Abdullah Dehlevî hazretleri ve sömürge valisi

Abdullah Dehlevî hazretleri Hindistan’ı İngilizlerin işgal edip sömürge halinde yönettiği dönemde yaşamıştır.
Şöyle diyor: Bir gün cenaze taziyesi için Şah Nevvab Nizameddin’in mekanına gittim.Delhi idarecisi(sömürge valisi) Charles Metcalfe de aynı gaye için oraya gelmişti. Mecliste bulunanların hepsi ona hürmeten ayağa kalktılar.Bense yerimde oturdum. O oturunca yüzünü görmemek için sırtımı. döndüm.Meclistekilere benim kim olduğumu sordu.Falan şeyhtir dediler.Ayağa kalktı,saygı göstermek için yanıma geldi. Yaklaşınca ağzından şarap kokusu geldi.Canım çok sıkıldı.Köpek kovalar gibi onu yanımdan uzaklaştırdım.Tekrar yaklaşmak istedi yine sert sözler söyledim. Evine gidince hizmetindeki adamlara demiş ki: Bütün Hindistan’da gördüğüm tek Müslüman budur.”

EMR

EMR
Bir kaç damla, sohbetten...

“Vilâyet, bir emr-i şer’î değildir ki olmazsa olmaz. Bu bir emr-i istihsânidir. Emr-i zarûrî olan şerîattir, efendim. Ama, şerîati takviye edicidir.”

MÛSÂ “aleyhisselam”

MÛSÂ “aleyhisselam”
(Firâvunun hanımı Âsiye) ismini Mûsâ koydı. Zîrâ “mû” ibrânî dilince suya dirler. Ve “sâ” ağaca dirler. Çünki su ile ağaç içinde buldılar. Ânın içün ismini Mûsâ koydılar.
( Târih-i Taberî-i kebîr tercemesi, sf 270 )

NİSBET

 


Hilmi Bey Hocamız;
“Efendî hazretlerinin İmâm-ı Gazâlîden nisbet-i vardır"
buyurdu.
Bu nisbeti sebebiyledir ki, Efendi hazretlerinin yazılarını okuyanlar, eğer İmâm-ı Gazâlî ve İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin “kuddîse sirrûhümâ” eserlerini okumuşsa, ifâde ve cümlelerden tefrîk edemez (ayıramaz).

BAMBAŞKA

Hüseyin Hilmi Işık efendi ve talebesi Süleyman Kuku efendi

“Onbeş yaşında Kuleli Askeri Lisesi birinci sınıf talebesiyim. Kimyâ hocamız, öğretmen yarbay Hüseyn Hilmi Işık beğefendi. Diğer ders hocalarından bambaşka bir insan.
Bilgili olduğu kadar, mütevâzi, sâdece omuzunda rütbesi bulunan gerçek bir baba. şefkatli, merhâmetli, hilm sâhibi bir terbiyeci. Çok şey bilen, zemânı ve rütbesini zorlayan bir subay ve öğretmen.
Yüzüne bakan, hâline dikkat eden, simâsından zekâ ve îmân fışkırdığını hemen idrâk edecek kadar, insanlara emniyyet telkin eden bir üstâd.
Kimseden, hiç bir hocadan görmediğimiz muâmeleyi bize gösterdiler. Öyle olduk ki, bütün arkadaşlar gayr-i ihtiyâri onları sevdik.”

(Süleyman Kuku Bey’in hatırası)

İSTİFÂDE


İSTİFÂDE
Senelerdir düşünürdüm, sorardım kendime;
“Mezhebsizlerin, reformistlerin, ehl-i sünnet düşmanlarının at oynattığı bu zamanda ne için bu kadar kendilerini setr ederler?”
diye. Seneler sonra cevabını buyurdular:
-Hocamız, şöhretden çok kaçtığı hâlde, kendi ifâdesi ile "meâlesef meşhûr olduk, bu bizim için hiç iyi değildir" dedi ve bu fakîre hitâb edip, "Biz meşhûr olduk. Sen kendini gizle. Bu millete lâzımsın!"

Hilmi Bey “rahmetullahi teala aleyh” hocamızın vefatından seneler sonra, geçirdikleri ağır hastalık devresinin sonunda kendi ifadeleri ile
“Bir gece rüyada onları gördüm ve şöyle buyurdular;
-Artık konuşun, millete anlatın!”
...
Azîz kardeşim!
Devamlı onlardan bahsetmemiz, onlardan nakl etmemiz, onların terceme ve te’lif ettikleri bî bahâ eserleri tavsiyye etmemizdeki niyyetimiz;
içinde “ben” gizlenmiş aidiyet duygusundan beri, ama dîn kardeşlerime ve nasîbli olanlara “hayrı tavsiyye” şuuruna mebnîdir.
Bugün dahi, 80’li yaşlarında ve hasta halleri ile bu millete ve dîn kardeşlerine faideli olmak için, terceme ve te’lif sahasında gece gündüz çalışan Süleyman Kuku Efendi’den, kardeşlerimin istifade edebilmesini Allahu teâlâdan niyaz ediyorum.
Hidâyet ve tevfîk Allahu teâlâdandır.

KİTÂB


“Kitablar; akıllıların bahçeleri, fâdılların güzel kokulu çiçeğidir.”
(Hazret-i Ebûbekri’s-sıddîk “radıyallahu teala anh “)

MÜ’MİN

"Mü’min o kimsedir ki, işlediği bir günâhı, üzerine çökecek dağ gibi görür. Münâfık ise, burnunun ucuna konup hemen uçacak sinek gibi bilir."
(Hadîs-i şerîf)

AHMÂK

AHMÂK

Ta’rîf buyurmuşlar...
“Ahmaklık alâmeti: 
İlm ta'rîf edersin; anlamaz, heves eylemez, söylesen idrâk etmez. Yaramazlıkta bulunsa, pişmân olmaz.”

Allahu teala, ahmaklıktan muhafaza buyursun bizleri.
Amin.

ATEŞ


Buyurdular ki;
“Ateşe düşen taş, ateş gibi olur. Bir cemâ’ata giren de onlar gibi olur.”

O halde?
Kiminle olduğumuza, kimi sevdiğimize dikkat etmek elzemdir!

HAYÂ

HAYÂ

Efendimiz aleyhissalatü vesselam buyurdular;
“Hayâ edilmesi lâzım gelenlerin birincisi Allahü teâlâdır.”

Devlet reîslerine hayr düâ etmelidir


Buyurmuşlardı;
“Devlet reîslerine hayr düâ etmelidir. İyi iseler, iyiliklerinin artmasına, devâmına ve makâmlarında kalmalarına düâ etmelidir; yok iyi değillerse, iyi olmalarına, ıslahlarına düâ etmelidir.
"İnsanlar devlet reîslerinin dîninde olurlar" hadîs-i şerîfini unutmamalıdır.

BEN VARIM!

Müşrikler toplanmış, intikam istiyorlardı.
24 bin kişilk mücehhez bir ordu, bir aydır ablukada idi Medîne.
Hendekler kazılmıştı Medîne’nin etafında,
Hendekler engel müşriklere.
Müşrîkler engel açlık ile imtihan edilen müslimanlara.
Bir Amr vardı;
“bin kişilik bir orduya bedel”
denilen bir cengaver.
Hem de 90 yaşına bakmadan gelmiş Medîne önlerine.
Bedir”de yaralanmış,
İntikam peşinde;
Bedr’in intikamı peşinde idi.
Müşriklerin umûmî taarruza geçtiği bir sırada,
Geçivermiş atı ile hendeği.
Artık hendeğin gerisinde,
Efendimiz Aleyhisselatü vesselamın ve müslimanların tam önünde.
Meydan okumakta müslimanlara,
Er istiyordu kendisi ile döğüşecek, karşısında.
Buyurdu etrafına Efendimiz “sallallahu teala aleyhi vesellem”
-Bu mel’unun karşısına var mı çıkacak?
-Ben çıkarım ya Resulallah! diye kükredi genç bir arslan.
-Sen otur! buyurdu Efendimiz. Ve tekrar seslendiler;
-Bu mel’unun karşısına var mı çıkacak?
Sükûtta eshâb-ı kirâm. Lakin korkaklıktan âzâde,
Meydan okuyanın kim olduğunu iyi bilmekteler.
Şımarmakta müşrik. Alay edercesine, meydan okuyarak bir daha;
-Cennetlik olmak isteyen yok mu?
Ayağa kalktı tekrar o genç arslan, ve seslendi;
-Ben çıkarım ya Resûlullah!
Bir daha;
-Sen otur! buyurdu Efendimiz.
-Var mı çıkacak?
Dayanamadı arslan, tekrar kalktı;
-Ben varım ya Resûlullah!
-Gelen Amr’dır !
-Amr olsa da çıkarım ya Resulûllah! dedi.
Çıkardı üzerinden zırhını Efendimiz, verdi ona.
Ve dua etti, muvaffakiyeti için Allahu te’âlâya.
Kocaman, bir dev adam, doksan yaşlarında,
Gencecik bir arslan meydan okumasına karşılık vererek meydanda.
Adeti imiş Amr’ın, rakibinin üç isteiğini kabul edermiş, döğüş başlamadan.
Genç dedi ki;
-Müsliman olmanı isterim.
- Buna imkan yoktur!
-Öyle ise döğüşten çekil!
- Bütün Arap kadınlarının benimle alay etmelerine tahammül edemem!
-O halde döğüşelim!
Der demez, saldırıya geçti Amr. Gururlu idi, piyade olan rakibi ile kendisi at üzerinde olarak döğüşmeyecek kadar hem de.
Atından atlayıverdi yere ve bir kılç darbesi ile kesiverdi ayaklarını atının.
Tanıyamamıştı zırh içindeki rakibini, Amr.
- Sen kimsin?
- Ali bin Ebi Talib'im!
- Vay... Dostumun oğluymuş. Senin ağzın süt kokuyor be çocuk. Haydi sen git de başkası gelsin. Ben senin kanınla kılıcımı boyamak istemem!
diye küçümsedi Ali’yi (kerremallahu vecheh)
-Ben de seninle döğüşmeye tenezzül etmem. Ama kılıcımı senin kılıcınla ölçeceğim.!
Kükreyerek saldırdı Amr, kılıcını çekerek Hazret-i Ali'nin üzerine hücum etti. Bir vuruşta kalkanını ikiye böldü. Hatta yaraladı da alnından Hazret-i Ali'yi.
Sıra Allah'ın arslanına gelmişti.
Öyle bir vurdu ki arslan, Hazret-i Alİ (kerremallahu vecheh)
omzundan aşağı ikiye ayırıverdi koca Amr’ı.
Er meydanında yankılandı Allah’ın Arslanı’nın sesi;
-Allahu Ekber!
Artık dört bir taraftan yükselmeye başlayan tekbirler,
hendeğin karşısındaki müşriklere korku salmaya yetmişti;
-Allahu Ekber! Allahu Ekber! Allahu Ekber!..
Ardından yetişiverdi nusret-i ilâhî;
Şiddetli bir fırtına çıkıverdi, kâfirlerin yiyecek depolarını yerinden söküp attı, alt üst etti karargahlarını.
Kaçtılar, arkalarına bile bakmadan, bırakarak meydanlarda;
en namlı cengaverlerini…
gururlarını…
her şeylerini...

"Ey iman edenler! Allah'ın nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmiş de biz onların üzerine rüzgar ve
sizin görmediğiniz ordular göndermiştik." (Ahzab suresi, 9.)

ŞÜKÜR

ŞÜKÜR 

İmâm-ı Rabbânî “kaddesallahu teala sirreh” hazretlerinin Mektûbât-ı Şerîfini, ehl-i sünnet ‘âlimlerinin bâhâ biçilemez kıymetteki fıkıh ve akâid kitablarını terceme ederek ve bu eserlerin ışığında pek kıymetli talebeler yetiştirmiş, küfrün her renge büründüğü bir zamanda o kıymetli talebeleri ile ihlas ile gece gündüz ehl-i sünneti neşr etmeye, takviye etmeye gayret etmiş, ömrünü sünnet-i seniyyeye ittiba’ ve şeyh-i muktedâya iktidaya sarf eylemiş
“Numûne-i âlimân-ı nakşibendân” olan asrımıza ışık tutmuş ol zata, 
Allahu teâlâ nihayetsiz kerem hazinesinden ziyade ihsan buyursun.
Âmin.
Kabrini, sevdikleri ile birlikte olma yerine açılan bir kapı eylesin.
Amin.
Bizleri dahi ona her daim duacı eylesin.
Amin.

ADL-İ İLÂHÎ

Zamanımızın fâdıllarından bir zat şöyle buyurmuştu:
“Hak teâlâ, acabâ muvakkat, hattâ çok kısa sayılan bir ömrde işlenen küfre, niçin sonsuz azâb edeceğini bildirdi?Muvakkat suça, sonsuz azâb etmek, Allahü teâlânın adli ile bağdaşır mı?
Düşünürdüm. Şimdi yakînen anlıyorum ki, İslam düşmanlarının işledikleri cürüm, yalnız kendilerinde kalmıyor, milyonlarca, milyarlarca müslimânın küfrüne, günâha girmesine sebeb oluyorlar. İşte bu yüzden adl-i ilâhînin tecellisi, onların bu sonsuz Cehennem azâbına çarpmalarıdır.”

VUSLAT / FİRÂK

Vuslat; ikinin bir olması,
firâk; birin iki olmasıdır.

İZ

Zamanımızın fâdıllarından bir danesi buyurdu ki;

“Ehl-i Sünnet o kimsedir ki, bir yerde bir sâat kalsa, orada hayrlı bir iz bırakır”

Ya bir yere tohum eken ve onu bir ömür boyu besleyen?..

GİDİN!

GİDİN!
Buyurdular ki;
-Gidin! Efendinin kabrinin toprağına, o vilâyet güneşini sinesinde saklayan mes'ûd ve mubârek topraklara yüzünüzü, gözünüzü sürün!

İRŞÂD

İrşâd-ı hakîkî odur ki;
bir mürşid-i kâmilin, yukarıdan aldıklarını aşağıya, aşağıdakileri de yukarıya ulaştırmasıdır.
Ya’ni Resûl-i Ekrem “sallallahu teala aleyhi ve sellem“ Efendimize olan ittiba’ ve muhabbetleri ile ve sünnet-i seniyyeyi yaşamadaki hassasiyet ve dikkatleri hasebiyle Allahu tealanın onlara ihsan buyurduğu ilm ve ahvâli, kulluğun hakîkatine kavuşmaya talibli olanlara vasıta olmaklığıdır.

RA’FET

Zamanımızın fâdıllarından bir dânesi buyurmuşlardı ki;
“Ra'fetin rahmetden ince bir farkı vardır. Ra'fetde en çirkin, afv edilmez sanılan günâhlara da merhâmet vardır.”

DERT VE BELÂ

İmâm-ı Rabbânî “kaddesallahu teala sirreh” hazretleri 2. cild, 99. mektûbda buyurdular ki;
“Derd ve belâ görünüşde musîbetdir. Aslında ise, kulu Allahü teâlâya yaklaşdıran vesîlelerdir.”

HIZÎR ALEYHİSSELÂM İLE NAMAZ

HIZÎR ALEYHİSSELÂM İLE NAMAZ

"Kanûnî Sultân Süleymân, Süleymâniye câmi’ini yapdırıp, ilk cum'ayı kıldıkdan sonra, cemâ’atle müsâfeha ediyordu.
Birinin elini tutdu ve baş parmağında kemik olmadığını hissetdi. Hızır aleyhisselâm olduğunu anladı. Çünki Hızır aleyhisselâm bununla tanınır.
Elini bırakmadı ve her Cum'a nemâzını bu câmi’de kılması için ondan söz vermesini, aksi hâlde, bütün cemâ’ate duyuracağını söyledi ve uzun konuşmadan sonra, her Ramezân-ı şerîf ayının son Cum'a nemâzını, Süleymâniyye Câmi'inde kılacağına söz aldı."

Süleymaniye Câmi’i şerîfinde Hızîr Aleyhisselâm ile birlikte namaz kılmak isteyenlerin Ramazân-ı şerîfi şimdiden sabırsızlıkla beklediklerini görebiliyorum.

ÜMMÎ

Zamanımızın fâdıllarından bir dânesi buyurdu ki;
“Ümmî demek, birşey bilmeyen ma'nâsında değil, az bir teşebbüsle, Allahü teâlânın, ona çok ilm vermesi demekdir. Siz ve biz ümmîyiz.”

ZAMAN ve TUFAN

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyurdu ki: 
Adem aleyhiselâmla Nûh aleyhisselâm arasındaki zaman,Nûh aleyhisselâmdan bu güne kadar olan zamandan daha geniştir.O zamanlara âid ma'lûmât az olduğundan insanlar bunu bilmiyorlar.Nûh aleyhisselâmın gemisi buharlı idi.Kur'ân-ı kerimde: "Ocağı yandığı zaman" diye geçiyor.Medeniyet o zamana göre zirveye ulaşmış,fen ve teknik gelişmiş idi.Kavminin inadcı kâfirleri yüzünden Cenâb-ı hak tufan belâsı ile cezalandırmıştı.Sonra dünya yeniden kuruldu.
Kaynak: Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyâtı, Sahife no: 306
Süleyman Kuku

HAKÎM

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyurdu ki: "Hakîm,'hikmet sâhibi ve en yüce' demektir.Eşyânın en iyisi ve en üstününü ancak Allahu teâlâ bilir.Bunun için ilmin en iyisi ve en üstünü,ancak O'nun (teâlâ ve tekaddes) ilmidir.Bu yüzden Hak sübhânehü ve teâlâyı bilen,ancak Hak teâlâdır.Onun ilmi ezeli ve ebedidir.Zevâli tasavvur olunmaz.Gizlilik ve şübhe kabûl etmez.Vâkı'a mutâbık olan ilim,ancak O'nun ilmidir.Böyle bir ilim ile muttasıf,ancak Hak teâlâdır.İlim de ancak budur.Her şeyi bilip de Hak teâlâyı bilmeyene Hakîm denilemez.Ama Hak teâlâyı bilip de, hiçbir şeyi bilmeyene Hakîm denilir.İlmin şerefi ma'lûmun şerefi kadardır. Allahu teâlâdan celîl [büyük,şerefli] kimse yoktur.Hakîm ancak Allahu teâlâyı bilendir,isterse dünyaya âid bildikleri az olsun."
Kaynak: Son Halkalar ve Seyyid Abdülhakîm Arvâsî'nin Külliyâtı, Sahife no: 306-307
Süleyman Kuku