{Her nerede olursan ol, Allah'ın kahrından ve gazabından kendini muhâfaza et! Bir günahın ardından hemen bir haseneyi, iyiliği ulaştır ki, o günâhı mahv edesin! İnsanlara da güzel hulkla, huyla mu'âmele et!}
Bu Hadîs-i Şerîf'in râvîsi, Ebû Zerr Cündüb bin Cünâdeti'l-Gıfârî "Radıyallahü anh" Hazretleri ve Ebû Abdirrahman Mu"âz bin Cebel "Radıyallahü anh" Hazretleri"dir.
"Vikâye" "muhâfaza" demektir. "Allahü Teâlâ'nın kahrından ve gazabından kendini muhâfaza ya'nî vikâye et!" demektir. "Kahr", yok etmek" demektir. Allah,yok eder; gazab eder, iyilik etmez; bunlardan korkun! Kahr ve gazab, ebedî ve muvakkat olmak üzere iki kısımdır. Ebedîsi, kâfirlere mahsûstur. Sonsuz, zemânsız demektir. Kâfir, Allahü Teâlâ'nın düşmanıdır. Allahü Teâlâ'nın azabından kurtulması, onun için bir iyiliktir. Düşmanına iyilik, kendisine düşmanlıktır.
Zât-i İlâhî Celle Celâlühû, kendi zâtının muhibbidir, kendi zâtını sevendir. Kendisi, kendisinin mahbûbudur. Allah hem kendi zatına muhibdir ve hem de kendi zatının mahbûbudur. Vâhidün 'ale'l-ıtlâkdır; "bir"dir. Kendisini sevmesi i'tibârıyla, muhibdir. Sevilmesi i'tibârıyla, mahbûbdur.
Mûsâ Aleyhisselâm muhibliğe, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm mahbûbluğa mazhar olmuştur. Mûsâ Aleyhisselâm hem muhibdir ve hem mahbûbdur. Muhibliği, mahbûbluğunun üstündedir. Muhammed Aleyhisselâm hem muhibdir, hem mahbûbdur. Fakat mahbûbluğu, muhibliğine gâlibdir.
Mûsâ Aleyhisselâm, muhibliği i'tibârıyla niyâzlıdır; niyâz makamındadır. Muhammed Aleyhisselâm, mahbûbluğu i'tibârıyla nâzlıdır; nâz makâmındadır. Bir muhib, mahbûbundan hiçbir şey'i esirgemez. Bir muhib, mahbûbunun düşmanına küçük bir iyilik dahî etse, o iyilik nisbetinde mahbûbunu sevmemiş olur. Binâ'en aleyh, Allahü Teâlâ'nın muhibliği ve mahbûbluğu, nihayetsizdir. Allah, kendini sever; düşmanını sevmez ve düşmanını sevse, kendisini sevmemiş olur. Kendisini sevmemiş olursa da muhib olmaz. Muhib olmazsa, mutlaka ezelî kadîmliğinden, İlâhî kâmil sıfatlarından birisi tenâkus etmiş, noksanlaşmış olur. Bir Hadîs-i Şerîf'de {Eğer dünyânın temâmı tartılmış olsa ya'nî kıymetlendirilmiş olsa ve Allah'ın indinde bir sivrisinek kadar i'tibârı olsa, muhakkak Allahü Celle Celâlühû, kâfire bir yudum su içirmezdi.}buyurulmuştur. İnsanlar nasıl ki ahırlardaki gübreler gibi kıymetsiz şeyleri atarlar ve onları düşmanı da alsa, gücenmezler, belki memnûn olurlar; Allah da, sevmediği şey'i düşmanlarına verir. Bir sivrisinek kanadı kadar i'tibârı olmayan şeyleri, düşmanına verir. Muvakkat azâb, günâhla alâkalıdır. Zerre kadar îmânı olan, cehennem azâbında ebedî kalmaz. Muhtıra, ihtâr müslimânlara dünyâda verilen hastalıklar, fakirlikler, zarûretler hep günahların neticesidir. Seyyi'e, fenâlık, kötülük; hasene, iyilik demektir. Hadîs-i Şerîf'de buyurulduğu üzere her bir kötülükten sonra hemen bir iyilik etmek lâzımdır. Nemâzların hasenesi, böyledir. Küçük günâhları müte'âkıb kılınan nemâzlar, o günâhları mahv eder.
(Seyyîd Abdülhakîm Arvâsî "kuddise sirruh")
Kaynak: [Silsile-i Aliyye"nin son Altun halkası Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî "kuddise sirruh" hazretleri]
Müellifler: Fuâd Âsım Arvâs, Şaban Er
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder