ÖLÜM NEDİR?

Sorulsa ki, bu ölüm ve yaşam yaratılmış mıdır? Evet, İkisi de canavar suretinde yaratılmıştır. 

Nitekim, Hak teâlâ kelâm-ı kadiminde buyurur: 

(ÖLÜMÜ VE DİRİLİĞİ BEN YARATTIM.)

 Fakat, yukarıda da belirtilmeye çalışıldığı gibi, bu ölüm denilen şey, gayet büyük bir şeydir. O kadar büyüktür ki, bütün yaratılmışlardan büyüktür, heybetlidir. Onu kim görürse, görür görmez ölür. Ölümden, söylenebilecek kadarını söyleyeyim ki, ölümü hatırlayınca nasıl büyük ve heybetli bir şey olduğunu da bil ve düşün ve nefsini onunla korkut. Bunun için de kulağını biraz benden yana tut ki, haber vereceğim mesele ÖLÜM’dür.

Ey Aziz: Hak teâlâ, bu ölümü gayet büyük yarattı. O kadar ki, bütün insanlar sayısınca, yeryüzünde bulunan bütün canavarlar sayısınca, ay, güneş ve bütün yıldızlar sayısınca ölüme baş verdi. O başların her birinde ikişer göz, ağız ve kulaklar vardır ve bütün yaratılmışlar gibi elleri vardır. Bu heybet ve heyet içinde gayet ulu olur. Hak teâlâ, ölümü bütün yaratılmışlardan önce yarattı. Bedenlerden dört bin yıl önce de ruhları yarattı. Nitekim, Resûl-ü zişân da böyle buyurmaktadır: Allahu teâlâ, ruhları cesetlerden dört bin yıl Ruhlardan dört bin yıl önce de, yaratılmışların rızıklarını yarattı. Rızıklardan üç bin yıl önce de ölümü yarattı.

Ölüm, bütün ağızları ve dilleriyle bir kere bağırıp gürleyince, bu sesten bütün melekler sersemlediler ve korkuya düştüler. Nihayet, melekler niyaz eylediler: 

— Yâ Rab! Bu gürültü ne gürültüdür ki hepimizi korkuya düşürdü ve tesbihimizi unutturdu. 

Hak teâlâ buyurdu: 

— Bu gürültüyü koparan ölümdür. Yerde ve gökte ne ki varsa, bu ölüm hepsini fani eylese gerektir: 

“Her nefis, ölümü tadıcıdır.” (Âli İmran suresi: 185)

Melekler yalvardılar: 

— İlâhi! Ne olaydı biz onu göreydik. 

Hak teâlâ buyurdu: 

— Hazır olun, şimdi görürsünüz. Sonra, ölüme emretti: 

— Ey ölüm. Bütün kanatlarını aç ve ağzınla gürle! 

Ölüm, derhal harekete geçti ve uçtu ve meleklere kendisini gösterdi. Melekler, bu heybet ve azamette ölümü görüp, gürlemesini işitince her biri olduğu yerde baygın düştü. Bir yıl kadar baygın yattıktan sonra kendilerine geldi er ve dua ettiler; “İlâhi! Bu ölümden büyük ve heybetli bir şey yarattın mı?”

Hak teâlâ buyurdu: 

— Bütün mahlûkatım arasında, bundan büyük kimse yaratmadım. 

Sonra, yine Hak teâlânın emriyle ölüm vardı ve yerinde sâkin oldu. 

Hak teâlâ, Melek-ül-mevte buyurdu: 

— Ya Azrail! Var sen ölümün, üzerine müekkel (vekil) ol. Ne zaman ki kullarımın canını almayı sana emredersem, çek ölümü onun üzerine götür ki, ölümle fâni olsun ve ölümün tadını tatsın. 

— Ey ölüm, dedi. Hak teâlâ, beni sana gönderdi. Hakkın kullarının canlarını alacağım zaman, seni o kimsenin üzerine götüreceğim, sen de bana itaat edeceksin. 

Ölüm, kendisine cevap verdi: 

— Hoş geldin, ben de sana Allahu teâlânın emriyle itaat ederim ama seni de Cebrail’i de İsrafil’i de Mikail’i de ve bütün gök halkını da öldürsem gerektir.

Bu suretle Azrail aleyhisselâma tâbi oldu. Azrail aleyhisselâm da ölümü Allahu teâlânın buyurduğu yere götürür, hem kimin eceli gelirse ölümü görür, fâni olur, toprağa karışarak toprak olur. Evet, bu ölümün vasfı kaleme gelmez. Bu kadar söylediklerimiz kifayet eder. Maksat, nefse ölümün heybetini bildirmek ve bir korku hâsıl etmektir. Nefsi, dünyadan iğrendirip tiksindirmektir. Âhiret amelleriyle meşgul olmasını temin etmektir. Onun için, bu kadarı yeter. 

Fakat, şunu da haber verelim ki, ölümü de Hak teâlâ hazretlerinin emriyle, Yahya peygamber aleyhisselâm cennet ile cehennem arasında boğazlasa gerektir. Ölümün vasfını öğrenmek istersen, ölülere sor ki, sana haber versinler. Şu ölmeden önce ölen kimseler var ya, onlar ölümle buluştular ve: Kanaat kuşağını kuşanıp, dünyanın bütün lezzetlerinden el çekerek ölmeden önce ölmüşlerdir. Onlar, fakir ve sabırlıdırlar. Bu konuda da söylenecek söz çoktur, inşa’allahu teâlâ şimdi işitirsin.

(Eşrefoğlu Abdullah Rumi hazretleri)

[MÜZEKK-İN NÜFUS]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder