


● Ebû Bekr “radıyallahü anh”, bu ümmetin en önde geleni, merhametlisi, efdalidir. 1/59 [Mektûbât Tercemesi: 94.]


● Ebû Bekr “radıyallahü anh”, Resûlullahın sehvini, kendi sevâbından dahâ iyi bilip, onun sehvini taleb buyurup; (Yâ leyteni sehve Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem”, keşki Muhammed aleyhisselâmın bir sehvi olsaydım) buyurmuşdur. 1/305 [Mektûbât Tercemesi: 489.]


● Ebû Bekr “radıyallahü anh”ın mebde-i te’ayyünü, ismlerin zıllerinin dâiresinin üst noktasıdır. 1/260 [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Ebû Bekr “radıyallahü anh” bir kimseyi Kur’ân-ı kerîm okurken ağlıyor görüp, bizler dahî, bunlar gibi ederdik. Lâkin kalblerimize kasvet ârız oldu, buyurdular. 1/26 [Mektûbât Tercemesi: 44.]


● Ebû Bekr “radıyallahü anh”, “beni bu iki sevbim [elbisem] ile tekfîn edin [defn edin]” diye vasîyyet eylemişlerdir. 2/16 [Se’âdet-i Ebediyye: 1034.]


● Ebû Bekr-i Sıddîkın ve belki bütün sahâbenin şemâil-i şerîfesi, geçmiş Peygamberlerin kitâblarında gelmişdir. (Zâlike meselühüm fit-Tevrâti ve meselühüm fil-İncîli.) [... Onların hâlleri, şerefleri, böylece Tevrâtda ve İncîlde bildirilmişdir... 3/24 [Hak Sözün Vesîkaları: 265.]


● Ebû Bekr-i Sıddîka otuzüçbin kişi kendiliğinden ve seve seve bî’at etdiler. 3/24 [Hak Sözün Vesîkaları: 265.]


● Ebû Bekr “radıyallahü anh” buyurdu ki, (Aczini bilmek, anlamakdır. [Asl idrâk, kendinin aczini bilmekdir.]). 3/24 [Hak Sözün Vesîkaları: 265.]


● Ebû Bekr “radıyallahü anh”ın vilâyet tarafından münâsebeti, İbrâhîm aleyhisselâma; nübüvvet tarîkiyle (yoluyla) Mûsâ aleyhisselâmadır. 1/251 [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Ebû Bekr “radıyallahü anh” kemâlât-ı Muhammediyyeye yükselmiş, vilâyet-i Mustafaviyyeye dâhil olmuşdur. 1/251 [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Ebû Bekr “radıyallahü anh”ın mebde-i te’ayyünü, hakîkat-i Muhammedînin zıllıdir. Bu sebeble vârisân-ı Peygamberin [Peygamberin vârislerinin] efdalidir. 3/122.


● Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” buyurmuşdur ki, “Resûlullahdan iki ilm edindim ki, birini beyân eyledim [açıkladım]. Diğerini âşikâre eylesem [açığa çıkarsam] öldürülürüm. O ilm, ilm-i esrârdır ki, herkesin idrâki ona yetişemez.” 1/267 [Mektûbât Tercemesi: 382.]


● İbn-i Sînâ kısa görüşlü olduğundan, islâmiyyetden pay alamadı. Sonunda felsefe pisliğinde kaldı. 1/245 [Mektûbât Tercemesi: 303.]


● İbn-i Sînâ ve Fârâbi, akl, nefs, rûh ve maddenin başlangıcı olmadığını söyleyip, gökleri ve muhteviyâtını kadîm bilmişlerdir. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● İbnül vakt, erbâb-ı kulûba (kalbleri hâlden hâle değişen Evliyâya) denir ki, kalbi temkîne ulaşmamışdır.


Ebülvakt, kalbi ve nefsi temkîne ulaşmışdır. İbnül vakt, erbâb-ı tecelliyât-i sıfâtiyyeye, ebül-vakt, erbâb-ı tecelliyât-i zâtiyyeye mazhardır. 1/175 [Mektûbât Tercemesi: 217.]


● Ebrârın ibâdetleri, korkarak ve tama’kârlık ederek, nefsleri ile alâkalıdır. 1/204 [Mektûbât Tercemesi: 243.]


● İblis, melekûtun muallimi lakabiyle lakablı, tâ’at ve ibâdetlerinde de büyük şân sâhibi idi. 3/95


● İblis-i la’în ki, her kötülük ve dalâlete menşe’ [kaynak]dır. Ademde mevcûd hünerlerden nasîbsizdir. 2/98 [Se’âdet-i Ebediyye: 930.]


● El isnânü mütegayyirâni kadiyye-i mukarreredir. [İki şey birbirinden ayrıdır hükmü, değişmez kâidedir.] 1/272 [Mektûbât Tercemesi: 387.]


● İctihâd ve kıyâs, bid’at değildir. Zîrâ kıyâs ve ictihâd nasların ma’nâsını açığa çıkarır. Emri artdırmaz. [Ya’nî ictihâd ile emrler artmış olmaz.] 1/186 [Mektûbât Tercemesi: 223.]


● İctihâd, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında da mevcûd idi. 2/96 [Se’âdet-i Ebediyye: 505.]


● Ecel-i müsemmânın herkes için takdîm ve te’hîri [öne alınması veyâ gecikmesi] mümkin değildir. 2/81 [Se’âdet-i Ebediyye: 96.]


● İcmâ-ı ümmet, Eshâb-ı kirâm zemânına âiddir. 2/23 [Se’âdet-i Ebediyye: 775.]


● Hadîs-i şerîfler ile amel ederek, ulemâ-i müctehidînin fetvâsıyla harâm kılınmış, mekrûh ve menhî olan emri irtikâb eylemek, biz mukallidler için câiz değildir. [Ehâdis ile amel bize câiz değildir.] 1/312 [Mektûbât Tercemesi: 498.]


● İhsân her yerde övülmeğe değer. Bilhâssa akrabâya ve komşulara olunca dahâ iyidir. 1/178 [Mektûbât Tercemesi: 218.]


● Ahkâm-ı ictihâdiyye kat’î değildir. Amele bağlıdır. İ’tikâdı isbât edici değildir. 2/36 [Eshâb-ı Kirâm: 222.]


● Ahkâm hakkında üçbin hadîs-i şerîf vardır. 2/36 [Eshâb-ı Kirâm: 222.]


● Ahkâm-ı fıkhıyye zarûrîdir. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Ahkâm-ı islâmiyyede hükm ve işlerde nesh ve tebdîl [yürürlükden kalkma ve değişiklik] olmuşdur. 1/63 [Mektûbât Tercemesi: 99.]


● Ahkâm-ı islâmiyyeyi kendi aklıyle anlamak ve aklı ona rehber etmek isteyen kimse, nübüvveti inkâr etmekdedir. [Peygamberliğe inanmamış olur.] Onunla konuşmak akl işi değildir. [Delilikdir.] 1/214 [Mektûbât Tercemesi: 257.]


● Ahkâm-ı islâmiyyenin isbâtında, Kitâb, sünnet, müctehîdlerin kıyâsı ve icmâ-i ümmet mu’teberdir. 2/55 [Kıyâmet ve Âhıret: 182.]


● Ahkâm-ı islâmiyyenin cümlesinde hafîfletme vardır. Ve kolaylığın temâmı ve suhûlet mevcûddur. 1/9


● Ahkâm-ı islâmiyye ile süslenmek müyesser olunca, dünyâ mazarratından, kötülüklerinden kurtuluş hâsıl olur. 1/72 [Mektûbât Tercemesi: 110.]


● Ahkâm-ı islâmiyye, ni’mete şükr etmeği açıklamakdır. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Ahvâlden maksad, hâllere tutulmuşluğun değişmesidir. 1/239 [Mektûbât Tercemesi: 298.]


● Ahvâl ve mevâcîd [hâller ve vecdler] matlûbun, ele geçirilmek istenilenin başlangıçlarıdır. Maksad değildir. 1/272 [Mektûbât Tercemesi: 387.]


● Ahvâlden bir hâl hâsıl olursa, üzülmeğe ve sevinmeğe değmez. Maksûd [ele geçirilmek istenilen] bîçûn ve bîçûnenin [ötelerin ötesi, anlaşılamaz olanın] hâsıl olmasıdır. 1/130 [Mektûbât Tercemesi: 174.]


● Ahvâlin [hâllerin] en doğrusu, dîn-i islâm üzere istikâmetdir. [En güzel hâl, islâmiyyete uymakdır.] 3/20.


● Ahvâl ve mevâcîd [hâller ve vecdler] lehv ve la’b’e [oyun ve eğlenceye] dâhildir. 1/210 [Mektûbât Tercemesi: 251.]


● Ahvâl ve mevâcîd ve müşâhedât ve tecelliyât, başlangıçda ve arada meydâna gelir. 1/284 [Mektûbât Tercemesi: 414.]


● Ahvâl, kalbin telvînlerindendir. 1/253 [Mektûbât Tercemesi: 316.]


● Ahvâl ve mevâcîdin [hâllerin ve vecdlerin] meydâna gelmesine sebeb, zâtın zikrinde, ismleri ve sıfatları düşünmekdir. 1/264 [Mektûbât Tercemesi: 348.]


● Ahvâl [hâller] bâtın içindir. O hâlleri bilmek ise zâhir içindir. 1/284 [Mektûbât Tercemesi: 414.]


● Ahvâlin husûli matlûbdur, ilmi değil. Ba’zı cemâ’ate bu ilmi ihsân ederler, ba’zısına etmezler. İkisi de vilâyetdedir. 3/16


● Ahyâ ve emvât [diriler ve ölüler] vusûlde [yetişmekde] müsâvidirler. 1/260 [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● İhtiyâc, insanın hâssa-i zâtiyyesidir. [Aslının özelliğidir.] Belki güzelliğindendir. 3/63 [Se’âdet-i Ebediyye: 925.]


● İhtiyâc noksanlığı gösterir. Alâmeti imkândır. [Mümkin-ül-vücûd sâhibidir.]


● İhtiyâr-ı abd [kulun ihtiyârı] za’îfdir dedikleri söz, eğer Hak sübhânehunun ihtiyârına nisbetle olursa, doğrudur. Yok eğer, kul, yapmasına me’mur olduğu işe ihtiyârı kâfî değildir, ma’nâsına olursa, sahîh değildir. Zîrâ, gücü yetmiyecek şey teklîf edilmedi. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Ehâss-ı havâsdan [Seçilmişlerin seçilmişinden] beşer sıfatının kaldırılması mümkin değildir. 3/123 [Se’âdet-i Ebediyye: 919.]


● Ehâss-ı havâs [seçilmişlerin seçilmişleri], en yüksek dereceye çıksalar, yine başları Peygamberlerin ayağı altına kadardır. Aynı seviyede olmak mümkin değildir. 3/122


● İhlâs ile yapılan bir iş, senelerle yapılan ibâdetlerin kazancını hâsıl eder. 1/141 [Mektûbât Tercemesi: 182.]


● İhlâs, zorlayarak ve külfetli olarak mü’minlerin avâmında tahakkuk edebilir ki, böyle ihlâs devâmlı değildir. Bu ihlâsı elde edenler muhlisdir. Uğraşmadan, zorlamadan, külfetsiz olarak ihlâs, devâmının husûlinde der-kârdır (lâzımdır) ki, Hakk-ul-yakîn mertebesidir. Devâmlı ihlâs sâhibi muhlâsdır. 1/59 [Mektûbât Tercemesi: 94.]


● Edeb-i vâhide [bir edebe] riâyet ederek, tenzîhî mekrûhdan kaçınmak, zikr, fikr ve murâkabeden efdâldir. 1/29 [Mektûbât Tercemesi: 47.]


● Ezân kelimelerinin ma’nâsı. 1/303 [Mektûbât Tercemesi: 486.], [Se’âdet-i Ebediyye: 209.]


● İzn ile yapılan ibâdetler makbûldür. 1/254


● “İzâ ra’eyte lî tâliben fe-kün lehü hâdimen” hadîs-i kudsî. [Bana tâlib olan, beni isteyen birini gördüğün zemân, ona hizmetci ol!] 3/18.


● İz’ân-ı kalb [kalb anlayışı] olmadıkça, yalnız bilmekle îmâna vusûl olmaz [kavuşulmaz]. 3/91


● İrâde, iki eşidden birini seçmekdir. Bir yerde eşidlik yoksa, irâde de olmaz. 1/286 [Mektûbât Tercemesi: 420.]


● İrâde, işlemek ve işlememekden [yapmak ve yapmamakdan] birini tercîhdir ki, kudretden sonradır. Yaratmakdan öncedir. Eğer, irâde kabûl olunmasa, mecbûriyyet lâzım gelir. 3/26


● Erbâb-ı kulûbun ahvâlleri telvîn üzeredir. Onlar eshâb-ı telvîndir. 3/120


● Erbâb-ı telvînde müşâhede, gerçekden görmek ma’nâsına bir ta’bîr değildir. Bunlarda sıfât-ı tecelliye-i mütelevvine, mükâşefe ile ta’bîr olunur. O bakımdan bunların müşâhede demesi, gerçek görme değildir. 3/119


● Ervâh-ı mükemmel [olgun, üstün kişilerin rûhları] kadîm değildir. 1/286 [Mektûbât Tercemesi: 420.]


● Ervâh-ı mükemmel [olgun kimselerin rûhları, Evliyâ rûhları], bedenleri ile görünürler ki, bu, tenâsuh (rûhun diğer bedene geçmesi demek) değildir. 2/58 [Se’âdet-i Ebediyye: 79.]


● Üserâ-i Bedrin [Bedr esîrlerinin] katline Fârûk “radıyallahü anh” hükm etmişdi. [Esîrler bırakdırıldıkdan sonra] Vahy, Fârûkun “radıyallahü anh” re’yine muvâfık geldi. 2/96 [Se’âdet-i Ebediyye: 505.]


● Esbâb [sebebler] ve vesâil [vesîleler] cimâddır. [Cansızdırlar.] Kendileri gibi bir gayri de te’sîr ederek onu meydâna getiremezler. Onların ötesinde bir kâdir vardır ki, anı buyurur. Akllılar, cimâdda gördükleri fi’lden, fâil [yapan] ve muharrik [hareket etdirici] den haberdâr olur. Cimâdın fi’li, akllılar indinde, fâ’il-i hakîkî fi’line perde olmaz. Belki fâile delîl olur. Aklsızlar, fi’l cimâdâtın işidir, der. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Esbâbın [sebeblerin] te’sîrine râzı olmak lâzımdır. Bu te’sîri de, o sebebin vücûdi gibi, Allahü teâlânın yaratması ile bilmelidir. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Esbâb [sebebler] behânedir. Kudretin örtüsü olmakdan gayri değildir. 3/94


● Hak teâlâ sebebleri kendi yaratmasına örtü ve koruma kılmışdır. 2/44 [Se’âdet-i Ebediyye: 943.]


● İstidrâc, kâfirlere nefslerinin sefâları [cilâlanması] vaktinde, gaybî [fen ve akl dışı] işlerin meydâna gelmesidir. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● İsti’dâd [kâbiliyyet], Allahü teâlânın ihsânıdır. 3/104


● İsti’dâdı [kâbiliyyeti] kalb ve rûh mertebesine olan bir kimseyi, tesarruf sâhibi olan pîr, dahâ üst mertebeye ulaşdırmağa kâdirdir. 1/188 [Mektûbât Tercemesi: 225.]


● İsti’dâd başkalarına geçebilir. 1/256 [Mektûbât Tercemesi: 318.]


● “Estagfirullah el’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüv el-hayyel kayyûme ve etûbü ileyh”. Her tevbeyi ve nemâzları müteâkib okumalıdır. 3/17 [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● İstifsar [birşeyin hikmetini sormak] için duraklamak zemm olunmuş değildir. Melekler, sorma yoluyla, Âdem aleyhisselâmın hilâfet vechini arz eylediler. 2/96 [Se’âdet-i Ebediyye: 505.]


● İslâmın aslı, ehl-i sünnetin bildirdiği gibi i’tikâdı düzeltmek ve ahkâm-ı islâmiyyenin yapılmasıdır. İslâmın kemâli, ehl-i sünnetden olan sofiyyenin sülûkü hâlince [uyarınca] tasfiye ve tezkiyeye bağlıdır. Bu üç erkâna muhâlif olan meşakkatli riyâzet [nefsin arzûlarını yapmamak] ve sıkıntılı mücâhedeler [nefsin istemediklerini yapmak] ma’siyyetdir. 1/157 [Mektûbât Tercemesi: 192.]


● İslâmın sûretine uymak insanı kurtarmaz. Yakîn hâsıl eylemek lâzımdır. Ammâ, bu durumun yakîn olması nerede. Belki vehm bile değildir. Akllılar tehlüke ânında vehme dahî i’tibâr ederler. 1/73 [Mektûbât Tercemesi: 111.]


● İslâmın ve küfrün ahkâmını müteşebbis olan dahî, müşrikdir. Küfrden teberrî [kaçınmak], islâmın şartıdır. 3/41 [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]


● İslâmın binâsı, beş şey üzeredir. Evvelkisi, Vahdâniyyet-i Bârî ve risâlet-i Muhammedîyi ikrâr. [Allahü teâlânın bir olduğunu ve Muhammed aleyhisselâmın risâletini kabûl etmek]. İkincisi, beş vakt nemâzı edâ. Üçüncüsü, malın zekâtını edâ. Dördüncüsü, mübârek Ramezân orucudur. Beşincisi, hacc-ı beytil harâmdır. [Hacca gitmekdir]. 3/17 [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● İslâmın alâmeti, küfr ehline [kâfirlere] düşmanlık ve onlarla inâddır. 1/163 [Mektûbât Tercemesi: 200.]


● İslâm ve küfr birbirinin zıddıdır. Birini kabûl etmek, diğerini red ma’nâsına gelir. 3/41 [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]


● İslâmiyyet o derece garîb olmuşdur ki, küfr ehli, açıkca, küfr ahkâmını, İslâm beldelerinde yapmaya râzı olmayıp, isterler ki, ahkâm-ı islâmiyye tamâmen sona ere. Müslimânlardan ve müslimânlıkdan eser kalmıya. 2/92 [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]


● İslâm-ı hakîkî ile müşerref oldukdan sonra, nübüvvet kemâlâtından nasîb almağa isti’dâdlı olur. 2/50 [Se’âdet-i Ebediyye: 948.]


● İslâm-ı hakîkî, küfr-i tarîkatden sonra hâsıl olur ki, [nefsin mutmainne olmasından sonra hâsıl olur ki], bu İslâm ve îmân zevâlden mahfûzdur. [Yok olmakdan korunmuşdur.] 3/49


● İsm-i kabîhden [çirkin ismden] sakınmak lâzımdır. 1/23 [Mektûbât Tercemesi: 40.]


● İsm-i zâhirde yalnız sıfatlar olup, Zât-ı teâlâ düşünülmez. İsm-i bâtında, zât-i teâlâ da hâtırlanır. 1/260 [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● İsm-i zâhir ile ism-i bâtın arasındaki fark, ilm ve âlim arasındaki fark gibidir. 1/260 [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Esmâ-i ilâhî, i’tibârât-ı zâtdan birer i’tibârdır. 3/100


● Allahü teâlânın ismlerinin ve sıfatlarının, zâtının yanında hiç kadri ve mikdârı yokdur. 3/79


● Esmâ-i ilâhîden beheri [İlâhî ismlerden her biri], sıfat ve şu’ûnâtı içine alır. Meselâ âlim ismi, hem sıfat-ı ilme, hem şân-ı ilme şâmildir. 1/209 [Mektûbât Tercemesi: 247.]


● Esmâ-i ilâhî [ilâhî ismler] tevkîfîdir. [Allahü teâlânın bildirmesine bağlıdır. İslâmiyyetde bildirilmeyen ism söylenmez.] 2/67 [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● İşâ’at-ı fâhişe ve tefdîh-i fâsık harâmdır. [Fuhşu (fâhişenin fuhşunu) ve fıskı (fâsıkın fıskını) yaymak harâmdır.] 3/118


● Eşyâ esbâba [sebeblere] terettüb ederse de hiçbir şeyde sebeb-i mu’ayyen yokdur. [Eşyânın değişmesi sebeblerle olur.] 1/149 [Mektûbât Tercemesi: 187.]


● Eşyâyı, Hak sübhânehu, mertebe-i vehmde [vehm mertebesinde] yaratmışdır. Ya’nî eşyâyı bir mertebede îcâd buyurmuşdur ki, o mertebenin husûl ve sübûtu ancak hiss-i vehmdedir.


Meselâ bir oyuncunun eğlence mahallinde gösterdiği şeyler gibi ve âyinede görülen suver-i eşyâ gibidir. [Aynada görülen eşyânın sûretleri gibidir]. 2/99 [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]


● Eşyânın mebde-i vücûdu, Hak teâlâ ve tekaddesdir. 2/44 [Se’âdet-i Ebediyye: 943.]


● Eshâb ve tâbi’în-i kirâm, mücerred [yalnız] sohbet ile, nihâyetsiz kemâlâta vâsıl oldular. 1/21


● Eshâb-ı kirâm, Peygamberin muhabbeti uğruna, mal ve nefslerini fedâ eylediler. Makâm ve mevkı’lerini terk eylediler. 2/96 [Se’âdet-i Ebediyye: 505.]


● Eshâbın nefsleri, Peygamberimizin sohbetinde hevâ ve hevesden temizlendi. Sîneleri düşmânlık ve kinden pâk ve müberrâ oldu. 2/96 [Se’âdet-i Ebediyye: 505.]


● Eshâb-ı kirâmın cümlesi âdildirler. Rivâyetde, teblîg-i ahkâmda [teblîg edilen ahkâmda] cümlesi birdir. Birinin rivâyeti, diğerinin rivâyeti üzerine meziyyet sâhibi değildir. 3/24. [Hak Sözün Vesîkaları: 265.]


● Eshâb-ı kirâmın, Mekkenin fethinden evvel ve sonra, infâk ve mukatele eden cümlesi, Cennet ile müjdelenmişdir. 2/96 [Se’âdet-i Ebediyye: 505.]


● “Eshâbın bir müd arpa sadakasına verilen sevâba, sâirleri Uhud dağı kadar mal verseler vâsıl olamazlar.” Hadîs-i şerîf. 2/99 [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]


● Eshâb-ı kirâmın üsûl-i dinde ihtilâfı yokdur. [Îmânda ihtilâfları yokdur.] Var ise fürû’dadır. 1/80. [Mektûbât Tercemesi: 127, Eshâb-ı Kirâm: 263.]


● Eshâb-ı kirâmın üstünlüğü. 1/313. [Mektûbât Tercemesi: 502.]


● Eshâb-ı kirâm, vahy ile bildirilmeyen husûslarda, o Servere muhâlefet etmişlerdir. Bu ihtilâf, Fa’tebirû (Kıyas yapınız) emrine imtisâle binâ’endir.


Zîrâ müctehidin ahkâm-ı ictihâdiyyede, sâirin reyini taklîdi menhîdir [yasakdır]. 2/96 [Se’âdet-i Ebediyye: 505.]


● Eshâb-ı kirâm birbirleriyle devâmlı, tam bir muhabbet üzeredir. 3/24 [Hak Sözün Vesîkaları: 265.]


● Eshâb-ı kirâmın birini dahî kötülemek, dîni kötülemek olur. 1/80. [Mektûbât Tercemesi: 127, Eshâb-ı Kirâm: 263.]


● Eshâb-ı kirâm arasındaki fitnenin menşe’i, Osmân “radıyallahü anh”ın katli, Talha ve Zübeyr “radıyallahü anhüm”dan kısasın taleb olunmasıdır. Zîrâ, Medîneden, önce onlar çıkıp, kısasın yapılması için gelmişlerdir. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Eshâb-ı kirâm arasında hilâfet, rağbet edilen ve istenilen değildi ki, kin sebebi olsun. 2/96 [Se’âdet-i Ebediyye: 505.]


● Eshâb-ı kirâma buğz edip, düşman olmakdan ictinâb [çok çekinmek] lâzımdır ki, o buğz hakîkatde Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme buğz olur ki, (Onlara buğz eden, bana buğz etmiş gibidir) buyurmuşlardır. Eshâb-ı kirâma olan ta’zîm ve hurmet, aslında o Hayr-ül-beşere olmuş olur. Ve ta’zîm göstermemek de böyledir. (Onun Eshâbına, hürmet göstermiyen, Resûlullaha îmân etmemişdir.) 3/110


● Eshâbdan Emîr kerremallahü vecheh ile muhârebe edenler, hatâ üzere idi. Hak tarafı Emîrde idi. Fekat ictihâd hatâsı olduğundan, bir derece sevâba nâildirler. 2/36. [Eshâb-ı Kirâm: 222.]


● Eshâb arasında tafdîl-i şeyhayn [Ebû Bekr ve Ömer radıyallahü anhümâyü üstün tutmak] ve muhabbet-i hateneyn [Osmân ve Alî radıyallahü anhümâya muhabbet] ehl-i sünnet alâmetidir. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● “Eshâb-ı kirâmdan sonra, efdâl olan tâbi’în asrı, sonra tebe’-i tâbi’în asrıdır.” Hadîs-i şerîf. 1/209 [Mektûbât Tercemesi: 247.]


● Eshâb-ı kirâm, Kur’ân-ı kerîmi ve ahkâm-ı islâmiyyeyi teblîg edenlerdir. 3/24 [Hak Sözün Vesîkaları: 265.]


● Eshâb-ı şimâl, erbâb-ı küfr [küfr erbâbı, kâfirler], eshâb-ı yemîn, ehl-i islâm [müslimânlar] ve erbâb-ı vilâyet [vilâyet erbâbı, velîler], sâbıkân bil esâle ise Enbiyâ aleyhimüssalevâtü vesselâmdır. 2/39 [Se’âdet-i Ebediyye: 913.]


● Eshâb-ı Kehf, Allahü teâlânın düşmanlarından, ehl-i inâdın istîlâsı vaktinde, îmân nûru ile hicret eylemeleri dolayısiyle, o dereceyi bulmuşlardır. 2/68 [Se’âdet-i Ebediyye: 398.]


● Asla kavuşmak, ahkâm-ı islâmiyyeye tâbi’ olmak iledir. Aslın aslına kavuşmak vâsıtasız vâki’ olur. 3/118


● Asl, esmâ-i ilâhîden bir ismdir. Aslın aslı, o ismin ismlendirilmişidir ki, i’tibârât-i teâlâdır. 3/118


● Etfâl-i müşrikin [müşriklerin çocukları] ve ehl-i zimmetin çocukları îmândan mes’ûl değildir. Bunlar âhıretde dirildikden ve hakların alınmasından sonra, hayvanlar gibi yok edilirler. 1/259 [Mektûbât Tercemesi: 323.]


● İtmînân-ı kalb [kalbin mutma’inne olması], zikr iledir. 1/257 [Mektûbât Tercemesi: 321.]


● Et’ime [yiyecek] ve eşribe [içecek] de, tâ’atın yapılmasına kuvvet bulmakdan gayri niyyetler münâsib değildir. 1/70 [Mektûbât Tercemesi: 108.]


● İ’tibârât-ı ilâhînin zât üzere aslâ ziyâdeliği mutasavver [düşünülür] değildir. Onların ilmi, ilm-i huzûrîye münâsibdir. 1/260 [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● İ’tibârât-ı ilâhîden herbiri ayn-ı zâtdır. Beheri arasında i’tibâr-ı çûnî yokdur. İ’tibâr-ı bîçûnî kâindir. 3/100


● İ’ânet ve imdâd [yardım ve meded] akrandan olursa naks [noksanlık], huddâmdan [hizmetciden] olursa, kemâldir. 3/94


● İ’tibârâtdan i’tibâr-ı hub [sevgi] ve ba’dehu [sonra] i’tibâr-ı vücûd sebeb-i icâd-ı âlemdirler. 3/122


● İ’tikâd ile amel iki cenâhdır [kanatdır]. 1/237 [Mektûbât Tercemesi: 296.]


● İ’tikâdî ve zarûrî bir mes’elede halel bulunursa, necât-ı uhrevî devletinden mahrûmdur. [Îmânda ve zarûrî bilinen husûslarda bir ârıza olursa, âhıretde kurtuluş mümkin değildir.] Ammâ, amelî konularda müsâhale [gevşeklik, ihmâl] olursa, tevbesiz dahî âhırete gidilse, hesâba çekilme, azarlanma olursa dahî, işin sonu kurtuluşdur. 3/38. [Se’âdet-i Ebediyye: 68.]


● Din düşmanı olan nefs-i emmâre ve şeytân-ı la’îni gözetlemek [dikkat etmek] lâzımdır. 1/238 [Mektûbât Tercemesi: 297.]


● A’mâl-i sâlihadan [sâlih amellerden] murâd, islâmın beş şartıdır. 1/304 [Mektûbât Tercemesi: 487.]


● A’mâl-i sâliha-i bedeniyyesiz [beden ile sâlih amelleri işlemeden], kalb selâmeti da’vâsı bâtıldır. 1/39. [Mektûbât Tercemesi: 67.]


● A’mâl-i sûriyye [sûret (beden) ile ilgili ameller], ma’nen yükselme sebebi ve âhıret derecelerinin yükselmesine sebeb olur. 2/46 [Se’âdet-i Ebediyye: 902.]


● A’mâl-i islâmiyye [islâmî ameller] iki kısmdır. Emrleri yapmak ve yasaklardan sakınmak. İlerleme ve yükselme ikinci cüz’e bağlıdır. 1/286 [Mektûbât Tercemesi: 420.]


● Amellerin ve ibâdetlerin efdali, nemâz kılmakdır. 3/77. [Se’âdet-i Ebediyye: 941.]


● A’mâl-i sâliha [sâlih ameller] îmândan değildir. Ammâ, îmânın kemâl bulmasına sebebdir. 2/67 [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● Amellerin kusûrlu yapıldığını düşünerek, haseneyi yapmakdan, [yapılan iyiliklerden] müte’essir olmak ve utanmak gerekir. 2/53. [Se’âdet-i Ebediyye: 429.]


● Amellerin ve ibâdetlerin efdali, tilâvet-i Kur’ândır. [Kur’ân okumakdır.] Diğer ibâdet ve tâ’atlerin şefâ’atinden, gerek mukarreb meleklerin, gerekse mürsel peygamberlerin şefâ’atinden Kur’ânın şefâ’ati makbûldür. 3/100


● A’yân-ı sâbite, imâm-ı Rabbânî indinde ilm mertebesinde birbiriyle birleşen kemâlât ile yokluklardan ibâretdir. 1/234. [Mektûbât Tercemesi: 286.]


● A’yân-ı sâbite, sofiyye indinde ilâhî ismlerin ilmî sûretleridir. İsmlerin kendileri değildir. 3/100


● A’yân-ı sâbite, Muhyiddîn-i Arabî indinde, ilm mertebesindeki kemâllerin tafsîlinden ibâretdir. 1/23. [Mektûbât Tercemesi: 40.]


● A’yân-ı sâbite ta’bîri, şeyh Muhyiddîn-i Arabînin olup, yanlışdır. Zîrâ a’yân hâdisdir. 3/58


● A’yân-ı sâbiteye vücûd ile adem arasında geçişdir, demişlerdir. Zîrâ hem ilm-i ilâhî celle şânühûda mevcûd olan vücûddan, hem hâricde yok olan ademden kendinde renk vardır. 3/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 947.]


● İfrât ve tefrîtin ikisi dahî zem edilmişdir. Hak, ortadadır. 2/36. [Eshâb-ı Kirâm: 222.]


● Efdaliyyet [Üstün olmak] sevâbın çokluğu ma’nâsınadır. Fazîletlerin ve menkibelerin çok vukû’ bulması ma’nâsına değildir. 3/122


● İftârda acele etmek ve sahûru gecikdirmek sünnetdir. 1/45 [Mektûbât Tercemesi: 77.]


● Ef’âlin cem’isinde [bütün işlerde] emrlere ve nehylere [yasaklara] riâyet edilince, emr edeni ve yasaklıyanı [unutma gafletinden kurtuluş müyesser olur] ve Hak teâlânın devâmlı zikri hâsıl olur. 2/25. [Se’âdet-i Ebediyye: 747.]


● Ef’âl ve evsâf-ı beşerin [ve beşerin sıfatlarının] cümlesi, Allahü teâlânın mahlûkudur. Mahlûkâtın işleri, Allahü teâlânın işleri değildir. [Kulları da, işlerini de, Allahü teâlâ yaratır. Fekat, kul, işinden kendi mes’ûldür.] 3/120


● Ef’âl-i meşrû’ada [meşrû’ olan işlerde] dahî izn almalıdır, demişlerdir. 1/254 [Mektûbât Tercemesi: 317.]


● Eflâtûn Îsâ aleyhisselâma meyl etmedi. Bir şahs ki, ölüleri diriltse [ki Eflâtunun fennine bu aykırıdır.], Onu görüp, hâllerini inceleyip, sonra cevâb vermesi lâzım idi.


Müşâhede etmeden cevâb, büyük bir inâd ve aklsızlıkdır. [Eflâtûn böyle yapdı.] 3/118


● Akrabânın cefâsına sabrdan gayri çâre yokdur. Firâren [kaçarak] cefâdan kurtuluşa ruhsat vardır. 3/7 [Se’âdet-i Ebediyye: 426.]


● Elbise-i nefîseyi “Nemâzda zinetli elbiselerinizi alınız, örtününüz!” hükmünce, nemâz için zînetlenmek niyyeti ile giyinip, başka niyyetle giyinmemek gerekdir. 3/17 [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Allah ismi bütün sıfatları ve şuûnâtı içine alır.


● İlâhî! Dostlarını öyle kıldın ki, her kim onları bildi, seni buldu. Seni bulmıyan onları bilmedi. 1/156. [Mektûbât Tercemesi: 191.]


● El mer’u me’a men ehabbe. (Kişi sevdiği ile berâberdir) hadîs-i nebevîdir. Berâberlik, gerçekden sevenin (sâdık dostun) nasîbidir, hadîs-i şerîfi nice hicran içinde olanların tesellîsidir. 2/36 [Eshâb-ı Kirâm: 222.]


● İlhâm dînin gizli, görülmiyen kısmlarını açığa çıkarır. Kemâlât-i zâide isbât eylemez. 2/55 [Kıyâmet ve Âhıret: 182.]


● İmâm-ı Türpüştînin risâlesi, i’tikâdı doğru olarak öğrenmekde fâidelidir. 1/193. [Mektûbât Tercemesi: 229.]


● İmâm-ı a’zam, Şa’bînin talebelerindendir.


● İmâm-ı a’zam, abdestin edeblerinden bir edebi terk sebebiyle, kırk senelik nemâzı kazâ buyurmuşdur. 1/29. [Mektûbât Tercemesi: 47.]


● İmâm-ı a’zam, mutlaka mü’minim, imâm-ı Şâfi’î, inşâallah mü’minim demişlerdir ki, farklılıkları sözdedir. İmâm-ı a’zamın sözü, hâl-i hâzır durum i’tibâriyledir. İmâm-ı Şâfi’înin ki, âkıbet i’tibâriyledir. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● İmâm-ı a’zam-ı Kûfî, vera’ ve takvâ üzere idi. Sünnete uyarak ve sünnet devleti ile ictihâd ve istinbâtda yüksek derecelere ulaşmışdır ki, diğerleri bu derecede değildir.


[Onu anlamakda kâsırdırlar.] 2/55. [Kıyâmet ve Âhıret: 182.]


● İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, hadîs-i şerîfleri ve sahâbenin kavllerini kendi reyine tercîh ederdi. Diğerleri böyle değildir. 2/55 [Kıyâmet ve Âhıret: 182.]


● İmâm-ı a’zam ile imâm-ı Ebû Yûsüf, Kur’ân-ı kerîmin mahlûk olup-olmamasında, altı ay münâkaşa edip, nihâyet, mahlûkdur diyeni tekfîr etdiler. [Küfre gideceğini söylediler.] 3/89


● İmâm-ı a’zam buyuruyor ki: (Sübhâneke, mâ-abednâke hakka ibâdetike ve lâkin arafnâke hakka ma’rifetike) [Ey Allahım! Seni noksan sıfatlardan tenzîh ederim. Biz, sana hakkıyla ibâdet edemedik. Fekat, akl ile anlaşılamıyacağını iyi anladık], buradaki ma’rîfet odur ki, Allahü teâlâyı kemâl sıfatlarla muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh ve yüceliğinden islâmiyyet ne bildirmişse öylece bilmekdir. 3/123 [Se’âdet-i Ebediyye: 919.]


● İmâm-ı Hasen, imâm-ı Hüseynden efdaldir. 2/67 [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● İmâm-ı Ca’fer-i Sâdık buyurdu ki, Hak teâlâ kulların işlerinde, işleri kullara bırakmadı ve cebr etmedi. Zorlama ve serbestlik dahî yokdur. [Kulun her dilediği olmaz. Ve hiçbir şey zorla yapdırılmaz.] 1/289. [Mektûbât Tercemesi: 442.]


● İmâm-ı Ca’fer-i Sâdık, sahv erbâbının büyüklerindendir. 3/120


● İmâm-ı Ca’fer-i Sâdık, hem tarîka-i Sıddîkıyyeyi, hem tarîka-i Emîriyyeyi kendinde toplamışdı. 1/313. [Mektûbât Tercemesi: 502.]


● İmâm-ı Ca’fer-i Sâdık, nemâzda iken bî-hoş olup, düşmüşdü. ...... sebebi. 3/120


● İmâm-ı Rabbânînin nûru. 2/22


● İmâm-ı Rabbânînin, Ramezânın onbeşinci gecesi, sultân-ı vakt meclisinde îrâd buyurdukları mevzû’lar. 3/43


● İmâm-ı Rabbânîye, mürşidine kavuşdukdan birgün sonra, şu’ursuzluk; iki gün sonra fenâ hâsıl oldu. 1/290. [Mektûbât Tercemesi: 447.]


● İmâm-ı Rabbânî, Muhammed Bâkîye intisâbında, iki ay zarfında, esâs huzûr meydâna gelip, kemâle geldi. [Tecellîler, nûrlar, hâller, keyfiyyetler diye anlatılmak istenilen kazançlar, hocasının kalbindeki deryânın damlaları olarak önüne saçıldı.] 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● İmâm-ı Rabbânîye, ilmler ve ma’rifetler nisân yağmuru gibi yağıp, acâib ve garâib sırlara muttali’ kıldılar. Bu gizli sırlara isti’dâtları kadarıyle mahrem olan evlâd-ı kirâmıdır. 1/148. [Mektûbât Tercemesi: 186.]


● İmâm-ı Rabbânî, Resûlullahın rûhâniyyetleri için, çeşidli yiyecek pişirilerek, meclis kurulmasını emr ederdi. 3/106.


● İmâm-ı Rabbânî, vilâyet-i kübrâya ulaşmış ve kemâlât-ı nübüvvetle şereflenmişdir. 1/260. [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● İmâm-ı Rabbânînin, Nakşibendiyyede (21), Kâdiriyyede (25), Çeştiyyede (27) vâsıtası vardır. 3/87


● İmâm-ı Rabbânîye, sülûk esnâsında hâsıl olan keyfiyyetler. 1/260 [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● İmâm-ı Rabbânî buyuruyor ki, bu fakîr pür taksîr, kendi zevk ve vicdânıyle anlar ki; sağdaki melek, yirmi yılda bir iyilik bulup, ameller sahîfesine yazdığı ma’lûm değildir. 1/222 [Mektûbât Tercemesi: 274.]


● İmâm-ı Rabbânînin (Merâtib-i vahdet-i vücûdun tahkîki) risâlesi vardır. 1/31. [Mektûbât Tercemesi: 52.]


● İmâm-ı Rabbânî (Şerh-i Rubâ’ıyyâtı) şerh ederek, Muhyiddîn-i Arabînin sözlerini te’vîl buyurmuşlardır. [İslâmiyyete uygun ma’nâlar vermişlerdir.] 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● İmâm-ı Rabbânînin yüce pederleri buyurmuşdur ki, yetmiş iki bozuk fırkanın meydâna çıkması, tesavvuf yolunu bitirmeyen kimseler sebebi ile olmuşdur.


[Bu tesavvuf yolundakiler netîceye ulaşamadıkları için sapıtmışlardır.] 1/220. [Mektûbât Tercemesi: 266.]


● İmâm-ı Şâfi’î buyuruyorlar ki, Ebû Bekr-i Sıddîkın efdaliyyetine sahâbe-i kirâm ittifak etmişlerdir. 1/59. [Mektûbât Tercemesi: 94.]


● İmâm-ı Şâfi’î, İmâm-ı a’zamın fıkh ilmindeki yüksek derecesinden bir parça anlayıp, (Bütün fukâhâ, Ebû hanîfenin ev halkı gibidir) buyurmuşdur. 2/55. [Kıyâmet ve Âhıret: 182.]


● İmâm-ı Gazâlî buyuruyor ki, Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” mi’râcda, Hak teâlâyı görmedi. Bundan maksad, rü’yet-i dünyâ ile görmedi, demekdir. 1/282. [Mektûbât Tercemesi: 413.]


● İmâm-ı Gazâlî buyurdular ki, Sıffîn vak’ası, halîfe olmak için değil, islâmiyyetin kısas emrini yapmak içindi. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● İmâm-ı Mâlik, tebe-i tâbi’îndendir. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● İmâm-ı Ebû Yûsüf için, taklîdden kurtuldukdan sonra [ya’nî ictihâd makâmına yükseldikden sonra], üstâdı Ebû Hanîfeye “rahmetullahi aleyh” tâbi’ olması hatâdır. 3/100


● İmâmet bahsi. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● İmâmet [halîfelik] bahsi, fürû’i dindendir. Üsûl-i dinden değildir. Fürû’ ile meşgûliyyet, mâlâya’nîdir. 2/67. [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● Ümmet-i Muhammed, bütün ümmetlerden önce Cennete girecekdir. 1/249. [Mektûbât Tercemesi: 307.]


● Ümmet-i Muhammed, hayrül-ümemdir. [Ümmetlerin en hayrlısıdır.] 3/24. [Hak Sözün Vesîkaları: 265.]


● Ümmet-i Mûsâ, Cennete, kendinden önceki ümmetlerden önce girecekdir. [İkinci olarak girecekdir.] 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Ümmet-i İbrâhîmin dîninin ve milletinin efdal olması, Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme onun milletine uymak emr olunmasından dolayıdır. 1/251. [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Ümmetden ba’zısında ba’zı kemâlât olur ki, Enbiyâ ona gıbta ederler. Hâlbuki, bütün ümmetler üzere, her husûsda üstünlük, Enbiyâya mahsûsdur. 3/123. [Se’âdet-i Ebediyye: 919.]


● Emr-i ma’rûf ve nehyi münkeri rıfk ile [yumuşaklık ile] yapmalı ki, kabûl olunmağa yakındır. 3/118


● Emrâz ve eskâm def’inde [hastalıkların kalkması için] esnâm [putlardan] ve tâgûtdan [putlaştırılmış olan şeyden] istimdât eylemek [yardım taleb etmek], şirk ve dalâletdir. 3/41. [Se’âdet-i Ebediyye: 778.]


● Ümem-i sâbıkada [Geçmiş ümmetlerde] bir cemâ’at kâfir, bir cemâ’at de sâlih mü’min idi. Büyük günâh işlemek çok az idi. 2/37. [Se’âdet-i Ebediyye: 910.]


● Ümem-i sâbıkadan [Geçmiş ümmetlerden] ba’zıları sabâh nemâzı, ba’zıları da sâir nemâzlarla me’mur idiler. 1/79. [Mektûbât Tercemesi: 125.]


● Ümem-i sâbıkaya [Geçmiş ümmetlere] herbir asrda bir Nebî gönderilmişdir. 1/259. [Mektûbât Tercemesi: 323.]


● Ümmidsiz olmak küfrdür. Ümmidvâr olalar. Ahkâm-ı islâmiyyeye mütâbe’at [uymak] ve pîre muhabbet var ise, hiç gâm değildir. 3/13. [Se’âdet-i Ebediyye: 401.]


● “Allahü teâlâ, Âdemi kendi sûretinde yaratdı.” Rûh-ı Âdem maksûddur. Veyâhud Hak sübhânehu Âdem aleyhisselâmı kendi kemâlâtı ile bezedi ve sıfâtı ile vasfladı. Tam bir ayna kıldı. Bu benzerlik ism ve sûretdedir. Hakîkatde değildir. 1/95. [Mektûbât Tercemesi: 141.]


● “Allahü teâlâ bu dîni, fâcir kimselerle de elbette kuvvetlendirir.” Hadîs-i şerîf. 1/33. [Mektûbât Tercemesi: 58.]


● “Allahü teâlâ, ayrıca bir Cennet yaratmışdır ki, burada hûrîler ve köşkler yokdur. Burada Allahü teâlâ, güler gibi tecellî eder, görünür.” Hadîs-i şerîfi, zuhûrâtın a’lâsıdır. 1/263. [Mektûbât Tercemesi: 346.]


● “Belâlar, mihnetler en çok Peygamberlere, sonra Evliyâya, sonra bunlara benziyenlere gelir.” Hadîs-i şerîf. 2/99. [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]


● “Allahü teâlâ yüksek himmet sâhibi olanı sever,” hadîs-i şerîfdir. Yüksek himmetli olup, en yüksek dereceye kavuşmakdan başka hiçbir şeyle kanâ’at etmiyeler. Dahâ yükselmeğe tâlib olup, yüksek makâmlara çekileler. 3/20.


● Enbiyâ ve sulehânın [sâlihlerin] dünyâda mihnet çekmelerinin sebebi. 2/99. [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]


● Enbiyâ günâhdan ma’sûm, Evliyâ mahfûzdur. [Korunmuşdur.] 2/44. [Se’âdet-i Ebediyye: 943.]


● Enbiyâ üsûl-i dinde [i’tikâdda, îmân edilecek husûslarda] müttefiklerdir. İhtilâfları, fürû’ı dinde ba’zı ahkâma te’alluk eder. 1/63. [Mektûbât Tercemesi: 99.]


● Enbiyâdan birine tevassutla Zât-ı teâlâya ulaşan Enbiyâ ile, Zâtı teâlâ arasında (vâsıta edilen) Nebî perde değildir. Onların zâtdan nasîbleri vâsıtasızdır. Lâkin ümmet için böyle değildir ki, tevessül eyledikleri Peygamber, arada perdedir. 3/88


● Enbiyânın mebde-i te’ayyünleri, Allahü teâlânın ismlerinin bütünüdür. Evliyânın mebde-i te’ayyünleri ise, bu ismlerin parçalarıdır. Bu parçalar, o bütünlerin altındadır. 1/231. [Mektûbât Tercemesi: 283.]


● Enbiyâ ve resûllerden, hiçbirisi gelip-geçmedi ki, şeytân onun kelâmına karışmamış olsun. 1/273. [Mektûbât Tercemesi: 398.]


● Enbiyânın makâmları, kendi yükselmelerinin, nihâyet makâmları değildir. Bilâkis o makâmlardan yüksek mertebelere terakkî eylemişlerdir ki, ba’dehû nüzûl buyurup, [ondan sonra inip], o makâmlarda ikâmet ederler.


O makâmlar onların mebde-i te’ayyünleridir. İlâhî ismlerden ibâretdir. Hak teâlâdan feyzlerin vesîleleridir ki, Zât-ı teâlânın vâsıtasız esmâ-i âleme hiç münâsebeti yokdur. Yüksek yaratılışlı olan bir sâlik [tesavvuf yolcusu], yükselmesi esnâsında, o isme vâsıl ve o makâmların üstüne dahî yükselir. Ammâ sâlik, kendi mebde-i te’ayyünü olan isme nüzûl eyledikde [indikde], kendi ismi o ismin aşağısı olduğunu anlıyabilir. 1/208. [Mektûbât Tercemesi: 245.]


● Enbiyâ, da’veti âlem-i halka tahsîs etmişlerdir. Kalbden ötesini söyleyen olmamışdır. 1/260 [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Enbiyâ sebeblere riâyet eylemişdir. Bu riâyetleri ile berâber, Hak sübhânehüye tefvîz-i umûr buyurmuşlardır. [İşlerini Allahü teâlâya havâle eylemişlerdir.] 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Enbiyânın gönderilmesi, âlemlere rahmetdir. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Enbiyânın birine îmân etmemek, cümlesine îmân etmemek olur. Zîrâ onlar, îmân edilecek aynı şeyleri söylemişlerdir. Dinlerinin esâsı birdir. 3/17 [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Enbiyânın ahkâm-ı ictihâdiyyesinde hatâ tecviz (câiz) olunmuşdur. Ammâ, hatâ üzere devâm etmek tecviz (câiz) olunmamışdır. Hemen hatâlarına âgâh ederler (uyarılırlar). 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Enbiyânın bildirdikleri doğru haberleri, akla uydurmağa çalışmak, nübüvveti inkârdır. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Enbiyâ geriye tam dönmüşlerdir. Zâhir ve bâtınları ile halkı (Allahü teâlâya) da’vet etmekdedirler. 1/272 [Mektûbât Tercemesi: 387.]


● Enbiyânın da’veti, tenzîh-i sırfdır. [Mahlûklara benzemiyen bir Allaha îmâna da’vetdir.] Semâvî kitâblar, îmân-ı tenzîhîyi bildirmekdedir. Enbiyâ, Allahü teâlâyı yaratmasında mütâle’a etmedi. Allahü teâlânın birliğine da’vet etdi. Mâsivâya ibâdete, şirk buyurdular. 1/272 [Mektûbât Tercemesi: 387.]


● Enbiyâya uyan, onların risâletini tasdîkden sonra, erbâb-ı istidlâlden olur. [Peygamberleri taklîd ederek hâsıl olan îmân, îmân-ı istidlâlîdir. O büyükleri taklîd eden kimse, Peygamberlerin bildirdiği herşeyin doğru olduğunu aklı ile, düşüncesi ile anlamışdır.] Ve bu taklîdi, aynı istidlâldir. Meselâ bir insan, bir şeyin aslını istidlâl ile isbât eylese, o asldan neş’et eden fürû’ dahî, o istidlâle müstenid olup, cemi’ fürûun isbâtında müstedil (istidlâl) olmuş olur. 1/272 [Mektûbât Tercemesi: 387.]


● İnsana lâzım olan, ehl-i sünnetin gerekdirdiği gibi îmânı düzeltmek, ikincisi, ahkâm-ı islâmiyye-i fıkhıyye mûcibince amel. Üçüncü, sülûk-ı sofiyye-i tarîkat-ı aliyyedir. Buna muvaffak olan, büyük bir kurtuluşa nâil olur, kavuşur. Bunu yapmıyan kimse, açık (kesin) bir hüsrâna vâsıl olur. 3/34 [Se’âdet-i Ebediyye: 115.]


● İnsanın yaratılmasından maksad, yağlı ve lezîz yiyecekler, güzel ve nefis elbiseler, mal ve mülk toplamak, ni’metlenmek, oyun ve eğlence değildir. Yaratılmasından maksad, Allahü teâlâya karşı gönlü kırık, boynu bükük olmak ve yalvarmak içindir. 1/206 [Mektûbât Tercemesi: 243.]


● İnsan irâde ve ihtiyârı ile işlerini kesb eder [çalışır]. Halk etmek (işleri yaratmak) Allahü teâlâya mensûbdur. (Allahü teâlâ yaratır). 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● İnsan kendi fi’line kasd [niyyet] eyledikden sonra, Hak teâlânın halk etmesi, o fi’le te’alluk eder. Bu iş, kulun irâdesini sarf ederek hâsıl olduğu için, medh ve zem ve sevâb ve cezâ insana âid oldu. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● İnsan halîfe-i rahmândır. Zîrâ sûret-i şey halîfe-i şeydir. “Allahü teâlâ, Âdemi kendi sûretinde yaratdı.” 1/287 [Mektûbât Tercemesi: 426.]


● İnsanda iki şey vardır ki, arşda yokdur. Biri, hey’et-i vahdânî (insanda bulunan on şey), diğeri şuûru nûrun alâ nûrdur. 2/11.


● İnsân-ı kâmil, asla kavuşdukdan sonra, aslın nûrlarının parlaklığından, bir ışık onun kalb aynasında parlatılıp, onu tekrar âleme döndürmek ile nâkısları terbiye etmesi havâle olunur. Bu dönüşde, hem de onu terbiye etmek vardır. 2/12.


● İnsan, âlem-i halk ile âlem-i emrin mecmû’undan (bir araya gelmesinden) ibâretdir. 3/11 [Se’âdet-i Ebediyye: 917.]


● İnsanın kendi murâdını taleb eylemesi, kendi ülûhiyyetini da’vâ eylemesidir. 3/2


● İnsan, murâd-ı ilâhîyi tercîh edip, murâd-ı mevlâdan gayri hiç murâdı kalmamak, vilâyet-i hâssaya bağlıdır (mahsûsdur). 3/27 [Se’âdet-i Ebediyye: 428.]


● İnsanın aslı (zâtı) nefs-i emmâresidir. 3/60


● İnsan öyle bir toplulukdur ki, âlem-i kebîrde yükseklikler ve aşağılıklardan her ne mevcûd ise insanda dahî vardır. Onda âlem-i halk açık, âlem-i emrden ise bir nişân var. İblisin zemm edilen kötü sıfatları kâin (onda mevcûd) ve melek sıfatı dahî sâbitdir. 1/307 [Mektûbât Tercemesi: 492.]


● İnsan bir toplulukdur. İmkân âleminde bulunan herşeyin kendisi, vücûb âleminde bulunanların ise sûreti, insanda bulunur. 1/95 [Mektûbât Tercemesi: 141.]


● İnsan, yedi meşhûr latîfeden mürekkebdir. Her latîfenin ahvâli ve mevâcîdi başkadır. 3/81.


● İnsanın hakîkati o ademdir ki, hakîkat-i nefs-i nâtıkadır. 3/60.


● İnsanda, yerlerde ve göklerde bulunan herşeyden bir zerre vardır. 1/220. [Mektûbât Tercemesi: 266.]


● İnsan medenî olarak yaratılmışdır. Ya’nî, yaşamasında, diğer insanlara muhtâcdır. 2/62 [Se’âdet-i Ebediyye: 746.]


● İnsanın başka şeyleri sevmesi, kendi nefsini sevmesindendir. [Kendi nefsine düşkün olmasındandır.] 1/105 [Mektûbât Tercemesi: 156.]


● İnsanın yaratılmasından maksad, Hak teâlâya ibâdet ve kulluk yapmakdır. 1/73 [Mektûbât Tercemesi: 111.]


● İnsandan bu fânî dünyâda taleb olunan [istenilen], ma’rifet-i Hak teâlâdır [Rabbini bilmesidir]. 1/226 [Mektûbât Tercemesi: 278.]


● İnsan mahlûkâtın en çok muhtâc olanıdır. Ve her neye muhtâc ise, ona alâka duyar. Her te’alluku ise, Allahü teâlâdan uzaklaşmasına sebebdir. Bu sebebden, temâm mahlûkâtın ziyâde mahrûmu insan olur. 1/45 [Mektûbât Tercemesi: 77.]


● İnsana karşı secdenin çirkinliği, güneşden dahâ âşikârdır. Sakınmak herkese lâzımdır. 1/29 [Mektûbât Tercemesi: 47.]


● İnsana cânib-i Hak sübhânehudan feyz ve in’âm [ni’metler] devâmlı gelmekdedir. Kula verilen maddî ve ma’nevî [zâhirî ve bâtınî] feyzler, eğer bir sâ’at ve bir lemha kesilse, bendeden [kuldan] gerek vücûd ve gerek onun kemâlât-ı tâbi’asından bir eser kalmaz. Hâlbuki kula lâzımdır ki, bir lemhada ve turfetül-aynda [göz-açıp-kapama anı] o hazretden gâfil olmıya. Ve devâm-ı huzûr ile sıfatlana. Büyük hüsrân ve şaşılacak şeydir ki, ni’meti vereni unutup, ni’metlere dalar. Ve kendisine ni’met verene yönelmez, ondan yüz çevirir. Şübhe yokdur ki, huzûrun devâmı, bâtına nisbetle mümkin ve belki vâkı’dir. Alel-husûs bizim tarîkımizde [yolumuzda], Allahü sübhânehunun keremiyle bu devâm sehl-ül-husûldür. Ve ibtidâda [başlangıcda] zuhûr eder. Lâkin bu devâm zâhirde zordur. Zîrâ zâhir, kesrete bağlı olduğundan gafletden halâs bulmağa çâre yokdur. Fekat bu zâhirî gaflet, sâlih niyyet ile olursa, gaflet huzûr olur. Meselâ uyku, tâ’atda hâsıl olan tenbelliği def’ niyyeti ile olursa, tâ’at olur. Bu sûretle devâm-ı huzûr, zâhire nisbetle dahî gerçekleşmiş olur. Zâhire ve bâtına nisbetle olan bu devâm-ı huzûr, insanlardan ekmel-i kümelin nasîbidir ki, itmînân-ı nefs ile müşerref olmuşlardır. Ve fenâ-yı etem ve bekâ-yı ekmele ulaşmış ve amelde niyyet ve ihlâsın tashîhi külfetinden vâreste olmuşdur [kurtulmuşdur]. 1/172 [Mektûbât Tercemesi: 213.]


● Enes radıyallahü anhın, tâ’ûndan [vebâdan] seksen evlâdı vefât etdi. 2/17 [Se’âdet-i Ebediyye: 1035.]


● Enfüs (insan) dahî, âfâk (insandan başka şeyler) gibi, ilâhî ismlerin zılleridir. 2/99 [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]


● Enfüs ve âfâkda görülen şeyler, aranan şeyin işâretleridir. İstenen şey değildir. 2/99. [Se’âdet-i Ebediyye: 515.]


● Evâmir-i ilâhîyeye adem-i imtisâl [İlâhî emrleri yapmamak], yâ şerî’atin bildirdiği haberleri yalan addederek [inanmıyarak] i’timât etmemek veyâ Hak teâlânın emrlerine ehemmiyyet vermemek sebebiyledir. Çirkinliğini düşünmek gerekdir. 1/73 [Mektûbât Tercemesi: 111.]


● Evlâda hizmet, babasına yardım olur. 1/177 [Mektûbât Tercemesi: 218.]


● Evvelühüm hayrûn ev âhıruhüm (Başlangıcı mı dahâ iyi, yoksa sonu mu) hadîsiyle, âhır-ı ümmetin medhi. 1/261 [Mektûbât Tercemesi: 343.]


● Ülül’azm Peygamberler Resûlullaha tâbi’ olmağı arzû etmişlerdir. 1/249 [Mektûbât Tercemesi: 307.]


● Evliyâullahın huzûruna boş gelmek lâzımdır ki, dolu olarak dönüle. Ve kendi iflâsını göstermek lâzımdır ki, onlar dahî şefkat edip, feyz yolunu açalar. 1/157. [Mektûbât Tercemesi: 192.]


● Evliyâdan ekserîsi vehm mertebesinin son noktasına ulaşsa da, nefs-ül-emr mertebesine dâhil olamazlar. 3/100.


● Evliyâullahın elbisesini edeble giymekden çok fâide hâsıl olur. 1/206 [Mektûbât Tercemesi: 243.]


● Evliyâullah büyük günâh işlemekden korunmuşdur. 1/223. [Mektûbât Tercemesi: 276.]


● Evliyâdan ba’zısının değişik yerlerde hâzır olması, latîfelerinin muhtelif bedenler hâlinde görünmesidir. 2/58 [Se’âdet-i Ebediyye: 79.]


● Evliyâ insanları, hem islâmiyyetin zâhirine, hem de bâtınına da’vet ederler. 2/92. [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]


● Evliyâ-i müstehlikîn [Kendini yok bilen Evliyânın] sebebler âlemine inmemiş olup, nübüvvet kemâlâtından nasîbleri yokdur. Başkalarını kemâle getiremezler. 1/24 [Mektûbât Tercemesi: 42.]


● Evliyâ-i uzletden olup, kemâlât-ı vilâyet tarafı gâlip olan aktâb, evtâd ve ebdâlin terbiyetleri, Alî radıyallahü anhın imdâd ve yardımına bırakılmışdır. 1/251 [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Kendini boş, uzak sanan, kavuşmuş demekdir. 1/148. [Mektûbât Tercemesi: 186.]


● Üveysî tarîkat (yol), rûhâniyyetden feyz almak demekdir. 3/118


● Ehl ve ıyâl [çoluk-çocuk] ile münâsebeti tam peydâ eylemeyeler. 3/84 [İslâm Ahlâkı: 356.]


● Ehl ve ıyâlin [çoluk-çocuğun] memnûn olmaları için, âhıret azâbına râzı olmak [onu seçmek] aklsızlıkdır. 1/226 [Mektûbât Tercemesi: 278.]


● Ehl-i hânenin [hâne halkının] hepsini nemâza ve sâlih işlere ve ahkâm-ı islâmiyyeyi yapmağa [ve harâmlardan sakınmağa ve kadınların, kızların örtünmelerine] teşvîk ediniz. Zîrâ mes’ûlsünüz. 3/84. [İslâm Ahlâkı: 356.]


● Ehl-i beyte muhabbet cüz’-i îmândandır. Son nefes için pek-çok fâidesi vardır. 2/36. [Eshâb-ı Kirâm: 222.]


● Ehl-i sünnet, bu i’tikâdı kitâb ve sünnetden aldılar, istinbât etdiler [çıkardılar]. 2/67 [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● Ehl-i sünnetin doğru olduğu muhakkakdır. Ehl-i sünnetin dışında olanlar, [şî’îlik ve vehhâbîlik] zındıklık ve ilhâddır. 2/67 [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● Ehl-i sünnetden hardal dânesi kadar ayrı olanların sohbeti semm-i kâtildir. [Öldürücü zehrdir. Bunlarla arkadaşlık etmekden çok sakınmalıdır.] 1/213 [Mektûbât Tercemesi: 256.]


● Ehl-i sünnete tâbi’ olmadan kurtuluş mümkin değildir. 1/59. [Mektûbât Tercemesi: 94.]


● Ehl-i sünnetin reîsi [reîslerinden birisi] Şeyh Ebûl Hasen-ül-eş’arîdir. 2/67 [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● Ehl-i islâma lâzımdır ki, pâdişâh-ı islâma yardım edeler. İslâmiyyetin yayılmasına [revâç bulmasına] sebeb olalar [uğraşalar]. 1/47 [Mektûbât Tercemesi: 82.]


● Ehl-i dünyâya ve onun aldatıcı süslerine göz ucu ile dahî nazar, öldürücü zehrdir. 1/138. [Mektûbât Tercemesi: 180.]


● Ehl-i sünnet i’tikâdına sarılıp, Zeyd ve Amr’ın [şunun bunun] sözlerine kulak asmıya, dinlemiye ve yalan olan efsâneleri ve yalan olan hikâyeleri kendine düstûr eylemek, kendini zâyi’ eylemekdir. 1/251 [Mektûbât Tercemesi: 308.]


● Ehl-i kitâb, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” Peygamber olduğunu anlarlar. Fekat, inadları yüzünden inanmazlardı. 3/91


● Ehl-i Bedr, mutlaka magfûrdur (kurtulmuşdur). 3/24


● Ehl-i irâdetden [dînine çok bağlı] olan sâliha bir hanıma, dînin akâidini ve islâmiyyetdeki ibâdetleri beyân ve tergîb eden mektûb. 3/17 [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Âyât-ı Kur’âniyyenin [Kur’ân-ı kerîm âyetlerinin] anlaşılmasından acz hakkındaki mektûblar. 1/310 [Mektûbât Tercemesi: 495.]


● İnternet vâsıtası ile haberleşme. 412


● Îşân [onlar] Kalb hastalıklarının tabîbleridirler.1/260 [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Îşânın [Evliyânın] bakışları, kalb hastalıklarına şifâ verici, teveccühleri ma’nevî hastalıkları def’ edicidir. 2/92 [Se’âdet-i Ebediyye: 749.]


● Îşânın sözleri devâ ve bakışları şifâdır. 1/109 [Mektûbât Tercemesi: 161.]


● Îşânın celîsleri [Onlarla birlikde olanlar] şakî olmaz. 1/87 [Mektûbât Tercemesi: 137.]


● Îşâna muhabbet, Allahü teâlânın en büyük ni’metlerindendir. Ve se’âdetin sermâyesidir. 2/36, 1/142. [Mektûbât Tercemesi: 182.]


● Îşâna [onlara] buğz, öldürücü zehr ve onları kötülemek ebedî mahrûmiyyete sebeb olur. Zîrâ aslın aslına kavuşmuş olan Ârife muhabbet, Hak teâlâya kavuşdurur ve buğz da onun buğzuna sebeb olur. 3/110


● Îşânın âşinâlığından maksûd [Onlarla görüşmekden maksad], kendi kusûrlarını, ayblarını anlamak içindir. Ve gizli kötülüklerini meydâna çıkarmak içindir. 1/68 [Mektûbât Tercemesi: 106.]


● Îşânın (onların) nisbeti vermekde ve huzûr ve âgâhlığı kısa bir zemânda sâdık talebeye vermekde tam bir kudretleri olduğu gibi, o nisbeti almakda dahî, tam kudretleri vardır. 1/221. [Mektûbât Tercemesi: 269.]


● Îşânın zâhir ve sûretini beşer sıfatı üzere terk eylemişlerdir. Tâ ki onun kemâlâtına örtü ola. Velî diğer insanlar gibidir. [Hak bâtıl ile karışmışdır.] 2/30.


● Îşânın zâhirine bakanlar, mahrûm olur ve zarar eder. Bâtınlarına nazar edenler, kurtuluşa ve felâha erer. 2/52.


● Îşânın mezâr-ı şerîflerinden de, istifâde olunmakdadır. 1/291. [Mektûbât Tercemesi: 458.]


● Îmânda kalbin tasdîki kâfî olup, nefsin iz’ânı [anlaması] istenmemişdir. 1/260 [Mektûbât Tercemesi: 326.]


● Îmân başka, inkâr etmemek başkadır. 1/272. [Mektûbât Tercemesi: 387.]


● Îmân kalbin tasdîkidir. Tasdîk iz’ândan [anlamakdan] ibâretdir ki, inanmak ile ta’bir olunmuşdur. 3/91


● Îmân, zarûret ve tevâtür ile dinden bize gelmiş olanlara kalbin tasdîkinden [inanmasından] ibâretdir. Lisânın söylemesi de îmânın rüknüdür demişlerdir ki, sükût ihtimâli vardır.


[Özr, korku ile söylememesi afv olur.] Bu tasdîkin alâmeti, küfrden uzak ve kâfirlikden sakınmakdır. Ve kâfirliğin husûsiyyetleri olan, onlara mahsûs şeylerden, meselâ zünnâr bağlamak gibi, bunlardan te’arrîdir [ârî olmakdır]. Bu tasdîki da’vâ edip, küfrden teberrî eylemezse, mürteddir. Teberrî, kâfirlere düşmanlıkdan ibâretdir. Bu teberrî kalb ile veyâ havf [korku] yoksa, kalb ve kalıp ile olur. Muhabbet-i Hudâ ve Muhabbet-i Resûl-i Hudâ, onların düşmanlarıyla düşmanlık eylemedikçe olmaz. 1/266. [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Îmânda sâdece kelime-i şehâdeti söylemek kâfî değildir. Münâfıklar da, o kelimeyi söylerler. Bütününe inanmak ve kâfirlikden teberrî lâzımdır. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Îmân başka, ma’rifet başkadır. Îmân, inanmak; ma’rifet anlamak demekdir. 3/91


● Îmân ve küfrün medârı hâtime üzeredir. [Mü’min ve kâfir, son nefesde belli olur.] Çok kimseler vardır ki, temâm ömründe o iki sıfatın biri ile muttasıf olur [vasflanır.] Âhırinde [sonunda] onun zıddı gerçekleşir. 3/17 [Se’âdet-i Ebediyye: 102.]


● Îmânları mevcûd iken, kâfirlik merâsimlerini yapan ve kâfirlerin günlerini ta’zîm eden müslimânların cenâze nemâzlarını kılalar. Onları kâfirlere dâhil eylemeyeler. Îmân bereketi ile azâb-ı ebedîden kurtulurlar. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Îmân ehli, günâhları dolayısiyle Cehenneme girince yüzleri siyâh yapılmaz ve zincire vurulmazlar. Ve isyânı kadar azâb görüp, sonunda Cehennemden çıkarılırlar. 2/67 [Se’âdet-i Ebediyye: 54.]


● Îmân-ı bil-gayb [gayba îmân], şühûdî îmân üzerine tercîh edilir. 2/8 [Se’âdet-i Ebediyye: 753.]


● Îmân, tasdîk ve kalbin yakîn hâsıl etmesinden ibâretdir ki, azlık ve çokluk kabûl eylemez. Azlık ve çokluk ameller i’tibâriyle îmânın parlamasındadır. Îmânın kendinde değildir. 1/266 [Mektûbât Tercemesi: 350.]


● Îmân-ı istidlâlî [anlıyarak îmân], îmân-ı taklîdîden dahâ iyidir. Enbiyâyı taklîd ile olan îmân, îmân-ı istidlâlîdir. Zîrâ Enbiyânın sadâkatını delîl ile bilir. Âbâ ve ecdâd [baba ve dede] îmânını taklîd etmek, îmân-ı taklîdîdir ki, mu’teber değildir. 1/272 [Mektûbât Tercemesi: 387.]


● Îmân, bâtıl ilâhları kaldırıp, her ne var ise, bunların hepsini (Lâ) ile yok edip, Hak celle sultânühuyu ma’bûd olarak isbât eylemekdir. 2/8 [Se’âdet-i Ebediyye: 753.]


● Îmân-ı hakîkînin hâsıl olmasına alâmet, ahkâm-ı islâmiyyeyi yapmakda kolaylığın hâsıl olmasıdır. 1/191. [Mektûbât Tercemesi: 227.]


● Îmân kemâl buldukça, latîfelerin bedene te’alluku azalır. Ve bu münâsebetsizliğin artması nisbetinde, beden zulmete yakın ve onda vesveseler ve hâtıra gelen şeyler ve tereddüd artar. Başlangıçda ve ortada olanlarda durum böyle değildir. Bunların hâtırlarına gelen öldürücü zehrdir [felâketdir]. 1/182 [Mektûbât Tercemesi: 221.]


● Îmân-ı hakîkî, ma’rifete bağlıdır ki, ma’rûfda fânî olmakdan ibâretdir. Ma’rifetden evvel îmân, sûrî; ya’nî mecâzîdir. 3/91