Din ve fen ilimleri

Dinde reformcu diyor ki:


*(Sonra gelen âlimlerin öncekilerden dahâ ileri olması, ilâhî kanûnlar îcâbıdır. Çünkü sonrakilerin hareket noktası, öncekilerin sonunda başlar.)*


Cevap:


Sonra gelen âlimlerin, öncekilerden dahâ ileri olması sözü, *fen bilgileri için doğrudur*. 


Din bilgilerinde, Resûlullahın aleyhisselam”, *(Her asır, kendinden öncesinden dahâ şerdir. Kıyâmete kadar hep böyle olur)* hadîs-i şerîfi muteberdir. 


Bu hadîs-i şerîf, *fen adamlarının şahsiyetleri ve fen vâsıtalarını kullanmaları* bakımından da muteberdir(geçerlidir, değerlidir.).


Şübhesiz bu kâide çoğunluk için mu’teberdir. *Her asrda bundan müstesnâ olanlar bulunmuştur.* 


Dinde reformcu, *fen bilgisi ile din bilgisini birbiri ile karıştırmakta*, fen ile fen adamını da aynı şey sanmaktadır. 


*Fen elbet ilerliyor. Fakat bu ilerleyiş, fen adamlarının ileri olması demek değildir.* 


*Sonra gelen fen adamları arasında öncekilerden dahâ geri, dahâ bozuk ve dahâ alçak olanları az değildir.*


Faideli Bilgiler- Sayfa 116,117

Sohbette sükût

 REŞHA-322: Buyurdular: Eğer sohbette sükût, Hak sübhânehü ve teâlâdan âgâhlığın muhâfazası ve boş, lüzumsuz sözler söylememek için olursa, o sohbet Cennettir. Âyet-i kerîmede: "Orada boş, lüzumsuz söz duymazlar" [Meryem -62] buyurulması böyle sohbete işârettir. Kalbleri hakîkî mahbûbâ tutulmuş olanlar, her hâlde Hak sübhânehü ve teâlâ ile mükâleme [konuşma] ve münâcâttadır [ yakarma hâlindedir].

[Reşahât, sf: 405]

İnsanî ruhlar

 REŞHA-324: Buyurdular: İnsanî ruhlar, kudsî beşiklerde dâimâ müşâhedede idiler. Bu şehâdet âlemine getirip, nâsut kafesine sokup habs ettiklerinde, bedenlere taalluk sebebiyle, mesken [ev], melbes [giyecek] ve yemek ve bunlardan başka bedenin ihtiyâc duyduğu her şeyle meşgul oldular. Bu kadar çok meşgale ve sıkıntı bazılarını aslî vatanına dönmek isteğinden alıkoymadı ve hayvanî ihtiyaclar ve tabiî zevkler, onların öz vatanlarına kavuşma sevdasını kıramadı. Buradan anlaşıldı ki, insanın var edilmesinden maksûd, bu sıkıntılar değildir.

[Reşahât, sf: 405]

Ecir ikidir

 REŞHA-330: Buyurdular: Ecir de ikidir: Biri ecr-i memnûndur, diğeri ecr-i gayr-i memnûndur. Ecr-i memnûn, amel karşılığında olmayıp, mücerred, [sırf] mevhibedir. Gayr-i memnûn ise, amel karşılığındaki ecirdir.

[Reşahât, sf 406]

İlim ikidir

 REŞHA-329: Buyurdular: İlim ikidir: Biri verâset, diğeri ledünnî ilimdir. Verâset ilmi, ameli önde olan ilimdir. Nitekim Resûl-i Ekrem (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem): " Bildiği ile amel edene, Allahu teâlâ bilmediklerini verir" buyurmuşlardır. Ledünnî ilim, amelle alâkası olmayıp, Hak teâlânın mücerred ihsân ve inâyeti ile kendi katından kulunu husûsî bir ilim ile şereflendirmesidir. Nitekim Hak teâlâ: "Ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik" [Kehf-65] buyuruyor.

[Reşahât, sf: 406]

Seyir iki çeşittir

 REŞHA-328: Buyurdular: Seyir iki çeşittir: Biri boyuna, uzunlamasına seyir, diğeri dâirevîdir. Uzunlamasına olan uzak içinde uzaklık, dâirevî olan ise, yakınlık içinde yakınlıktır. Uzunlamasına seyr, maksadı kendi dâiresinin dışında aramağa derler. Dâirevî olan ise, kendi kalbinin etrafında dolaşıp, maksadı kendinde arayıp bulmağa derler.

[Reşahât, sf: 406]

Sîmurg'a [Anka'ya] kimler erişti

 REŞHA-332: Hâce hazretleri bir gün temsîl yoluyla buyurdular ki: Kuşlar Sîmurg'a [Anka'ya] ulaşmak için toplanmışlar. Yola girdiklerinde, her biri bir özür beyân edip geri kalmış. Ama hangisinde Anka'dan bir eser var idiyse, Anka'ya o erişmiş.

[Reşahât,sf: 407]

Kemâl eneyi [beni] ortadan kaldırmaktır

 REŞHA-333: Buyurdular: Halk düşünür ki, kemâl, enel-Hak demektir. Halbuki kemâl eneyi [beni] ortadan kaldırıp, asla ben dememektir.

[Reşahât, Sf: 407] 

Esas iş [nefsten] bağımsızlıktır

 REŞHA-334: Buyurdular: Esas iş [nefsten] bağımsızlıktır. Sonra buyurdular ki: Bana göre Pehlivân Mahmûd Pûryâr'ın şu dörtlüğünden yüksek bir şiir yoktur:

Aşk kumarhânesinde nice gidip gelen var,

Aşağılıklarla sohbetten oldular bîzâr,

Ne sayı, ne hâlini kimse bilmez bunların,

Dareyn nakd ve borcunu hiç etmediler pazar.

Sonra buyurdular ki: Eğer bir kimse LÂ İLÂHE İLLALLAH  ma'nâsının hakîkatını bilse, bu sözden Pehlivân Mahmûd'un hiç bir kayd [bağ] ile mukayyed olmayıp, tecell-i zâtî ile şereflenmiş olduğunu anlar.

[Reşahât, sf: 407]


Mi'râc iki çeşittir

 REŞHA-327: Buyurdular: Mi'râc iki çeşittir: Biri ma'nevî, diğeri sûrî [maddî] mi'ractır. Ma'nevî mi'râc da iki çeşittir: Biri, zemîme [aşağı, kötü] sıfatlardan hamîde [güzel] sıfatlara mi'râcdır [yükselmedir]. Diğeri, mâsivâdan Hak teâlâya intikaldir.

[Reşahât, sf: 406]


İnsanın yaratılmasından maksad

REŞHA-326: Buyurdular: insanın yaratılmasından maksad, taabbuddur [kulluktur]. Kulluğun da özü, her hâlde Hak teâlâ ile olmaktır, tazarru' ve hudu' [yalvarma ve boyun eğme] vasfıyla.

Reşahât, Sf : 406